'Tecrit ortadan kaldırılması gereken bir yönetim sistemidir'

Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Faik Özgür Erol, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit koşullarına ilişkin, "İmralı tecrit sistemi hem ceza hem de bir yönetim sistemidir. Ortadan kaldırılması gerekiyor" dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, 21'inci yılını geride bırakırken ilk günden bu yana sistematik olarak hayata geçirilen tecrit bugün daha da ağırlaştırılmış şekilde sürdürülüyor.

Ailesi ve avukatlarının kendisiyle yasalar çerçevesindeki görüşme hakkı da Temmuz 2011 tarihinden bu yana keyfi gerekçelerle engelleniyor. Belirli dönemlerde toplumda gelişen direnişler sonrasında bu görüşmeler sağlanmış olsa da, İmralı'da ilk günden bu yana hayata geçirilen koşullarda herhangi bir değişiklik yaşanmadı.

Tecrit koşullarının kırıldığı dönemler toplumsal barışın inşası için umut kapılarını açarken, koşulların ağırlaştığı her dönem yeni çatışma süreçlerine de kapı araladı.

2015'ten bu yana daha da ağırlaştırılan tecrit koşulları deyim yerindeyse tüm Kürdistan ve Türkiye'yi bir tecrit ortamına sürükledi. İmralı'da yaşanan en ufak gelişmenin bu denli önem arz etmesine rağmen Türk devleti ağır tecrit koşullarında ısrarını sürdürüyor. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Faik Özgür Erol, bu sistematik tecrit politikasını değerlendirirken, bu koşulların ortadan kaldırılması için toplumun alması gereken rolün önemine dikkat çekiyor. ANF'ye konuşan Av. Erol, Türk devletinin İmralı'da yürütmüş olduğu tecrit politikasının artık bir ada ile sınırlı kalmadığını, bunun bir yönetim biçimi haline geldiğini vurguladı.

İMRALI, POLİTİK KIRILMA EŞİĞİDİR

Av. Erol, İmralı tecrit sisteminin 21'inci yılını doldurduğunu ve bunun çok ağır bir hakikat olduğunu belirterek, şunları kaydetti: "21 yıllık bir esaretin ve tecridin hangi politik gerçekliğe tekabül ettiğini, neyin bedeli olduğunu, neyin karşılığı olduğunu düşünmek, yorumlamak, buna bir anlam katmak zorundayız. Elbette şunu biliyoruz; Türkiye’de idare ve hukuk, hemen her dönemde en temel iç güvenlik tehdidi olarak gördüğü Kürtlere göre dizayn edilmiştir. Bu, kuruluşundan beri aşağı yukarı anayasasından tüm yasalara kadar var olan bir durumdur. Ama özellikle son 40-45 yıllık süreçte Kürtlerin daha bir araya gelerek siyasi bir gücü ve kitleyi açığa çıkarması ile beraberinde devletin bütün metabolizmalarının da bu idari sistemde sadece öncelikli bir konu olmaktan çıkarıp, adeta bir panik halinde bütün bir sistemini peşpeşe düzenlemeler ve uygulamalarla buna göre dönüştürmesine yol açtı. Bu tarihsel kesit, özellikle son 20 yıllık İmralı pratiğinin en önemli pratik eşiği olduğu kanaatindeyim. Sadece hukuki bir eşik değil, aynı zamanda politik bir kırılma eşiğidir."

TECRİT TÜM CEZAEVLERİNE YAYILDI

İmralı Cezaevi'nin 1999'da kurulmasıyla beraber Türkiye’de esasen yeni bir ceza sistemine geçildiğini vurgulayan Av. Erol, şu değerlendirmelerde bulundu: "Türkiye’deki tüm yargılama ve cezalandırma mimarisi İmralı ile beraber değişti. Öncesinde de Türkiye’de son derece baskıcı, işkenceye dayalı cezaevi sistemlerinin olduğunu biliyoruz. Özellikle Diyarbakır Cezaevi bunun en bariz örneği. Fakat İmralı ile beraber sadece bir baskı ve işkenceye indirgenemeyecek bir durum söz konusu. Görünürde hukuka dayalı aynı zamanda Avrupa hukuk sisteminin de onayını almış, fakat içerikte son derece baskıcı, kristalize olmuş bir tecrit sistemine oturtulmuş bir cezaevi yapılanması ortaya çıktı. Bu ceza sistemi açısından bir kırılmaydı. Zaten anımsarsanız İmralı’nın kuruluşundan sonra Türkiye’deki bütün hapishanelerde F Tipi bir sistemi ile bir tecrit sistemine derhal büyük bir operasyonla geçiş gerçekleştirildi. Türkiye’nin infaz sistemi esasen tecride doğru dönüştürüldü. Bu, cezai anlamda bir kırılmaydı ama şunu da çok açık söyleyebilirim; idari anlamda da İmralı sisteminde köklü bir değişiklik oldu. Biz bunu bugün rahatlıkla görebiliyoruz."

