Garzan: Tek çözüm, her cephede direniştir

KJK Koordinasyon üyesi Jiyan Garzan, 15 Temmuz darbe girişiminin ilk hedefinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olduğunu söyledi.

15 Temmuz darbe girişiminin ilk hedefinin Kürt sorununun çözümünün muhatabı olan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olduğunu söyleyen KJK Koordinasyon üyesi Jiyan Garzan, “Bu saldırıların ve Kürdistan’ı işgal ve imha konseptindeki esas hedef de Önderliğimiz olmaktadır. Bu nedenle bu darbe girişiminin esas hedefi Önderliğimiz olduğu gibi Kürt Özgürlük hareketi de olmaktadır. Bu darbe girişimiyle aslında Kürdistan yeni bir işgal ve inkar konseptiyle saldırılara mazur bırakılırken, aynı zamanda ikinci Cumhuriyet de oluşturulmak istenmektedir” dedi.

KJK Koordinasyon Üyesi Jiyan Garzan, İmralı’daki direnişin tüm Kürtlerin direniş ruhunu daha da güçlendiren, Kürtlerin bu direniş ruhu ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan etrafında kenetlenmesini de getiren bir anlam içerdiğini söyledi.

15 Temmuz darbe girişiminden bu yana Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Özellikle bu darbeden sonra Kürt Özgürlük Hareketi başta olmak üzere Kürt halkının bütün kurum ve kuruluşları hedef haline getirilmesindeki amaç neydi?

Öncelikle 15 Temmuz askeri darbenin amacı ve hedefini iyi anlamak gerekiyor. Esasta darbe içerisinde yer alan ve darbe karşısında görünen iki gücün varlığı gibi bir durum yansısa da özünde her iki gücün kaynağı da, beslendiği zihinsel ve politik yapılanma da birdir. Hedef ve amaçları da aynıdır. Bu anlamda darbe içerisinde yer alan güç ve darbe karşısındaki gücün esas kavgası ve çekişmesi, Kürdistan üzerindeki sömürge mücadelesi, iktidar ve pay alma kavgasıdır. Her iki gücün hedefi aynıdır ve her iki gücün hedefinde en başta Önderlik, Kürt Özgürlük Hareketi ve bir bütün olarak Kürt halkı bulunmaktadır. Bu anlamda iki gücün de birbiriyle olan savaşı Kürdistan üzerindeki hegemonya savaşıdır.

Bu savaşta güçlerden birinin başarısız olması diğer gücün Kürdistan üzerinde çok daha pervasızca ve her yönüyle darbeyi geliştirmesini beraberinde getirmiştir. Böylelikle AKP’nin Kürdistan’daki darbesi tüm pervasızlığıyla devam etmektedir. Aynı zamanda bu savaş kliğinin uluslararası boyutu da söz konusudur. Türkiye’de çözülmüş bir Kürt sorunu uluslararası sömürgeci ve iktidar güçlerinin çıkarına gelmemektedir. Bu politika, Türkiye üzerinden bütün bir Ortadoğu’ya uygulanmak istenen bir politikadır. Dolaysıyla Kürt sorunu üzerinden Türkiye ve Ortadoğu, uluslararası iktidar güçleri tarafından kendi doğrultusunda dizayn edilmek isteniyor. Nasıl ki 20. yüzyılda Ortadoğu ulus devletleri inşa edilirken Kürdistan ve Kürt toplumunun parçalanması ve inkarı üzerinden bir dizayn gerçekleştirilip oluşturulan ulus devletleri de bunun üzerinden kendine bağlama ve sömürme temelinde bir siyaset yürütülüp bir yüzyıl bununla götürüldüyse; şimdi de Ortadoğu yeniden dizayn edilirken bu sorun kullanılmak istenmektedir.

Bunun karşısında hem bölge halkları hem de halkların kurtuluşu ve özgürlüğü için en makul ve en olması gereken çözüm perspektifini ise Önderlik ortaya koydu. Bu konuda Önderliğimiz ve Özgürlük Hareketi çok stratejik adımlar da attı. Önderliğimizin 2013’te çözümün gelişimi için sunduğu perspektifler doğrultusunda gelişen diyalog süreci bu temelde belli bir düzeye de geldi. Ulaşılan bu düzeyle birlikte esasta Türkiye’de 7 Haziran seçimleriyle birlikte yeni bir demokratikleşme sürecine geçilecekti.

