‘Vakıf üniversitelerinin ücretli köleleriydik’

Ceren Damar’ın öldürülmesi kayıtlara bir kadın cinayeti olarak geçmesinin yanı sıra bu koşulların oluşmasında birçok faktörün de etkili olduğuna dair işaretleri gösteriyor.

Ankara’da bir vakıf üniversitesinde araştırma görevlisi olan Ceren Damar, sınavda kopya çeken öğrencisini yakaladıktan sonra aynı öğrenci tarafından katledildi. Damar’ın öldürülmesinin ardından aynı vakıf üniversitesinde tehdit alan başka araştırma görevlileri de ortaya çıktı. Peki, bu ve benzeri olaylar başka vakıf üniversitesinde yaşanıyor mu? Bu sorunun yanıtını daha önce İstanbul’da vakıf üniversitesinde çalışmış, eski araştırma görevlisi Ceren S. ile konuştuk.

Ceren S. de 6 yıla yakın İstanbul’daki vakıf üniversitelerinde çalışmış. Hâlâ akademik çalışmalarına devam ettiği ve özel sektörde çalıştığı için röportajda adının tamamını vermekten kaçınıyor. Şiddet, tehdit vb. birçok olaya maruz kalmasa da tanığı olduğunu anlatan Ceren S. vakıf üniversitelerinde yaşanan sorunların sadece öğrenci ‘şiddeti’ ile sınırlı olmadığının ise altını çiziyor. Yaşanan olaya ‘münferit değil’ diyen eski araştırma görevlisi, bunların öğrencileri müşteri, üniversiteyi de ticarethane gibi idare eden üniversite yönetimlerinin sorumluluğunda olduğunu belirtiyor.

ÖĞRENCİ MUHATAP ALMIYORDU

“Sınavlarda ağırlıklı olarak gözetmenliği araştırma görevlileri yapıyor. Örneğin doçent ya da yardımcı doçentlerin sınav döneminde 7-8 gözetmenliği varsa bizlerde bu sayı 15-16’ya kadar yükseliyordu. Aslında ben gözetmenlik yaptığım zaman kendimi hep çevik kuvvet gibi hissediyordum. Tamam, ben de çok parlak bir öğrencilik yaşamadım ama akademisyenlere yönelik olarak da saygısız bir tavır içinde değildik. Ama 6 yıllık görevim boyunca ki iki üniversitede çalıştım, karşımızda her zaman otoriteyi kabul etmeyen eğer araştırma görevlisi bir de kadınsa onu muhatap almayan bir öğrenci kitlesi vardı. Çünkü o oraya kopya çekmek için gelmiş, parasını verdiği şeyin karşılığını da bir şekilde almak istiyor. Çift ana dal vs. yapıyorsa da ortalamasını düşürmemek zorunda sen onu yakaladığında ona zarar veren kişi konumuna düşüyorsun, sana bakış açısı böyle.”

Ceren S. çalıştığı iki üniversitede bu kitlenin değişim gösterdiğinin de altını çiziyor. Zira ilk çalıştığı vakıf üniversitesinin neredeyse mali varlığının yüzde 80’ini okula vermiş, görece daha emekçi ailelerin çocuklarından oluştuğunu anlatıyor. Bunun da çocuklarda bir sınıfsal zihniyet farkındalığını yarattığını söylüyor. Haliyle araştırma görevlilerine ya da öğretim üyelerine de ‘paranın karşılığını’ yapmak zorunda olan hizmetkâr gözüyle bakılmıyor. Ama ikinci üniversitesinde ise durum pek böyle değilmiş. Bu üniversite puanlarını yüksek tutan, tamamen paralı değil, daha ziyade yüzde 50’lilik, 75’lik burs olanaklarıyla deyim yerindeyse sürümden kazanan bir üniversite. Kapasitesi fazla ve kitlesi de değişim gösteren bir okul. Ağırlıklı olarak erkek öğrencilerden oluşan ikinci üniversitesinde ise birçok kez öğrencilerle sorun yaşandığını kaydediyor Ceren S.