TECRİT TÜM TOPLUMA UYGULANIYOR

Av. Erol, değerlendirmelerine şöyle devam etti: "İmralı'da son 20 yılda oluşturulan yapı, oranın kendine özerk bir hukuk sisteminin içinde görünürken aslında hiçbir hukuka tabi kılınmayan, son derece özel mekanizmalarla idare edildi. Orada yasaların uygulanma biçimi yıllar içerisinde devleti yönetenler de şöyle bir fikir geliştirdi; 'Biz burayı böyle yönetiyorsak, bu krizi böyle idare edebiliyorsak ve bunun son derece etkili sonuçlarını görebiliyorsak o zaman bütün topluma neden yaymayalım? Bunun böylesi bir denemesini neden geliştirmeyelim?' Esasen bunu yaptılar da. Basit birkaç örnek ile anlatacak olursak; Türkiye yasalarında avukatların müvekkilleri ile görüşmelerinin dinlenmesi ve kayda alınması sadece infaz kanuna bir hüküm yazılarak, 'Avukatlardan şüphelenilen hallerde hükümlü ile görüşmesinde tuttuğu bilgi ve belgelere el konulabilir, incelenebilir' denmiş.

Bunu yorumlayarak, 'Eğer bilgi ve belgeye el koyabiliyorsak, konuşmalara da el koyabiliriz' dediler. Onu da avukat görüş odasını dinleyerek yaptılar. Bunu İmralı'da 2005'ten 2011 yılına kadar, yani avukat görüşmelerinin kesildiği tarihe istisnasız bir şekilde uyguladılar. 2016'daki darbe girişiminin ertesi günü bir yasa ile birlikte bunu tüm cezaevlerinde uygulamaya geçirdiler. Yasanın bu şekilde yorumlanması hali esasen hukukun tam tersine çevrilmesidir. Hukuktaki temel kurallardan biri de, yasalarda kişilerin özgürlüklerine dair hususlar geniş, özgürlüklerin kısıtlanmasına dair uygulamalar ise dar olmalıdır ve genişletemezsiniz. Şimdi ise, tam tersini yaparak, özgürlüklere dair ne kadar hak var ise kısıtlıyor. Özgürlüklerin kısıtlanması ile ilgili uygulamaları da genişletiyorlar."

TECRİT ORTADAN KALKAR MI?

Tecridin boyutlarını ve süregelen koşulları Öcalan'ın sözleri ile ifade edildiğinde mevcut durumun nasıl bir aşamada olduğunun anlaşılacağını ifade eden Av. Erol, şöyle konuştu: "Bizzat Sayın Öcalan’ın cümleleri ile ifade edelim; geçtiğimiz sene açlık grevcilerine ve ölüm orucundakilere mesajını aktarırken hem açlık grevine son vermelerini, ondan bir görüşme sonra da bıraktıkları için teşekkürlerini iletmişti. Bunu iletirken o zaman şöyle bir yorum yapmıştı; '30-40 gün sonra sizi getirirler veya getirmezler, eğer getirirlerse zaten biz burada bir görüşme süreci yürütürüz. Ama eğer getirmezlerse kimse kendini kandırılmış hissetmesin. Bu siyasal mücadele işidir, isteyen buna dair siyasal mücadelesini yürütür. Ama bugünkü yöntemlerle değil açlık grevi, ölüm orucu ya da kendini yakma tarzı yöntemlerle değil. Siyasal mücadele ve yasal haklarını, taleplerini öne süren bir yöntem ile'. Buradaki sorun şudur; tecrit ortadan kalkmış mıydı? Geçen yıl dört avukat görüşü ya da iki aile görüşü yapıldı. Tecrit ortadan kalkmış mıydı? Tekrar götürmeye başlasalar, hatta aralıksız olarak her hafta görüşme gerçekleştirsek bile tecrit ortadan kalkar mı? İmralı tecrit sistemi bir ceza sistemidir. Aynı zamanda bir yönetim sistemidir. Böylesi kurgulanmış bir modelin kendisi birkaç avukatın ya da birkaç aile ferdinin adaya gitmesiyle esasen kendi kimliğinden, kendi yapısından bir şey kaybetmez. İmralı tecrit sisteminin kapatılması ve bu sisteminin ortadan kaldırılması gerekmektedir."

