Van’da uzun süredir çalışmaları yürütülen ARSİSA Dil Kültür Sanat Araştırmaları Merkezi, yeni açılmış olmasına rağmen yoğun ilgi görüyor. KHK ile kapatılan Kürtçe dil kurslarının ardından açılan Merkez, çocuklar için yaşlarına uygun ayrı sınıfların yanı sıra yetişkinler için de ayrı seviyelerde eğitim verecek.
ARSİSA Dil Kültür Sanat Araştırmaları Merkezi'nin çalışmalarını yürüten Mehmet Batu, ANF’nin sorularını yanıtladı:
Kürt diline yönelik asimilasyon politikaları devam ediyor. İçinde bulunduğumuz süreçte Kürtçe hangi saldırılara ve baskılara maruz kalıyor?
Öncelikle neden bir dile karşı baskı ve asimilasyon politikaları geliştirilir, bu sorunsallığın altında yatan temel neden nedir; onu değerlendirmek lazım.
Dil, insanın varoluş haliyle ilgili bir durumdur aslında. Varoluş hali de doğal olarak hukuk ve adalet tartışmalarındaki “hak” kavramından önce gelir. Yani dil konusunu bir hak ya da talep konusu olarak görmekten çok, bir varoluş hali olarak değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü hak, uygarlaşma süreci içerisinde insanlığın gündemi haline gelen, çoğu zaman da mücadele ile kazanılan bir gereklilik, hatta bir beceridir.
Dil ise insanın içine doğduğu bir haldir. Dolayısıyla bir varoluş hali olarak dili yasaklamak, insanı, insanın içinde yaşadığı toplumu, doğal ortamını yok etmeye çalışmak demektir. Dil, kendini üreten, yenileyen, geleceği döllendiren bir yapıdır. Bu çerçeveden bakıldığında, bir dilin yasaklanmasının veya asimilasyon politikalarına maruz bırakılmasının asıl nedeninin, söz konusu dili kullanan toplumun belleğinin ve geleceğinin ortadan kaldırılmasını hedeflediği rahatlıkla anlaşılır.
Türk devletinin kuruluşundan bu yana Kürtlere yönelik sistematik bir asimilasyon politikası yürütülüyor. Buna karşı yürütülen mücadeleyi yeterli görüyor musunuz?
“Bir toplumu yok etmek için silahlara gerek yok. Dilini unutturmak yeterlidir” diyor Konfüçyüs. Tam da bu minvalde, Kürt dilinin yasaklanması, Cumhuriyet’ten bu yana yürütülen en önemli devlet politikasıdır dersek yerinde olur. Hem de kararlı, istikrarlı ve sistematik bir şekilde uygulanan bir politikadır bu. Kürt dilini yasaklayanlar, aslında ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar ama Kürtlerin önemli bir kısmının devletin bu en önemli politikasının, uygulamalarının bilincinde olduğu kanısında değilim.
Kürtlerin, devlet politikasına karşı dilleri açısından yeterli bir direnci göstermemelerinin belki de en önemli nedeni, bu bilinçsizlik halidir. Elbette devletin açıktan ifade ettiği bir yasak söz konusu değil. Hep söylendiği gibi kimsenin “yasaktır, konuşamazsın” dediği bir durum yok yasal çerçevede. Ancak Kürtlerin taleplerini terörize etme durumu, pratik olarak onu yasaklama girişimi oluyor ki, bu da toplumsal yansımasını Kürtçe konuşanların linç edildiği, hatta öldürüldüğü noktaya kadar geliyor. Bu somut durumu yakın zamanda hep birlikte gördük.
Kayyum atamaları Kürtçe üzerinde ne tür olumsuz etkiler yarattı?
Özellikle 2016 yılından itibaren KHK ile Türkiye’de günlük yayın yapan tek gazete olan Azadiya Welat, Kürt Dili Araştırma ve Geliştirme Derneği ve İstanbul Kürt Enstitüsü, yine çeşitli ilçelerde açılan Kürtçe ile eğitim yapan okullar mevzuata aykırı faaliyet yürüttükleri gerekçesiyle kapatıldı. Bazı ilçelerde bu amaçla yapılan okullar, henüz eğitim hayatına daha başlamadan yıktırıldı. Yine kayyumlar eliyle kaldırılan Kürtçe tabelaların yanı sıra Kürtçe sokak, cadde ve park isimleri silindi. Öte yandan okullarda Kürtçe seçmeli ders olarak konulmuş olsa da idarecilerin bunu engellemeye yönelik teşvik edildiklerini görüyoruz. Bütün bunlar, resmiyette olmasa da fiiliyatta gerçekleştirilen dil yasaklarına birer örnektir. Söz konusu Kürtler ve Kürtçe olunca, anlaşılan hukuk da çok yerini bulmuyor.
