'Ağıtlar hakikatin ve tarihin taşıyıcılarıdır'
Kemal Kahraman: Yazı tarihteki en büyük manipülasyon aracıdır. Her dönem iktidarın elindedir ve ona göre şekillenir halka göre değil. Oysa sözlü tarihi halk taşır.
Kemal Kahraman: Yazı tarihteki en büyük manipülasyon aracıdır. Her dönem iktidarın elindedir ve ona göre şekillenir halka göre değil. Oysa sözlü tarihi halk taşır.
Sanatçılar Metin ve Kemal Kahraman Kardeşler uzun yıllar boyunca Türkiye’de sahne alamadı. 2014 yılından itibaren Kemal Kahraman’ın Türkiye’ye gelmesiyle birlikte ise dinleyicileri açısından bu özlem bitti. Geçen yıl Metin Kahraman’a konulan kanser teşhisi sonucunda yine sahnelerden uzak kalan sanatçılar, bir yıllık aradan sonra geri döndü. İstanbul’da bir konser veren sanatçılardan Kemal Kahraman’la hem savaşla çalkalanan Türkiye’de sanat yapmanın imkânlarını hem de yakın bir zamanda çıkacak olan ağıtlar albümünü konuştuk.
Metin Kahraman’ın sağlık sorunları nedeniyle bir yıl ara vermiştiniz. Geçen bu süre zarfında tekrar sahneye çıkmak nasıl oldu sizin açınızdan?
Evet, dediğiniz gibi Metin’in rahatsızlığı yüzünden ara vermiştik. Metin’in sağlık durumu daha iyi şimdi. Dinleyicilerimizle yeniden bir araya gelmek güzeldi. Biz dinleyicilerimizi özel görüyoruz çünkü dinleyici- sanatçı ilişkisinden çok daha arkadaş çevresinde çalıyormuşuz gibi hissediyoruz her zaman.
22 yıl Türkiye’ye gelmediniz. 2014’te geldiğinizde ise barış süreci henüz başlamıştı ve o günden bugüne her şey çok değişti. Artık sadece ülkede değil Efrin’de de bir savaş var, baskı ortamı gün geçtikçe artıyor ve neredeyse ağzını açan tutuklanıyor. Sanat eserleri yasaklanıyor, sanatçılar hedef gösteriliyor. Bu sürece siz nasıl bakıyorsunuz?
Ben 22 yıl boyunca Almanya’daydım ama Türkiye’de özel bir yasağım yoktu. 2014 yazında döndüğümde barış ortamı vardı. Barış dediğimiz şeyi en çıplak şekilde bizim bölgemizde görüyorduk. Sonuçta savaş da barış da en yakıcı orada hissediliyor. O dönemde insanlar kendi topraklarına dönüyordu. Tersine bir göç vardı! Çünkü 30-40 yıldır süren hatta Dersim özelinde düşünürsek 100 yıldır bitmeyen savaştan yorulmuştu halk. Bu savaşın yorgunluğu insanları yeni arayışlara itmişti. Yeniden köyler canlanmıştı. İnsanlar oraya yeniden yerleşmeye başladı. Sadece o üç yıl içinde yapılan evleri görseniz ki şuan yine hepsi sahipsiz, bu dönüşün ne kadar yoğun olduğunu anlarsınız. Tabii Dersim için konuşuyorum. Aslında görünen şuydu o dönem; en kötü barış savaştan iyidir. Çünkü bu yaklaşık 100 yıldır ertelenmiş bir özlemdi. Şimdiki savaş ortamını dediğim gibi 100 yıldır tanıyoruz. Sadece içeride de değil Suriye’de de savaş var. İç ve dış politikada ciddi bir kargaşa hâkim. Bu döneme demokrasi denmeyeceği çok açık.
Bu dönemde sanat yapmak nasıl bir anlam kazanıyor?
Bu dönemde sanat yapmak sığındığımız son kale olarak görüyorum. İnsan kalabilmek için sığınılabilecek bir kale. Şuan toplumsal yapıların hepsi şiddet üzerine kurulmuş durumda. Medya, toplumsal kilit noktaları, camiler ki en önemli örgütlenme yerleri onlar açısından, iktidarın elinde. Hem siyasi hem de askeri olarak düşman olarak çizdikleri ya da tehlike olarak gördükleri tüm öteki taraflara karşı silahlanıyorlar. Bir de her an sokağa ineceklermiş psikolojisiyle yaşıyorlar. Bu savaş ortamının geldiğimden beri hissediyorum kafede de sokakta da takside de... Yani üç beş gün kalsam da bu haleti ruhiyeyi çok güçlü bir şekilde gördüm diyebilirim kendi adıma. Her türlü yaşam alanının zapt edildiği bu dönemde sanat elbette bu da bir mücadele yöntemidir ve tekrarlamak gerekirse insan kalabilmek için de sığınılabilecek bir kale.
Savaşı ve şu anki ortamı anlatırken biz bunu zaten 100 yıldır tanıyoruz dediniz. Yakın dönemde çıkacak bir ağıtlar albümünüz var. Ağıtlar hep savaşları, toplumsal kırılmaları hatırlatıyor. Siz de zaten 100 yıllık bir sözlü tarih çalışması yaptınız yanılmıyorsam.
