Ferhat Tunç'a hapis cezası-YENİLENDİ

Sanatçı Ferhat Tunç'a 1 yıl 11 ay 12 gün hapis cezası verildi. Tunç, sözlerinin arkasında olduğunu belirterek, "İktidar gibi düşünmek zorunda değilim" dedi, sanatçıların sorumluluğunu anlattı.

“Örgüt propagandası yapmak” iddiası ile hakkında 9 yıla kadar hapis cezası istenen Sanatçı Ferhat Tunç'un yargılandığı davanın duruşması, Çağlayan 36. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Tunç ve avukatının hazır bulunduğu duruşmayı Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri Garo Paylan ve Hüda Kaya’nın yanı sıra çok sayıda kişi izledi.

Savcı önceki duruşmada esas hakkındaki mütalaasını tekrar etti. Savcı, Tunç' un "Zincirleme şekilde örgüt propagandası yapmak" iddiasıyla cezalandırılmasını istemişti. Savcının mütalaasını tekrarlaması üzerine Tunç, esas hakkındaki savunmasını yaptı.

‘SANATÇIYI POPÜLİZM DEĞİL, KİMLİĞİ AYAKTA TUTAR'

Sanatın, ilk insan topluluklarından günümüze ifade aracı olarak tanımlandığını dile getiren Tunç, “İnsanın mesele edindiği her şey, sanatta estetize edilerek konu edilir. Yani eğer sanatçı kimliğimize sahip çıkmak istiyorsak, onun dünyanın gerçeğini estetize ettiğini de biliriz. Yine niteliği gereği bazı gelişmeleri öngörebildiği gibi, yaşanmış güncel olaylarla ilgili söz hakkı da alabilen bir iş yapıyorum. Bu hak, herhangi bir politik görüşe ya da ideolojiye bağlı olmasından değil, sanatın temel ilkelerinden ileri gelir. Aynı zamanda sanatçı toplumsal değerleri savunan ve bu değerlere üretimiyle katkı sunan bir aydındır da. Sanatçıyı ayakta tutan popülizm değil, işte bu kimliğidir. Bugün ilkel bir milliyetçiliğin ucuz sloganlarıyla coşanlar, sadece kendilerine benzemeyenleri cezalandırabilmek, üstün olduklarını hissedebilmek ve aydınları küçümseyebilmek için binlerce yıllık bilim ve sanat birikiminin sağladığı huzurdan vazgeçiyorlar. Haliyle suçlamalara konu yapılan sözlerimi esirgemezken, aslında sanatın ilkelerine de sahip çıkmaya çalışıyorum. Sanatçılar için mutabık olunan ve hatta onlardan beklenen, güncel ve duyarlı olmalarıdır. Ben de hiçbir gücün sundukları ya da dayattıklarına aldırış etmeden, toplumun bu beklentisine denk düşecek çabanın içinde olmaktan hiç nedamet duymadım” dedi.

'SANATÇI HER KOŞULDA HAYSİYETİ SAVUNUR'

Koşullara ve iktidara göre hareket edenlerin en başta sanatın kendisine ihanet ettiğinden emin olduğunu dile getiren Tunç, “Sanatçı bir yerin propagandasını yapmaz; insani bir refleksle sanatsal bir sorumluluk geliştirir. Ben de bunu yaptım. Sanatçının, politikanın yahut sadece teorik alanların algıladığı yerden değil, meselelerin içinden ve objektif bir bakış açısı geliştirmesi gerekir. Sadece insanın yanındadır, her koşulda onun var oluşunu, haysiyetini savunur. Teknik ve teorik donanım dışında, sanatsal ifadesi ve duyarlılığıyla gelişen edebiyat ve sanat alanlarında üreten insanlar, bu alanların temel tanımları ve gereklilikleri üzerinden yargılanamazlar. İnsanın dil ve beden dışında ifade olanaklarını geliştirmediği, sanatsal kaygıyla hareket etmediği yerlerde bile göstermesi gereken temel refleksler, sanatçının ta kendisidir” diye ifade etti.