Kürtçeye yönelik geliştirilen bu uygulamalar karşısında gösterilen refleksin yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
Duygusal anlamda bir refleks var elbette. Fakat pratik reflekse gelince maalesef yeterli değil. İlk sorunuzda da ifade ettiğim gibi bu konuda toplumsal bilinç sorunumuz var. Toplum, devletin uygulamalarına karşı oldukça tepkili. Ancak bu sadece tepkide kalıyor. Bazı basın açıklamaları veya hak talep eden dilekçelerle konu gündeme taşınmaya çalışılsa da mesele kendi dilini öğrenip geliştirmek. Bunu kamusal alanın, o da olmazsa toplumsal yaşamın dili haline getirmede oldukça ilgisiz kalınıyor.
Söz ve eylem birbirini tutmayınca ne toplumsal duyarlılık yeterince gelişiyor ne de devletin atacağı adımlar açısından bir baskı gelişiyor. Kürtler, devletin dil konusuna yaklaşımının politik bir tercih olduğunun farkında, ancak bu politik tercihi bertaraf edecek olanın kendi dilini yaşamın hakim dili haline getirmek olduğunun farkında değiller. Böyle olunca da dil olayına sadece bir hak ihlali olarak yaklaşıyorlar, ki bu yeterli ve çözümleyici bir tutum değil.
Sizin Kürtçeye yönelik çalışmalarınız nedir? Hangi aşamadadır?
Merkezi Erciş ilçemiz olan ve Van merkezde de temsilcilik olarak açılan ARSİSA Dil Kültür ve Sanat Derneği adıyla özelde Kürtçe kurs veren bir derneğimiz var. Yeni açılmış olmasına rağmen oldukça yoğun bir katılımın olduğunu gördük. Sevindirici bir durum. İnsanların kendi dillerine sahip çıkmaya çalışmalarının, birbirleriyle sadece kendi dillerinde konuşmalarının birey üzerinde nasıl olumlu psikolojik bir hal yarattığını, davranışlarında ve gözlerinde görmek mümkün.
Çocuklar için yaşlarına uygun ayrı sınıfların yanı sıra, yetişkinler için ayrı seviyelerde sınıflarımız var. Derneğimizin yeni olmasından kaynaklı halen duyulmamış olmasının farkındayız. Bunun için özel bir çalışma yapmış değiliz. Buna rağmen gerek dile yönelik uygulamalara karşı tepkisellikten kaynaklı, gerekse de geleceğine yön verme isteminden kaynaklı ciddi bir ilginin olduğunu görüyoruz. Bu da açıkçası bizi gururlandırıyor.
Yürüttüğünüz çalışmaların ardından halka bir çağrınız olacak mı?
Sistematik olarak sürdürülen asimilasyona karşı Kürtçe öğrenmek isteyenler için önemli bir alternatif olan ARSİSA, Kürtçeye sahip çıkmanın söylem düzeyini aşması ve günlük yaşamda kullanılması için de çaba gösteriyor. Burada verdiğimiz derslerle birlikte öğrencilerimizin günlük yaşamlarında ve ailelerinde giderayak Kürtçeyi tercih ettiklerini ve ailelerini de buna zorladıklarını görüyoruz. Özellikle Kürtçe bilmeyen başta Kürtler olmak üzere diğer herkesin bu kadim dili öğrenmeleri için kurslarımıza dahil olmalarını, Kürt dilinin ve edebiyatının muhteşem güzelliği ve çekiciliği karşısında mest olmalarını bekliyoruz. Öğrendikçe, sudan çıkmak istemeyen balık misali, Kürtçeden kopamayacaklarının garantisini veriyoruz. Bu da bir tüyo olsun!
Kürtçenin gelişmesine yönelik endişeleriniz var mı? Varsa, buna karşı önerileriniz nelerdir?
