Roma günlerinde Almanya-VIII

Moskova’dan Roma’ya 12 Kasım 1998’de giden Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı zorlu 66 gün bekliyordu. Roma sürecinin akışını ise Almanya’nın alacağı pozisyon belirleyecekti.

Rusya Havayolları'na ait bir uçak, Roma’daki Leonardo da Vinci Havaalanı'na 12 Kasım 1998 günü saat 22.00 sıralarında indi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Yunanistan’ın ardından ikinci kez bir NATO ve Avrupa Birliği üyesi ülkeye ayak basıyordu. Bu durum, yıllardır yürüttüğü mücadeleyi Batı dünyasına anlatması için fevkalade bir avantaj sunacaktı ama aynı zamanda Türk devletinin Batı ile iş birliği ve NATO’nun “ileri karakolu” olarak görülmesi de bir dezavantajdı.

Komünist Parti-Yeniden Yapılanma’dan Kürt dostu iki milletvekilinin yardımıyla İtalya’ya giden Kürt Halk Önderi, uçaktan indikten sonra cebindeki sahte pasaportu İtalyan sınır polisine gösterip “Ben Abdullah Öcalan, ülkenize siyasi sığınma talebinde bulunuyorum” dedi. İltica başvurusunun incelenmesi yerine gözaltına alındı, çünkü Almanya, yıllar önce hakkında bir tutuklama kararı çıkarmıştı. Birkaç saat sonra da İtalya’da gözaltına alındığı haberi Almanya’ya iletildi.

Aynı gece, 13 Kasım 1998’ın ilk saatlerinde, Karlsruhe’de bulunan Federal Savcılık’ın gece vardiyasında olan 8 numaralı soruşturma birimi, uzun yıllardır raflarda bekletilen dosyaları indirerek Abdullah Öcalan’ın iade talebinin hazırlanmasına girişti. Bu ayrıntıyla bağlantılı olarak yaşanacak gelişmeler, komplonun gidişatını belirleyecek en önemli öge olacaktı. Dikkat çeken bir başka ayrıntı da dönemin Türk devletinin Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican’ın o sabah Almanya’da olmasıydı. Alman Emniyet Müdürü’nün davetlisi olarak Wiesbaden’de olan Bilican ve beraberindeki heyetle uluslararası adli yardımlaşma ve şahıs arama konularında ortak eğitim çalışması vardı.

TÜRKİYE RESMİ OLARAK ALMANYA’DAN ÖĞRENDİ

Zaten 13 Kasım 1998 sabahı eğitimin sürdüğü sırada Alman istihbarat yetkilileri, Abdullah Öcalan’ın İtalya’da “yakalandığı” bilgisini Bilican’a, o da derhal bunu Ankara’ya iletmişti. Bilican, o anı öğlen saatlerinde düzenlediği basın toplantısında şöyle aktaracaktı: “Prova tatbikat izliyorduk. Bir Alman irtibat görevlisi geldi ‘Öcalan Roma'da gözaltına alındı ve şu anda hastanede fakat hangi hastanede olduğunu bilmiyoruz, bunu tespit etmeye çalışıyoruz’ dedi. Ben de ‘Öcalan yaralı veya rahatsız mı?’ diye sordum, bu soruma ‘Bu konuda bilgi yok. Yakalandıktan sonra bir tedbir olarak hastaneye getirilmiş olabilir. Buradan da izliyoruz’ yanıtını verdi.”

Kürt Halk Önderi aynı gün kalp rahatsızlığı nedeniyle kent merkezinde bulunan askeri hastaneye (Celio Hastanesi) kaldırılmıştı, ardından da güvenlik nedeniyle Roma’ya 40 km uzaklıktaki Palestrina Hastanesi'ne götürülmüştü. Kürt Halk Önderi’nin hastanede tutulduğu o ilk birkaç gün Avrupa’nın başkentleri alarma geçmiş, gazeteler “Kürt lider Öcalan Roma’da” manşetleriyle çıkmıştı. Bu arada Avrupa’da yaşayan Kürdistanlılar da yönlerini Roma’ya çeviriyor ve ilk grup ulaşır ulaşmaz ilk büyük gösterisini 14 Kasım 1998 günü Kürt Halk Önderi’nin tutulduğu hastanenin meydanında yapıyordu.

