‘Yeni bir Türkiye için kolları sıvıyoruz’

TÖP Sözcüsü Perihan Koca, Emek ve Özgürlük İttifak’ı olarak sadece mevcut krize yönelik değil daha geniş bir program ortaya koyduklarını söyledi.

Emek ve Özgürlük İttifak’ı adına konuşan TÖP Sözcüsü Perihan Koca, “Acil ve temel ihtiyaçlarımız, temel haklarımız doğrultusunda halkçı bir programın hayata geçirilmesi bizim için çok önemli ama bununla yetinmeyeceğiz, yeni bir Türkiye’nin kuruluşu için de bugünden kolları sıvamaya başlayacağız” dedi.

Emek ve Özgürlük İttifakı 25 Ağustos’ta 6 siyasi partinin bir araya gelmesiyle resmen açıklandı. Siyasal programını eylül ayı sonunda açıklayacağını söyleyen ittifak içinde Halkların Demokratik Partisi (HDP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) ve Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) ittifakta yer alıyor.

Peki, bu ittifak Türkiye açısından nasıl bir çerçeve sunuyor, sadece seçimle mi sınırlı, ortaya koyduğu ana eksenler neler? Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Sözcüsü Perihan Koca, ANF’nin sorularını yanıtladı.

Türkiye'de siyasal hareketler için ittifaklar yeni değil. İttifaklar günümüz koşulları içerisinde mücadele açısından ne anlama geliyor?

Ezilenler, sosyalistler, emek ve demokrasi güçleri açısından ittifakın anlamı elbette egemenlerinkine göre farklı. Bugün açısından Türkiye’de bir ittifaklar dönemi açıldı. Uzun zamandır solda da önemli arayışlar var. Hem sosyalist bir odağın inşası hem de demokratik halkçı bir muhalefetin inşası açısından önemli arayışlar var. Bu arayışlar kimi zaman belli takvimsel işlerle kendisini gösterdi. Özellikle 2013 sonrası için… Öte yandan Türkiye tarihi açısından da belli koalisyonlar dönemini yaşadık. Hem seçim hem de sokağı içeren ittifaklar dönemini yaşadık.

Bugünün onlardan farkı nedir?

Bugün hem sistemin bir çözülüşe doğru gittiği hem de tüm dünya denkleminde sağ, popülist, faşizan yönetimlerin artık kendi sınırlarına gelip dayandığı; ama onun farklı lehçeleriyle iktidar etme biçimlerini sürdürmeye çalıştıkları bir durum var. Sonuçta iki tane ittifak var bugün. Sadece seçim ittifakları olarak da görmemek lazım Cumhur İttifakı'nı ve Millet İttifakı'nı. İkisi de bir çıkar ittifakını temsil ediyor. Sermaye ve devletin çıkarları doğrultusunda bir sistemin sürekliliğini ve yine kendi iktidarları, bekaları açısından yapmaya çalışıyorlar. Hem de daha üst perdeden sistemin çıkarlarını savunmak açısından da bir çıkar ittifakı. Biz de aslında bir çıkar ittifakıyız ama bizim çıkarımız halkın çıkarlarından gayrı değil.

Solun ortak bir mücadele vermesi bizim her zaman söylemsel anlamda temennimiz oldu. Türkiye tarihi açısından faşizme karşı ortak mücadele birlikleri de yapıldı çok kez. Bu da önemli bir kaldıraç oldu. Zaten solun genetiğinde de ortak mücadele, birlikte mücadele çok önemli bir yerde duruyor. Ama bugün geldiğimiz noktada artık bu bir tercih değil, bir zorunluluk olarak kendisine dayatıyor. Çünkü temel ihtiyaçların bile karşılanamadığı, Türkiye'nin bir uçurumun kıyısında olduğu gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Türkiye'yi sadece bu uçurumun kenarından çekip çıkartmakla da yetinmiyoruz. Hatta uçurumun ortasında yaşamak da bize yetmiyor. İnsanca ve onurlu bir yaşam için halkçı, demokratik bir yan yana gelişin, bir ittifakın ve bu ittifakın bağlamı bizim açımızdan ortak mücadelenin inşasıdır. Bunun zorunlu olduğu bir konjonktürün içerisindeyiz. 

Peki, ittifaklar tarihine baktığımızda ‘dönemsel ittifaklardan’ da bahsettiniz. Bu ittifakın da sadece seçimle mi sınırlı olup olmadığı ya da bir toplumsal mücadeleye evrilip evrilmeyeceği de en çok merak edilen ve cevap beklenen bir soru. Bu anlamda Emek ve Özgürlük İttifakı sadece seçim odaklı mı? Yoksa daha geniş bir perspektife sahip mi?

