Dağlarımızın koçer çocuğu, yüreğimizin yoldaşı, sana bir demet ezgi topladık bastığın bütün mekanlardan. Şiirlerimiz öksüz kalmasın diye senden imgeler ördük yaşamımıza. Yürüdüğün patikalara duygularından tohumlar ektik, gülüşünle suladık sendeki anlamı ve hakikati. Geçmiş ve geleceğe armağan ettik dağ kokulu bakışlarını. Sonrasında Lolan suyunun kutsallığına bıraktık, hep aksın diye. Avuçladık suyu, önce öptük, sonra da gözlerimizi kapatıp yüzümüze savurduk, damlalar düştükçe tekrardan birikti ve koca deryalara yol aldı. Tüm mekanlarda can bulma, çoğalma aşkıyla yol aldı Lolan. Seni anlattık gözleri, tenleri yaşam kokan çocuklara, dağlara nakşettik özlemlerimizi, seni tekrar kucaklama umuduyla. Dağın her bir dokunuşuna senden bir anı, bir hayat ördük. Zamanın durduğu yerde yine sen aktın, yine sen vardın, geçmiş, gelecek ve anın toplamından oluşan senin gerçeğin vardı. Yoldaşlarının anılarında hep gülen bir resimsin sen, Daxistan yoldaş. Bazen inceden bir sızı olsa da, bazen ateşten bir özlem olsa da, koca bir gülüş olarak kaldın bizde; hep canlı, bize saf, temiz ülkemizin zozanlarını hissettiren koca bir yaşam.
DAĞLARIN GİZEMİNE SANATLA ULAŞMAYA ÇALIŞTI
Daxistan yoldaş, hep bir koçer çocuğun sadeliğiyle yaşadı, arayışları hep yeniyi, güzelliği yaratmaya dönüktü. Yaşamı bir sanattı. Bir sanatçı ve devrimciydi. Dağların her bir karışı onun için tiyatro sahnesiydi ve bu sahnede gerçek bir oyuncuydu. Yaşamı ve sahneyi birbirinden kopuk ele almadı. Tiyatro ile eleştirdi, yarattı ve gerçeğe sarıldı. Yarattıkça içindeki gücü daha çok keşfetti ve dört elle sarıldı sanata. Dağların gizemine hep sanatla ulaşmaya çalıştı. Sanat içinde sanatı yaşadı. Herkesin baktığı gözle değil, var olanın ötesindeki hakikate yol aldı. Onun için yaşam bitmez tükenmez bir yoldu, hep arayış, hep mücadele ile anlam buldu yaşamı. Bazı insanlar zamanın ötesinde yaşarlar, zaman arkalarından koşar ve yetişmeye çalışırlar, Daxistan yoldaş da zamanın ötesinde zamanı aşmıştı. Mücadele ile dolu, günübirlik değil, tarih için yaşadı. Her bir ana anlam vererek, tarihi değerini bilerek, anda kendini oluşturarak baktı hayata. Dağların ruhuyla arınmış insan güzeli Daxistan yoldaşı anlatmak biraz garip yada zor gelir. Çünkü biz onu hep sahnede kendisini, yada toplumsal gerçeğimizi anlatırken izledik. Onu izledikçe bir adım daha yaklaşırdık kendimize. Sanatı ve yaşam tarzı ile hep bir şeyler vermeye çalıştı. Sanatın amacı, toplumun değerlerini korumak, yeniyi yaratmak ve yaşamın maneviyatını yükseltmekse, Daxistan yoldaş, bunun en güzelini gerçekleştirdi, öncülüğünü yaptı. Onun özgürlük arayışına, mücadelesine olan cevabı da buydu. "En çok dağların sahnesinde özgür hissediyorum" derdi. Ve o sahneye hep bir devrimci, savaşçı, sanatçı olarak sarıldı.
