Kürt Halk Önderi Öcalan: Oyunu bozdum

Şahsımda PKK’nin ve Özgürlük Hareketi’nin bitirilişini sağlamak istiyorlardı. Her şey ölümüme göre ayarlanmıştı. Ağırlıklı olarak fiziki, bu olmazsa anlam itibariyle yok edilmem temel hedefti. Komplo tavrımla akamete uğradı ve işlemez duruma düştü.

Benim şahsımda PKK’nin ve Özgürlük Hareketi’nin bitirilişini sağlamak istiyorlardı. Cezaevi uygulamaları, AİHM ve AB’nin tüm yaklaşımları bu ana amaçla bağlantılıydı. Benden arındırılmış bir Kürt Hareketi aranıyordu. Yüzlerce yıldır uyguladıkları tasfiye yöntemlerinin bir benzeri PKK’ye ve devrimci, kolektif özgürlük ve eşitlik hareketine uygulanıyordu. İmralı sürecinden beklenen esas sonuç buydu; üzerinde çokça çalışılan ve ustaca uygulanmak istenen plan buydu. Strateji ve taktikler bu plan çerçevesinde geliştiriliyordu. İmralı sürecini bu oyunu bozmak için ideal bir platform olarak değerlendirdim. Bunun için gerekli olan teorik temelimi güçlendirdim. Barışın ve siyasi çözüm koşullarının bütün felsefi ve pratik argümanlarını geliştirdim. Demokratik siyasi çözümün özgünlüğü üzerinde yoğunlaştım. Zorlu ve sabır isteyen bu çalışmalar komplonun kısırdöngülerini kırabilir ve çözüm alternatiflerini geliştirebilirdi. Bu konuda kendime güvenmekten başka çarem yoktu.
Benim bunlara mukabil geliştirdiğim savunma ne klasik Ortodoks dogmatik tutuma, ne de kendimi kurtarmaya ve koşullarımı iyileştirmeye dayanıyordu. Savunmama yön veren şey ilkeli, halkların tarihsel ve toplumsal gerçekliğine uygun onurlu barış ve demokratik çözüm yolu oldu

İmralı’daki yargılanmada dönemin koşulları, komplo temelinde geliştirilen tutuklanmanın doğuracağı şiddetin ivedilikle önüne geçme, komplocular ve dayanaklarının temel beklentilerine fırsat vermeme ve ayrıca doğru olanı yapma gereği, çok sınırlı da olsa onurlu bir barış ortamına gidişe katkı sunabilecek çabalara büyük ihtiyaç gösteriyordu. Buna en pratik yaklaşım, geliştirilen savunmaların barış ve demokratik birlik çözümü temelinde olmasıydı. Bu koşullarda ortama siyasal linç havasının egemen kılındığı asla unutulamaz.

KÖR ŞİDDET SAHNELENECEKTİ

Sağlıklı karar ortamı her düzeyde yoktu veya çok sınırlıydı. Komplo esasta histeri düzeyine varan şovenizme havadan bir paket sunarak, 20. yüzyılın tam bir arenada aslana yedirme Roma oyununu hazırlamıştı. Burada aslında PKK’nin tüm amaçlarını da aşan ve hatta bu amaçlara zıt olan içinden çıkılmaz bir kör şiddetin derinliğine sahnelenişi söz konusuydu. Ne acı ve yazıktır ki, karşıt konumda bulunan tüm güçler birbirlerine karşı en intiharvari saldırılar ve direnmeleri en meşru hakları olarak belleme ve buna inanma konumuna gelmişler veya getirilmişlerdi.

Asrın en büyük ihanetlerinden biri kendisini halen dost ve özgürlük yanlısı gibi gösterirken, en mazlum ve kahramanlığa layık tavrın sahipleri acımasızca yok edilecekler ve unutturulacaklardı. Meydan pusuda bekleyen ve sayısız defa böyle ortamlardan çıkan her türden hain ve işbirlikçiye açılacaktı.

KOMPLOYA KARŞI BÜYÜK BİR İNSANLIK ÇIKIŞI GEREKLİYDİ

Aslında her şey ölümüme göre ayarlanmıştı. Ağırlıklı olarak fiziki, bu olmazsa anlam itibariyle yok edilmem temel hedefti. Çok düşünmeme rağmen, bunun dışında bir hedefin tanındığını tahmin etmiyorum. Komplo o kadar derin ve bilinmezlerle doluydu ki, bunu yırtmak gerçekten mucize değerinde çok ileri bir insanlık çıkışını gerektiriyordu.