ROMA’DA İLK AÇIKLAMA: SABIRLI OLUN

Abdullah Öcalan ise o gün MED TV üzerinden şu açıklamayı yaptı: “İtalyan hükümetinin bilgisi dahilinde İtalya'da bulunuyorum. Halkımızın hassasiyetini anlıyorum fakat şimdiden olumlu ve olumsuz bir değerlendirme yapmak doğru olmaz. Değerlendirme için henüz erkendir. Siyasi kimliğimle İtalya'da kalmak için gereken işlemler başlatılmıştır. Halkımdan gelişmeleri izleyip sabırlı olmasını istiyorum."

Aynı gün İtalya jet hızıyla Ankara rejiminin iade talebini, “Türkiye’de idam var” gerekçesiyle reddetmişti. Peki Almanya ne yapacaktı? Aynı soruyu Roma’ya gelişinden itibaren Kürt Halk Önderi’ni manşetlerine taşıyan Alman medyası da soruyordu. İade talebini 13 Kasım günü hazırlayan Federal Başsavcılık karar çıkarması için dosyayı Federal Mahkeme’ye gönderdi. 16 Kasım günü ise Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily ala acele Roma’ya giderek İtalyan İçişleri Bakanı Rosa Russo Iervolino ile görüştü; gündem Abdullah Öcalan’ın iade işlemleriydi.

Alman devletinin içindeki bir kanat, Kürt Halk Önderi’nin Almanya’ya getirilip yargılanmasından yanaydı. Bunların başında da sosyal demokrat politikacı Otto Schily geliyordu. 1970’li yılların ortasından itibaren yargılanan Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) militanlarının avukatlığını yapan Schily, daha sonraki yıllarda devletinin en iyi savunucularından biri olacaktı. Schily, 1996’da yılında haftalık Zeit gazetesine verdiği röportajda Almanya’nın Abdullah Öcalan hakkında uluslararası bir tutuklama karar çıkartması gerektiğini ısrarla dile getirmiş, “Böyle bir karar elime geçtiğinde Almanya’nın altını üstünü getirirdim” diyerek ülkesinde yaşayan Kürtleri tehdit etmişti.

Zaten Schily, 1998-2005 arası İçişleri Bakanı görevini yürüttüğü yıllarda Alman devletinin Kürtlere yönelik kriminalize siyaseti zirveye çıkacak, Kürtlerin birçok kuruluşu ardı ardına kapatılacaktı. Henüz bakanlık koltuğunda birinci ayını doldurmayan Otto Schily, Abdullah Öcalan’ın peşine düşmüştü.

Bu arada Kürt Halk Önderi’ne yönelik komplonun her aşamasında kritik çıkışlar yaparak gidişatı belirlemeye çalışan ABD Dışişleri Bakanı James Rubin, Alman Bakan Schily’nin Roma’da olduğu gün, 16 Kasım 1998’de basına şu açıklamayı yapacaktı: “PKK lideri Öcalan’ın yakalanmasını, dünya terörüyle mücadelede önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz. İtalyan hükümetinin hareketini memnunlukla karşılıyoruz. Öcalan’ın iade edilmesi ve adalet önünde çıkarılması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye, Almanya ve İtalyan’ın konu üzerinde birlikte çalışmasını arzuluyoruz.”

ALMANYA’NIN İŞLEME KONULMAYAN KARARI

Bill Clinton yönetimindeki ABD, bir nevi Almanya, Türkiye ve İtalya’ya “Bu sorunu kendi aranızda en uygun şekilde çözün” direktifi veriyordu. Roma kulisleri belki yakın tarihinde hiç olmadığı kadar o gün çalkalanıyordu; bir yandan Almanya ile yapılan görüşmeler sürerken, diğer yandan da İçişleri Bakanlığı Abdullah Öcalan’ın sığınma talebini incelemeye aldı. Beklenen açıklama Başbakan Massimo D'Alema’dan gelecekti. İtalya Başbakanı, PKK’nin şiddetten uzak kalması durumunda Abdullah Öcalan’a sığınma talebi vereceklerini söylüyordu.

