AKP-MHP hükümetinin OHAL ilanıyla seçim havasını bastırıp korku imparatorluğunu daha da pekiştirmek de istediğini belirten Dr. Serhat Sizgin, ‘bir yıl daha bana fırsat verin’ diye konuşan Erdoğan’ın seçimi ertelemesi ve fiili diktatörlüğünü resmileştirmesi ihtimaline dikkat çekti.
Depremin gerek birey gerekse toplum üzerindeki etkisi ve 8 günlük zaman diliminde yaşananları, olası sonuçları hakkında AWO Fachkrankenhaus Jerichow Psikiyatri bölümünden Dr. Serhat Sizgin ile konuştuk.
Depremin üzerinden 7 gün geçti; on binlerce insan yaşamını yitirdi, 90 bine yakın insan yaralandı, on binlercesi enkaz altında. Öncelikle depremin yarattığı haleti ruhiyeyi açıklar mısınız?
Deprem özelinde doğal afetler, insanların üzerinde fiziksel ve psikolojik etkiler bırakmaktadır. Fiziksel etkiler belli başlı tıbbi tedavilerle atlatılabilirse de bıraktığı psikolojik etkiler yıllar boyu devam edebilir. Bunların başında belki de bu aralar sosyal medyada çok duyduğunuz ‘Travma Sonrası Stres Bozukluğu’ geliyor. Bunun dışında depresyon, madde kullanımı tanılarının da depremden etkilenen grup arasında hatırı sayılır bir şekilde artış gösterdiğini söyleyebiliriz.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu, kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağan dışı ve beklenmedik bir şekilde gerçekleşen olayların tetiklediği bir ruhsal travma ya da ruh sağlığı durumudur. 2002'deki 160 kişilik bir grupta yapılan araştırmaya göre bu grubun yüzde 21’inin ağır ve yüzde 18’inin çok ağır psikolojik bozukluklar gösterdiği; ilk ortaya çıktığı dönemi travma anı olmak üzerinde ağırlıklı kesiminde bir yıl içinde gözlemlendiği ortaya konulmuştur.
Bir başka araştırmaya göre depremde zarar görenler arasında yapılan çalışmada, bu kişilerin yüzde 30'luk kesiminde Travma Sonrası Stres Bozukluğu ortaya çıkmıştır.
Peki bu Travma Sonrası Stres Bozukluğu nasıl anlaşılır ve herkesin etkilenme düzeyi aynı mıdır?
Kişilerde konsantrasyon bozukluğu, saplantılar, takıntılar, yalnızlık hissi ve kabuslar, bu bozuklukta en çok görülen semptomlardır.
Kişilerin etkilenme düzeylerini sıralamaya çalışırsak en önce depremi yaşayan kişiler yani göçük altından kurtarılanlar; sonrasında birinci derece fiziksel zarar görenler, yani örneğin bir uzvunu kaybedenler; sonrasında depremde ailesinden birini kaybeden, özel mülkiyetini kaybeden( ev, araba ) veya geçim kaynağından olanlar gelmektedir.
Bu bozukluk, tedavi edilmesi gereken psikiyatrik bir hastalıktır. Bunun tedavisinde psikoterapi ( Bilişsel Davranışçı Terapi) ve akut dönemin etkilerini azaltmada da psikiyatrik ilaçlar ön plana çıkıyor (Benzodiazepinler, düşük moleküllü nöroleptikler).
AKP-MHP iktidarı, kurtarma çalışmalarını durdurup enkazı canlılarla birlikte kaldırmak ve kentleri insansızlaştırmak istiyor. İnsanlarda bu durumun kısa, orta ve uzun vadede ne tür etkileri olabilir?
Öncelikle depremin etkilediği Kurdistan coğrafyası, Türkleşme politikasının en yoğun yaşandığı ve kısmi başarı kazandığı bir bölge. Kürtlük bilinci taşıyan, yurtsever kesim daha önce uygulanan asimilasyon, inkar, imha ve katliam politikası sonucu yoğun olarak Avrupa’ya veya farklı yerlere göç etmek zorunda kalmıştı. Özgürlük mücadelesinin başlangıcında yoğun katılım sağlayan Maraş’ın, Antep’in sonraki süreçte nasıl milliyetçi- ırkçı şoven grupların merkezi haline getirilmeye çalışıldığını gördük.
AKP-MHP iktidarı, her zamanki gibi her olaya yaklaştığı gibi Kurdistan'daki depreme de güvenlikçi politikalarla yaklaşıyor. Bunu daha depremin ilk gününde Rojava'ya saldırması, Rojava'ya giden yardımları özellikle kendi çeteleriyle kesmeye çalışmasından net okuyabiliyoruz. Her aklı başında olan Kürt’ün de bu sömürgeci Türk devletinden farklı bir refleks beklememesi lazım.