Biz 18 Ocak'ta yapmış olduğumuz ilk toplantıdan itibaren şurada mutabık kaldık ve yolumuza öyle yürümeye başladık: Seçim öncesini, seçim sürecini ve seçim sonrasını gören bir ortak mücadeleyi inşa etmemiz gerekiyor. En başında buna bir ‘mücadele ittifakı’ dedik. Yani Türkiye tarihinde solcular da sosyalistler de çeşitli demokratik güçler de seçim ittifaklarında yan yana geldi. Bu politikanın bir gereği. Bunlar her daim çeşitli dönemeçlerde yaşadığımız şeyler. Ancak bugün sadece bir seçim ittifakıyla Türkiye'nin halkçı bir çıkışa ilerleyemeyeceği bir sürecin de içerisindeyiz. Biz bu fotoğrafı bütünlüklü olarak gören seçim öncesini, seçim anını ve seçim sonrasını kapsayan ortak bir mücadelenin inşasında mutabık kaldık.

Bunun için de yol yürürken şuradan yürümeye gayret gösterdik: Kendini sokakta, pratiğin içerisinde kuran ancak ve ancak mücadele ittifakına ve ortak bir mücadele yelpazesine ulaşabilir. Bunun için de özellikle bugün Türkiye'nin en önemli sorunu olan ekonomik kriz kaynaklı bir kampanya yürüttük; ücretlerin arttırılması kampanyası bizim ilk sokağa çıkışımızdı. Kendimizi aslında ilk kez sokakta deklare ettik.

Seçim öncesi bir araya gelmenin bu anlamda nasıl bir etkisi oldu?

Seçim öncesinin kuvvetli bir politik öznenin inşasıyla yapabilirsek seçim sürecini de ancak o kuvvetle bir kazanım sürecine, bir mevzi kazanıma dönüştürebiliriz tartışmasını yürüttük. Onun dışında sadece sokakla sınırlı olmayan Türkiye'nin bugün çeşitli toplumsal güçlerini içerisinde barındıran bir hakikat hafıza ve hesaplaşma sempozyumu gerçekleştirdik. Çünkü bir taraftan bugün iki egemen burjuva bloğun çekişmesine sıkıştırılan, faşizmin kurumsallaşması süreci inşa edilmeye çalışıyor. Öbür tarafta sistemin restore edilmesi, onarılması ama sermayenin çıkarları doğrultusunda onarılması bağlamında bir ‘helalleşme’ planı halkın önüne konulmuş durumda.

Bu helalleşmeyi de daha çok AKP iktidarıyla sınırlayan, bir iktidar değişimiyle kendisini kuran bir yerden yapıyor. Demokratik bir Türkiye'nin, halkçı bir seçeneğin kuruluşu sadece AKP'den Erdoğan'dan kurtulmakla da olmayacaktır. Bizim 20 yıldan önce de bir tarihimiz var. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş kodları var. Buradan kaynaklı, despotik bir rejimin bugün sürekli hale gelmesi var. Dolayısıyla bunu gören bir yerden kendimizi oturttuğumuz ve de oturtacağımız bir omurga mahiyetinde sempozyum gerçekleştirdik. Eylül sonunda açıklayacağımız program da aslında o omurgayı gösterecek şey olacak.

Elbette açıklama yapacaksınız ama programın ana hatlarında neler var?

Siyasal programda biz iki şeyi önemsiyoruz. Birincisi halkın bugün acil ve yakıcı ihtiyaçları üzerinden halkçı bir program diye ifade edebileceğimiz ekonomiye, demokrasi ve özgürlükler sorununa dair. Bugün Türkiye içerisinde yaşayan öznelerin ortak, asgari müştereklerde yaşayabileceği bir Türkiye çıkışına dair. Ve bununla da yetinmeyen bir yerden demokratik, halkçı bir toplumun, yeni bir yaşamın koşullarını oluşturacağımız, gövdesinde halk meclislerinin bulunduğu, halk demokrasisine dayanan bir Türkiye'yi inşa edebilmek. Bizim ufkumuz esasen bu. Bunun ittifakını şekillendirmeye çalışıyoruz. Buradan da ortak tartışmalarımızı yürütüyoruz.