KADIN ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ İÇİN DAHA ZOR

Ceren S., erkek araştırma görevlilerinin de benzer sorunlar yaşadığını ifade etse de asıl olarak kadın olmanın ve birleştirilmiş sınıfları idare etmeye çalışmanın zorluğundan da bahsediyor. “Çalıştığım ikinci üniversitenin kapasitesi fazlaydı. Bazı sınavlarda 2 hatta 3 sınıf birleştiriliyordu. Şöyle ki bu üniversitelerde amfi sistemi de yok. Duvarı yıkıp geniş sınıf yapmış, yandan minik açılır masası olan sandalyeleri dizmiş, 200 kişiyi aynı anda burada sınav yapacaksın diyor. Fiziki olarak sınav kâğıdını bile dağıtman mümkün olmuyor, geçecek yer yok. 2 kadın araştırma görevlisi olarak başlarında dikiliyorsunuz. Bir keresinde erkek bir öğrenci o sıkış tepiş alanda, bacağını önüme uzattı, toparlan diyorum, ‘çekmiyorum sana ne’ diyor. Erkek olan araştırma görevlisi arkadaşımız gelip bağırıp çağırınca ancak toparlanıyor. Ama ortada bir de veli gerçeği var. Özel üniversitede veliler, çocukların notları, hocaları, aldıkları cezaya kadar her şey için dekanlık ve hatta rektörlük kapısına dayanabiliyor. Ama bizler uğradığımız bazen fiziksel saldırılar karşısında sadece oyalanıp hiçbir sonuç ya da ciddi yaptırım olmaksızın odamıza yollanıyorduk.

OKUL OLAYLARIN ÜZERİNİ KAPATIYORDU

Sadece erkek öğrencilerden bu tarz muamele görüyorduk demek yanlış olur. Bir keresinden yine bir kopya yakalama mevzusundan bir kadın araştırma görevlisi arkadaşımız saldırıya uğramıştı. İkiz kardeş olan iki genç kadın öğrenci kopya çekerken yakalanıyor. Arkadaşım kâğıdı almaya çalışırken iki kardeşin saldırısına uğradı. İstifa edeceğim deyip rektör yardımcısına gitti. Bir şekilde sakin olması gerektiği vs. söylenerek caydırıldı istifadan. Arkadaşımıza saldıran kız kardeşler ceza aldı, hem de skandal bir ceza! Birine sadece kınama cezası verilirken diğerine de yaz tatiline denk gelecek şekilde 1 hafta okuldan uzaklaştırma verildi. Şaka gibi! Yaz tatilinde uzaklaştırma cezası… Elbette bunların sicillerine de işlediği şüpheli. Ama yaptıkları şeyin cezası bu değildi kesinlikle. Bu ceza üzerine arkadaşımız tabii ikna olmadı ve görevinden istifa etti. Bu ve benzeri vakalar çok fazla yaşanıyordu. Çünkü okul onları müşteri olarak görüyor. Haliyle de bu tarz olayların üstünü kapatıyor çoğunlukla.”

ARAŞTIRMA GÖREVLİLERİ STANTLARDA DURUP BÜRO İŞLERİNİ YAPIYOR

6 yıl vakıf üniversitelerinde görev yapan Ceren S. sorunların sadece bununla sınırlı kalmadığını ifade ediyor. Araştırma görevlilerinin özlük hakları ve görev tanımları da üniversiteden üniversiteye değişiyor. Örneğin kayıt döneminden önce liselerde araştırma görevlileri, vakıf üniversitelerinin açtığı stantlarda öğrenciler ile görüşüyor. Daha sonra kayıt yaptırması muhtemel kişiler okul tarafından aranıyor ve araştırma görevlisinin de bir nevi performansı ölçülüyor. Fakat bundan ek mesai ücreti alınmıyor. Üniversite tanıtımını bilimle uğraşması gerekenlere yaptıran üniversiteler bir nevi reklam parasından da ek ücretten de bu şekilde kâr ediyor.

Sosyal bilimlerde araştırma görevlisi olan Ceren S. 6 bölümlük fakültede her bölümde 1 araştırma görevlisi olduğundan bahsediyor. Kamu üniversitelerinde ise bu sayı bölüm başına 3 ya da 4 olarak değişiyor. Araştırma görevlilerinin az olmasının yanı sıra dekanlığın idari işlerin yükünü büyük oranda da üstlerine yüklediğini söylüyor. Yine kamuda her bölümün farklı sekreterliği olduğunu hatırlatan Ceren S., çalıştığı son vakıf üniversitesinde tek bir sekreter olduğunu onun da dekanın özel sekreteri gibi çalıştığını haliyle bölüm sekreterinin yapacağı tüm büro, idari işlere koşturduklarını ifade ediyor.

