Yarkın: Kürtleri 'öldürülebilir bedenler' olarak görüyorlar-2

Son günlerde artan ırkçı saldırılara dikkat çeken Sosyolog ve İHD Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon Üyesi Güllistan Yarkın "Bu cinayetlerin tek nedeni kurbanların Kürt olması ve faillerin ise Kürtleri 'öldürülebilir bedenler' olarak görmesidir" dedi.

Dosyamızın dünkü dizisinde ırkçı saldırıların çok yeni olmadığını ve son 7 yılda basına yansıdığı kadarıyla özellikle kaç Kürdün katledildiğine dair veriler paylaşmıştık. Yine son 10 yıl içerisinde Kürtlere yönelik bu saldırıların genelde Sakarya ilinde yaşandığına da dikkat çekmiştik. Son olarak ırkçılığın kavramsal tanımına ilişkin çeşitli değerlendirmelerin olduğunu ve son tahlilde ne anlama geldiği ikinci dizide yayınlayacağımızı belirtmiştik.

Dosyamızı yayına hazırladığımız esnada da Afyon'da Kürt işçilere silahlı saldırı gerçekleştiği basına düştü. Saldırıda işçilerden Özkan Tokay katledilirken, Fırat T. ve Emrah Ö. ise yaralandı. Samsun’da ise Samsun'da bir fırında çalışan 16 yaşındaki Suriyeli Eymenh Hammamı isimli genç katledildi.

Sosyolog ve İHD'nin Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon üyesi Güllistan Yarkın, ırkçılığın tanımı, saldırıların neden genelde Sakarya'da yaşandığı ve saldırganların nasıl bir psikoloji ile hareket ettiklerini değerlendirdi.

ANF'nin sorularını yanıtlayan Yarkın, ırkçı duygu ve düşüncelere sahip kişilerin dönüşebilmesi için güçlü bir anti-ırkçı hareketin, anti-ırkçı bilincin ortaya çıkması gerektiğini vurgularken, ırkçılığın tarihsel geçmişine ilişkin de değerlendirmelerde bulunuyor.

Yarkın'ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Irkçılık kavramı ile ilgili çeşitli tanımlamalar var. Bu kavramı tam olarak nasıl tanımlıyorsunuz?

'Irkçılık' kavramını açmadan önce 'ırk' kavramından bahsetmek gerekiyor. Irk Türkçe’ye Arapça’dan geçen bir kelime. Geçmişte daha çok 'kök', 'soy' anlamında kullanılıyor. Daha sonra ırk kavramıyla aynı anlama gelen İngilizce’deki 'race' kavramının Avrupa’daki kullanımının farklılaşmasından Türkçedeki ırk kavramı da etkileniyor. Avrupa’da ırk kavramı 18. yüzyıldan itibaren insanların biyolojik ve genetik özelliklerini belirtmek amacıyla kullanılmaya başlıyor. Dolayısıyla 'ırk' da ırkçılık' da tarihsel olarak ortaya çıkmış ve zaman içinde anlamları dönüşmüş kavramlardır.

Avrupa’da 18. yüzyıldan başlayarak özellikle 19. yüzyılda insanlar arasındaki fiziksel ve dış görünüşle ilgili farklılıklar bilim insanlarının ilgisini çeken bir konu haline geliyor. Diğer bir ifadeyle neden bazı insanlar siyah tenliyken bazı insanlar beyaz tenli veya neden bazı insanların gözleri çekik veya bazı insanlar sarışın bu sorulara cevap aranıyor. Ayrıca insanın fiziksel görünüşü ile zekası ve ahlakı arasında ilişki var mı bunlar sorgulanıyor. Bu konulara dair merakın yükselişe geçtiği 18. ve 19. yüzyıl, aynı zamanda Avrupalı beyazların Afrika’daki siyahlar, Amerika’daki yerliler ve Asya’daki Hintliler gibi Avrupalı-beyaz olmayan halklar üzerinde egemenliklerini şiddet ve zulüm yoluyla sürdürdükleri sömürgecilik dönemi.

