Bir hayal kırıklığı: Sisters in Arms

Hamburg’da festivalde son dönemde adını duyuran “Kadınların Silah Kardeşliği-Sisters in Arms” filmi gösterildi. film tam anlamıyla ne anlatmak istediğini belirtemeyen, kendi içinde çelişkileri yoğun olan bir düzeydeydi.

30 Ekim-6 Kasım tarihleri arasında Hamburg’da Kürt Filmleri Festivali gerçekleşti. Katılımın yoğun olduğu etkinlikte, birbirinden farklı ve anlamlı birçok film, izleyiciyle buluştu. Her film sonrası söyleşiler ve Kürt sineması üzerine uzman kişiler ile paneller düzenlendi.

HAYAL KIRIKLIĞI VE ÖFKE

Festivalin ilk gününde, son dönemde de adını duyuran “Kadınların Silah Kardeşliği-Sisters in Arms” filmi gösterildi. Avrupalı bir yönetmen tarafından çekilmesi; Şengal sürecinin bir Avrupalının gözünden nasıl anlatıldığı merak ediliyordu. Açıkçası film tam anlamıyla ne anlatmak istediğini belirtemeyen, kendi içinde çelişkileri yoğun olan bir düzeydeydi. En tehlikeli olan ise direnişi kendi ile bütünleştiren Özgürlük Hareketinin felsefesini, yaşam tarzını hiçleştiren ve içini boşaltan bir kulvardan yürümesiydi. Tam bir hayal kırıklığıydı.

Objektivite yetersiz olduğu kadar sanat değeri de çok zayıf bir filmdi. Filmin hareket alanı çok parçalı olup eklektik bir hava yaratıyor ve  bilgisayar oyun tekniklerini insanın aklına getiriyor. Akışkanlık getiren; dolayısıyla her karenin geçen kareyi güçlendirmekten çok, eşit ve yatay bir algı doğuruyor. Her kare kendiyle sınırlı ve neden-niçin -nasıl anlamında karelerin bağlantıları çok zayıf. Filmde geçişler çok hızlı yapılmakla birlikte kişilik okunmaları da gerçeğe uygun değildi.

Fransa’dan Rojava’ya giden Fransız savaşçılar kolektifi adlı grubun film üzerine eleştiri  yazısını da okuyunca, yalnız bizde değil, özgürlük hareketini tanıyan herkeste ciddi bir öfke yarattığı da görülebiliyor. Kolektif, 10 Ekim tarihli açıklamasında “Kadınların Silah Kardeşliği filmi neden mücadelemiz için kötü bir propagandadır?” sorusuyla tepkisini ifade ediyor.  Kolektife göre, Caroline Fourest Kürt kadın savaşçıları kendi Batılı ve kurumsal feminizm değirmenine koyarak, YPJ’nin başta Arap dünyasında olmak üzere yurtdışındaki ününe zan altında bırakacak “ağır bir hata” işliyor. Filmdeki bir çok yanlışa dikkat çeken kolektif, “Fiksiyon halen devam eden bir çatışma gerçekliğini aşmaya yarayan bir geçiş hakkı değildir” diyor.  Kolektif, sıraladığı daha bir çok nedenle filme karşı pozisyon aldıklarını belirterek, “Bu film ne YPG/YPJ’nin Fransız erkek ve kadın savaşçılarını, ne de savunduklarını iddia ettikleri Kürt davasını temsil etmiyor” diye belirtiyor. Kolektif, filmi izlememeye çağırıyor.

Öyle görülüyor ki, bu film sadece özgürlük hareketine karşı değil, aynı zamanda bu mücadelede kendini bulan enternasyonalist özgürlük savaşçısı olan kadınlara karşı da  karalamaya dönüşmüş.

SİNEMANIN DA NAMUSU VARMIŞ!

Hangi zaman ve mekânı kullandığı  belli olan bir kurgu filmi. Bu kadar yakın bir tarihi işlerken, halen tanıklarının birçoğunun hayatta olduğunu düşünürsek, "neye danışılarak bu film çekildi" sorusu aklımıza yerleşiyor. Çok fazla yanlış üzerine kurgulanmış bir film. Teknik görselliğinden tutalım da müziklerine kadar bu yanlışlık yansıyor. Yönetmenin deyimiyle, "feminist bir savaş filmi yaptım" iddiası bile yanlış ve feminizm felsefesine aykırı durum yansıyor. Mücadeleye katılan Fransız feminist enternasyonalistleri gösterirken Rosa Luxemburg’u tanımaması ve bunun bir dalga şeklinde işlenmesi de ayrı bir eleştiri konusu. Demek oluyor ki, bütün teknik ışık ve efektlere rağmen, sinemanın bir de namusu varmış!

