Tunç: Türk devletinin amacı bölgeyi Kürtsüzleştirmek ve Alevisizleştirmek!

Yazar Siyasetçi Aziz Tunç, Alevi ve Kürtlere yardımların AFAD üzerinden engellendiğini belirterek, "Kürtsüzleştirmek ve Alevisizleştirmek için depremi fırsat olarak değerlendiriyorlar" dedi.

Deprem sonrası Mereş’ın Bazarcix ve Elbistan ilçelerindeki büyük yıkımlarına devlet 4 gün sonra kısmi müdahale etti. Her iki ilçede yaşanan iki depremin merkezi olmasına rağmen Türk devleti zamanında hiçbir şekilde müdahale etmedi. İlçe merkezleri yerle bir olurken, binlerce insan enkaz altında kaldı. İnsanlar kendi imkanları ile enkazları kaldırmaya çalıştı. Devlet iki ilçede de depremzedeleri kaderine terk etti. Demokratik kurumlar ve bireysel gelişen yardımların da AFAD üzerinden gelmesi için dayatmada bulunan devlet, yardımların vaktinde gitmesini engelleyerek mağduriyetin katlanmasına yol açtı.
Bazarcix ve Elbistan’da depremzedelerin yaşadığı sorunları ve Türk devletinin yaklaşımını ANF’ye değerlendiren Elbistanlı Yazar/Siyasetçi Aziz Tunç, bunun bilinçli bir politika olduğunu ve AKP/MHP faşist iktidarın depremi fırsata çevirerek orada yaşayan Kürt ve Türk Alevileri göçe teşvik ettiğini söyledi.
Tunç, Bazarcix ve Elbistan'da Kürt ve Türk Alevilerin yaşadığı alanlarda devlet tarafından 4 gün boyunca yardım ulaştırılmadığını belirterek, depremzedelerin anlatımlarıyla bunun sabit olduğunu ve sahada çalışan kurum temsilcileri ile gazetecilerin de bu durumu teyit ettiğini söyledi. Tunç, devletin aynı zamanda demokratik kurumların ve bireylerin veya depremzedelerinin yakınlarının yapmaya çalıştığı yardımları engellemeye çalıştığının da tespit edildiğini aktardı.

'AFAD DAYATMASI MASUM DEĞİL'

Türk devletinin yardımları özellikle AFAD üzerinde yapılmaya zorlamasının masum, iyi niyetli ve münferit bir durum olmadığına dikkat çeken Tunç, “Devlet AFAD üzerinden yardım yapılmasını dayatarak, halkın ve demokratik kurumların yardım çabalarını engellemek istemektedir. Bilindiği gibi AFAD’ın AKP/MHP tabanı olan kesimlere karşı özel bir ilgi göstereceği, söz konusu kesimleri koruyup kollayacağı ve o kesimlere yardımının esirgenmeyeceği ortadadır. Öte yandan aynı AFAD'ın Kürt Alevilere ve Türk Alevilere hiçbir yardım yapmadığı açıkça gözlenmiş, görülmüştür. AFAD, genel müdürünün Maraşlı ve ilahiyat mezunu, Diyanet Başkanlığı'nın üst düzey yöneticisi olması ve pratik uygulamaları da bu gerçeğin açık bir kanıtı olmaktadır. Buna karşı gerek yurt dışında gerekse ülke içindeki demokratik kurumlar aracılığıyla toplanan yardımların Kürt, Türk Alevi halkına da sunulacağını bilen Erdoğan, bu toplumsal kesimlere yardım gitmesin diye, AFAD dışında hiçbir kurumun veya bireyin ya da şirketin yardım göndermesine izin vermemektedir. Bu amaçla yardımların AFAD’a bağlı olarak yapılmasını şart koşmuş ve diğer demokratik yurtsever kurumların yardım toplamalarını göndermelerini yasaklamıştır.  Yani deprem yardımlarının AFAD’a yönlendirilmesinin nedenlerinden birisi de halkın ve demokratik kurumların özellikle de Kürt-Türk Alevi halkına yaptığı yardımın önünü kesmek olarak ortaya çıkmaktadır” dedi.