DÜNYADAKİ İNSANLAR ÜÇ IRK OLARAK KATEGORİZE EDİLİYORLAR

Bu dönemde Avrupalılar sömürgelerindeki insanları medeniyetsiz, hayvani ve barbar yaratıklar olarak inşa ediyorlar. Bu dönemde fiziksel farklılıkları açıklamaya çalışan bilim, sömürgecilik, işgal ve zulmün hizmetine sunuluyor ve çoğu beyaz erkeklerden oluşan Avrupalı beyaz bilim insanları, dünyadaki insanları üç ırk olarak kategorize ediyorlar. Bu üç ırk: Üstün ahlaklı, üstün zekalı ve medeni olarak tanımlanan beyaz ırk; hayvan tabiatlı ahlak yoksunu, iradesiz ve medeniyetsiz olarak tanımlanan siyah ırk ve ne beyaz kadar üstün ne de siyah kadar aşağıda olan ve aynı zamanda medeniyetsiz ve barbar olarak tanımlanan sarı ırktır.

Sömürgecilik ve işgalci egemenliği meşrulaştıran bu 'bilimsel' ırkçı anlayış 19. yüzyılda okuyan-yazan birçok entelektüel arasında da yaygın olarak ve 'bilimsel' olarak kabul edilen, meşru görülen bir anlayıştır. Antropoloji disiplini de bilim adı altında bu ırkçı görüşleri tüm dünyaya yayan bir disiplin olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla antropoloji ve bilim yoluyla bu ırkçı anlayışı dünyada kurumsallaştırıyor ve sömürgecilik, katliamlar, soykırımlar ve zulüm bilim yoluyla meşrulaştırılıyor.

KÜLTÜREL IRKÇILIK

Sömürgecilik ve ırkçılık aynı zamanda dünyada ırkçılığa dayalı bir kapitalist iş bölümünü de doğurmuştur. Bu iş bölümüne göre siyahlar ücretiz köle emeği, beyaz batı Avrupalılar ise ücretli işçi sınıfı olarak dünya kapitalist sistemine entegre ediliyorlar. 19. yüzyılda Marx ve bazı Marksistler dünyadaki ırkçılığa dayalı kapitalist iş bölümünü açıklamaya girişmediler. Örneğin beyaz İngiliz işçi sınıfının komünist bir devrim yapmasını beklediler. Oysaki İngiliz işçi sınıfı komünist devrim yapmaktan ziyade ırkçılığa dayalı iş bölümünün hakim olduğu dünyada 19. yüzyılda dünyanın en ayrıcalıklı işçi aristokrasisine dönüşmüştü.

18. ve 19. yüzyılda Avrupalı beyazlar dünyanın farklı yerlerinde birçok soykırım ve katliam gerçekleştirdiler. Bu katliamlar 19. yüzyılın aydınları tarafından yeteri kadar sorgulanmamıştır. Örneğin Avrupalılar yerli Amerikalıları soykırımdan geçiriyor ama Avrupalı aydınlar bu konuyu birincil gündem yapmıyorlar. Ya da Belçika devleti Kongo’da inanılmaz bir soykırım ve işkence politikası yürütüyor ama bu konular beyaz entelektüeller tarafından yeteri kadar tartışılmıyor.

Bu sömürgeci işkence ve bu zulmün bıraktığı miras hala Avrupalı beyaz yazarlar tarafından gerektiği ilgiyi görmemektedir. 20. yüzyılın başında da 19. yüzyılın aydınları tarafından yeteri kadar sorgulanmayan ırkçı ideolojiler nedeniyle 6 milyona yakın Yahudi ve 1,5 milyon civarında Ermeni yeryüzünden silinmiştir. Yaşadığımız coğrafyada özellikle Yahudi ve Ermeni soykırımlarının anlamını hala yeteri kadar kavrayamadığımız görüşündeyim.