Aynı zamanda Rojava’da çetelere, inkarcı-imhacı güçlere karşı gelişen direniş ve bu direnişe karşı kazanılan önemli mevziler de Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde önemli bir aşamanın ifadesiydi. Tüm bu gelişmeler karşısında derin devlet yani mevcut iktidar olarak AKP ve yine faşizm çizgisi olarak MHP ‘devlet elden gidiyor’ diyerek bir karşı konsept oluşturarak saldırılar geliştirdiler. Bu savaş konsepti Kürt sorununa yönelik ortak bir inkar ve imha politikasıyla hareket ederken, aynı zamanda uluslararası lobi ve güçler de bu savaş konseptinin içinde yer alarak aslında Türkiye tarihinin en büyük darbesi gerçekleştirildi.

Bu anlamıyla her ne kadar 15 Temmuz tarihli bir darbe olarak gözükse de, özünde Türkiye’deki esas darbe 7 Haziran seçimlerinden sonra açığa çıkan yeni savaş konseptiyle birlikte gerçekleştirilmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki tüm bu darbenin temelinde Kürt sorunun çözümünün istenmemesi gelmektedir. Türkiye ve Kürdistan’daki örgütlü güçler de buna karşılık gereken cevabı geliştiremediklerinden kaynaklı savaş bir üst aşamaya tırmanmıştır. Bu anlamıyla 15 Temmuz’da gelişen darbe ve darbe karşıtı iki gücün mücadelesi değildir, tam aksine Kürdistan üzerinde güç olma ve pay kapma kavgası ve savaşında olan AKP ve Gülen cemaatinin çıkar savaşıdır.

15 Temmuz darbe girişiminin asıl hedefi neydi?

Öncelikli olarak da Kürt sorununun çözümünün muhatabı Önderliğimiz olduğu gibi, bu saldırıların ve Kürdistan’ı işgal ve imha konseptindeki esas hedef de Önderliğimiz olmaktadır. Bu nedenle bu darbe girişiminin esas hedefi Önderliğimiz olduğu gibi Kürt Özgürlük hareketi de olmaktadır. Bu darbe girişimiyle aslında Kürdistan yeni bir işgal ve inkar konseptiyle saldırılara mazur bırakılırken, aynı zamanda ikinci Cumhuriyet de oluşturulmak istenmektedir.

Fakat bu ikinci Cumhuriyet projesi daha başlangıcından itibaren iflas etmiştir, çünkü Kürdistan 20. yüzyılın başındaki Kürdistan, Kürtler de o dönemin Kürtleri değildir. Diğer taraftan ulus devlet paradigması günümüzde hem zihinsel hem de yapısal olarak tıkanmıştır. Bununla birlikte Türkiye içte çok ciddi bir toplumsal sorun ve yıkım, uluslararası alanda da kriz aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Dolaysıyla ya çözüme gelecek ya da çözülecektir. Önderliğimiz Kürt varlık ve özgürlük sorununu çözümlerken, aslında tüm halklar açısından özgürlük sorununa cevap olabilecek ve gelecek yüzyıllara kadar taşırabilecek bir projeyle çözüm perspektifini sunmuştur.

Bu proje demokratik ulus projesidir, mevcut koşularda bunun yaşamsallaştırılmasında ciddi engellemeler olmasına rağmen bu proje tüm halklar için büyük bir umuttur ve çağrı niteliğinde bir öze sahiptir. Bu proje halkların ortak yaşam olanağını ortadan kaldıran, iktidarcı, merkezi ve milliyetçilik temelinde örülen ulus devlet yapılanmasına karşı en güçlü alternatif yaşam olanağını ortaya koyarken, aynı zamanda toplumların kendi doğal yapılanması içinde bir sisteme kavuşarak özsel varlıklarıyla ortak yaşam olanağını sağlayan bir sistemi de öngörmektedir.

