MAKALE

Rojava saldırısı da AKP’nin çöküşünü önleyemez

Yazar Selahattin Erdem’in Yeni Özgür Politika gazetesinde yayınlanan makalesi…

Faşist AKP diktatörlüğünün ciddi bir kriz ve çöküş içinde olduğu tartışmasızdır. Bunu artık herkes görmekte ve kabul etmektedir. Dahası başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP yöneticileri de bu gerçeği görüp kabul edenler arasında bulunmaktadır. Doğrusunu söylemek gerekirse, mevcut Tayyip Erdoğan yönetimi çöküşü önlemek için ne gerekiyorsa onu yapmakta ve bu konuda oldukça da mahir davranmaktadır. Tayyip Erdoğan “Ustalık döneminin” tüm gücünü ve marifetlerini bu konu üzerinde kullanmaktadır. Ancak nafile! Kriz ve çöküş bir türlü engellenememektedir. Tersine her özel savaş planı geri dönüp sahibini, yani Tayyip Erdoğan ve AKP’yi vurmaktadır.

Peki bu durum neden böyle olmaktadır? Çünkü AKP faşizminin yaşadığı kriz ve çöküş çok kapsamlı ve derindir. Sadece parti ve hükümetle bağlı da değil, TC gerçeği ve onun bağlı olduğu kapitalist modernite düzeninin kriz ve kaosu ile ilgilidir. Diğer yandan kriz ve çöküş tek boyutlu değil, tersine çok boyutludur. Kriz ekonomiktir, malidir, siyasidir, toplumsaldır, psikolojiktir ve bunların toplamı olarak zihinseldir. AKP faşizminin yaşadığı kriz ve çöküş sadece kapitalist sistemin kriz ve kaosu ile bağlı değil, TC’nin Kürt düşmanı, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetiyle bağlantılıdır.

Bugün AKP’nin de olduğu gibi savunduğu ve TC sistemine yedirilmiş olan Kürt karşıtlığı ve düşmanlığı o kadar köklüdür ki, Kürdü inkâr edip yok sayabilmek için Türk varlığını da inkâr eder duruma düşmektedirler. Son günlerde Tayyip Erdoğan’dan İlker Başbuğ’a kadar birçok çevrenin bu konuda yaptıkları açıklamaları herkes ibretle izlemektedir. Neymiş, “Efendim TC devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkmüş! Türklük bir ırkı veya tarihsel toplumu değil, TC vatandaşlığını ifade ediyormuş”! Peki buradan ne sonuç çıkıyor? Çok açık ki, “29 Ekim 1923’de TC ilan edilene kadar Türk diye bir şey yoktur, Türk varlığı TC devletinin ilanı ile ortaya çıkmıştır” sonucu çıkmaktadır.

O halde, bu görüşe göre, tarihsel olarak oluşmuş bir Türk ulusu bulunmamaktadır. 29 Ekim 1923 tarihinde TC devletinin ilanı ile bir Türk toplumu ve ulusu var olmuştur. Peki bu sav gerçekten doğru ve de inandırıcı mıdır? Acaba bunu söyleyenler, söylediklerinin doğruluğuna kendileri inanıyorlar mı? Eğer bunu inanarak söylüyorlarsa, o zaman gerçekten de tarihsel toplum bilgisinden tamamen yoksun bir konumdadırlar. Yok eğer inanmadan, ama başta Kürtler olmak üzere Türk yapmaya çalıştıkları insan ve toplumları kandırmak için böyle söylüyorlarsa, o zaman da savları çok çürüktür ve inandırıcılıktan yoksundur. Adeta çocuk kandırırcasına bir söz ve tutuma benzemektedir.

Peki AKP ve TC yöneticileri neden böyle davranmaktadırlar? Çünkü temelleri çürüktür. TC sistemi savaş ve soykırım üzerinde kurulmuştur. Tamamen yalan, aldatma, demagoji ve soykırım ile var olabilmektedir. Dahası bu çürük temelli sistem şimdi çok derin bir kriz ve çöküş içinde bulunmaktadır. Bu krizi hafifletebilmek ve çöküşü önleyebilmek için böyle her türlü yalanı söyleyebilmekte ve provokasyonu yapmaktadırlar. Yani şimdiki Rojava saldırısı gibi! Güçten ve haklılıktan değil, çöküşten ve haksızlıktan ortaya çıkmaktadır. Bir anlamda gündemi değiştirerek, toplumun dikkatini başka yönlere çekip çöküşü bu temelde önleme çabası olmaktadır.

Faşist AKP diktatörlüğünün Kobanê ve Gırê Spî üzerinden Rojava sahasına yönelik yaptığı saldırıların çok çeşitli nedenleri vardır. Çok önemli bir neden gündemi saptırarak çöküşü önleme çabası olmaktadır. Örneğin yaşanan derin ekonomik krizi görünmez ve tartışılmaz kılmak için bu yapılmaktadır. MHP ile yaşanan ayrılık ve sorunların üstünün kapatılabilmesi ve bunların tartışılmasının engellenmesi için söz konusu saldırı içine girilmektedir. Yine İdlib cephesinde yaşanan sorunların ve başarısızlıkların gündemden düşüp tartışılmaması için Fırat’ın Doğusu sürekli gündem yapılıp söz konusu saldırı geliştirilmektedir. Ayrıca ABD ile yaşanan krizin üstünün örtülmesi ve AKP’li kesimlere “ABD ile ortak iş yapıyoruz” denebilmesi için bu saldırılar gündeme getirilmektedir.