IRKÇILIK, SOYKIRIMLARI MEŞRULAŞTIRIYORDU

Dolayısıyla 19. yüzyılda ve hatta 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar birçok entelektüel tarafından da 'ırkçılık' doğal ve normal karşılanan bir anlayıştır. Irkçılığın 'kötü' bir şey olduğu, sömürgeciliği, soykırımları ve zulmü meşrulaştıran bir ideoloji olduğu ve bilimsel olarak da yanlış olduğu ancak 1945 sonrasında yaygın olarak kabul edildi. Bunda sömürgelerde aşağılanan, işkence ve zulme uğrayan insanların sömürgeciliğe karşı verdikleri ulusal kurtuluş mücadeleleri çok etkili oldu.

Bu mücadelelere paralel olarak bu dönemde aynı zamanda insanların siyah, beyaz ve sarı ırk olarak kategorize edilemeyeceği ve insanların renkleri ile ahlak ve zekaları arasında hiçbir genetik ilişkinin olmadığı entelektüeller tarafından da kabul edilmiştir.

Dolayısıyla bugün artık insanlar açısından ırk diye bir şeyden söz edilemeyeceği, insanlar arasında ırk ayrımı olmadığı, dolayısıyla ırk diye bir şey olmadığı kabul ediliyor. İnsanlar arasında fiziksel farklılıklar vardır fakat bunun zeka ve ahlakla ilgisi yoktur. Veya bir kişinin zeka seviyesinin ve ahlaki seviyesinin düşük olması ile derisinin rengi arasında hiçbir ilişki bulunmamaktadır.

SİYAHLARA YÖNELİK IRKÇI SALDIRILAR

20. yüzyılda ve özellikle ikinci yarısından itibaren aynı zamanda entelektüeller ırkçılık neden ortaya çıktı sorusunu sorgulamaya başladılar Frantz Fanon, W.E.B DuBois, Oliver C. Cox gibi siyah entelektüeller ve onların siyah halefleri Avrupalı beyaz epistemik cemaate ve ürettikleri ırkçılığı yok sayan bilgilere büyük bir meydan okudular. Siyah ve diğer sömürgeleştirilmiş halklardan gelen entelektüellerin etkisiyle ve özellikle de anti-sömürgeci ulusal kurtuluş mücadeleleriyle dünyada büyük bir epistemik dönüşüm yaşandı. Öte yandan bu dönüşüme rağmen ırkçılık bugün hala varlığını korumaktadır. Bu da ırkçılığın ne kadar güçlü ve köklü bir rejim ve ideoloji olduğunu bize gösterir.

Bugünkü ırkçılığa dair gelişmiş olan verili literatür artık 'biyolojik ırkçılığın' olmadığını fakat 'kültürel ırkçılığın' devam ettiğini öne sürmektedir. Buna 'yeni ırkçılık' diyenler de var. Dolayısıyla siyahlar veya ırksallaştırılmış diğer halklar renkleri veya etnisiteleri nedeniyle aşağılanmaya devam edilmektedir. Bugün siyahların veya ırkçılığa maruz kalan diğer etnik grupların artık ten renkleri değil ahlakları, kültürleri ve değer yargıları sorunsallaştırılıyor.

Biyolojik üstünlüğün yerini kültürel üstünlük iddiası alıyor. Örneğin 'ABD ve Avrupa ülkeleri zenginler çünkü kültürel ve iş ahlakı olarak Afrikalılardan üstünler' deniyor. 'Tembel ve suça meyilli siyah' stereotipi yaratılıyor. Bu yeni ırkçı ideolojiye göre siyahlar fakirdir, medeni değildir çünkü kültürel olarak tembeldirler. Dolayısıyla onlarca yıl süren sömürgecilik gene Afrika’nın yoksulluğu ile ilişkilendirilmiyor veya ABD’deki kölelik sisteminin siyahlar üzerindeki etkisi ırkçılar tarafından hala sorunsallaştırılmıyor.