Darbe girişimlerinin ve saldırıların temelinde de bu yeni toplumsal sistem alternatifine karşı statükocu güçlerin eski statükoyu koruma çabası gelmektedir. Çünkü Kürtler, oluşturmak istedikleri yeni demokratik ulus sistemiyle Ortadoğu’daki öncü demokratik güç olma konumunu bir kez daha ortaya koyarken, aynı zamanda Ortadoğu’nun yeni dizaynında da yeni bir toplumsal sistem ve modelle tüm halklar için yeni bir alternatif geliştirmektedirler. Bu konuda Kürtler ve Kürdistan bu yüzyılda bütün insanlığa umut olacak bir perspektife sahiptir. Saldırılar karşısında eğer yeteri kadar bir direniş ve mücadele sergilenememişse bu demokratik ulus perspektifini tam anlayamama ve yaşamsallaştıramamaktan kaynaklıdır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan İmralı adasında yıllardır uluslararası hukuk kanunları da çiğnenerek insanlık dışı uygulamalarla ağırlaştırılmış tecrit koşulları altında tutuluyor. Bu durum en son 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren de Sayın Öcalan’la her tür görüşmenin engellenmesi ve daha da ağırlaştırılmış tecrit uygulamasının devreye konulmasıyla yeni bir aşamaya ulaşmıştı. Son olarak 11 Eylül tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirdi. Siz Kürt Kadın Hareketi olarak bu görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmralı statüsü çok önemli bir statüdür. İmralı’da uygulanan sistem ve geliştirilen statü bütün dünyada var olan hukukun dışında bir sistem ve statüdür. Kendine has kanunları ve uygulamaları olan bir sistemdir. İmralı sistemi aslında özgür yaşam arayışı ve çabasında olan Kürde, kadına ve tüm halklara öngörülmek istenen bir siyasettir, statüdür, sistemdir. Bunu böyle okuyabilir, anlayabilir ve çözümleyebilirsek orada ne olduğunu çözümleyebiliriz. İmralı sistemi ve uygulamaları kölelik, teslim alma, rehin alma siyasetidir.

İnsanca ve onurluca bir yaşamı, özgürlüğü talep eden tüm kesimlere yönelik uygulanmaya çalışılan bir sistemdir. Bunun karşısında Önderliğimiz şahsında bu sisteme ve uygulamalara karşı büyük bir mücadelenin yürütüldüğü, o sistemin teslim almaya çalışan politikalarına karşı özgür yaşam perspektifiyle anlık olarak kendini yenileme ve alternatif sistemlerin geliştirildiği büyük bir direniş alanıdır. Önderlik bu anlamıyla özgürlüğü isteyen kadının, halkların, tüm kesimlerin umududur. İmralı’daki direniş tüm Kürtlerin direniş ruhunu daha da güçlendiren ve Kürtlerin bu direniş ruhuyla Önderliği etrafında kenetlenmesini de getiren bir anlam içermektedir.

Bu nedenle İmralı sisteminin gerçekliği anlama ve buna karşı direniş ruhunu yükseltme, öncelikli olarak haklara, taleplere yönelik bir saldırı, siyaset ve sistem varsa, o halde buna karşı “24 saat varlığıma, özgürlüğüme, kültürüme, kimliğime nasıl sahip çıkarım” temelinde onurlu bir duruşa sahip olmak demektir. Bu nedenle Önderliğimizle gerçekleştirilen son görüşme özellikle bu süreç açısından devletin bilinçlice gerçekleştirdiği bir görüşme olmaktadır. Bu, bir görüşmeyle bütün bunların bertaraf etmenin tutumu ve siyasetidir. Bunu böyle anlamalıyız. Direnişi, örgütlülüğü engellemek için devlet bunu çok bilinçli bir şekilde gerçekleştirdi. Dolaysıyla bunu boşa çıkarmak için her yerde siyasi, toplumsal ve her tür direniş ve mücadele içerisinde olunmak durumundadır. Çünkü İmralı demek tüm farklılıkların, kültürlerin, dillerin, kimliklerin tüm farklı kesimlerin ortak yaşam arayışına karşıtlık, çok renkliliğin inkarı temelindeki anti demokratik, insanlık dışı diktatöryel sistem dayatılmak istenmektedir. Dolaysıyla tüm kadınlar, halklar, kesimler buna karşı durmak istiyorsa karşıt ortak duruş sergilemelidir. Çünkü Önderlik bunun dili ve beynidir.