Tüm dünyanın karşı taraf durumuna düşürüldüğü, en yakın dost ve yoldaşların bile hakim inançlarına ve moral değerlerine göre ‘şerefli bir ölüm’den başka bir şey beklemedikleri bir acımasızlık kaderine göre düzenlenmişti. Asrın mantığı buydu. Dostun da, düşmanın da mantığı buydu. Duygu ve inançların donduğu nokta da burasıydı. Her şey korkunç bir yalnızlığa mahkum ediyordu. Bir savaş kuralına göre ‘kurşuna dizilmek’ çok uzak bir ceza demeyeceğim, bir hak olarak görülmesine rağmen, bu hak bana tanınmıyordu. Uygarlık başka türlü intikam almak istiyordu.

Ben hiçbir zaman kahramanlığa oynamadım. Öyle sanıldığı türden bir cesaretin sahibi olmadığım gibi, olduğum gibi tanınma isteğime rağmen, en yakın arkadaşlarımda bile buna tanık olmadığımı iyi biliyordum. Ama bir yanım vardı ki, ona ihanet etmeyecektim: Hayallerine ihanet etmeyen çocuk olmayı sürdürecektim. Uygarlık tanrılarını tanımayacak, kurumlarında erimeyecek, karılarının aile erkeği olmayacaktım. Kişiliğimin diyalektiği böyle bir gelişmeyi başarmıştı. Mesele Türkiye’nin bir basit iç çelişkisi olmaktan çoktan çıkmıştı. Konumum neredeyse beni çağdaş bir Prometheusçuluğa mahkum ediyordu.

Farklı tutum bekleyenler, gerçeği tüm yönleriyle kavrayıp iliklerine kadar hissetmeseler, gereken düşünsel ve moral sonuçları çıkaramazlar. Kadere hiç inanmadım. Ama kader güçlerinin bana biçtiği 20. yüzyılın çağdaş çarmıhında tek başıma ve mezar sessizliğinde bekleyecektim. Yüreğimin en son atışı kadar bilincimin en son kırıntısını da insanlıktan yana kullanmayı kendi öz erdemim ve anlamım olarak belleyecek ve artık olanı doğallığına bırakacaktım.

EN TARİHİ TAVRIN SAHİBİ OLMAK

İmralı duruşumu anlamak isteyenlere bu çok kısa tanımı yaparken, gelişecek olan ne sıradan bir eleştiri ve özeleştiri, ne af, ne de şu veya bu tür yaşam beklentisidir. Bu yönlü gelişmeler yaşadığımın erdemi ve anlamı olamaz. Durum daha farklıdır ve bir orijinaliteyi, bir özgünlüğü kavramayı gerektiriyor. Tereddütsüz, çok sınırlı da olsa, bir barış ve kardeşlik tavrının en derinden bir öz niteliği olduğundan kuşku duymadığım için, ikinci sırada yer alan, alması gereken siyasal tavır meselesine öncelik vermeyecek veya uygarlığın sağına ve soluna göre tutarlı beklentilerine fazla cevap olmayacak, kendimi alet etmeyecektim.

Yüceliği burada arayacak, çağdaş uygarlığın lanetine yenik düşmeyecektim. Eğer onurlu bir barış ve özgürlükten geçen bir kardeşçe yaşam ortaklığına yer verecekse, her siyasal yaklaşıma değer verecektim. Her zaman olduğu gibi, zora dayalı birlik kadar zora dayalı ayrılıkçılığa da düşmeyecek ölçüde anlamlı duruşumu sürdürecektim.

SAVAŞA DA BARIŞA DA HAZIR OLMAK

Tutumum yarın olacakmış gibi barış ve demokratik uzlaşıya her an hazır olmak kadar, yarın benden başlayacak bir imha savaşına da sonuna kadar karşı olmak ve her zaman inanç, kararlılık ve hazırlılıkla buna cevap vermektir. Bunun dışında ne yaşam tanıdım ne de anlarım.

HALKIMIZIN UMUT VE İNANCINA BÜYÜK DARBE VURULMAK İSTENDİ

Bu süreçte yüzlerce dost ve yurtsever insan kendini yaktı. Mutlaka idam edileceğim biçiminde bir ön propagandayla bu insanların tüm umutları yıkılmak isteniyordu. Çok basit bir insan durumuna sokulmam için çalışılıyor, halkın gözünden düşürülmeme büyük özen gösteriliyordu. Uygulanan baskı sisteminin esas hedefi, halkın yurtsever siyasal bilincini yok etmek ve bir davalarının olmadığını göstermekti. Lehimde bir türkü söylenmesi, bir şiir okunması toplumda linç edilmek için yeterli oluyordu. Daha da kötüsü, içine konulmak istendiğim intihar süreci işlemiş olsaydı, bunun on binlerce insanın hayatına mal olacak yeni bir süreci başlatması kaçınılmaz olacaktı. Bu yüzden benim âdeta bir paket gibi Türkiye’ye sunulmam, bir bakıma Japonya’dan sonra Halepçe’den katbekat daha fazla tahripkâr olan bir atom bombası etkisini gösterecekti.