İlk saydığım, bizi sadece seçim ufkuyla sınırlayacak bir şey olacaktır. Dolayısıyla biz bugün ilk elden şu mevziyi kazanmaya çalışıyoruz: Acil ve temel ihtiyaçlarımız, temel haklarımız doğrultusunda halkçı bir programın hayata geçirilmesi. Bu bizim için çok önemli ama bununla yetinmeyeceğiz, yeni bir Türkiye'nin kuruluşu için de bugünden kolları sıvamaya başlayacağız. Bunu da bir siyasal programla toplumsal ve siyasal güçlere doğru genişleyerek yapmaya gayret ediyoruz.

Ekonomik kriz çok yakıcılaşmaya başladı sizin de dediğiniz gibi acil bir talep. Defalarca zam gelmesine rağmen 1 Eylül’de yine doğalgaz ve elektriğe zam yağdı. Bu tarz iktidar hamleleri, gece yarısı zamları ya da kararnameleri için ittifak ortak hareket etme gibi bir refleksi gösteriyor mu ya da gösterecek mi?

Aslında uzun zamandır halk güçlerinin sosyalistlerden, emek ve demokrasi güçlerinden bir adım önde bir reaksiyon gösterme hali var. Bunun hakkını teslim etmek gerekiyor. 2013’ten Gezi’den itibaren Türkiye'nin gidişatında bir kırılma ve sıçrama şeklinde değişip dönüşen bir süreç yaşadık. Sonrasında bir olağanüstü hal rejiminin kurulmaya çalışıldığı bir süreci başladı. Ki o olağanüstü hal rejimi kendi devamlılık esaslarını gece yarısı kararnameleriyle devam ettirdi. Doğal gaza ve elektriğe yüzde 20’nin üzerinde zam geldi. 8 ay içerisinde yüzde 150’lerin üzerinde bir zam gerçekliğini bize gösteriyor.

İktidarın 2013 sonrasında yapıp ettiklerine baktığımız zaman ve o faşist pratiklerin karşısında halk bir şekilde kendi tepkisini her bulduğu çatlaktan sızarak göstermeyi becerdi. Ama ne yazık ki solun, sosyalistlerin, demokratik güçlerin bıraktığı bir sol odak, halkçı bir muhalefet boşluğu vardı. Bugün ittifakımızın yapmaya çalıştığı ilk elden ve öncelikli görev bu boşluğu tamamlamak. Bu inşayı yürütebilmek. 2013’ten itibaren gerçekten onca darbe ve olağanüstü hal rejimi, katliamlar gerçekliğine rağmen halk boyun eğmedi. Özellikle 7 Haziran 1 Kasım süreci itibariyle bu memleket bir ‘Bombalar Cumhuriyeti'ne dönüştürülmeye çalışıldı. Şok taarruzları gerçekliğini yaşadık.

Halkın sefalet düzenine karşı yapmış olduğu pasif eylemliklerle ya da bizatihi 20 Aralık vurgununu hatırlayalım geçen sene. 20 Aralık'ta zenginlerin daha da zenginleştiği bir süreç yaşadık. Bu süreçte halkın kendiliğinden eylemleri Türkiye'nin dört bir yanına yayıldı. Ancak orada demokratik halkçı muhalefet odağı olmadığı için bunun devamı gelemedi ne yazık ki. Birçok eylemi birçok direnişi burada halk güçlerinin tepkileri olarak ifade etmek gerekiyor. Özellikle işçi sınıfı 2022’nin başından itibaren bir hareketlilik içerisinde, sendikasız olmasına rağmen fabrikalarda, atölyelerde çeşitli fiili işgal eylemleri, fiili grevlerle, direnişler yaptı.

Yeni işçi direnişlerine ve toplumsal patlamalara da giden bir sürecin içerisindeyiz. Dolayısıyla bu eylemler ve tepkiler artacak bu süreç içerisinde. Çünkü ekonomik kriz, enflasyon karşısında eriyen ücretler hepimizin malumu. Artık halkın bir yaşam güvencesinin kalmaması, temel ihtiyacımız olan şeylerin zenginler ve sermaye tarafından ve bizzat bunun yürütücülüğünün iktidar sözcüleri tarafından yapıldığı bir şekilde elimizden alınıyor. Dünya çapında da bunun böyle olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bugün dünya ölçeğinde temel ihtiyaçlar ve temel haklar için mücadele etmek bir zorunluluk haline gelmiş durumda. İşte tam da bu açıdan mücadele dinamiklerini yan yana getirip süreklileştiren bir kalıcı mevziyi kurmakla yükümlüyüz. Çünkü halkın haklarını güvence altına alındığı bir toplumsal sözleşmeye ve yeni bir toplumsal düzene ihtiyacımız var.

Peki sizin çerçeveniz ne olacak? Örneğin ekonomik olarak..?