D'Alema’nın sözleri Ankara’ya adeta bomba gibi düştü, başta büyük şehirler olmak üzere Türkiye’nin birçok kentinde İtalyan mallarını boykot eden ırkçı gösteriler tertiplendi. Gariptir ilk boykot çağrısını Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve İstanbul Ticaret Odası yapmıştı. Aynı gün adeta düğmeye basılmışçasına birçok merkezde Kürtlere yönelik ırkçı saldırılar gerçekleşti. Saldırıya uğrayanların başında da İstanbul-Taksim’de Kürt Halk Önderi için gösteri yapan küçük bir gruptu.

O gün Türk Savunma Bakanı İsmet Sezgin de Batı Avrupa Birliği toplantısına katılmak için Roma’da bulunuyordu. Sezgin’in ilk işi Almanya Savunma Bakanı Rudolf Scharping ile görüşmekti. Toplantı çıkışında Avrupalı bakanların yaptıkları açıklamalar, olayın bundan sonraki aşamalarını ele veriyordu. Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, “Öcalan Türkiye’ye alternatif olarak bize iade edilmesin” derken, Belçika Dışişleri Bakanı Erik Derycke de “Öcalan’ı Belçika’da görmek istemiyoruz, zaten ülkemizde yaşayan Kürtler ile Türklerin birbirleriyle birçok sorunu var, yeni sorun almak istemiyoruz” çıkışını yapıyordu.

Demokrasi, hak ve özgürlükleriyle övünen Avrupa Kürt Halk Önderi’ni istemiyordu. Dönemin Alman Sosyal Demokrat-Yeşiller hükümeti de bu gelişmelerin tam merkezindeydi. Federal Savcılık tarafından hazırlanan dosyayı 19 Kasım 1998 günü inceleyen Almanya Federal Mahkemesi, Abdullah Öcalan’ın iade edilmesini içeren yeni bir tutuklama kararı çıkardı. Bu, Almanya’nın onun hakkında ilk kez 12 Ocak 1990’da çıkardığı tutuklama kararının güncellenmesiydi.

Yeni kararda, 1993’te ilan edilen PKK yasağı sonrası yapılan protesto gösterilerinde ortaya çıkan şiddet ve 1995’teki “otoban” eylemlerinden de Abdullah Öcalan sorumlu tutuluyordu. Artık sadece “cinayet”ten değil, “terör örgütü yöneticiliğinden de Almanya onu İtalya’dan istiyordu.

ASLINDA 1996’DA KAPANMIŞTI

Almanya Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın “Aşırı Yabancı Örgütler” Dairesi Başkanı Klaus Grünewald, 22 Aralık 1995 günü; ardından da 1996’nın ortalarında Berlin Eyaleti’nin eski İçişleri Senatörü, iktidar partisi CDU Milletvekili Heinrich Lummer, Kürt Halk Önderi ile bir araya gelmiş, PKK ve Almanya arasındaki gerginlikler “tatlıya” bağlanmıştı. Hatta 1998’de Federal Savcılık, ülkesinde artık “PKK davaları” olarak bilinen yargılamaların “terör örgütü” kapsamı yerine “kriminal olaylar” çerçevesinde ele alınacağını açıkladı. Her ne kadar yargılamaların özünde pek bir şey değiştirmeyen bu karar sembolikti ve 2010’da Adalet Bakanlığı’nca değiştirilerek Kürtlere yönelik yargılamalar “yabancı terör örgütü” kapsamına yeniden alınacaktı.

Almanya ve Kürt Özgürlük Hareketi arasındaki ilişkiler, 1995 ve 1996’daki görüşmelerden itibaren belli bir denge içinde yürüyordu, ta ki Abdullah Öcalan Roma’ya ayak basana kadar. Almanya ikilimde kalmıştı; Alman yargısı Kürt Halk Önderi’ni istiyordu, lakin hükümet işi yavaştan alıyordu. Abdullah Öcalan’ı İtalya’dan iadesinin önünü açacak o mahkeme kararı, Adalet Bakanlığı’na takılıp kaldı.

Bunun üzerine İtalya Başbakanı Massimo D'Alema, soluğu 27 Kasım günü başkent Bonn’da aldı. D'Alema umutluydu, Almanya’nın Abdullah Öcalan’ı alması halinde yükü hafifleyecek, Türkiye ve hatta ABD’nin baskısından kurtulacaktı. Bonn’daki başbakanlık binası yakınlarında toplanan ve sayıları 50 bini geçen Kürdistanlılar ile dostları ise Avrupa ülkelerine “Kürt Halk Önderi yalnız değil” şeklinde sesleniyordu.