TÜRKİYE'DE IRKÇILIK

Irkçılık öte yandan günümüzde sadece algılarla ilgili bir sorun değil. Irkçılık kurumsallaştırılmış bir sistem olarak günümüzde dünyanın her yerinde devam eden toplumsal bir rejim. Bazı etnik gruplar eşit olarak dünya sistemine entegre edilmiyorlar. Gücünü sömürgecilikten alan ulus devletler ve kapitalist sistem burada etkin rol oynuyor. Her etnik grup ekonomik, siyasi ve kültürel kaynaklardan eşit biçimde yararlanmıyor ve devlet kurumlarının aracılığı ile de ekonomik, kültürel ve politik olarak rejime hiyerarşik bir şekilde entegre edilmeye çalışılıyor.

Devletler bunu yaparken de farklı formlarda şiddet uyguluyorlar. Dolayısıyla ırkçılık sadece bir 'algı' sorunu değil rejim meselesidir. Bizler de Türkiye’de ırkçı bir rejim içinde yaşamaya devam ediyoruz. Her etnik grup Türkiye’deki ulusal-ırksal rejime farklı bir şekilde entegre edilmiş veya bazıları tamamen rejimden dışlanmışlardır.

TÜRKİYE'DE FARKLI GRUPLARA YÖNELİK SALDIRILAR

Türkiye'de özellikle ırkçı saldırılar yaşandığında toplum arasındaki kutuplaşmalar daha çok derinleşiyor. Bu tür saldırıları gerçekleştirenlerin psikolojilerini ve amaçlarını nasıl ele almak gerekiyor?

Türkiye’de çok farklı gruplara karşı ırkçı saldırılar oluyor. Kürtler, Suriyeliler, Ermeniler, Aleviler, Yahudiler, Rumlar, Romanlar ve diğerleri bu ırkçı saldırıların kurbanları. Her grubun ulusal-ırksal rejim içindeki pozisyonu ve tarihleri farklı olduğu için hepsinde saldırganların ruh hali farklı oluyor. Ama bu saldırılarda amaç genelde saldırıya uğrayan tarafa bu topraklarda asıl egemenin kim olduğunu göstermek, karşı tarafa rejim içindeki alt konumunu dolayısıyla egemen etnik grup tarafından koyulan kurallara uyulması gerektiğini hatırlatmak, had bildirmek veya karşı taraf haddini bilmezse karşı tarafı tamamen yok etmektir.

Örneğin bazı ırkçı saldırılarda mağdurların mülk ve mallara zarar verme ön plana çıkarken bazı saldırılarda direkt bedenler hedefleniyor. Bir de bazı saldırılar bireysel düzeyde 'aniden' ortaya çıkarken, bazı saldırılar da daha organize, planlı bir şekilde örgütlü kalabalıklar tarafından gerçekleştiriliyor.

IRKÇILARIN İKTİDARLARINI KAYBETME KORKUSU

Dünyanın her yerinde ırkçı saldırıları düzenleyenler ağırlıklı olarak devletlerin ayrıcalıklı olarak inşa ettiği ve çıkarlarını koruduğu egemen etnik gruplardır. Bu ırkçı saldırıları düzenlerken egemen etnik grubun üstün pozisyonunu güçlendiren ırkçı kurumlardan güç alırlar. Polis ve yargı ırkçılığı yeniden üreten en önemli kurumlardandır. Son dönemde ABD’deki anti-ırkçı harekete bakılırsa sürekli olarak bu hakikatin altını çizdikleri görülür.