Halkçı bir program olacak. Elbette ki biz bununla yetinmeyeceğiz. Halkın çıkarlarını koruyan, halkın haklarını güvence altına alan, gövdesini de işçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların taleplerini dayayan köklü ve radikal bir programa ihtiyacımız var.

Öncelikle halkçı bir bütçeyi oluşturmak lazım. Sınıfsal uçurum açılıyor, zenginlerin her geçen gün daha da zenginleştiği yoksulların daha da yoksullaştığı bir gerçek var. Burada birincisi temel hak ve ihtiyaçların ücretsiz ve nitelikli temel ihtiyaçlar kapsamına alınması. İkincisi vergi sistemini tekrardan ve işçi ve emekçi sınıfının haklarını, çıkarlarını koruyan bir yerden ele almamız gerekiyor. Sadece adil vergi, adil düzen lafızlarıyla biz bu süreci aşamayız. Erbakan da adil düzen diyordu. Erbakan sonrasını ve Erdoğan'ın o ‘adil düzenden’ ne anladığını, ne getirdiğini hep beraber yaşayarak gördük. Dolayısıyla burada bir servet vergisi bizim açımızdan köklü ve halkın acil ihtiyaçlarını ve de halk için bütçeyi oluşturacak en önemli şeylerden bir tanesi.

Bunlarla beraber aslında kapitalist sistemin içerisine gedik açabilmek adına da çalışma saatlerinin düşürülmesi gerekiyor. Bunun da toplumsal cinsiyet eşitliğini gören bir yerden yapılması şart. Ücret politikasının, gelir güvencesinin yeniden düzenlenmesi, vergi sisteminin bir servet vergisi olarak alınması, kamulaştırma politikalarını yeniden hayata geçirilmesi. Bunların elbette tek başına söylemsel olarak değil yeni bir anayasa, yeni bir toplum sözleşmesi bağlamında yapılması gerekiyor.

Yeni bir anayasa ya da toplum sözleşmesi demişken özellikle Kürtlerin eşit yurttaşlık talebi, mülteci sorunu, faşizan görüşün yükselişi de bugün yakıcı sorunlar arasında. Buna dair ittifak nasıl bir program ortaya koyuyor?

Açıklayacağımız siyasal programdaki ana maddelerden ve bizi diğer ittifaklardan ayıran esas kırmızı çizgilerimiz biraz buralarda yatıyor. Ülkemizde son yıllarda özellikle anayasa tartışmalarının açılma biçimleri egemenlerin yararına oldu. Ama biz halkçı bir anayasanın inşa edilmesinden, halkçı anayasada da halkın özdeleşmesinden bahsediyoruz. 2010’da ya da öncesinde, sonrasında açılan tartışmalarda yapıldığı gibi edilgen bir şekilde oy verip bu sürece taraf olacağımız değil, bu tartışmayı halkın kendisinin belirleyeceği ve bu sürecin öznesi olacağı ve de bunu bir halk meclisleri pratiğiyle yapacağı bir süreç olarak tariflemek gerekiyor.

Türkiye'nin en önemli sorun alanlarından bir tanesi, Kürt sorunu. Savaş politikalarının esas yükseltildiği ve devletin bekasını her daim buradan artırmaya çalıştığı yer, Kürt meselesi. Bu toplumu ayrıştıran, kutuplaştıran ana turnusol kâğıdı işlevini de görüyor. 1920’lerden itibaren bu böyle olageldi. Sadece AKP ve Erdoğan iktidarına has bir şey değil. Türkiye'nin devlet genetiğine dair bir şey bu. Kürt sorununda demokratik bir çözüm ittifakın olmazsa olmazlarımızdan. Bunu hem anayasal bir güvenceyle taçlandırmakla hem de ortak asgari bir yaşam bağlamında bunu yapmakla yükümlüyüz. Bugün emekçileri, halkları birbirine kırdırmak adına Suriyeliler, Afganlar, göçmen ve mülteciler açısından faşizmin konsolide edilmesi gerçekliği de var. Biz burada eşit yurttaşlık hakkını hepimiz açısından yeni yaşamın kurucu ögesi olarak ele almak zorundayız. Nasıl laiklik bizim kurucu ilkelerimizden birisi olacaksa eşit yurttaşlık ve Kürt sorunundaki demokratik çözüm de bunlardan biri olmak zorunda.

Son olarak bir yandan da Emek ve Özgürlük İttifakı’na soldan gelen eleştiriler var. Bu eleştirilere karşı nasıl bir pozisyon alıyorsunuz?