Kürt sorunu çözülmeden özgür bir Türkiye’den bahsetmek mümkün mü, bu saldırılara karşı Türk halkınında mücadele içerisinde olması gerekmez mi?

Herkes bu sisteme karşı durmazsa tüm toplum ve halklar daha büyük darbelerle karşı karşıya gelecektir. Teslim alınmış, boyun eğdirilmiş, yok sayılmış bir Kürdistan ve kadın demek özgür Türkiye veya kazanmış Türkiye olmayacaktır. Kaybetmiş veya tüm hakları elinden alınmış Türkiye olacaktır. Bu darbeyle de açığa çıktığı ve Kemal Pir yoldaşın da belirttiği gibi “Türkiye’nin özgürlüğü Kürtlerin özgürlüğünden geçer.” Başkalarının haklarının gaspı üzerinden kendisi özgürleşemez ve kalkınamaz. Türkiye Cumhuriyetinin yüzyıllık tarihi bu pratiklerle doludur. Bu kadar zengin ve stratejik konuma sahip bir ülke hep bu en temel sorun üzerinden rehin alınmıştır. Türk halkı da esir alınmaktan kurtulmak istiyorsa bunu görmek zorundadır, yoksa en büyük kaybeden kendisi olacaktır. Bu iki darbeci zihniyet de 15 Temmuz’dan bu yana faşizm cephesini daha fazla güçlendirmiştir. Onun için de bu faşizm cephesinin başında olan Erdoğan bunu tanrının bir lütfu olarak görmektedir.

Bu darbeyi tanrının bir lütfu olarak gören Erdoğan Türkiye’yi hızla Pakistanlaştırmakta, Iraklaştırmaktadır. Dolaysıyla bu durumu en az biçimiyle bile gören Türk aydınına, sanatçısına, akademisyenine, gazetecisine bile tahammül edememekte hemen tasfiye etmeye çalışmaktadır. Bu kadar geniş bir kesimi kapsayarak geliştirdiği saldırılara karşı bir direniş geliştirilmezse bu faşizan saldırılar daha da gelişecektir. Faşistlerin karakterlerinin ve sonlarının birbirine benzerliği de çarpıcı bir örnektir esasında. Moussolini de kendisine karşı bir darbe geliştiğinde ve başarısız olduğunda bu tanrının bir lütfudur demektedir. Fakat sonuçta tüm faşist ve diktatörler gibi kendisi hak ettiği yeri bulmuştur. Erdoğan da böyle bir sonuçla karşılaşacaktır. Günlük olarak kendini bu saldırıların dışında tutmaya çalışan hiç kimse de bunun dışında kalmayacaktır. Bu saldırılar herkesi kapsayacaktır.

Bu görüşmenin amaçı direnişi kırmak, Kürt halkını eylemlerini pasifize demekti dinilebilir mi?

Bugün bu saldırıların esas hedefinde Kürtler olmakla birlikte tüm demokratik kesimlere hızla yayılmakta ve yaygınlaşmaktadır. Elbette ki direnişin de bu hızla yayılması ve yaygınlaşması gerekmektedir. Bu nedenle Önderliğimizle gerçekleştirilen görüşmenin Kürtler açısından direnişi kıracağının düşünülmesi hesaplanarak yapılması da sonuç almayacaktır. Bu görüşmenin gerçekleştirilmesi direnişi kıramayacaktır. Çünkü esas amaç bu direnişi kırmaktır. Elbette ki Önderlikten haber almamız önemlidir, fakat bu çok planlı gerçekleştirilmiştir. İmralı’daki hiçbir şey hesapsız kitapsız gelişmemektedir. Bu da bu temelde gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle yanlışa düşülmemelidir, her yanlış savaşın daha da yükselmesi anlamına gelecektir. Bu imha konseptine karşı tek çözüm her cepheden direniştir.

