Bildiğimiz saray, izlediğimiz Lanthimos
Kendine has tarzıyla adından söz ettiren yönetmen Yorgos Lanthimos, ’The Favourite’ ile kendi sinema dilini epey değiştiriyor.
Kendine has tarzıyla adından söz ettiren yönetmen Yorgos Lanthimos, ’The Favourite’ ile kendi sinema dilini epey değiştiriyor.
Köpekdişi, Alpler, The Lobster ve son olarak Kutsal Geyiğin Ölümü ile adından söz ettiren Yorgos Lanthimos’un ilk kez Venedik Film Festivali’nde gösterilen son filmi The Favourite/ Sarayın Gözdesi, öncekilerden farklı tarzda ele aldığı bir yapım.
Kendine ait bir anlatısı olan ve belki bunu söylemek kimilerine göre erken olsa da ’auteur’ bir yönetmen Lanthimos’un ilk defa sinema dilinin bu kadar dışına çıkması bir bakıma enteresan. Bu dışına çıkma meselesi tamamen kendisini bertaraf ettiği anlamına gelmiyor. The Favourite, her ne kadar Lanthimos izleyicisini ‘artık’ şaşırtmayan ‘gariplikler’ içermese de kendine has mizahını ve bakış açısını belli noktalara yerleştiriyor. Seyirciye ‘buralarda bir yerdeyim’ diyor bir bakıma.
KADINLAR ÜZERİNDEN İKTİDAR SAVAŞI
Filmekimi kapsamında Türkiye’de izleyici ile buluşan The Favourite, 18’inci yüzyılda İngiltere ve Fransa savaşı devam ederken Marlborough Düşesi Sarah (Rachel Weisz ) ile kuzeni Abigail’in (Emma Stone) İngiltere Kraliçesi Anne’in (Olivia Colman) gözdesi olmak için birbirleriyle girdiği rekabeti anlatıyor. Bir dönem filmi olan The Favourite, iktidar mücadelesini kadınlar üzerinden şekillendiriyor. Bu bir bakıma riskli bir yöntem. Diğer yandan da erkeklerin devlet işleri yaptığı bir dünyada, kadınların suyun yüzeyinde kalma mücadelesi bu; elbette erkek yöntemleriyle. Belki de bu kısmı atlamadan daha çok iktidar meselesini nasıl işlediğine bakmalı.
Yönetmenin şimdiye kadar genellikle aile ile uğraşan ve toplumsal katmanın en alt yapısındaki taşların (ailenin) kodlarını ters yüz eden bir sinema dili vardı. Köpekdişi, belki de bunun en sarsıcı örneklerinden biriydi. Tüm kavramaların ve toplumsal öğretinin yeniden kodlandığı bir alanda, anlatılanların tek doğru kabul edildiği ama bu sistemin de bir yerde çatlak bir zemininin olabileceğini anlatan bir film. Köpekdişi, insanların girdiği ve kendi kuralları olan ilk hapishaneyi, yani aileyi başarıyla anlatıyordu…
AİLENİN KODLARINDAN SARAYIN KODLARINA
İlk çıktığında Haneke’ye benzetilen Lanthimos, zamanla kendi tarzını oturttu. Aile, evlenme, avlanma, toplumsal yarış, aşk, kaybetme ve sosyal düzenle olan derdi bitmedi. Kutsal Geyiğin Ölümü ile ailede; hayatta kalma ve seçim ile şimdiye kadar oluşturduğu tüm kavramları üst üste koyarak Köpekdişi etkisi yaratmasa da ‘mutlu aile’ tablosu fiyaskosunu çarpıcı bir şekilde ortaya koydu.
The Favourite’te ise iki kadının önlerine çıkan her şeyi yıkmaktan tereddüt etmedikleri iktidar savaşını izliyoruz Lanthimos’tan. Sanki yönetmen ‘İktidar ve toplumsal öğretileri en küçük mertebede anlattım, şimdiyse asıl şekillendiği kademeye bakıyorum ve metafora gerek yok, her şey ortada’ diyor.
İktidarı nasıl işlediğine dönecek olursak. Lanthimos, saray entrikalarını bildiğimizden farklı anlatmıyor. Kadınlar üzerinden anlatması da farklı bir boyut katmıyor. Zira kadınlar da erkeklerden farklı bir bakış açısına sahip değil. Kadınlar, bu yüzden devletin patriarkal bir aygıt olduğunu söylüyor. Yönetmen de buna sadece kendine özgü belli dokunuşlar katarak veriyor. The Favourite, Lanthimos’un izlenmesi ya da hazmedilmesi en kolay filmlerinden biri ya da ilki. Absürd bir dönem filmi denebilecek bir yapım ki kostüm, atmosfer anlamında da anlının akıyla çıkıyor bu işten ama gerisinden çok büyük bir şey beklememek lazım…