Özellikle 25 Ağustos'ta yaptığımız toplantının ana gündemlerinden bir tanesi buydu. Son derece yapıcı bir inşa süreci içerisinde olduğumuzu özellikle ifade etmek isterim. Bugün solun içerisinde de farklı ittifak ve farklı çıkış odakları inşa edilmeye çalışılıyor. Bu da çok anlaşılır bir şey. Hepimiz farklı farklı ideolojik zeminlerden geliyoruz. Biz de Emek ve Özgürlük İttifakı’nda bugün 6 siyasi partiyiz, farklı ideolojik zeminlerde olduğumuz için farklı partilerdeyiz, o yüzden de ittifak yapıyoruz.

Bugün Sosyalist Güç Birliği de bunu yapmaya çalışıyor. Burada özellikle şunu ifade etmek gerekiyor diye düşünüyorum. Magazinel anlamda özellikle Twitter'da yapılan tartışmalarda daha çok Sosyalist Güç Birliği’yle Emek Ve Özgürlük İttifakı’nı karşı karşıya getiren garabet bir tartışma yürütülüyor. Bu tartışmalardan özellikle imtina edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü sosyalist bir odakla halkçı bir odak arasında bir kere ideolojik fark var. Bugün biz sosyalistlerin birliğinin yetmeyeceğini, demokratik halkçı bir ittifakın ancak ve ancak bizi halkçı bir çıkışa götürebileceğini ifade ediyoruz. Bu bizim sosyalist olmadığımız anlamına gelmiyor tabii ki. Ve şu tartışmaları da yürütüyoruz. Sosyalistlerin sosyalist bir toplumu bugünden oluşturabilecek bir inşayı yapabilmesi için en kestirme yolu demokratik bir Türkiye'nin kurulmasıdır bizce. Halkçı bir seçeneğin inşa edilmesidir. Bu sosyalizme giden yolu da döşeyecek, açacak o maddi zemini inşa edecek bir şeydir.

Bir de ne yazık ki özellikle sanal medya aracılığıyla yapılan tartışmalarda sanki bunun önündeki engel HDP'ymiş gibi davranılıyor. Hayır, sosyalistler aynı anda sosyalist bir odağı inşa etmek zorundadır. Biz 18 Ocak toplantısında da ilk yan yana geldiğimizde de bugün de bir demokratik birlik, demokratik ittifak kurulmak durumunda ama aynı anda sosyalistler de bir odak oluşturmak zorunda dedik. Birbirine alternatif şeyler değil aksine birbirini güçlendirecek şeyler. Bunun yapılabilmesinin önünde de HDP engel değil. Tam tersine aslında sosyalistler bunu yapmakla yükümlü. HDP başka bir siyasal yelpazeden, başka bir siyasal programdan kendisini inşa eden bir siyasi parti.

Burada da biz açıkçası şu tartışmayı da yapıyoruz sadece siyasal güçlerle, siyasal partilerle yan yana gelebileceğimiz bir ittifak da bizi ortak mücadelenin inşasına ve demokratik bir Türkiye'nin yaratılışında sınırlayacaktır. Çünkü toplumsal hareketlerin, antikapitalist mücadele dinamiklerinin çok hareketli olduğu ve yan yana gelmelerinin mutlak surette başarılması, becerilmesi gereken bir süreç olarak görmek lazım. Mesela Kadınlar Birlikte Güçlü örneğini hep veriyorum. En önemli modellerden bir tanesi. Orada feminist olmayanlar da var feministler de var, kadın hareketinin farklı ideolojik zeminlerinden beslenen kurumlar da. O bir ittifak ve aslında bir güç birliğidir.

Uzun zamandır da devam eden…

Evet, uzun zamandır devam ediyor ve bir maddi zemin yaratıyor kadınlar açısından. Demokratik bir Türkiye'ye inananların ama farklı ideolojik zeminde olanların ve de toplumsal güçlerin yan yana gelebileceği bir zemini yaratmamız lazım. Burada işçi sınıfı, emekçi sınıflar, yoksul hareketi, barış hareketi, kadın hareketi, gençlik hareketi, doğa ve yaşam mücadelesinin çeşitli özneleri, hayvan hakları mücadelesinin özneleri ya da seküler laikler ve sosyal demokratlar... Bu gidişat böyle gitmez diyen herkesin yan yana gelebileceği politik bir öznenin inşası var. Dolayısıyla biz o ortak mücadelenin inşasında hep şunu ifade ediyoruz: Sadece siyasal güçlere doğru genişleme bizim için önemli ama aynı zamanda toplumsal güçlere doğru genişlemenin koşullarını da yaratmalıyız.