Özgür Amed: İlham kaynağım kişisel trajedilerimdir
Böbreği Kim yedi? kitabında Kürtlerin yaşadıklarını mizahi bir dille 33 öyküde toplayan Özgür Amed, öykülerin bir direniş olduğunu belirterek, "İlham kaynağım kişisel trajedilerimdir" dedi.
Böbreği Kim yedi? kitabında Kürtlerin yaşadıklarını mizahi bir dille 33 öyküde toplayan Özgür Amed, öykülerin bir direniş olduğunu belirterek, "İlham kaynağım kişisel trajedilerimdir" dedi.
Kürt yazar Özgür Amed’in "Böbreği Kim Yedi" adlı yeni kitabı geçen hafta Lis Yayınları’ndan çıktı. Kitap 33 öyküden oluşuyor ancak her biri birbirine çorap söküğü gibi birbirine bağlı. Kürtlerin yaşadıkları coğrafyada devletin gerçek yüzü ile karşılaşması ve buna karşı gösterdiği refleksleri okuduğunuz her öyküde görmeniz mümkün. Faşizmi tanımlayan kadınlar, sorguya çekilen katırlar, örgütlü duruş sergileyen kaçıklar ve nicesi.
Roboski Katliamını protesto ettiği için 2,5 yıl cezaevinde kalan Özgür Amed, öykülerinin sebebinin ‘faşizm’ olduğunu söylüyor. Öykülerin bir direniş olduğuna dikkat çeken Özgür Amed, "Mizahi anlatım, ezen ve ezilen ilişkisinde ezilenin yanındadır. Ezen ve onun pratiklerine saldırmak, dişlerini etine geçirmek üzerine kurulur biraz" diyor. Özgür Amed 33 öyküden oluşan "Böbreği Kim Yedi" kitabına ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı.
Bu öykülerden oluşan kitap Özgür Amed’in hayatından parçalar mıdır?
Öykülerin çoğunluğu zaten kendi yaşamımdan, yaşadıklarımdan ibaret. Diğerleri de etrafta olup bitenlere dair kişisel okumalar ve tepkilerdir.
İki Kürt yanyana gelse sohbetin sonu öyle ya da böyle Kürtlerin politik geçmişi, gelişmesine varıyor. Bu öykülerde de bunu okumak mümkün. Size bu öyküleri yazdıran koşullar ne oldu? Nasıl bir araya getirdin bu karakterleri?
Bu yazıların ilk sebebi faşizmdir. İktidarın bitmez tükenmez tahakküm pratikleridir. İkincisi ise kendimle olan kavgadan ve içinde yaşadığım sosyolojik auradan kaynaklıdır. İnsan toplumsal bir varlıktır ve bu varlık hali reaksiyoneldir. Haliyle yazılar dolaylı ya da direk yollardan ülkede yaşanan olaylara ilişkin gözlemler ve düşüncelerdir. Birkaç yıl içinde yazılan parçalardan oluşuyor. Karakterler kendiliğinden gelişti. Bir yaratıma gitmeme gerek kalmadı, gerçek yaşamdan seçtim; beraber yaşadıklarımdan, etrafımdakilerden.
Kitaba “Böbreği kim yedi?” adını vermenin anlamı karakterin Veysi mi? Neden özellikle bu?
Kitaba bu öykünün adını verdim çünkü hastanede bu soruyu soruyor Veysi. Böbreğini gerçekten yediklerine inanıyor. Üzerinden yıllar geçmiş ama kimin ona bu kötülüğü yaptığını bulmak istiyordu, anlamak istiyordu ve şüphelerini halen de dillendiriyor. Kafka’nın Dava romanı karakteri olan Joseph K.’nın yaşadıklarına benzer bir şey aslında. Niye tutuklandığını ve yargılandığını bulmak istiyor, anlamak istiyor. Bu yönü ile kendisinin hikayesi toplum gerçekliğinin kıyısında bir hikayeye sahip ve hem herkese benzeyen hem de benzemeyen biri.
"Abê ben suçsuzum!" ile başlayan yazınızda, Türkiye’nin trajik komik dava konularından söz etmişsiniz. Kaşık, tencere, tava benzetmeleri gerçekten ülkenin trajik komik davalarını temsil ediyor mu? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
O hikaye aslında yarı gerçek. Şöyle ki, yazının başına not olarak koyduğum "Dönemin Başbakan’ı R.T Erdoğan, 21.07.2013 tarihinde yaptığı açıklamada, Gezi Parkı protestolarına evlerinden tencere ve tava çalarak destek verenlerin komşularını rahatsız ettikleri için suç işlediklerini ve yargılanmaları gerektiği" söylemi var. Tabi bu her şeyi ile absürt bir durum.