'FAŞİST İKTİDAR DEPREMİN ACILARINDAN YARARLANMAYA ÇALIŞIYOR'

AFAD merkezli yürütülen çalışmalarda ayrımcılık yapıldığını ve bu ayrımcılığın göz göre göre, hiçbir sınır tanımadan açıktan yapıldığını kaydeden Tunç, şöyle devam etti:

“Yukarıda belirtilen nedenler bu ayrımcılığı açıkça ortaya koymaktadır. Bunun yanında, basına ve kamuoyuna yansıyan gerçekler bu ayrımcılığı açıkça ortaya koymaktadır. Deprem bilindiği gibi Erdoğan’ın ve Türk devletinin yaptığı ayrımcılığı yapmamaktadır. Ama depremden dolayı en çok acıyı çeken insanlar, Kürt-Türk Aleviledir. Neden? Toplumun diğer kesimleri bu depremi yaşamadılar mı? Biliyoruz ki herkes bu depremi yaşadı. Peki neden onların herhangi bir tepkisi yok. Neden söz konusu çevrelerin herhangi bir çığlığı duyulmamaktadır? Çünkü devlet kendi sosyal tabanı olarak düşündüğü ve o hale getirdiği toplumsal kesimin sesini çıkartmasını önleyecek düzeyde onlara yardımcı olmaktadır. Maraş’ın, Pazarcık’ın, Elbistan’ın belediye başkanları AKP’li belediye başkanlarıdırlar. Onların kendilerine oy verecek olan toplumsal kesimlere karşı Kürt-Türk Alevilere davrandıkları gibi davranmayacakları herkesin bilebileceği açıklıktadır.  Demek ki AKP/MHP faşist ittifakı, Türk devletinin klasik soykırımcı politikalarının gereği olarak depremin ortaya çıkarttığı acılardan yararlanmaya çalışmaktadır."

'DEPREMİN BÜTÜN SÜREÇLERİ POLİTİZE EDİLMİŞTİR'

Türk devleti ve Erdoğan/Bahçeli faşist ikilisinin, yaşanan deprem felaketini politik amaçları için kullanmaya çalıştıklarını ifade eden Tunç, şunları kaydetti:
“Depremin önlenmesine yönelik çalışmaların yapılmamış olmasından tutalım, depremin topluma sunulmasına, yapılmayan arama kurtarma çalışmasından tutalım, yapılmayan yardımlara kadar her gelişmeyi devlet politik amaçlarla kullanmaktadır. Erdoğan’ın ‘siyaset yapmayalım’ demesinin aksine her şey, depremin bütün süreçleri, politize edilmiştir. Yaşanan deprem, Türkiye ve Kurdistan da yaşanmış, son yüzyılın, en büyük depremlerden birisidir.  
17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan depremden daha büyük bir deprem yaşanmıştır. 15-20 milyon insanın ya kendisi veya en yakını fiziken, yani ölüm veya yaralanma biçiminde etkilenmiştir.  Buna rağmen özellikle ilk günlerde depremin sunumu, hiç de depremin bu büyüklüğüne uygun olmamıştır. Daha çok taşrada yaşanmış herhangi bir deprem gibi sunulmaya çalışılmıştır. Çünkü devlet, manipülasyon yöntemiyle depremi küçük göstererek, bu yolla işlediği suçların üstünü örtmek istemektedir."

'DEPREMİ FIRSAT OLARAK DEĞERLENDİRİYORLAR'

Siyasal bakış açısından hareket eden devletin, deprem tahribatının en yoğun olduğu alanları gözlerde gizleyerek kirli ve kanlı hesabını gerçekleştirmek istediğine dikkat çeken Tunç, devamında şu tespitlerde bulundu:
"Birincisi, bilindiği gibi tahribatın en çok yaşandığı Elbistan ve Pazarcık’ta yoğunluklu olarak Kürtler ve Aleviler yaşamaktadır. Toplumun bu kesiminin depremde yaşadıkları felaketin büyüklüğü açıkça ortaya konulduğunda, Kürt-Türk Alevi toplumunda sosyo/politik bir tepkinin gelişmesi ihtimali çok yüksektir. Böyle bir gelişmeden korkan devlet, bir yandan yaşanan depremi küçük gösterirken bir yandan da belirtildiği gibi Elbistan ve Pazarcık isimlerinin sık sık telaffuz edilmesini istememekte, bu yönde bir gelişmeyi engellemektedir. Bu amaçla yaşanan felaketten hareketle bölgenin Kürt-Türk Alevilerinden gelişebilecek herhangi bir tepkiyi önlemeye çalışmakta, bunun ilk adımı olarak da felaketin gerçeklerini gizlemeye çalışmaktadır.  İşin esası şu ki devlet, Maraş’ın, Pazarcık’ın, Elbistan’ın, Afşin’in, Göksün’ün, Ekinözü’nün, Çağlayancerit’in, Nurhak’ın, Türkoğlu’nun ve Andırın’ın Kürt-Türk Alevi toplumundan korkmakta, onların geliştireceği bir karşı harekete karşı tedbir almakta, onların yaşadığı felaketi ellerini ovuşturarak seyretmeyi tercih etmekte, onlara yapılan yardımları engellemektedir.