Yakın bir tarihtir, Şengal Katliamı. 3 IŞID, Şengal’e saldırmış, Şengal merkez ve bağlı köy ile beldelerinden 7 binden fazla Êzidî Kürdü kaçırmış, yüz binlercesini göçe maruz bırakmış ve soykırıma tabi tutmuştur. Bu süreçte tüm her şeye rağmen, Özgürlük Hareketi bu katliamı durdurmak için büyük bir direnç göstermiş ve Êzidî halkını büyük bir katliamdan kurtarmıştır. Bu direniş gücünü her zaman özgürlük felsefesi ile bütünleştirerek, halklar açısından yeni yaşamın umudu olmayı başarmıştır. Elbette ki bunun romanı yazılacak, resmi çizilecek, filmleri çekilecektir. Önemli olan, bu gerçekliği objektif olarak verme sorumluluğu. Gerçekçi olmayan, kendine göre karalamayı esas alan yöntemlerle manipüle etme çabasına giren bu film, aydınlanma penceresi olma görevini kaybetmiştir. Aslında var olan durum, yaşanan gerçekliği bilimsel aklın gücü ile ele almaktan ziyade, içini boşaltma eğilimidir. Bir anlamda yozlaşma ve çürütme durumudur. Oysa ki yapılması gereken tek şey, var olan tüm yalanları deşifre etmek ve yaşanan gerçekliği objektif olarak herkese göstermek olmalıydı.

POPÜLER KÜLTÜRÜ YENİDEN ANLAMALIYIZ

Tüm bunların yanında, filmin neden bu kadar popülerleştirildiğini anlamak zor değil. Bir yandan tüm halklar açısından bir umuda dönüşen ve benimsenen yeni yaşam felsefesini anlamsızlaştıran eğilimlerin körüklemesi, bir yandan da filmi izlemeden, içeriğini bilmeden, 'Kürtler için yabancılar çok güzel bir film yapmış, o zaman bunu duyurup sahiplenelim’ denilmesi... Bu felsefeyi benimseyenler, kendi elleriyle bu manipüle etme eğilimini bilinçsizce desteklemiştir. Bunda elbette ki, popüler kültürün etkisi olduğunu söylemekle birlikte, kendinden olmayana karşı aşırı bir hoşgörü ve popülerleştirme mantığı da mevcuttur.

Bu noktada popüler kültürü yeniden anlayıp, ona göre bir tutum da almamız gerekmektedir. Popüler kültürün ne olduğu sorusunun cevabı, kapitalist pazarlamacılığın kültürü satmasının içinde gerçekleşir. Ve kültürü popülerleştirerek satar. İşte bu noktada halkların yaşam değeri, toplumsal kimlik emeği olan kültürü bu anlamda satışa sunar.  Pazarında öyle bir durum yaratır ki, satacağı malı tanımadan alacak alıcılar oluşturur. Tıpkı bir fragmandan yola çıkarak filmin çok iyi olduğuna kanaat getirmek gibi bir durum. Fragmanını beleş verip, sonra para karşılığında satın aldırıp sadece kültür değerlerini popüler kültür adı altında satılığa çıkarmış, aynı zamanda da kendine alternatif olarak gördüğü yaşam felsefesinin de içini boşaltarak  yaygınlaştırmayı amaçlamıştır. Yönetmen bunun ne kadar bilincinde diye sorarsak, bu konuda cevabı kendisine bırakmak gerekiyor. Ama objektif olarak ortaya çıkan durum, halkların yaşam umudu olarak gördüğü bir felsefeyi, tümden boşa düşürme yaklaşımıdır. Yaratılmak istenen; bağımlı kadındır, umutsuz bir toplumdur, asıl savaşımın kişilik dönüşümünün özü olduğunu silikleştirmektir.

KÜRT SİNEMACILARA ELEŞTİRİ

Burada bir eleştiriyi de Kürt sineması çalışanlarına yapmak gerekiyor. Kendini anlatmayı hep başkalarına bırakıp, dağınık kalıp, bireysel kurtuluşlar üzerinden hareket edildiği sürece Kürtler hep farklı tanıtılmaya devam edecektir. Oysa ki, Kürdün gerçekliğini, özünü, kültürünü, moral değerlerini, ödediği bedelleri, umutlarını, sevinçlerini, acılarını ne kadar algılar ve bunun sanatını yapma üzerine yoğunlaşırsak, sanatın birleştirici olma sırrına da erişebiliriz. İşte bunun için bir araya gelmeye, tartışmaya,  birlikte iş yapmaya ihtiyacımız olduğu ortaya çıkıyor. Sorunları derinleştirmek değil; en temel ilke ve felsefede bir araya gelinirse boşluk bırakmaz ve bu tip kültürel saldırılara karşı da daha güçlü oluruz. Sinemadaki egemenin estetik aklın hükmünü de böyle kaldırabiliriz. Diğer türlüsü, kültür soykırımının bir neferi olur ve bu halka sanatçılar olarak en büyük hakareti yapmış oluruz.

Şu anda yeni Kürt filmleri gösterime girmek için tanıtımlarına başladı. İnanıyoruz ki bu filmler daha güçlü bir dönüşümü yaratacak ve sanatın gerçek gücünü de gösterecektir. Yolları açık olsun. O yolu da bizler daha fazla sahiplenerek açalım…