Bu egemen etnik gruplar diğer etnik grupların kendileri gibi eşit olma taleplerini, egemen etnik grupların faydalandığı ayrıcalıklardan onların da yararlanmalarını kendi varlıklarına, refahlarına, egemenliklerine, iktidarlarına ve özgürlüklerine bir tehdit olarak algılarlar. Rejim içindeki üstün konumlarını ve diğer etnik gruplar üzerindeki iktidarlarını kaybetmekten korkarlar. Katliamlar, soykırımlar ve bu ırkçı saldırılar meşruiyetini bu tehdit algısından, korku, öfke, iktidar kurma ve üstün olma arzusundan alıyor. Bu gruplar diğer grupların ekonomik, siyasi ve kültürel kaynaklara kendileriyle eşit bir biçimde ulaşmalarını istemiyorlar ve bundan korkuyorlar.

Son dönemde tüm dünyada artan ırkçı dalga da bunun sonucudur diye düşünüyorum. Devletler de egemen etnik grubun yönetimindedir ve egemen etnik grupların kaygıları ve çıkarları doğrultusunda hareket ederler. Dolayısıyla kriz dönemlerinde dünyada ırkçılık daha da güçleniyor. Tabii ki ırkçılık her zaman anti-ırkçı direnişi de beraber getirir. Irkçılık olduğu sürece anti-ırkçılık da varlığını korumuştur. Baskı ve direniş her zaman karşılıklı biçimde varlığını devam ettiriyor. Dünya tarihi de bu diyalektik ilişki içinde yazılıyor.

Kürtlere yönelik gerçekleşen ırkçı saldırılar manevi zararlar verdiği kadar dönem dönem ölüm ile sonuçlanıyor. Irkçı ve şoven duygular taşıyanların bu özelliklerinden kurtulmaları için ne olması gerekiyor?

Bir kez daha söylemek gerekirse ırkçılık bireysel duygularla ilgili olduğu kadar, sistem ve kurumlarla da ilgili bir durum. Kürtlere dönük Türk şehirlerinde özellikle 1990’lardan itibaren yükselen ırkçılık devletin Kürt politikasından ve 1980’lerden günümüze devam eden silahlı çatışmalardan bağımsız olarak ele alınamaz. Irkçılığın sona ermesi için ekonomik, kültürel ve siyasi kaynaklara ve olanaklara tüm etnik grupların eşit bir şekilde ulaşabileceği bir toplumsal sistem, bir dünya sistemi yaratmamız gerekiyor.

Irkçı duygu ve düşüncelere sahip kişilerin dönüşebilmesi için güçlü bir anti-ırkçı hareketin, anti-ırkçı bilincin ortaya çıkması gerekiyor. Dolayısıyla bu aynı zamanda sonu görünmeyen bir mücadele alanıdır. Bugün hala Türkiye’de ırkçılık diye bir şey olmadığı düşüncesi yaygındır. 1923 sonrasında Türk olmayan etnik gruplara 'Türkleşme hakkı' verildiği için Türkiye’de ırkçılık olmadığı söyleniyor. Herkesin Türk olma, kendini Türk olarak inşa etme hakkı vardır dolayısıyla ırkçılık yoktur deniyor.

Türk olmayan etnik grupların en temel insan haklarından yararlanabilmeleri için ve hatta insan olabilmeleri için kendi etnisitelerinden vazgeçmeleri, diğer bir deyişle kendilerinden vazgeçmeleri bekleniyor. Bu kendinden vazgeçmeye zorlama politikası her etnik grubun aynı kültürel, ekonomik ve siyasi kaynaklara ulaşamadığını gösterir. Asimilasyon bir ırkçılık formudur. Çünkü Türklüğü üstün kılarken diğer etnik grupları ve kültürleri aşağıda konumlandırır.

SALDIRILAR 90'LARDAN BERİ DEVAM EDİYOR

Türk şehirlerinde sivil Kürtlere karşı gerçekleştirilen örgütlü ve planlı saldırılarda ortaya çıkan ölüm oranları ile örgütlü ve planlı olmayan aniden gerçekleşen bireysel saldırılardaki ölüm oranlarının istatistiki bilgilerle ortaya konması gerekiyor. Örneğin sivil Kürtlere karşı 90’lardan bugüne ortaya çıkan birçok örgütlü ve organize saldırı var. İzmir-Kemalpaşa (2006) Hatay-Dörtyol (2010), Bursa-İnegöl (2010), Samsun (2014), Balıkesir (2008), Zeytinburnu (2011), Bolu-Mudurnu (2015) gibi bölgelerde yaşayan Kürtler geniş çaplı saldırılara maruz kaldılar.