ÖZLÜK HAKLARIMIZDAN MAHRUMDUK

“YÖK denetim formları, muafiyet belgeleri, öğrenci notları ve daha birçok sekreterlik işini araştırma görevliliği ile aynı anda yapıyorduk. Sınavlarda sınıf birleştirmeden bahsettim aynı şekilde bazı dersler için de şöyle bir uygulama yapıyorlar 200 kişilik ders için 10 kapasitelik sınıf açılıyor, ‘zaten en az 10 kişi gelmez’ deniyor. Bir dersin hocası raporlu olduğu için o şekilde ders anlattım 2 ay kadar ve inanılmaz zor. Zaten bu sistemi de ek ders ücreti vermemek için yapıyorlar. 15 saat olarak anlaşma yapıyorlardı genelde. Orada normalde 1 sınıf için harcanacak eforla iki sınıf kapasitesine, 3 saat ders anlatmak fizikken de zor. Dediğim gibi amfi sistemi yok, haliyle sınıfların bir akustiği de yok, ders anlatırken bağırarak anlatmak zorundasın çünkü arka taraflar ne dediğini duymuyor. Öte yandan fakülteye kart okuma sistemiyle gidiyorduk. Kart okutuyorduk girişte, saatler de insan kaynaklarına gidiyordu. Profesörler de dahil bu uygulamaya. Sadece dekanların kartlarında saat okunmuyordu. Bazı üniversitelerde duyduğumuz kadarıyla geç girişleri hesaplanıp maaştan düşüyormuş. Bizde maaşa yansıma olmadı ama dekanlara giden raporlar mobbing vb. şekilde bize dönüyordu.  Ve bunu yapanlar da dekanlar oluyor. İnanamıyorsun bazen 60 yaşındaki bilim insanı gelip seninle 10 dakika geç geldi-  gelmedin tartışması yapıyor. Her şeye ticarethane gözüyle ve mantığıyla bakılıyor. Bizler özlük hakkımız olan kendi doktora derslerimizi bile takip edemiyorduk. Özlük haklarımızdan mahrumduk. Şehir dışında doktora yapan arkadaşlarımıza izin verilmiyordu. Ya da örneğin Kocaeli’nde doktora yapıyorsa kişi ki sınav döneminde onun da ödev teslimi ya da sunumu oluyordu; sabah gidip onu hallediyor sonra koştura koştura akşam sınavlara giriyordu gözetmenlik için ve normalde 2 gün olması gerek bu iznimiz hafta içi 1 gündü. Zaten akşam sınava mesai saatleri dışında girsek de ek ücret almıyorduk. Bir nevi vakıf üniversitelerinin köleleri gibiydik.”

EN KÜÇÜK FIRSATTA İŞTEN ATMA

Ceren S. bu tarz uygulamaların yanı sıra çalıştığı yıllarda (2017 Aralık ayında bırakmış vakıf üniversitesini) kamu üniversitelerine göre daha az maaşlar da aldıklarını anlatıyor.  Hatta bazı vakıf üniversitelerinin ceza almalarına rağmen araştırma görevlisi kadrosu bulundurmadığını, bazılarınınsa lisansüstü öğrencilerini burslu gösterip sigortasız (SGK’sız özel sigorta ile) araştırma görevlisi yaptığını. Hatta Bilgi Üniversitesi’nin yaklaşık 4 yıl önce bu tarz bir davasını örnek gösteriyor Ceren S. ve dava açan lisansüstü öğrencilerin davayı kazanıp daimi kadroya alındıklarını da hatırlatıyor. OHAL KHK’larından sonra özel üniversitelerde de özellikle Barış Akademisyenlerinin atıldığını dile getiren eski araştırma görevlisi Ceren, işe iade davalarını kazanıp gelenleri en küçük fırsatta yeniden attıklarını ya da mobbing gibi bezdiri yöntemlerini izlediklerini kaydediyor.