Durumun absürtlüğünü daha da netleştirmek için ben de olası suça sebep olan araçlar (tencere, tava, kaşık vs.) tutuklanırsa ne olur acaba diye düşündüm? Yazı öyle çıktı. Fakat oradaki diyaloglar hala güncel ve sorgularda ötesi yaşanıyor. Tek farkla, tencere tava değil, insanlar maruz bu akıl tutulmasına. O anlamda fazlasıyla temsil ettiğini düşünüyorum.
Kuşkusuz en dikkat çeken bölümlerden biri de bir katır ile yapılan röportaj! Siz de Roboski katliamını protesto ettiğiniz için tutuklandınız. Acı ile trajikomik duyguları bir araya getirmek sizin için ne ifade ediyor? Zorlandığınız oldu mu?
Zorlanma değil, tam tersine hafifleme yolu bu. Mizah trajedilerden beslenir. Gayet diyalektik bir süreçti bu metinlerin yazımı. Burada bahsettiğim mizah elbet "güldürü", "komik" vs. anlamında değil. Şüphesiz bu gibi etkileri de kaçınılmaz olabilir ama sonuç itibariyle damakta kalan o trajedinin gerçekliğidir.
Mesele ona nasıl yaklaştığımızdır. Katırlara yakalama kararı çıkıyor. Gerçekten bunu nasıl izah etmek lazım? Kim buna mantıklı bir açıklama getirebilir. İşte bunu onların ciddiyetinden anlattığın zaman, onlara yardım etmiş oluruz. Ters yüz etmek en doğrusu. O katırın yerine geçip savunma yapmak lazım.
Bir yazar için ilham kaynağı dedikleri bir duygunun gerektiği söylenir. Bir Kürt yazar için 'ilham kaynağı' nedir? Bir ilhama ihtiyaç duydunuz mu?
İlham kaynağım kişisel trajedilerimdir. Kürt kimliğimle olan yüzleşmelerimdir. Bundan dolayı her şeyi tersten ele alma durumu var. Bana onlar dışında başka bir şey ilham vermedi. Bir Kürt yazar için ilham kaynağı nedir bilemiyorum. Cevaplar çok göreceli olacaktır. Ya da şöyle söyleyeyim; ben kendimi bir yazar olarak görmüyorum. Yazıyı seven, Kürdistan’dan bakarak gördüklerini anlatmaya çalışan biriyim.
O anlamda 'yazarlık' ve 'ilham' konusunu tam bilemeyeceğim ama beklenen yaşam mucizelerle gelmez, onu diyebilirim. İnsan biraz kaybettiklerinin ürünüdür. Onlardan ve tahayyüllerden medet umar. İlham biraz onların yardımı biraz da sıkı çalışma ile gelir. Yer çekimini bulan Newton’un başına gerçekten elma düştüğüne inanmıyoruz değil mi?
Faşist tanımını yapmayı ve kullanmayı öğrenen Kürtler için anneniz iyi bir örnek mi? Kürtler için faşizmin temel anlamı nedir?
Politik bir mekan olan Amed’te annemin algısal ve kavramsal dönüşümü, sadece ona has değil; benzer yüzlerce-binlerce kişinin de temsiliyeti aynı zamanda. Etrafımda aynı tonda yüzlerce insanın hikayesine bizzat tanığım. Kürtler için faşizmin temel anlamı çok çeşitlidir ama hepsinin bugün çıkacağı yer ‘varlık’ konusudur.
Bu nedir? Kürtlerin üzerinde yaşadığı toprağın inkarı, onları özgün kılan tüm sosyal yönlerinin paramparça edilmesi, siyaset yapmalarına izin verilmemesi, ekonomi üzerinden terbiye edilme çalışmaları, öz kimlik yerine iliştirilmiş, monte edilmiş bir kimlikle yaşamaya mecbur bırakılma ve boyun eğdirilmeye çalışılması, eğitimden sağlığa her şeyden politik bir şekilde mahrum bırakılmaları…
Okurken bir yandan tanıdık gelen, güldüren öyküler, bir yandan da kanayan yara. Acı ile tebessümü bir araya getirmek Kürtler açısından bir kader mi?
Güldüğümüz şeyler neticede kanayan yanlarımız. Diğer şeylere gülme lüksümüz olmadı maalesef, çünkü o yaraları bu yolla anlatmak bir tercih. Bir direniş aslında… Mizahi anlatım, (kara mizah, ironi-hiciv adına ne dersek) ezen ve ezilen ilişkisinde ezilenin yanındadır. Ezen ve onun pratiklerine saldırmak, dişlerini etine geçirmek üzerine kurulur biraz.
Bir kader olarak bakmıyorum. Bir yaşama çabası olarak görüyorum. Bergson, "Gülmenin yankıya ihtiyacı vardır" der. Burada mizahın işlevini de 'robotlaşmaya karşı koymak' olarak belirtir. Bu yankı bizim sesimizi duyurma çabası değil de nedir? Tarihte en çok yok sayılan, duyulmayan sesin yankı olarak kendini her seferinde var etmesi, değerli bir direniştir.