Dersim kültürü sözlü olarak nesilden nesle aktarılmış bir yapıya sahip ve sözlü bir hafızaya dayanıyor. Biz 20-25 senedir Dersim kültürü üzerine uğraşıyoruz. Birçok derleme, kayıt çalışmaları yaptık bu alanda bu sözlü kültür ve hafızayı tespit etmek amacıyla. Bu süre boyunca ağıtlara dair fark ettiğimiz şu oldu, sözlü kültürün de kendine göre bir hafıza kayıt yöntemleri var.
Nedir bunlar?
Mesela ağıta yazılı kültür açısından baktığımızda; bir insanın bir acı ya da travma karşısında feryadı olarak çıkacaktır karşımıza. Oysaki böyle değil. Elbette bir acıyı anlatıyor ama ağıtlar esas olarak sözlü kültürlerde ve hafızalarda tarihe kayıt düşmenin aracıdır. Burada yaşanmışlığı toplum hafızasına emanet etmek gibi önemli bir yan var. Bugün tarih okumaları nasıl yazılı belgeler üzerinden oluyorsa ve o belgeler bize belli dönenleri anlatan kayıtlarsa ağıtlar da sözlü tarihte bu işlevi görür.
DEVLET BELGELERİNE BENZEMEZ AĞITLAR…
Müzikle ya da ritimle daha rahat aktarılabiliyor olması da avantaj sanırım öyle mi?
Evet ama ağıtlara baktığımızda müziğin ya da şiirselliğin değil, anlatılmak istenenin bir ‘olay’ olduğunu görüyoruz. Yani anlatmak, estetik kaygıların önüne geçiyor. Ağıt toplum tanıklığını dile getirir eğer bu işlevi görmüyorsa zaten kabul görmez. Sözlü hafızanın en önemli tarafı şudur; yalanı aktarmaz çünkü toplum hafızası kabul etmez. Bu yüzden siz kendi kafanıza göre ağıt yakamazsınız. Toplum buna inanırsa alır ve kendinden sonraki kuşaklara aktarır. Ağıtla yalan söylenmez, abartamazsınız ya da tek taraflı bir bakış anlatamazsınız. Yani devlet belgelerine benzemez ağıtlar.
Bir nevi hakikat midir yani?
Ağıtlar gerçeklerin deklere edilmesidir. Ağıtlar hakikatin ve tarihin taşıyıcılarıdır. Sözün belgeleridir kısacası.
ERMENİ KIRIMI İLE İLGİLİ HİÇ YAYINLANMAMIŞ BİR AĞIT
Ağıtları araştırırken Dersim’in de 100 yıllık tarihine bakıyorsunuz o zaman…
Evet, biz son 100 yılı aslında siyasi tarihini işliyoruz ve hatta bunlara politik ağıtlar diyoruz buna. Çünkü bu ağıtlar ya devletlerarası ya da devletle olan çatışmalarda ölmüş kişiler üzerine söylenmiş. Şöyle bir kronolojimiz var; Birinci Dünya Savaşı’ndan başlıyoruz. Birinci Dünya Savaşı’nda birçok cephe var Dersim bölgesi de Doğu Cephesi’nde yer alıyor. 1915’te aynı dönemde Ermeni kırımı ve seferberlik var. Bu dönem ilişkin icra ettiğimiz 3 ağıt var. Bunlardan bir Çanakkale Savaşı’na ilişkin, seferberlik çerçevesinde askere alınıp cephelere sürülmüş Dersimliler üzerine; bir diğeri seferberlikle ilgili, insanları nasıl sokaktan, çarşıdan, pazardan toplayarak cepheye sürdüklerini anlatan Şair Hüseyin’in döneme şahitlik eden bir ağıtı. Ermeni kırımı ile ilgili daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış, Dersim’de bizim gibi çalışmalar yapan Dr. Daim Cengiz’in bir derlemesi; Enver Paşa ile ilgili Sarıkamış’ta donarak ölen askerleri anlatan ve onu sorumlu tutan Zazaca bir taşlama bir eser var ayrıca o da Daim Cengiz’in. Biz 90’lı yıllarda derleme çalışmalarına başladığımızda bizden bir kuşak önce başlamış kişilerden biridir Daim Cengiz. 70’lerin sonu 80’lerin başından itibaren bu çalışmalarını yapmaktadır kendisi. Şunu da belirtmek gerekiyor bu son 100 Dersim kültürünün en radikal şekilde çözüldüğü dönemdir. Her 10 yılda bir örneğin nine ile torun arasında dil yok. Aynı dili konuşmuyorlar.
Kuşaklar arasında dil kaybediliyor diyorsunuz ama öte yandan da sözlü bir hafızayı kayıt altına almaya çalışıyorsunuz bu zor olmadı mı?