Türk devletinin enkaz kaldırma biçimine, tarihin bilincinde olan hiçbir Kürt yabancı değildir. Öz yönetim direnişlerini bile sadece örnek gösterirsek molozların arasında onurlu Kürt gençlerinin uzuvları taşındı. Devlet aklı bu enkaz kaldırma olayını bir psikolojik harp yöntemi olarak ele alıyor. Öncelikle Kürt’ün ölü bedenini molozların arasında taşıyıp Kürt’e olan düşmanlığını gösteriyor; katliamın üzerini kapatmaya çalışıyor. Kürt’ün ve Kurdistan'ın hafızasına saldırıyor.
Deprem felaketi büyük bir can kaybına neden olmanın yanında uzun sürecek barınma, sosyal ekonomik sorunların yaşanacağı bir süreci de başlatacaktır. Bu durum, Kurdistan'dan Türkiye'nin çeşitli illerine göçü tetikleyecektir ve akabinde bugüne kadar devlet politikası olan Kurdistan'ı Kürtsüzleştirmesini hızlandıracaktır. Bunun da siyasi sonuçları olacak. Buradan göçertilen Kürt yetişkinler, metropol şehirlerinde ve Avrupa’da hayata tutunmaya çalışacak. Kürt’ün varoluş mücadelesini bir dönem kendileri açısında ikinci plana düşürecek. Çocuk ve genç çoçuklar ise metropolde asimilasyon politikalarından en çok etkilenen kesim olacak. Özellikle annesini babasını kaybetmiş kimsesiz kalan çoçuklar üzerinde önemle durmak lazım, devletin insafına bırakılamayacak kadar önemli bir konu. Dersimin kayıp kızlarından ve devletin süregelen uygulamalarından bildiğimiz gibi alınan çoçuklar kimliğine, kültürüne tamamen karşıt bir şekilde büyütülüyor, bir “Türk” olarak yetiştiriliyor. Devlet yurtlarında yetiştirilen çocuklar en çok “güvenlik” alanına yönlendiriliyor; halkına, halklara karşı savaşan güçlere dönüştürüyor.
Depremin uzun vadede etkileri, Kürtlerin kimliksizleşmelerini hızlandıracaktır. Yapılması gereken ise yerel güçlerin bu süreçte Kürt toplumunu Türk devletine muhtaç etmeyip onlara bir umudun ve alternatifin daha olduğunu göstermek olacaktır.
Hükümet depremin etkilediği illerde OHAL ilan etti. OHAL sonrası bazı gazeteciler tutuklandı. Çekimler engellendi. Linç, işkence ve tehditler arttı. Neden OHAL ilan edildi ve sonuçları neler olabilir?
Bana göre bu iktidarın OHAL ilan etmesiyle etmemesi arasında Türkiye'deki atmosfer açısından çok da bir fark yok fakat bunun getirdiği psikolojik baskı elbette çok farklıdır. Yoksa zaten Türkiye uzun süredir OHAL koşullarında AKP-MHP iktidarı tarafından yönetiliyor. Fiili OHAL durumunu sadece Meclis’ten onaylatmış oldu açıkçası. Bunu yapmasının sebebi zaten kendi tekelindeki yargı mekanizmasını tamamen işlevsiz hale getirip, Kurdistan'da katliam sonrası soykırım politikalarına devam etme isteğidir. Türkiye'deki seçim havasını bastırıp, korku imparatorluğunu daha da pekiştirmek ve Türkiye'deki tek demokrasi gücü olan HDP'nin tabanını daha fazla baskılamak olacaktır. Sonuçlarını zaten takip ettiğiniz kadar tahmin edebilirsiniz, ‘bir yıl daha bana fırsat verin’ diye meydanlarda konuşan Erdoğan çok da iyi niyetli olmasa gerek. Bir seçim ertelenmesi, fiili diktatörlüğünü resmi hale getirmesi gibi ihtimaller hiç de düşük değil.
Erdoğan rejimi Ege ve Akdeniz bölgesinde milyonlarca insanı barındırabilecek otel kapasitesi varken öğrenci yurtlarını kullanmayı tercih etti ve üniversiteleri uzaktan eğitime geçirdi. Bunun üniversite öğrencileri üzerinde nasıl bir etkisi olabilir?
Erdoğan rejimi korona salgınını kullanarak zaten üniversitelerdeki baskıyı arttırmış oldu. Şimdi bunun devamında depremi kullanarak baskıyı arttırmayı amaçlıyor. Depremzedelerin ve yakınlarının deprem sonrası ihtiyacı olan en büyük şey de sosyalleşmektir, insanın ilacı yine insandır. AKP-MHP iktidarı, bu dayanışmayı, örgütlenmeyi ve hükümete karşı oluşacak bir direnişi engellemeye çalışıyor. Bu ekstrem çabayı, aslında hırçınlaşan iktidarın köşeye sıkışma durumu olarak okuyorum. Üniversiteleri işlevsizleştirip kendi iktidarına karşı oluşabilecek bir muhalefeti engelleme çabası.