Öte yandan bu saldırılar 90’larda Kürt şehirlerinde olduğu gibi 'faili meçhul cinayetler' gibi veya 1970’lerin sonunda Türk şehirlerinde ortaya çıkan siyasi çatışmalarda-saldırılarda olduğu gibi yoğun sayıda ölümle sonuçlanmıyorlar. Türk şehirlerinde Kürtlere karşı planlı, örgütlü ve kalabalık saldırılar genellikle siyasi olarak BDP-HDP gibi Kürt yanlısı partilere destek veren Kürtlerin yaşadıkları mahallelerde gerçekleşiyor. Özellikle Kürt siyasetinin güçlü olduğu dönemlerde, Kürtlerin çok fazla legal kamusal alanda görünür olduğu, siyasal taleplerini yüksek sesle dile getirdiği dönemlerde ve asker cenazelerinin yoğun olduğu dönemde parti binaları ve bu partiyi destekleyen kişilerin yaşadıkları mahallelerde ağırlıklı olarak Kürtlerin evleri, işyerleri ve malları hedefleniyor. Yani örgütlü ve kalabalık saldırılar Kürt siyasetinin güçlü olduğu dönemlerde siyaseti destekleyen Kürtleri hedefliyor.

Siyasetin güç kaybettiği dönemde, Kürtlerin kamusal alanda daha az görünür olduğu dönemlerde ise bu kitlesel ve organize saldırıların göreli olarak azaldığını görüyoruz. Bu saldırılarda failler saldırıların nedeni olarak asker, polis ölümlerini, kamusal alanda Kürtçe konuşulmasını gösteriyorlar. 'Kürtler askerlerimizi öldürüyor', 'Kürtler devlete ve bayrağa ihanet ediyor' ifadeleri bu saldırılarda önemli bir motivasyon kaynağı olarak karşımıza çıkıyor.

ÖĞRETİLMİŞ IRKÇILIK

Doktora tez çalışmamı yaparken ırkçı saldırılara katılanlarla görüşme fırsatım oldu. 'Kürtler askerlerimizi öldürüyor' görüşünün ırkçı saldırılarda önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu birebir alan çalışmamda gözlemlediğimi dile getirmem gerekir. Bu tarz gerekçelerin öne sürülmesiyle organize edilen ırkçı saldırılar sadece bizim coğrafyamıza özgü değil. Örneğin Neil Macmaster’ın Kolonyal/Sömürgesel Göçmenler ve Irkçılık Fransa’da Cezayirliler 1900-62 (Colonial Migrants and Racism Algerians in France 1900-62) başlıklı bir kitabı var. Türkçeye çevrilmemiş bir kitap.

Bu kitap Fransa’da Cezayirlilere karşı yapılan ırkçı saldırıları da çok etkileyici bir şekilde ele alıyor. Örneğin Fransa-Cezayir savaşı sırasında benzer gerekçeler gösterilerek Fransa’daki Araplar da birçok ırkçı saldırıya maruz kalıyorlar. Örneğin 1961’de Paris’te 100’ü aşkı sivil Cezayirli katliamdan geçiriliyor. Günümüzde bu olay Paris Katliamı olarak adlandırılıyor.