Elbette siz yetişebildiğiniz kaynakları kaydediyorsunuz. Metin (Kahraman) yıllardır burada bu işi yaptı sessiz sedasız. 90’ların ortalarından bu yana birilerinden duyarak kaynaklara ulaştı, Dersim’de, İstanbul’da, Bursa’da, Almanya’da. Örneğin Seyit Mahmut Yıldız yıllardır Almanya’da onunla da orada çalıştık hep. Bazen bunları ararken hiçbir şey bile öğrenmeyebilirsiniz ya da bazen sadece bir kelimeyi bile kaydetmeniz çok önemli olur. Sözlü hafıza, yazılı kaynağı bulmak gibi değil.
Başka hangi derlemeleriniz var?
Bizim kendi derlemelerimiz var Çanakkale Savaşı ile ilgili demin bahsettiğim Seyit Mahmut Yıldız’dan derlediğimiz bir çalışma Dersim’in ünlü şairlerinden Sey Qaji’ye ait. 93 Harbi ile ilgili var bir tane de. Bir de o dönemde işgale karşı Dersim’deki aşiretlerin oluşturduğu bir direniş hattı var ki tamamen sivil bir irade. Bunu anlatan ağıtlar bulunuyor. Seyit Rıza da var bu birlikler içerisinde. Daha sonrasında 1920 Koçgiri, hemen arkasından Koçanlar diye bir hareket var. 38’de Seyit Rıza sonrasında Kore Savaşı’na dair ağıtlar da bulunuyor. Ağıt söyleme geleneğinin bizim kuşağımızda da devam ettiğini düşünüyoruz. Bunlar 90’lardan sonra gelen müzisyen kuşağı, biz de dâhil. 80’lerdeki muhtıraya kendi bestemizle şahitlik ediyoruz. Günümüze doğru da Munzur’da yapılmak istemem barajlara dair besteler var. Bunlar da bir siyasi sürecin halkaları. Bu ağıtların kronolojisini bir de 250 sayfalık bir kitapla da anlatıyoruz. Zaten kitap da ağıtları takip eden bir çalışma. Ağıtları dinlediğinizde tek tek isim, tarih verildiğini görüyorsunuz. Misal Dersim Harekâtı başladığında atılan gazete manşetlerinin arşivi var bende. O dönem resmi tarih yazıcılarıyla halkın anlattığı arasındaki farkı görmek mümkün. Bu bize sözlü ve yazılı hafızanın kayıt imkânlarını tartışmaya itiyor.
YAZI TEKLİĞİ SÖZ İSE ÇOKLUĞU YAYAR
Hâlbuki ‘söz uçar yazı kalır’ daha somut bir tarihi miras olarak görülür.
Bırakalım söz uçsun zaten. Söz uçar ama aynı zamanda konar. Yazı yazanı bile yalancı çıkaracak bir enstrümandır. Çünkü yazıldıktan sonra kendisi bir varlıktır artık. Sözü ise biz taşırız. Yazı tarihteki en büyük manipülasyon aracıdır. Her dönem iktidarın elindedir ve ona göre şekillenir halka göre değil. Oysa sözlü tarihi halk taşır. Yazı tekliği söz ise çokluğu yayar…
Peki, bunca kaydı albüm dışında başka bir şey yapmayı düşünüyor musunuz?
Evet, hayatımızın projesi bu zaten diyebilirim. Sözlü kütüphane kurmak istiyoruz. Bu Dersim için zorunlu bir ihtiyaç bizce. Yaptığımız bu kayıtları, bizim dışımızdaki arkadaşların yaptıklarıyla birleştirebilirsek sadece Dersim’e değil topluma da güzel bir kaynak kazandırmış oluruz. Bunlar abartılı hayaller değil zira bizler Anadoluluyuz, Mezopotamyalıyız ve insanlık tarihinin kökleri burada aranıyor. Ama insanlar yazının fetişleştirilmesi, anıtlaştırılması yüzünden hep somut bir şey arıyor yerin altında. Oysaki yerin üstünde dilden dile taşınan çok önemli bir hafıza var.
Son olarak tutuklu HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın şiirini bestelediniz. Konserde başka şiirini de besteleyeceğinizi söylediniz. O hangisi?
Demirtaş’ın şiirini sevdik elbette ve bunun üzerine besteledik. Cezaevleri açısından sol geleneğin söylediği bir şey vardır oraları okula dönüştürmek açısından. Ben de kaldım cezaevinde ve bir okul gibi kullandık okumak, yaratmak açısından. Çünkü cezaevine giriyorsanız, okuyacaksınız, öğreneceksiniz ve teslim olmayacaksınız. O yüzden ben bir sanatçı olarak, Selahattin Demirtaş’ın verimli kullandığını görüyorum o koşulları. Bu anlamda onun yanında olduğumuzu göstermek istedik. Diğer şiir de Bulaşıcı cesaret. Onu da çalışıyoruz şuan, kayıtlarımızı yaptık hatta. Yine sade bir video kliple yayınlayacağız. Tabii elbette dinleyebildiğini düşünmüyorum ama kendisi de onlar şiir değil, şarkı sözüydü ben zaten bestelemiştim demiş. Ama artık onu bizlere yolladı, yayınlandığından itibaren hepimizindir diye düşünüyorum. O yüzden hakkını vermeye çalışmak lazım biz de elimizden geldiğince buna çabaladık.