DEVRİM VE SANATIN BAĞINI HİÇ KOPARMADI
Dağlarda insan, önce kendisini arar, keşfeder ve yaratır. Dağlara anlam biçtikçe güzelleşir insan. Her anın tarihi değerini hissederek bakar. Daxistan yoldaş, dağlarda keşfeder tiyatrocu yeteneğini. Önce biraz çekingendir. Aslında gerilla yaşamının görkemi karşısında, toplumumuzun köklü tarihi değerleri karşısında, sanatla ne kadar cevap olabilirim, diye kaygılanır. Ama yaşadıkça devrimin sanatla topluma yansıması gerektiğini daha derinden görür. Devrimin sanatsız olmayacağını bilir. Gerçek bir devrimcinin bir sanatçı inceliği, duyarlılığı ve sorumluluğuyla yaşaması gerektiğini hep söyler. Gerçek bir sanatçınınsa yolunun devrimden geçtiğini, üretimleriyle gösterir. "Devrimci asıl olan sanatçıdır" felsefesiyle yaşar. "Halkı, toplumu, tarihi için yaşayan sanatçıdır, devrimcidir" derdi.
Dağıstan Koçer yoldaş, 1980 yılında Siirt’te dünyaya gelir. Aslen Batmanlıdır ve Batman'da büyür. 1990 yılı başlarında Sason'un renkli asi yaylalarında ilk gerillaları gördüğünde yüreği bir çocuk gibi atmış, yaşama daha başka bakmaya başlamıştır. Onun hayali dağlar ve gerilla yaşamı olmuştur. Doğa ile iç içeliği, toprağa, ülkeye olan tutkusu, onu gerilla yaşamına daha da yakınlaştırmıştır. Kalbi dağlarda attıkça artık göğüs kafesine sığmaz olur ve 1999 yılında İstanbul’dan gerilla saflarına katılır. Onun tiyatroculukla ilgilenmesi, ilkin küçük adımlar ile başlamış ve kendisinde böyle bir yeteneğinin olduğunu keşfetmiş. Tabii bunu yapabileceğine dair yoldaşları tarafından sürekli teşvik edilmiş. Daxistan yoldaş, sahnedeki ilk yerini “Hammalên Xeyala” (Hayal Hamalları) adlı oyunda almış. Oyun Kürdistan’dan göç eden bir ailenin trajik öyküsünü aktarıyor. Bu oyunda profesyonel oyuncularla oynadığından dolayı da kaygıya kapılan Daxistan yoldaş, kendisine, "başaramazsam bırakırım” der. Ama ilk oyunu başarılı geçince iddialı bir biçimde devam etme kararı alır. Daxistan yoldaşın en çok severek oynadığı karakter ise Guri’ydi. Bunu hep paylaşır, Guri karakterinin toplumdaki gerçeğini hep tartışırdı. Guri karakteri Daxistan yoldaşta büyük bir etki yaratmıştı. Guri, toplumdan dışlanan bir çocuğun öyküsüydü. Dışlanmış bir çocuğun topluma isyanıydı.
“Tiyatro benim için bir yaşam tarzıdır” diyordu Dağıstan yoldaş, tiyatrosuz bir yaşam tasvir edemediğini sürekli anlatırdı. Onun tiyatroya olan aşkı, dağlara, mücadeleye yaşama olan aşkıydı. Sadece yerinde durarak yapmazdı tiyatroyu, taburları, bölükleri gezer, günlerce yürür ve tiyatrosuyla yoldaşlarının karşısına çıkardı. İzleyiciyle arasında o kadar güçlü bir bağ kurardı ki, onu izleyenler sahneye, oyuna kilitlenir, büyük bir heyecan ile izlerlerdi. Sahnede tiyatronun ona neler kazandırdığını sorulduğunda, “Tiyatro bana yaşama ve insana dair yeni bir ufuk verdi. Hem gerilla olmak, hem sanatla uğraşmak insana çok şey kazandırıyor” cevabını verirdi. Tiyatronun bir devrime benzediğini söyler, bir devrim tadında sahneye çıkardı, yaşamın sahnesinde durmadan koşardı, "tiyatro da yaratıyor, tıpkı devrim gibi” derdi, onun yaratıcısı, devrimcisi olurdu.