'BARIŞ, DİYALOG VE YUMUŞAK GÜÇ...'

Öcalan'ın 2019 yılında avukatları ile yaptıkları görüşmelerde değindiği konular hakkında da konuşan Av. Erol, şunları dile getirdi: "Sayın Öcalan, '2013 yılından beri durduğum yerdeyim’ dedi. Bu 'İmralı duruşu' diye ifade edilen yerdir. Sorunların barış, diyalog ve yumuşak güç ile çözülebilirliğini öngören duruştur. Sadece Türkün ve Kürdün, aynı zamanda Kürdün ve Farsın, Kürdün ve Ermeninin, Türkün ve Arabın değil, Ortadoğu’da yaşayan bütün toplulukların birbirleriyle bir arada yaşama sorunu vardır. İster ulus devletleri olsun ister olmasın hiç fark etmez. Bir arada nasıl yaşayabileceklerine dair tez geliştirme sorunları var. Sayın Öcalan, bu tezi geliştirme iddiasına sahip, bunu demokratik ulus olarak ifade etti. Özellikle Ortadoğu’da gerçekleşen kriz, çatışma, savaş ve oyunların bütün dünyanın başına bela olan, olabilecek sorunların ana çıkış kaynağı olarak değerlendirildiği için, sorunu buradan çözmeye çalışıyor. Dolayısıyla bugün bu ülkede rasyonel aklı temsil eden ister devlet olsun, ister devleti temsil edenler, ister sivil toplum kuruluşları, bu gerçeği görmek durumundadır."

TECRİDİ NORMAL KARŞILAMA ALGISI

Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit koşullarının güçlü bir fikir birliği ile ele alınması gerektiğinin altını çizen Av. Erol, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: "Şu algının ortadan kalkması gerekir; 'Öcalan olağanüstü bir kişidir dolayısıyla onun içinde bulunduğu koşulların da olağanüstü olması normal karşılanabilir'. Böyle bir algı 21 yıllık İmralı sistemini maalesef besleyen ve geliştiren bir algıdır. İmralı sistemini görünür kılmaktan uzak bir algıdır. Olağan bir kişi olmayabilir. Zaten politik bir kimliği var. Fakat sizler olağan bir hukuk sistemi içinde yaşıyorsanız yaşadığınız bu hukuk sistemi içerisinde olağanüstü adacıkların kendini haklı sürdürmesine izin vermemelisiniz. Eğer verirseniz olağanüstülük her zaman bulaşıcıdır. Bugün Türkiye'nin kendisi artık kocaman bir olağanüstü ada halindedir. Dolayısıyla geçen yıl açlık grevcileri ya da ölüm orucundakiler bu eylemlerini sürdürürken onlara dönük çağrı yapan bir çok sivil toplum ve demokratik kitle örgütü bu eylemleri bırakmaları için haklı ve yerinde şeyler söylüyorlardı. Gerekçesi olan taleplerinin takipçisi olacaklarına dair sözler, cümleler kuran örgütlerin tamamı bugün itibariyle bu sözlerinin arkasında durmak durumundalar.

Çünkü Türkiye’nin asli sorunu, Kürt sorununun barışçıl çözümüdür. Kürt sorununun barışçıl çözümü gerçekleşmediği sürece Türkiye’de demokratikleşme koşulları olmaz. Bu gerçeği görmek durumundayız ve Kürt sorununun barışçıl çözümü noktasında hem teorik hem de pratik olarak en iddialı, en gerçekçi çözümü bulmak zorundayız. Kürtlerin de devletin de üzerinde ciddi hemfikirlik kurabildiği belirli dönemlerin ve deneyimlerin yaşandığı yer İmralı’dır. Dolayısıyla bu denklemi böyle kurmak durumundayız. İmralı’daki tecrit sistemi ve Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının gerçekleştirilmesi, Kürt sorununun acil barışçıl çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesiyle bağlantılı bir süreç olarak görünmektedir. 21 yıl böylesi bir gerçekliğe maruz kalmak, böyle bir esaret gerçeğiyle birlikte yaşıyor olmak hem trajik hem de gerçekten ciddi politik bir hakikattir. Bunun ağırlığıyla yüzleşerek ne yapacağımıza karar vermek hepimiz için zorunluluktur."