 İkincisi, Türk devleti, bu depremi fırsata çevirmek ve burada siyasal/sosyal bir sonuç üretmek istemektedir. Bunun için de devlet, buraları Kürtsüzleştirmek ve Alevisizleştirmek gibi stratejik hedeflerini ve politikalarını uygulamaya geçmiştir. Kürt-Türk Alevi toplumunun depremin yarattığı travmadan hareketle ve kendi isteğiyle genel bir toplumsal tepkiye yol açmadan göçmesini sağlamak için buraların görünmesini, adının çok sık kullanmasını istememektedir. Hem buraları görünmez kılarak hem de kendiliğinden göçmüşler gibi bir görüntü vererek, insanların gözden uzak tutularak, topraklarını terk etmesinin koşulları yaratılmak istenmektedir. Yani bölgede Kürt-Türk Alevilerine uygulanan ‘etnik ve dinsel arındırma’ yöntemiyle soykırım uygulama politikası bu depremin yarattığı acıların üzerinden pratikleştirilmek istenmektedir. O nedenle depremin buralarda daha çok tahribat yaratmış olmasına rağmen buraları görünmez kılmak istemektedir.”

 
'YARDIMLAR İNSANLARIN TOPRAKLARINDA KALMASINI SAĞLAYACAKTIR'


“Avrupa’daki yurtsever demokratik kurumlar, deprem haberiyle birlikte harekete geçmişler, deprem çalışmalarını bütün planlamalarının ve görevlerinin önüne almışlardır” diyen Tunç, Avrupa merkezli yürütülen dayanışma kampanyaları hakkında şu bilgileri verdi:

 
"Buna uygun olarak her bölgede kriz masaları oluşturulmuş, bu masalar aracılığıyla HDP’nin oluşturduğu kriz masasıyla bağlantıya geçilerek bir koordinasyon yaratılmıştır. Özellikle nakit yardımların toplanması önerilmiş ve bütün kurumların aktif bir faaliyet içine girmeleri sağlanmıştır. Toplanan paraların ilgili yerellere veya kurumlara ya da bireylere ulaştırılmasının önemi ve Türk devletinin bu konuda yarattığı engellemeler dikkate alınarak buna uygun bir planlamanın yapılması sağlanmıştır. Bu çerçevede yardımların, ya direkt depremzedelere ulaştırılacak şekilde toplanmasına veya temsiliyet özelliği, kaynakları güvenli bir şekilde yerellere ulaştıracak ilişkileri ve yetenekleri olan kurumlar üzerinden toplanarak yerellere ulaştırılmasına karar verilmiştir. Bu amaçla FEDA, Heyva Sor, MARDEF, Dersim İnşa Kongresi, Kürecikliler Dernekleri, Koçgirililer, Vartolular ve daha birçok kurumun bu çalışmalara katılması sağlanmıştır. Halkların duyarlılığının önemli bir seyir izleyerek yükseldiğini tespit etmek gerekir. Bu çok değerli ve önemlidir ve inanıyoruz ki bu yardım devam edecektir.  


Yardım çalışmalarına yönelik olarak şunu belirtmek gerekir: Bugün depremzedelere yardım etmek, sadece bir yakınımıza, bir yaralıya yardım etmekten ibaret değildir. Elbette bu çabanın kıymeti büyüktür.  Ancak daha önemli bir noktayı da kaydetmek gerekiyor. Bugün halklarımıza yapılacak olan yardım, aynı zamanda Erdoğan/Bahçeli faşist ikilisinin ve Türk devletinin Kürtleri, Alevileri ezilenleri yok sayan bu   soykırımcı politikalara karşı durmanın adıdır. Aynı zamanda bu yardım, insanlığına, insanı değerlere sahip çıkmanın, insanlığın yüreğine dokunmanın somut ifadesidir.”

