Sömürgeci TC devletinin Fransa’ya öfkesi

Lozan anlaşmasının yüzüncü yılına doğru Ortadoğu haritasının yeniden masaya serildiği bir süreçte, devre dışı kalacağından hatta üzerine yapılacak olan pazarlıklardan duyduğu korkudur.

DAİŞ’in neden daha çok Avrupa ülkelerinde katliamlar gerçekleştirdiği ve bu ülkeler arasında da Fransa’yı hedef olarak aldığı her geçen gün biraz daha deşifre olmaktadır. Bunu sağlayan da sömürgeci-faşist TC devleti ve onun başında olan R.T. Erdoğan ve etrafında topladığı devlet yönetimini ele geçirmiş olan Bekir Bozdağ, Mevlüt Çavuşoğlu vb. gibi çete grubunun yapmış olduğu açıklamalardır. 

Son günler de ise bu gerçek daha fazla açığa çıkmış bulunmaktadır. Hatta denilebilir ki, TC devlet yönetimini ele geçirmiş olan bu kişiler, hedeflerinde olan ülkenin Fransa olduğunu gizlemeye bile gerek duymadan bunu doğrudan yapar hale gelmişlerdir. Özellikle de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Kuzey Suriye Federasyonu’ndan gelen bir heyeti Elysée Sarayı’nda karşılamasından sonra bunu çok daha pervasız bir şekilde yapmaya başlamışlar, hakaret ve tehdit düzeyine vardırmışlardır.

Oysa Fransa Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklama da Kuzey Suriye Federasyonu’nda temsilini bulan güçleri destekleyecekleri ve TC devleti ile aralarında; arabuluculuk yapabileceklerini dile getirmişlerdi. Bu da son derece doğal ve yapılması gereken bir açıklamaydı. Çünkü tüm dünya insanlığının başına bela haline getirilen DAİŞ gibi bir çete örgütlenmesini yenilgiye uğratan, uluslararası alanda kabul edilen, itibar gören ve saygı duyulan Kuzey Suriye Federasyonu’nu temsilen gelen bir heyeti ağırlamış oluyorlardı. Benzeri yaklaşım içerisine giren ya da buna yakın açıklamalarda bulunan başka devletler de olmuştu. Ki, bunlarda olması gereken açıklamalardı. Ancak TC devletinin içerisine girdiği tutum bundan daha farklı olmuştu, adeta bunları görmezden gelmişti.

Fakat, Fransa’dan benzeri bir açıklama gelince, tepki daha farklı bir boyuta çıkarıldı; öfkeye dönüştürüldü, tehdit ve hakaretlere kadar vardırıldı. Halbuki, Fransa ve diğer Avrupa devletleri bugüne kadar TC devletinin Rojava Kürdistan’ında, Kuzey Suriye’de yaptıkları, işlediği savaş ve insanlık suçları, DAİŞ’le olan ilişkileri karşısında sessiz kalmışlar, hatta denilebilir ki, bu tutumlarıyla TC devletini destekler pozisyonda olmuşlardı ve bu yönüylede hem kendi iç hem de uluslararası kamuoyu tarafından eleştirilmişlerdi. Bu gerçekliğe rağmen TC devleti adeta bam teline basılmış gibi bir reaksiyon göstermekten geri kalmadı. 

Neden böyle oldu? Bu üzerinde durulması ve cevaplanması gereken bir sorudur. Öyle ki, bu soruya verilecek olan cevap, bugüne kadar başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinde gerçekleşen DAİŞ katliamlarının arkasında duran gerçekliği de ele verecek olan bir özellik taşıyacaktır.

Sömürgeci TC devletinin Rojava’dan, Kuzey Suriye’den başlayıp, Başûrê Kürdistan’ı da içerisine alacak bir şekilde Irak- Bağdat sınırlarına kadar varan bir coğrafyayı kontrol altına almak istediği her yönüyle deşifre olan bir gerçekliktir. Bu aynı zaman da Birinci Dünya Savaşı sonrasında çizilen Ortadoğu haritasının masaya yatırılarak yeniden çizilmek istenilmesi anlamına gelmektedir. Lozan anlaşmasının yüzüncü yılına giderek daha fazla yaklaşılmaya başlamasıyla birlikte de, TC devleti içerisine düştüğü telaşla bir an önce bunu gerçekleştirmek istemektedir.