Dikkat edilirse, son Rojava saldırısı, Rusya, Almanya, Fransa ve TC’nin İstanbul’da yaptıkları dörtlü İdlib zirvesi ardından gündeme gelmiştir. AKP faşizminin, söz konusu zirve nedeniyle edindiği siyasi motivasyonu Kürtlere karşı saldırıya dönüştürmek istediği bir gerçektir. Nitekim Rusya, TC ve İran arasında yapılan üçlü Tahran zirvesi ardından da benzer bir durum yaşanmıştır. Söz konusu zirve ardından İran Devleti Başûr’daki Kürt örgütlerine ve İran içindeki Kürt savaşçılarına saldırırken, AKP-MHP faşizmi de Bakur ve Başûr’da PKK hedeflerine yönelik saldırıları artırmıştır. Bu işin bilinen bir yanıdır. Kürt karşıtı devletler, edindikleri tüm siyasi ve askeri etkinliği anında Kürtlere karşı bir saldırıya dönüştürmektedir. Bu anlamda TC ve İran gibi devletlere siyasi ve askeri güç verenler bilmelidirler ki, verdikleri güç Kürt katliamı ve soykırımında kullanılmaktadır. Özellikle Rusya, ABD ve AB devletleri gibi güçler, söz konusu bu gerçeği çok iyi bilmek durumundadırlar. Kürt soykırımına suç ortağı yapıldıklarını artık daha iyi anlamalı ve basit çıkarlar için böyle davranmamalıdırlar.

AKP faşizminin İstanbul zirvesinden edindiği gücü Bakur, Başûr ve Rojava’da Kürtlere karşı saldırı için kullanmaya çalıştığı ortadadır. Ancak İstanbul zirvesi göstermiştir ki, aslında zirveye katılan güçlerin hemen hiçbir konuda görüş birlikleri yoktur. Hele hele AKP Yönetimi, genel Suriye politikasında başarısız kaldığı gibi, mevcut İdlib krizinde de tam bir çıkmazı ve çözümsüzlüğü yaşamaktadır. Dünya kamuoyunun gözü önünde ve çok açık bir biçimde El Nusra adlı örgütün, yani El Kaide’nin Suriye kolunun sözcüsü ve sahibi konumuna düşmüştür. Yani kamuoyu önünde terör örgütlerinin savunucusu olduğu açığa çıkmıştır.

Diğer yandan, İdlib sorunu çözülmemiştir, tersine gittikçe derinleşen ve ne zaman ve nasıl patlayacağı ve altında kimin ya da kimlerin kalacağının pek belli olmadığı bir kriz olma niteliğini koruyup sürdürmektedir. İdlib konusunda birçok şey belirsizdir, ancak AKP-MHP faşizminin başarısız kaldığı ve krizin merkezinde yer aldığı gerçeği çok fazlasıyla açık ve belirgindir. Yani İdlib krizi patlarsa altında kalacak olan güçlerin başında AKP faşizmi gelmektedir. Tayyip Erdoğan yönetimi sürekli zaman kazanmaya ve gündem saptırmaya çalışmaktadır. Söz konusu zirvelerde sürekli Fırat’ın doğusunu gündem yapmaya çalıştığı ortadadır. İşte son Rojava saldırısı da söz konusu politikanın uygulanmaya konma çabası olmaktadır.

Elbette son Rojava saldırılarıyla AKP’nin amaçladığı başka hususlar da vardır. Örneğin Dêra Zor cephesinde iyice sıkışan ve adeta yok oluşu yaşayan DAİŞ çetelerine destek vermek istediği açıktır. Yine ABD yönetimini bu temelde sıkıştırarak ilişkilerini düzeltmeye çalıştığı ortadadır. Hatta Minbic planlarını bu biçimde ABD Yönetimine kabul ettirmek istemektedir. Daha önemlisi, beş ay sonra yapılacağı açıklanan yerel seçimler için bu saldırılarla puan toplama amacı gütmektedir. Bilindiği gibi, 20 Ocak’ta Efrîn’i işgal saldırısını başlatmış, beş ay sonra 24 Haziran’da erken genel seçim yapılmıştı. Şimdi de 31 Mart 2019 tarihinde yapılacak yerel seçimlere tam beş ay vardır ve AKP faşizmi bu kez de Kobanê ve Girê Spî’ye saldırmaktadır.

Peki Rojava kent ve köylerine yönelik geliştirilen söz konusu askeri saldırılar AKP faşizmini yaşatmaya yeter mi? Bunun mümkün olmadığı açıktır. Hiçbir saldırı AKP faşizminin krizini hafifletmeye ve çöküşünü önlemeye yetmeyecektir. Tersine yaşanan krizi daha da derinleştirecek ve faşist AKP’nin çöküşünü daha da hızlandırıp yakınlaştıracaktır.