Otellerin açılması konusunda sosyal medyada başlatılan bir kampanya olsa da, AKP-MHP kendi yarattığı Saray çevresini, muktedirleri zorlayacak bir adım atamaz. Bu soruya çok fazla cevap verme motivasyonum olmasa da kısaca şunu söyleyebilirim; AKP-MHP iktidarı faşist sömürgeci bir akla sahip olduğu gibi ayrıca sermayenin, tefecilerin ve zenginlerin partisidir.
Üniversitelerin uzaktan eğitime geçmesi, yurtların depremzedelere tahsis edilmesi elbette üniversite öğrencileri arasında da büyük bir etki oluşturacaktır. Türkiye, bütün dünya gibi uzaktan eğitime korona döneminde altyapısı olmamasına rağmen geçmek zorunda kaldı. İki yıldan uzun bir süredir korona yüzünden üniversiteyi göremeyen öğrenciler, deprem sebebiyle tekrar evlerinde oturacak ve bu durum gençler üzerindeki baskıyı da arttıracaktır. Bu baskı gençlerin bir değişime dair umutlarının da zamanla tükenecek olmasına zemin hazırlayacaktır. Özellikle son zamanlarda çok cılız bir şekilde devam etse de Boğaziçi'nde olduğu gibi hükümet karşıtı direnişleri de engelleyecektir.
Deprem bölgelerinde yaşananlar, mültecilerin yağmacılık üzerinden hedef gösterilmesi, yardım gitmeyen yerler ve iktidarın bilinçli bir şekilde yardımları engelleme girişimi hakkında görüşleriniz nelerdir?
Kürt halkının tepkileri, sömürgeci Türk devletiyle kurduğu vatandaşlık düzeyinde ilişkisine, kendi ulusal kimlik bilincine ve mücadele tecrübesine göre değişiyor. Sistemle daha çok ortaklaşan kesimin tepkisi ile daha öteki olanınkini bir tutmak mümkün olmayacaktır. Bununla birlikte bireylerde Türk devletine olan inanç, onu ve kurumlarını bir kurtuluş olarak görme yanılgısı, afet durumları gibi çaresiz kaldığı zamanlarda ortaya çıkıyor. Bu farklılığın örneklerini Adıyaman'da, Maraş'ta ve Amed'de görmek elbette ki mümkündür. Amed'de Kürt Özgürlük Hareketi’nin verdiği bilinçle ve dayanışma ruhuyla Kürt halkı kendi öz gücünün kendisine yetebileceğinin en güzel örneğini verdi. Adıyaman ve Maraş'ta bu durum Türk devletine ve onun kurumlarına sitemden öteye gidemedi. Kurdistan'ı sömürgeleştiren ve onbinlerce Kürt’ü katleden işgalci Türk askerinden Kürt halkına yardım etmesini beklemek en basitinden çaresizlik olarak nitelendirilebilir. Kurdistan'daki bu çaresizlik durumu üzerinde durulması gereken çok önemli bir konudur. Bu duruma karşı önlem alınmazsa Kurdistan'ın kimliksizleşmesi kaçınılmaz olacaktır.
Mülteciler dünya üzerinde her toplumda en dezavantajlı grubu oluşturmaktadır. Öldükleri zaman bile haberlerde sadece sayıyla ifade edilen, artık ölüm haberlerine tıklamakta imtina edilen ve aslında bu dünyanın fazlalığı görülen kimliksiz insan topluluğudur. Türkiye'de de bu depremden etkilendiler. Haberlerde hep onları yağmacı, ölümü hak etmiş insanlar, hatta yaratıklar olarak gördük. Muhalif olarak nitelendirilen Türk medyası ve onların tetikçileri dahi dün Kürtler için söylediklerini bir haftadır mülteciler için söyledi. Temel ihtiyacı karşılanması gereken depremzedelerin temel ihtiyaçlarını marketlerden alması, hırsızlık, yağmacılık olarak basında yer buldu. Devlete yöneltilmesi gereken öfke, bir bakıma mültecilere yöneltildi.
Türk toplumu, mültecileri hedefine koymuştu ve nefreti örgütlemeye başlamıştı bile. Bunun Türk devleti tarafından görülmesi çok geç olmadı ve paramiliter güçlerini devreye sokarak her yerde katliamlarını sokak ortasında gerçekleştirip bunu görsel paylaşımlarla yayılmasını sağladı. Bu bir bakıma öncelikle Kürtler olmak üzere Türkiye'nin bütün muhaliflerine Türk devletinin mesajıydı.
İşkence, insanlık suçudur ve bütün toplumsal kesimler güçlü bir cevap vermelidir.