Bu saldırıların bir hedefi de Elbette kadındır. Peki kadınlar bu savaş komseptine karşı nasıl bir mücadele içerisinde olmalıdır?

Bu savaş konseptinin merkezindeki çizgi cinsiyetçidir, merkezindeki saldırı aslında kadındır. Çünkü faşizmin kendisi eril zihniyetlidir, erkek egemen zihniyetiyle örülmüş bir sistemdir. Dolaysıyla çizgisi cinsiyetçidir. Bu bugüne kadar ki 11-12 yıllık AKP devletinin icraatlarında kendini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. AKP iktidarının-devletinin 11-12 yıllık pratiğine baktığımızda kadın haklarının gaspı ve kadın katliamlarının artışında da bu gerçekliği çok net bir şekilde görmek mümkündür. Geliştirdiği yeni kanunlar, uygulamalar, söylemler ve pratiklerle cinsiyetçiliği daha fazla geliştirdiği gibi savaş konseptiyle de en fazla kadınları, kadına dayalı yaşam arayışını vurmaktadır. Bu nedenle bu konsepte karşı kadın öncü olmak durumundadır. Direniş cephelerinde kadının örgütlü gücünün daha fazla açığa çıkması gerekmekte ve kadın faşizmi yıkabilecek esas güç olduğunun bilinciyle hareket etmek durumundadır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Mehmet Öcalan’la gönderdiği mesajın içeriğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

23 yıldır yani Özal döneminden bu yana Önderliğimiz başta Türkiye ve Ortadoğu’nun birincil hayati sorunu olan Kürt sorununu çözmek için mücadele, emek, direniş ve duruş sergiledi. Defalarca bütün bir kamuoyuna bu deklere edildi. Ancak mevcut iktidar gücü kendi koltuğu ve çıkarı için en başta Türkiye, Kürdistan ve bütün Ortadoğu’ya kaybettirecek savaş yıkım, inkar ve imha tasfiye konseptine yöneldi.

Önderliğimiz “çözüm gelişmezse darbe mekaniği devreye girer” belirlemesinde bulunmuştu. Bu sorun üzerinden Türkiye’de gerçekleşebilecek darbelerin önünü yıllarca aldı. Fakat Önderlik üzerinden başlayan tecritle birlikte darbe mekaniği tekrardan güncellenip devreye konuldu. Bununla birlikte her gün onlarca insan kaybı yaşanmaktadır. Bu durum, insanım diyen herkesin yüreğini kanatmaktadır. Önderliğimiz ise yapılan son görüşmede verdiği mesajla tekrardan bu sorunun çözümünün aklı, gücü, planı ve projesinin sahibi olduğunu ortaya koymuştur. Devlet yaşamak ve ayakta durmak istiyorsa, tek çözümünün iki adamını gönderip bu çözümün taraflarından birisi olduğunu ortaya koyması olduğunu bir kez daha dile getirmiştir.

Ancak bu iktidar gücü, kendi varlığını Kürt halkının inkar ve imhasına dayandırma ısrarı içerisindedir. Onun için her gün yeni saldırı konseptleriyle politikalar üretmekte, sınır tanımayan tutuklamalar, baskılar geliştirmektedir. Bu anlamıyla çözüm ve barış güç olmaktır, örgütlenmektir, bu saldırılar karşısında durmaktır. Yoksa çözüm ve barış süreci kendiliğinden asla gelmez. Çünkü bu devletleşen hükümet direnişin dışında hiçbir şans tanımamaktadır. Bu yapılanma karşısında tek şansın direniş olduğu, başka bir yaşam biçiminin tanınmadığı akademisyenlere, aydınlara, öğretmenlere ve toplumdan her kesime yönelik geliştirilen tutum da ortaya koymuştur. Esasında tüm topluma yayılarak geliştirilen bu saldırılar, İmralı statüsünün yaygınlaştırılmasının da ifadesi olmaktadır. Bu durum, İmralı statüsünün tüm halka, tüm kesimlere uygulanmak istendiğini, bugün her kesimin bu darbeden payını almasıyla çok net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Tam da bu noktada Önderliğimiz verdiği mesajda bu yapılanmayı çözebilecek projedeki ısrarını yine ortaya koymuş ve yine çözümün anahtarını sunmuştur.