MESELEYİ SADECE PKK İLE İLİŞKİLENDİRMEK YETERSİZ

Coğrafyamızda sivil Kürtlere karşı aniden gerçekleşen planlanmamış ve organize olmayan, bireyleri hedefleyen saldırılarda da ölümlerle karşılaşıyoruz. Örneğin Sakarya’da ölümle sonuçlanan iki olayı ele alırsak ikisinde de failler hiç tanımadıkları iki Kürt bireyi refleksif ani bir ırkçı tepkiyle öldürüyorlar. Hatırlarsanız yakın dönemde Sakarya’da Kadir Sakçı’yı, Şirin Tosun’u ve Ankara’da Barış Çakan’ı kaybettik. Kadir Sakçı oğluyla Kürtçe konuşurken bunu duyan ve hayatında Sakçı’yı ilk defa gören fail Sakçı’ya Kürt müsün sorusunu yöneltiyor ve karşılığında evet cevabını alınca Kadir Sakçı’yı öldürüyor.

Şirin Tosun cinayetinde ise Şirin Tosun 21 plakalı araca el sallıyor ve ardından o sırada arkadaşlarıyla içki içen ve Şirin Tosun’un 21 plakalı araca el salladığını gören fail neden bağırıyorsunuz diyerek Şirin Tosun ve arkadaşına ateş ediyor ve Şirin Tosun orada hayatını kaybediyor. Bu cinayetlerin tek nedeni kurbanların Kürt olmasıdır ve faillerin ise Kürtleri 'öldürülebilir bedenler' olarak görmesidir. Kürtlerin 'öldürülebilir bedenler' olarak inşa edilmesi ise yukarıda dediğim gibi 1980 sonrası ortaya çıkan ve hala sona ermeyen çatışma ve savaş ortamı ile yakından ilişkili.

Öte yandan meseleyi sadece 1980 sonrası dönem ve PKK ile ilişkilendirmek de yetersiz kalıyor. Kürt coğrafyasındaki savaş hali ilk defa 1980’lerde başlamıyor. Son iki yüz yıldır Kürt-Ermeni-Süryani coğrafyasının tarihi sonu gelmeyen ölüm, çatışma, savaş, soykırım, katliam tarihi olarak ortaya çıkıyor. Bu tarih çok acı verici bir tarihtir.

'HAİN' VE 'TERÖRİST' ETİKETLERİ

Konuya geri dönersek örneğin 1930’lu ve 40’lı yıllarda da Türk şehirlerine sürgün olarak gönderilen Kürtler 'kuyruklu Kürt', 'vahşi Kürt', 'şaki' vs. denilerek birçok saldırıya maruz kalmışlardır. Günümüzde ise Türkler arasında 'kuyruklu Kürt' imajı yani biyolojik ırkçılık tamamen sona erdi. Fakat failler kültürel olarak 'hain' ve 'terörist' olarak etiketlenmiş Kürtleri hedefliyor ve intikam duygularıyla hareket ediyorlar. Ama mahkemelerde savunmalarını yaparken yaşanan olayları bu şekilde ifade etmiyorlar tabii.

2015 yılından beri İnsan Hakları Derneği-Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon’un bir üyesiyim. Komisyon olarak farklı etnik gruplara karşı gerçekleştirilmiş ırkçı saldırıları ve davaları imkanımız el verdikçe takip etmeye çalışıyoruz. Komisyon üyesi olarak bazı ırkçı saldırıların ardından duruşmalara izleyici olarak katılma fırsatım oldu. Kürtlere karşı yapılan ırkçı saldırılarla ilgili duruşmalarda failler kendilerini savunurken sürekli olarak 'bizler kardeşiz', 'yıllarca kız aldık kız verdik', 'benim de doğulu işçilerim var', 'bir yakınımın karısı da doğulu doğulularla sorunum yok' gibi ifadelerde yaşanan olayın asıl nedenlerini örtmeye çalışıyorlar.