D'Alema ile yapılan ve iki saat süren görüşmenin ardından basının karşısına çıkan SPD’li Başbakan Gerhard Schröder, ülkesindeki yoğun Kürt ve Türk nüfusunu gerekçe yaparak “Abdullah Öcalan’ istemiyoruz” dedi. Schröder, “Kürt sorununa uluslararası bir çözüm getirmek amacıyla İtalya ve Almanya dışişleri bakanları bir araya gelecek ve sorunun çözümü için bir program hazırlayacak. Öcalan da bir Avrupa mahkemesinde yargılanmalı” diyerek kenara çekildi. Schröder’in sözünü ettiği Kürt sorununu çözecek o girişim ve Abdullah Öcalan’ın Avrupa’da yargılanması için hiçbir adım atılmayacaktı.

Aynı basın toplantısında İtalya Başbakanı ise şu açıklamayı yapacaktı: “Ülkemizde herhangi bir suç işlemediğinden dolayı savcılık Öcalan hakkında soruşturma açmayacaktır. Umarım yargılanması konusunda da uluslararası bir çözüm bulunur.”

D'Alema hükümetini yüz üstü bırakan Almanya’nın bu açıklamasının ardından Abdullah Öcalan’ın İtalya’daki zorlu günleri de başlamış olacaktı.

KARAR ABDULLAH ÖCALAN’I ŞAŞIRTMADI

Kürt Halk Önderi ise Stern dergisinin 15 Ocak 1999 tarihli sayısında yayınlanan röportajında, Alman gazetecinin “Almanya sizin iadenizi kabul etmedi, bu sizi şaşırttı mı?” sorusuna şu yanıtı veriyordu: “Şaşırtmadı da nedeni beni şaşırttı. Apo'yu yargılamak istemedikleri için değil, yargılarlarsa sorunun daha da ağırlaşacağı, bir yerde Almanya için daha zararlı olacağı. Aslında böyle bir yargılamanın fazla temeli yoktur, gerçekten hukuki temeli yok. Bunu çok istiyorlarmış ama doğacak sakıncalardan ötürü yapmak istemiyorlarmış. Bu bana biraz tuhaf geldi ve yanlıştır. Aslında bu durumun ortaya çıkmasından Almanya sorumlu. Bu çözümsüzlükte ısrar Alman yaklaşımıyla yakından bağlantılı. Almanya sorunu İtalya'nın üzerine attı, İtalya da çözüm gücü olamayacağını gördü ve sorun ağırlaştı. Kendi hukukunu sorunu böyle ağırlaştırmakta kullandı, politik olarak da inisiyatif almak istemedi.

Almanya sorunun bu kadar ağırlaşmasını ve bunda kendi payını neden görmek istemiyor? En önemlisi de pozitif çözüm için, daha doğrusu sorunun olumlu yönde halledilmesi için bizimle neden görüşmeye yanaşmıyor? Madem sorun bu kadar ağır, Almanya'nın iç hukukunu, demokrasisini bile tehdit edecek boyuta gelmiş, neden diyalogdan kaçıyor, neden PKK yasaklamasıyla sorunu erteliyor? Almanya'nın olumsuzluğu burada, haksızlığı da burada.

Türkiye'ye her türlü ekonomik, hatta askeri araç gereçleri hala veriyor. Siyasi olarak da aslında Türkiye'ye en ufacık çözüm için herhangi bir baskıda bulunmuyor. Sürekli PKK bastırılıyor. Kısaca verilen demeçlerin pratik değeri fazla yoktur ve çok ciddi sorumluluk altında kalınmak istenildiğini de sanmıyorum. Olsaydı gerçekten benim buraya gelişim iyi bir fırsat olarak kullanılıp, Almanya en azından bu sorunların çıkmamasına ve siyasal bir sürecin Avrupa nezdinde başlatılmasına öncülük edebilirdi. Almanya'nın buna gücü vardı, Türkiye'nin şantajına boyun eğmeyebilirdi ama bunu denemedi.”

Yarın: Roma konuşmaları ve 16 Ocak’taki çıkış…