Belediyeler Kürdistan’da Kürt halkının iradesinin temsilidir. Bu iradeye karşı AKP’nin kayyum atamasıyla ciddi saldırıları söz konusu. Sizce halk bu duruma karşı, nasıl mücadele etmelidir?

Belediyelere yönelik bu saldırılar, Kürt halkının 40 yıllık amansız bir mücadele ve direnişle kazandığı değerlere, mevzilere en üst düzeyde bir saldırıdır. Bu belediyeler, mücadelesiz, direnişsiz, emeksiz kazanılan değerler değildir, dolaysıyla kolay kolay bu değerlerinden vazgeçilecek değildir. Belediyeler, Kürtlerin binlerce en değerli evlatlarının karşılığında kazandıkları kimliktir, iradedir; bu nedenle de buna karşı pasif, sessiz sıradan yaklaşım kendi öz değerleri olan evlatlarına karşı ters düşme olur. Bu kurumlar yetersiz, halkın beklentileri ve taleplerine yeterli cevap geliştirmemiş olabilirler, kimileri halkın bu emeğine, değerine gerektiği biçimde layık olamamış da olabilir, buna karşı rahatsızlıkların olma durumları da olabilir; fakat buna karşı gerçekleştirilen işgali ve iradeyi tanımamaya karşı çıkma ayrı biçimde ele alınmalıdır.

Bu işgali kabul etmeme kendi değerlerine sahip çıkmadır. Yaşanılan yetersizliklere cevap da ancak kendi değerlerine en üst düzeyde sahip çıkmayla gerçekleşebilir. Yerel seçimlerde çok büyük bir farkla halk iradesini ortaya koydu, bu kayyum atamaları ise “hiçbir şekilde sizi tanımıyorum, emeğinizi, değerlerinizi tanımıyorum” demektir. Bu, yeni bir işgal ve sömürüdür. Zaten bu dönemde gerçekleştirdikleri uygulamalarla da göz önüne serdiler. Bunu en başta işgal ettikleri her yere bayrak asmayla ortaya koydular, DAİŞ’le aynı ortak siyasetle işgal ve gasp ettikleri her yere bayrakların asılması bunu çok çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur. Bilindiği gibi DAİŞ de işgal ettiği her yere kendi bayraklarını asma yöntemini uygulamaktadır. Yapılanların DAİŞ’in uygulamalarından hiçbir farkı yoktur. Bu uygulamalarla bu zihniyetin ortaklığını ortaya koymuşlardır. Kaynak aynı olunca uygulamalar ve yöntemler de aynı olmaktadır.

Belediyelerin işgal edildiği günle Öcalan’la yapılan görüşmenin aynı güne denk getirilmesi de amaç neydi, Halk bu durum nasıl angılamalı?

Önderliğe verilmek istenen bir mesajdır. 15 Temmuz’da darbenin merkezinde Önderliğin olduğunu anlayan Kürt halkı topyekun bir şekilde Önderliğin etrafında kenetlenmeye başladı. Böylelikle Kürt halkının Önderliğinden bir haber alınmasına karşılık tüm değerlerine saldırı olmuştur. Önderliğimiz bu nedenle bunu kabul etmediğini belirtirken, aslında defalarca “burada rehine olarak tutuluyorum” söyleminin karşılığı da çok net bir şekilde açığa çıkmıştır. Bunu doğru okumamız lazım. Bu nedenle de her türlü direniş ve mücadele buna karşı meşrudur. Kendi Önderliğinden bir haber almasının karşılığında değerlerine saldırılan Kürt halkı da bu mesajı bu şekilde algılamalı ve kendi değerlerine en güçlü biçimde direniş geliştirerek sahip çıkmalıdır.