Hep deriz ya, “Kürtler artık eski Kürtler değil” diye. Bu, dünyayı algılama kapasitelerinin arttığı yönünde pozitif bir değerlendirme. Ancak bunu dil açısından değerlendirdiğimizde de Kürtler artık eski Kürtler değil. Dil açısından bu eski olmama hali, daha çok negatif bir durumu izah ediyor. Geçmiş yıllarda Kürtler, kendi köylerinde veya mahallelerinde kendilerine yetecek kadar bir kelime haznesine sahiptiler. Ama son on yıllarda Kürtler arasında sosyo-politik ve sosyo-ekonomik gelişmelerin yaşanması, Kürtlerin dillerini kullanmaları noktasında belirleyici olmuştur.
Değişen dünya koşulları, özellikle de teknolojik değişim ve gelişmeler, artık yeni bir kavram dünyasına ihtiyaç duyuyor. Yeni dünyanın yeni kelimeleri ve kavramları var ve artık yaşantımızda bu kavramları kullanmak gibi bir zorunluluğumuz var. İşte bu noktada, anadillerinde eğitim alamayan Kürtler, bilim veya politika alanında konuşmaya çalıştıklarında kendilerini yetersiz görüyorlar ve hemen başka bir dile yöneliyorlar. Hızla gelişen bilişim ve teknoloji, egemen dilin ekonomik getiri sağlayan bir unsur olması ve devletin kayıtsızlığı gibi nedenlerle Kürtçe üzerinde çok ciddi bir asimilasyon süreci hâlâ devam etmektedir. Bu sorunun tek bir çaresi var, bu da Kürtlerin bir an önce anadillerinde eğitim almasıdır. Anadilde eğitim geciktirildikçe, Kürtler zamanın hızla değişen ruhuna yenilmektedirler.
Kürtçe konusunda toplumda tanık olduklarınızdan biraz söz edebilir misiniz?
Bir diğer endişem ise, Kürtlerde oto-asimilasyonun yaygınlaşmasıdır. Burada en büyük sorumluluk aileye düşmektedir. Anne ve babanın çocuğuyla Kürtçe konuşmaması oto-asimilasyona yol açıyor. Kürt illerinde her geçen gün anadilin evde konuşulması azalmaktadır. Aynı şekilde Kürtçenin çocuklara, yeni nesillere aktarılması da zorlaşmaktadır. Bugün bir ulusal bilinç olsa da çocukların adları Berfin veya Ciwan olsa da Kürtçe konuşulmadığını görmek büyük bir trajedi. Çocuklarına bu isimleri veren anne ve babaların ısrarla çocuklarıyla ana dillerinin dışında konuştuğuna şahit oluyoruz. Oysaki ev, Kürtçe için bir okuldur. Evin içinde Kürtçe hakim olursa, insanın kendine yaptığı adeta bir zulüm olan oto-asimilasyon da gerçekleşmez.
Kürt dilinin korunması ve geliştirilmesi için neler yapılabilir?
Bu noktada Kürtlere düşen görevler vardır. Öncelikle anne ve babaların, çocuklarını Kürtçe ile icra edilen kültürel faaliyetler içine almaları gerekir. Sadece evlerinin içinde değil, günlük çalışmalarında dahi her yerde Kürtçe konuşmalıdırlar. Kürtçe eserler incelenmeli ve okunmalıdır. Kürtçe gazete ve dergiler alınarak, aile ve toplum içinde bu kaynakların alımı ve okunması teşvik edilmelidir. İnternet üzerinde Kürtçe yayın yapan web sayfaları takip edilmelidir. Ancak böylesi bir öz sorumlulukla binlerce yıllık geçmişi olan, bugün yaklaşık 40 milyonluk bir nüfusa sahip olan bir halkın, yani Kürtlerin bir varoluş hali olan dillerinin, yani Kürtçenin yaşanması ve yaşatılması sağlanmış olacak. Bununla sadece ulusal değil, insani bir sorumluluk da yerine getirilmiş olacak. Kürtlere ve diğer halklara bu güzel ve politik amaçlar uğruna baskı altında olan Kürtçeyi öğrenmelerini, ondan yaşamın hazlarının en güzelini tatmalarını tavsiye ediyorum.