Israrlı barış ve demokratik uzlaşı çabalarımız sonucunda bu şoven ortam kısmen aşılmıştır. Toplum çelişkilerini daha gerçekçi görmeye başlamıştır. İmralı’daki yaşam-ölüm süreci hem bu dönüşüm ihtiyacının varlığını netleştirmiş hem de çözümün nasıl olması gerektiğine dair yol ve yöntemleri somutlaştırmaya başlamıştır. Şüphesiz bunda PKK ve Kürt halkının ezici çoğunluğunun Önderliğe bağlılığı temel rol oynamıştır. Kürtler tarihte ilk defa en gelişmiş bir iç ve dış kökenli komplo karşısında dağılmamışlar, tersine olağanüstü kenetlenerek örnek barış ve demokratik uzlaşı tavırlarını ortaya koymuşlardır.

YA İNTİHAR YA DA ÖLÜM ORUCU DAYATILDI

Ama tüm zorluklarına rağmen dayatılan intihar sürecini boşa çıkarabilmem, böylesi bir bomba etkisini planlayanları boşa çıkarmıştır. Bütün hesap benim bu acımasız koşullara dayanamayıp ya ölüm orucuna yatacağıma, ya da Yunan Elçisinin bana bıraktığı tabancayla intihar etme yoluyla yaşamıma son vereceğime dayandırılmıştır. Bu durumda sonuç binlerce intihar eylemi, İsrail-Filistin şiddet sarmalını geride bırakan uzun ve kanlı bir şiddet sürecinin derinleşerek sürmesi olacaktı. Halklarımıza, dostlara ve yoldaşlara karşı duyduğum ahlaki sorumluluk ve barıştan yana kişilikli tavrım bu oyuna düşmememi gerektiriyordu.

KANLI OYUNU BOZDUM

Sonu ne olursa olsun, elden geldiğince yaşamamın daha doğru olacağına dair kendimi ikna ederek bu oyunu bozdum. Komplo esas olarak bu tavrımla akamete uğradı ve işlemez duruma düştü. Anadolu ve Mezopotamya topraklarının yıllarca sürebilecek kanlı bir oyuna sokulmasını önledim. Aslında uygulanan politika son iki yüzyılın bir özeti gibidir. Önce Kürtleri isyana çekip sonra desteksiz bırakmak ve ardından ‘Türkleri vurun’ denecek bir noktaya itmek bu politikanın özüdür. Diğer bir deyişle ‘tavşan kaç, tazı tut’ oyunu oynatılıyordu. Çok acımasız bir politikanın yürütüldüğü açıktır.

KOMPLO SADECE KÜRTLERE DEĞİL TÜRKLERE DE YAPILMIŞTIR

Beklenen kör isyan tavrının sergilenmemesi, tersine en yumuşak ve kardeşçe barış ve demokratik uzlaşma tavrı içine girilmesi, bu emperyalist komplonun tam başarıya gitmesini engellemiştir.
Komplo benim şahsımda sadece Kürtlere değil, Türklere de yapılmıştı. Teslim ediliş biçimi ve bunda rol oynayanların niyeti terörün sona erdirilmesi değil, bir yüzyıl daha sürecek anlaşmazlığı derinleştirmekti. Komplo ile bağlantılı olarak geliştirilen Ortadoğu’ya yönelik ABD ve müttefiklerinin işgalleri için ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ demek belki abartılı kaçabilir. Fakat bana yönelik harekatı bu kapsamda değerlendirirsek gerçek anlamına kavuşturabiliriz. ‘Birinci Dünya Savaşı'nın Sırbistan’ına karşılık ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın Kürdistan’ı diyebiliriz.
Hakkımdaki ölüm kararı 28 Haziran 1999 gününe denk getirildi. Bu tarih (1925) Kürt isyan önderi Şeyh Sait’in idam edilişinin yıldönümüydü. Ayrıca daha önemlisi, teslim ediliş tarihim olan 15 Şubat, Şeyh Sait önderliğindeki isyanın başlama günüydü. Her iki tarih de bilinçli seçilmişti. Yani Kürt halkına şu denilmek isteniyordu: Ne kadar isyan etseniz de sonuç değişmeyecektir! Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bir konuşmasında şöyle diyordu: “28 isyan oldu, hepsi ezildi. Sonuncusu da aynı akıbeti paylaşacaktır.”