Ayrıca bu cinayetleri neden işlediklerini kesinlikle açıklayamıyorlar. Bu cinayetler de yargı tarafından nefret cinayeti veya ırkçı cinayetler olarak tanımlanmıyor. Bu duruşmalarda mağdur avukatlarının en büyük mücadelesi bu suçların nefret suçu olarak tanımlanmasıdır. Irkçılığa karşı mücadele etme sürecinde bu tarz cinayetlerin ırkçı saiklerle işlenmiş nefret cinayetleri olduğunu sürekli olarak dile getirmemiz gerekiyor ve bütün bu davaların takipçisi olmamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Türkiye’de bilhassa Kürtlere yönelik ırkçı saldırılar genelde Sakarya ilinde oluyor. Neden Sakarya? Bu ilin bu konuda alametifarikası nedir?

Aslında bu saldırılar sadece Sakarya’da olmuyor. Fakat son dönemde Kadir Sakçı ve Şirin Tosun cinayetleri kısa bir dönem içinde bu şehirde meydana geldi. Bunun dışında son dönemde Sakarya’da mevsimlik işçi Kürtlere karşı saldırılar gerçekleşti. Dolayısıyla Sakarya son dönemde çok ön plana çıktı. Ayrıca yakın dönemde Ankara’da Kürtçe şarkı dinlediği gerekçesi ile Barış Çakan’ın öldürülmesi veya Çanakkale’de 74 yaşındaki Ekrem Yaşlı’nın Kürtçe konuştuğu için saldırıya uğraması gibi olaylar yaşandı.

Ekrem Yaşlı hayatını kaybetmedi fakat bu tarz saldırıların Kürtlerin yaşadığı Türk şehirlerinde ortaya çıktığını görüyoruz. Kısacası aslında bu tarz saldırılar Kürt göçü alan birçok şehirde ortaya çıkıyor, fakat Sakarya’da kısa aralıklarla ölümle sonuçlanan saldırıların olması Sakarya’yı daha fazla ön plana çıkarmıştır diyebiliriz.

SALDIRILAR SINIFSAL DEĞİL

Bir de mevsimlik işçilere yapılan saldırılarla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Mevsimlik işçi Kürtlere yapılan saldırılar bazı kesimlerce sınıfsal bir sorun olarak değerlendiriliyor ve saldırıların ırkçı yönünün üstü örtülmek isteniyor. Bu çok yanlış bir yaklaşım. Mevsimlik Suriyeli Arap işçilere veya Kürt işçilere yapılan saldırılar ırkçı saldırılardır. Çünkü bu coğrafyada Türk işçiler hiçbir zaman bu tip saldırılara maruz kalmıyorlar ve zaten bu tarz alt sektörlerde yoğunlaşmıyorlar. Suriyeli ve Kürt işçilerin mevsimlik işçi olarak çok düşük ücretlere, çok zor ve güvencesiz koşullarda çalışmaları ve mevsimlik işçiler arasında Türk işçilerin azınlık olması emek piyasasında ırkçılığa dayalı bir iş bölümü olduğunu gösterir.

Yani ırksallaştırılmış (racialized) gruplar emek piyasasındaki en alt, en kötü işleri yapmak zorunda kalıyorlar, güvenceli sektörlerde iş bulamıyorlar. Bir de bunun üzerine etnik kimliklerinden dolayı şiddete maruz kalıyorlar. Önceki kısımda da söylediğim gibi ırkçılık farklı etnik gruplar arasında hiyerarşik bir iş bölümü yaratır. Bazı etnik gruplar hiyerarşik olarak bazı sektörlere entegre olurlar. Irkçılığa maruz kalan gruplar en alt ve güvencesiz sektörlerde yoğunlaşırlar. Bütün dünyada bu böyledir.

Türk ve Kürt işçilerin hiyerarşik olarak kapitalist emek piyasasına entegre olmasına sessiz kalınması da ırkçılığı farklı bir boyutta yeniden üreten bir yaklaşımdır diye düşünüyorum. Bu saldırıların ırkçı yanının örterek meseleyi salt bir sınıf meselesi olarak yansıtmanın da ırkçılığın üstünü örten ve bu şekilde onu görünmez kılmaya çalışan bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.