SUSARKEN DE ANLATIRDI
Çalışırken, üretirken hep dağların zirvesine çıkardı. Onun için dağların zirvesi gibi tiyatro da bir zirveydi. Repliklerini çalışırken onun sesini ta uzaklardan duyardık, saatlerce, aralıksız çalışırdı, onun sahneye çıkacağı günü dört gözle beklerdik. Yükseklerde uçardı adeta. Belki de kendisiyle en yalın yüzleştiği yerlerdi dağların zirveleri. Ya da bin yılların kirliliklerinden arınmanın mekânlarıydı, çocukluk arayışlarının anlam bulduğu hakikatti. Ama öyle bütünleşirdi ki bazen etrafını bile kıskandırırdı. Bir insan bu kadar mı yakışır dağlara, dağlar bu kadar mı güzelleşir bir insanda, bir yoldaş bu kadar mı güzel bakar, hisseder yaşar, derdik. Çünkü onda yılların kül olmamış özü, sadeliği, yoldaşlarına olan sevgisi büyüktü. Sessizce bakar, susarken bile çok şey anlatırdı. Onun sevgisi, yaşamın her anında, her zorluğun karşısında üstün gelirdi.
HAYALİ, KÜRDİSTAN'IN HER YERİNDE TİYATRO OKULLARIYDI
Her insan hayalleri peşinde koşar ve hayalleri kadar bir dünyası, yaşam amacı vardır. Daxistan yoldaşın hayalleri devrimin zirvesinde tiyatroyu zirveleştirmek ve sanat ile yoğrulmuş, tüm kirlerden, egemen zihniyetlerden arınmış bir dünyanın yaratılmasıydı. "Kürdistan'ın tüm şehir ve köylerinde tiyatro okulları açmak isterdim. Her bir evde, ailede sanat ile uğraşan olmalıdır. Belki de hayalini kurduğumuz yaşam, dünyadaki egemen zihniyetlerin değişimi ancak böyle olabilir" derdi. Dağlarda, mücadele içinde sanatın değiştiren ve dönüştüren gücüne sonuna kadar inanarak yaşadı. Çünkü sanat insana, doğaya en yakın olan, öz ile var olmanın, kendini yaratmanın tarifiydi onun için.
Daxistan yoldaş, uzun yıllar şehit Sefkan okulunda kültür sanat çalışmalarını yürüttü. Nice güzel yoldaş ile bu yolda yürüdü. Şehit Yekta'dan ilk tiyatro eğitimini aldı. Şehit Hêvi, Rêzan, Zerdeşt ve Yekta yoldaşlar ile birçok kez sahne aldı. Ortak bir ruh, amaç ve yaşam ile sarıldılar devrime ve sanatları yaşam biçimleri oldu. Yoldaşlık, dostluk tadında yaşadılar. Daxistan yoldaş, bu yoldaşların yaşam ölçülerini esas alarak yaşadı ve onların bıraktığı mirasa her zaman sahip çıktı. Sohbetlerinde, eğitimlerde şehit yoldaşlardan hep örnekler vererek doğru bir devrimci kültür-sanat çizgisini geliştirmek için sürekli mücadele içinde oldu. Bizim de bu gün bu hayallere daha çok sahip çıkmamız, bunu her nefeste hissetmemiz, hissettirmemiz gerek.
Hayaller, insanın ruhu gibidir. Ruh gitti mi, kuru bir beden kalır, amaçsız bir yaşam kalır. Daxistan yoldaşın hayalleri bugün kocaman gerçekler olarak her yerde yaşam buluyor. Ülkemizin çocukları onların bıraktığı değerler ile büyüyor, sanat ile bakıyorlar geleceğe ve senin de bize miras ve görev olarak bıraktığın son sözün buydu: "Bir gün bütün Kürt çocuklarının dans etmesini; sanatla, tiyatroyla büyümesini, burada tohumları atılan sanatın topluma da yayılmasını ve gelecek nesillerin sanatla büyümesini diliyorum.”