Toplumsal tsunami: 6-8 Ekim ayaklanması

Dört yıl önce, tüm bir bölgenin kaderini değiştiren toplumsal bir tsunami yaşandı. Küçük bir kent, onlarca kenti ayağa kaldırdı, bir rejim temellerinden sarsıldı. Sonra küçük kentteki direniş küreselleşti, zafere yürüdü.

Bundan tam dört yıl önce tüm gözler Kobanê’deydi. Nefesler tutulmuştu. Birileri hayal kuruyordu, düşmesi için tüm imkanlarını seferber etmişti. Çetelerini harekete geçirmiş, ellerini ovuşturuyordu. Hiç çekinmeden kameralar karşısında bıyık altından sırıtıyordu, düşeceğinden emindi. Bu kişi, Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değildi.

ERDOĞAN EMİNDİ, MUTLUYDU, KOBANÊ DÜŞECEKTİ...

Kara kıyafetli DAİŞ çeteleri ve Erdoğan halifelik hayalleri kuruyordu. Haziran 2014’de Musul’dan çıkarak, Şengal’de soykırım saldırılarında bulunan DAİŞ çeteleri, artık hiçbir gücün kendilerini durduramayacağını düşünüyordu. Erdoğan bu vahşetten mutluydu. Yandaşları alkış çalıyordu. Kendi askerleri fethe çıkmış gibi açıktan sevinç gösterilerinde bulunanlar vardı.

Ve o gün geldi. Türk rejimi artık sonuçtan emin gibiydi. Erdoğan ilkin, 5 Ekim’de PYD’yi “terörist ilan” etti. İki gün sonra, 7 Ekim’de “Kobanê düştü düşüyor” diyerek, yandaşlarını coşturuyordu. Bir kenti, tüm sakinleri ile birlikte vahşete teslim etmekten duyduğu memnuniyeti gizlemiyordu. Sınırları tutmuş, kimsenin yardıma gitmesine izin vermiyordu. Hatta, DAİŞ çetelerini sınırdan Türk birliklerinin yardımıyla geçiriyordu. 6-8 Ekim olaylarından bir hafta kadar önce, bir televizyonun canlı yayını sırasında bir grup DAİŞ’li sınır hattını geçerek Zorawa tepesine doğru giderken görüntülenmişti. Bu sahneler Türk askerlerinin gözleri önünde gerçekleşiyordu. Daha sonra, Türk devleti-DAİŞ suç ortaklığına ilişkin sayısız belge, tanıklık, görüntü ve itiraf ortaya çıkacaktı.

BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA, ALEV TOPUNA DÖNEN KENTLER

Erdoğan’ın Kobanê’nin düşmesini hayal ettiği sıralarda, DAİŞ çeteleri ilk kez Kobanê’nin dış mahallelerine ulaşmıştı.

“Düştü düşüyor” açıklaması, Kürtler açısından bardağı taşıran son damla oldu. Kürtler ve dostları yaşadıkları her alanda sokaklara dökülerek benzeri görülmemiş bir halk hareketine yol açtı. Her tarafta eylemler vardı. Devlet güçleri ve destekledikleri ırkçı-paramiliter gruplar da her tarafta saldırı halindeydi, ama bu hareketi durduramıyordu.

Üç gün içinde 40’a yakın kentte halk ayaklandı. Rejime ait tüm resmi binalar hedefteydi. Rejimin hedefindekiler ise sivillerdi. İnsan Hakları Derneği’ne göre 7-12 Ekim tarihleri arasında 46 kişi hayatını kaybetti, 682 kişi yaralandı, 323 kişi tutuklandı. Devletin resmi verilerine göre bu ayaklanma sırasında 1.113 bina hasar gördü. Bunların 25'i kaymakamlık binası, 67'si emniyet müdürlüğüydü. Kentler alev topuna dönmüştü.

KOBANÊ DİRENİŞİ İÇİN BİR MİLAT OLDU

Ayaklanma Türk rejimini son derece ürkütürken, Kobanê’deki direniş için de bir milat oldu. AKP rejimi, Kobanê’ye koridor açılmasını reddediyor ve sınırdan tüm yardımları engellemeye devam ediyordu. 6-8 Ekim ayaklanması ardından, direniş güçlendi. Kobanê düşmüyordu. Düşeceği hesaplanan Kobanê direnişinin üzerinden önce saatler, sonra günler ve haftalar geçiyordu. Direniş sertleştikçe, küresel etki yaratıyordu. Kürtler ve dostları tüm dünyada sokakları terk etmiyordu. 19 Ekim’de ilk kez koalisyon güçleri Kobanê’ye havadan 27 konteynırlık silah, mühimmat ve tıbbi malzeme bırakmak zorunda kaldı.

Kobanê direnişi 6-8 Ekim ayaklanmasına, bu ayaklanma Kobanê’nin kaderinin değişmesine yol açtı. Kobanê direnişinin getirdiği zafer ise küresel etkide bulundu. Bölgenin kaderi değişti. DAİŞ çeteleri ilk yenilgisini aldı ve gerilemeye başladı.

TÜRK DEVLETİNİN KOBANÊ YENİLGİSİ ARDINDAN...

Hesaplar bozuldu, kartlar yeniden ve yeniden karılmaya başlandı. Türk devleti de yenilginin ardından, yeni işgal, katliam ve işgal planlarını yapmaya devam etti.

Önce Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile İmralı görüşmelerine son verdi. Nisan 2015’ten itibaren Öcalan’ın dış dünya ile bağlantısı kesildi. Sonra “Çöktürme Planı” olarak adlandırılan kanlı bir senaryo devreye konuldu. Cizre, Şırnak, Nusaybin ve Sur’da yüzlerce sivili katletti, mahalleleri bombalarla yerle bir etti. Bodrumlarda insanlar canlı canlı yakıldı. Türk devleti, işlediği bu vahşeti varlık gerekçesi haline getirmişti. DBP’li belediyeler gasp edildi. Rejimin politikaları, şüpheli bir darbe girişimine neden oldu. Darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” sayan Erdoğan, faşizmi kurumsallaştırmak için tüm gücünü seferber etti. Kürtler başta olmak üzere tüm muhalifler hedef tahtasına oturtuldu. Benzeri görülmemiş bir baskı kampanyası hayata geçirildi. Rejimin varlığı, baskı, savaş, şiddet ve teröre endesklendi.

İŞGAL...

20 Ocak 2018’de bu kez Efrîn’e yönelik işgal saldırılarını başlattı. 18 Mart’ta kent merkezi işgal edildi. Tüm işgal bölgelerinde sistematik olarak yoğun savaş suçları ve insan hakları ihlalleri işlendi, demografik yapı değiştirildi. Bölgenin sakinleri kovularak, yerlerine çeteler yerleştirildi. İşgal edilen bölgelerde, infaz, işkence, gasp, yağmalama, taciz ve tecavüz haberlerinin gelmediği gün yok gibi.

6-8 EKİM HAYALETİ...

Buna rağmen dört yıl önceki ayaklanmanın hayaleti dolaşmaya devam ediyor. Tüm baskı araçlarının kontrolünü eline geçiren rejim yine de endişeli. Toplumsal tüm direnç uçlarını yok etmek için var gücüyle saldırıyor. Oysa, 6-8 Ekim ayaklanmasına bu politikalar yol açmıştı. Toplumsal patlamayı tetikleyen ise bir kareydi, bir cümleydi...

6-8 Ekim 2014’te neler yaşandı? İşte üç bölüm halinde o günlerin panoraması...