Dikkat edilirse, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu haritasını masaya seren savaş galibi olan Fransa’nın da içerisinde olduğu Avrupa devletleriydi. Daha çokta belirleyici olan İngiltere ve Fransa idi. 1950’li- ‘60’lı yıllara kadar da bu devletlerin Ortadoğu’daki rolleri belirleyiciydi. Bu yıllardan sonra Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu içerisine alan coğrafyada yaşanan siyasal değişikler İngiltere ve Fransa dışında da başka güçlerin; ABD ve -o zaman ki adıyla SSCB olan bugünün- Rusya’sının devreye girmesine neden olmuştu. 

Ancak ABD ve Rusya’nın 1950’li, ‘60’lı yıllarla birlikte Ortadoğu’ya girmeleri, etkinlik kurmaya başlamış olmaları, İngiltere ve Fransa’nın devre dışı kalmaları anlamına gelmedi. Eskiye oranla biraz daha zayıflamış ta olsalar yine uluslararası alanda Ortadoğu politikasının belirlenmesinde söz sahibi olan güçler arasında yerlerini korumaya devam ettiler.

Sömürgeci TC devletini korkutan da asıl olarak bu gerçekliktir. Lozan anlaşmasının yüzüncü yılına doğru Ortadoğu haritasının yeniden masaya serildiği bir süreçte, devre dışı kalacağından hatta üzerine yapılacak olan pazarlıklardan duyduğu korkudur. Yaşadığı bu korkunun bir sonucu olarakta; sonradan Ortadoğu’da etkili olan ABD ve Rusya arasında yaşanan güç ilişkisi ve dengesinden yararlanmaya, kendisi gibi Birinci Dünya Savaşı mağlubu olan, çok istekli olmasına rağmen bir türlü “Doğu’ya açılma siyasetini” pratikleştiremeyen Almanya’nın askeri, ekonomik ve siyasal desteğini arkasına almaya çalışmaktadır. 

Özellikle de TC devletinin, Suriye savaşının başlamasının hemen ardından, Fransa’nın üzerine DAİŞ’i saldırtması ve İngiltere’de eylemlerde bulunması da yaşanan bu gerçeklikten uzak değildi. Böylece Fransa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’da oluşan etkisine dayanarak, Ortadoğu’da yaşananlar karşısında sadece izler bir pozisyonda kalmasını sağlamaktı ve bir süreliğine de olsa izlediği bu politikadan sonuç aldı. Hatta Fransa ile askeri ve ekonomik alanda ikili anlaşmalar yaptı. Fakat bu da bir yere kadar sürdü. DAİŞ’in Rojava’da yenilmesi ve Suriye’deki etkinliğini kaybetmesi, TC devletinin elinde tuttuğu/ kullandığı bu silahın da etkisini minimum bir düzeye indirdi. 

İşte başlayan böyle bir süreçle birlikte, Fransa’da kendini izleyen seyirci olma konumundan çıkarmaya, “bende varım” demeye başladı. Fransa Cumhurbaşkanı’nın Kuzey Suriye Federasyonu temsilcilerini Paris’te Elysée Sarayında karşılaması ve ardından da yapılan görüşmeler sonrasında yaptığı açıklamalar karşısında, sömürgeci TC devlet yetkililerinin üst perdeden konuşarak Fransa’yı hedef haline getirmiş olmaları da böyle bir gerçeklik içerisinde yerini aldı.

Şimdi TC devleti, karşısında rakip olarak bir başka gücü daha bulmuş olmasından duyduğu korkunun telaşı ile hareket etmektedir. Bunun bir sonucu olarak tek çare olarak taviz üzerine tavizler verdiği, adeta bağımlısı haline geldiği Rusya’ya yanaşmakta ve ondan aldığı güçle daha saldırgan bir politika izlemektedir. Bunu da Kürtlere dayattığı soykırım politikası, Rojava ve Başûrê Kürdistan işgal planını devreye koyarak gerçekleştirmek istemektedir. Ancak böyle yaparsa, son demlerini yaşayan birinin, son çırpınışlarını andıran saldırganlığıyla, biraz daha kendini yaşatabileceğini düşünmektedir.

Tüm bunlarda DAİŞ’in bugüne kadar başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinde gerçekleştirdiği katliam ve saldırıların ve yine TC devlet yönetimini tekellerine almış olan Erdoğan ve onun etrafında kümelenmiş olan çete grubununun bugün Fransa’yı neden kendilerine hedef haline getirdikleri gerçeğini ortaya koymaktadır. Sadece bununla da kalmamaktadır. Önümüzdeki günlerde bu ülkelere yönelik DAİŞ vb. gibi taşeron çete grupları tarafından, onların adıyla gerçekleştirilecek olan katliamların, saldırıların da önceden habercisi olmaktadır.

Kaynak: Yeni Özgür Politika