 
'ALEVİ VE KÜRTLER TOPRAKLARINDA KALMADA ISRAR ETMELİ'


Depremden dolayı Alevi ve Kürtlerin batı illerine gitmeye teşvik edildiği yönündeki girişimlerin üzerinde durulması gereken önemli bir konu olduğunu kaydeden Tunç, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

 
“Çok akla gelmeyen, gözden kaçırılan ama hızlıca kamuoyuna sunulması gereken çok önemli bir noktadır. Evet, Türk devleti, oluştuğu günden bu yana, ‘etnik ve dinsel’ arındırma yani soykırım politikası uygulayarak kendisini var etmiştir. Türk devleti, bu soykırım politikasını aralıksız, hiç sektirmeden ve her fırsatı kullanarak uygulamaya özellikle dikkat etmiştir. Çünkü etnik ve dinsel arındırma politikası Türk devletinin izlediği temel stratejik politikalarının başında gelmektedir.  Bu devlet, her fırsatı değerlendirerek, ‘dinsel ve etnik’ politikasını sürekli olarak uygulamıştır.  Türk devleti, gün olmuş doğrudan ve fiziki olarak soykırımlar yaparak bu politikasını uygulamıştır. Böyle zamanlarda ise ‘durumdan vazife çıkartarak’ fırsatı ganimete çevirmeye çalışmıştır. Bunun sayısız örnekleri bulunmaktadır. Bu devlet, 1934’te Hitler’in faşistinin başlattığı 2. Dünya Savaşı'nın yarattığı ortamı kullanarak, Trakya’da yaşayan bir avuç Yahudiye soykırım uygulamış ve bu insanları Trakya’da ayrılmaya zorlamıştır. Trakya’yı, Yahudilerden temizlemişlerdir, Maraş’ta da 1978’de yapılan soykırımla, Kürt-Türk Alevilerin bölgedeki varlıkları ciddi oranda azaltılmıştı. Görülen o ki bu depremin yarattığı sonuçlarla devlet, bu insanların bölgeyi terk etmelerini istemekte, mevcut zor ve acılı koşulları bu yönde değerlendirmeye çalışmaktadır. Böylece katliamlarla, soykırımlarla, sürgünler ve göçlerle azalttıkları Kürt-Türk Alevileri bu fırsatı kullanarak daha da azaltmak istemektedirler, bu amaçla, Kürt-Türk Alevi halkımızı batıya gitmeye yönlendirilmektedirler. Halbuki Türkiye metropollerine gitmek hiçbir çözüm ve kurtuluş ifade etmemektedir. İstanbul'da gelecek olan depremin daha büyük acılara yol açacağı herkesin bildiği bir gerçekliktir. Şu anda deprem bölgesinde yaşayan halkımızın belki mevcut durumda, içinde bulundukları mekânlarda ayrılmaları normal karşılanabilir. Yaşam koşullarının korkunç zor olması, topraklarımızda ayrılmak zorunda kalmanın anlaşılır haklı bir gerekçesidir elbette. Ancak çok net ve emin olarak bilmeliyiz ki çözüm topraklarımızdan ayrılmaktan değildir. İnsanların en çok güvende olabilecekleri, mutlu ve huzurlu yaşayabilecekleri bir tek yer vardır, o da vatanlarıdır, doğup büyüdükleri topraklarıdır. O nedenle halklarımızın bu 'zorunlu ve zorlu' ayrılmalara, kısa süreli ve geçici olarak bakması gerekiyor. Herkes ilk fırsatta evine toprağına dönerek, kurumları aracılığıyla depreme dayanıklı konutlarını yeniden inşa ederek hayatını düzenlemelidir. Nasıl ki bugün Erdoğan’ın ve Türk devletinin, zorbalıklarına boyun eğilmiyorsa, hiçbir koşulda bu yok edici, soykırımcı politikalara teslim olunmamalıdır. Erdoğan’ın depremin acılarını fırsat bilerek yapmak istediği ‘etnik ve dinsel arındırma’ uygulamasına karşı halkımız topraklarına da özgürlüğüne de daha çok sahip çıkmalıdır. Ancak örgütlü halkın gücü bu faşizmi de depremlerin öldürücü özelliğini de ortadan kaldırabilir.”