KOMPLONUN ESAS MADDİ NEDENİ

Açık ki, senaryonun planlanması eskiye gitmektedir. Daha sonra öğrendiğim bu senaryonun içine İsrail, ABD ve Yunanistan 1996’da katılmışlardı. Bekledikleri ve amaçladıkları farklı olabilir, ama tasfiyemde çıkar birliğine varmışlardı. Bu güçlerin Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi üzerindeki etkilerini oldukça sınırlandırmıştım. Bütün işbirlikçilerine yaptıkları yatırımlar boşa çıkmıştı. Bu yüzden hepsi öfkeliydi. Başta Barzani ve Talabani olmak üzere, Kürdistan’ın her parçasında son 40-50 yıldır irili ufaklı yüzlerce kişi ve gruba yaptıkları yatırımların benim yüzünden işlemez duruma gelmesi, Apo’ya karşı düzenlenen komplonun esas maddi nedenidir.

Kürt kozu ellerinde sürekli yaşamsal bir gereksinimdir. Benim yüzümden bu kozdan yoksun kalmaları asla kabul edilemezdi. Türk yönetimiyle özde bu temelde uzlaşmaya vardılar. Apo’nun tasfiye edilmesi hepsi için yararlıydı. Suriye’ye bile çok ağır geliyordu. Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam, bir Türk gazetesine verdiği demeçte, “Abdullah Öcalan Suriye, Irak ve İran Kürtlerini de etkilemektedir. Bu yüzden kendisini attık, biz de istemiyorduk. PKK konusunda aynı çizgideyiz” diyecekti.

Kendim de ölüm ve yaşam gerçeğini tam kararlaştıramadığımı belirtmek durumundayım. Şu husus çok açıktır ki, eğer gerçekten bir kolektivizm kişiliği haline gelmişsem, bireysel yiğitlik ve ölüme meydan okuyuş hemen başvurulacak eylem tarzım olamazdı. Ölmemin nasıl gelişeceği gerçekten bir muammadır. Bu durum büyük bir siyasal koza dönüşmüştü. Tehlikeler geliyorum diyordu.

PKK ve Kürtler yeni isyan tarihlerini idam kararının sonuçlarına göre hazırlıyorlardı. Türk gerici ve şoven çevreleri idam kararlarının uygulanmasını seçim yatırımı olarak değerlendiriyorlardı. İntikamcılık duyguları her iki tarafta da ayağa kaldırılmıştı. Bütün dış güçler kararın olası sonuçlarını değerlendiriyorlardı. Açık ki, bireysel endişelerin çok ötesinde sorumlu davranmam gerekiyordu. Yaşadığım her günü onurlu bir barış ve demokratik uzlaşmanın gereğine göre değerlendirmem en doğrusuydu. Bireysel çıkarlara ağırlık vermem hem siyasal hem de ahlaki olarak doğru olamazdı. Bu amaçla âdeta işaret bekleyen çevrelerimize yanlış sonuçlara yol açabilecek mesajlar veremezdim. Basit taktiklerle PKK’yi de yürütemezdim. Böylesi dar hesaplar için hem olanaklar yoktu, hem de bu yanlış bir tutum olurdu.

ÖLÜMÜ BİLE ANLAMLI KILMAK

Ölüme karşı Sokrates tavrı diyebileceğimiz tavrı esas almaya çalıştım: Ölümü bile anlamlı kılmak, niçin ve nasıl ölmenin felsefi anlamını bulmak! Mevcut durumda tahmin edemediğim kadar yaşıyorum. Demokles’in kılıcı gibi başımda sallanan ölüm kararı altında ruhun büyük yükselişini, anlamın büyük gelişimini artan bir huşu içinde karşılıyorum. Normalde birkaç haftalığına dayanılamayacak ve taş olsa çatlatacak bir yaşam biçimi anlamlı kılınmıştı. Aslında ölüm beni değil ben ölümü çözmüştüm. Ölüm kararı beni etkisizleştirmemiş, ben ölüm kararını çirkin ve uğursuz tarzıyla etkisizleştirmiştim. Nereden ve nasıl gelirse gelsin, ister yarın ister gelecek yıllarda olsun, ölüm artık benim için ciddi bir konu olmaktan çıkmıştı. Hatta hoş geldi, sefa geldi diyebilecek anlam gücüne ulaşmıştım. Kısmen ‘öl-öldür’ felsefesinden ‘yaşa ve yaşat’ felsefesine geçiş çok kapsamlıca yürütülmüştü. Eğer taraflar çalışsalar, bunun zaferini de onurlu barışta birlikte paylaşmak mümkün olabilirdi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın savunmalarından derlenmiştir.