“Sanatçılardan insanın umudunu, kederini yok sayması değil, bunu duyması, sahiplenmesi, bir biçimde ifade etmesi ve yeni olanaklar için ilham vermesi beklenmelidir” diyen Tunç, “Sanat ve sanatçılar bir ideolojiye sığdırılamaz, toplumların vicdanı olduğu için de yargılanamazlar. Yargılama saiki ile hareket edenlerin tek amacı olabilir. Sanatçıları ve aydınları susturmak. Tarihten beri iktidarlar bunu denediler. Ne sanatçılar sustu ne de toplum tek tipleşti. Toplum mühendisliğine soyunan hiçbir iktidarın esamesi bile okunmuyor. Ama susturmaya çalıştıkları sanatçılar, binlerce yıldır eserleriyle yaşıyorlar” diye konuştu.

'PARA VE STATÜ DEĞİL, TOPLUM İÇİN YAŞADIM'

24 albümü olduğunu ve 35 yıldır özetlediği hakikatler temelinde yaşamaya gayret ettiğini kaydeden Tunç, “Para, korku, statü, teslimiyet gibi sözcüklerle aynı cümlede adımın anılmaması için yaşadım. Toplumun kederini anlamlandırmak, pırıl pırıl umudunu körüklemek için yaşadım. Sanatçılığın doğasında muhalefet var. Mazlumun dili olmak ve toplumsal duyarlılık yaratmak gibi asli bir görevi de var. İktidarların hoşuna giden şeyleri yapmak, tabiri caizse saray soytarılığıdır. Elbette iktidarların yaptığı iyi şeyler de takdir edilebilir. Örneğin çözüm süreci gibi. Aynı zamanda, merkezi Danimarka'nın başkenti Kopenhagen'de bulunan Dünya Özgür Müzik Forumu'nun (Freemuse) Türkiye Elçisiyim. Bu payenin, dünyanın değişik ülkelerinden baskı ve sansür altında yaşayan sanatçılara verilen bir paye olduğunu da belirtmeliyim. 35 yıllık sanat hayatımda ülkemde ödül yerine payıma soruşturmalar, konser yasakları ve tutuklanmalar düşerken, 2010 yılında İngiltere'de Dünya Özgür Müzik Ödülüne layık görüldüm” ifadesinde bulundu.

'GÜNCEL POLİTİKAYA GÖRE GERÇEĞİMİZ DEĞİŞMEZ'

“Kürt sorununun silahla, savaşla çözülmeyeceğini birkaç yıl önce kabul eden hükümetin güncel politikası değişti diye gerçeği inkâr edecek değiliz” diyen Tunç, suçlamalara ilişkin ise “Dünyanın en barbar örgütüyle mücadele edenleri övdüğüm için pişmanlık duymuyorum. IŞİD denen barbar örgütün zulmüne maruz kalmış bir halkın acısını dile getirmenin değil, tam aksinin sorgulanması bana daha vicdanlı ve akla yatkın geliyor. Bu saikle de bakınca, böyle bir iddianame için pekala niyet okuması yapabilirim; sanatçı duyarlılığımı halkın acısına temas ettirmem son derece kötü niyetli olarak 'terör örgütü propagandası' sayılıyor” dedi.

Kobanê sürecini çok yakından takip eden bir sanatçı olduğunu hatırlatan Tunç, “Hatta son çıkan albümlerimden biri 'Kobanê' adını taşıyor. Bütün dünyaya korku salan, insanlığın ortak değeri olan tarihi kentleri yok eden IŞİD terör örgütünün, Kobanê'ye dönük saldırı sürecinde Suruç sınır bölgesindeydim. Sadece benim değil, bütün dünyanın gözü ve kulağı Kobanê'deydi. Yetmedi, Kobanê'ye geçtim, bir hafta boyunca savaşa tanıklık ettim. Bu tanıklığımı ülke ve dünya medyasında yazarak ve anlatarak dile getirdim. Kobanê'ye nasıl geçtiğimi merak ediyor olabilirsiniz. Tamamen yasal mevzuata uygun, dönemin Şanlıurfa Valisinin resmi izniyle gittim” diye konuştu.

'İKTİDAR GİBİ DÜŞÜNMEK ZORUNDA DEĞİLİM'

Tunç, DAİŞ’in kadınları kaçırıp köle pazarlarında satması, kendisinden olmayan insanların kurbanlık koyun gibi başlarını kesmesi, zorla alıkoyduğu çocukları birer katile dönüştürmesi karşısında, YPG, YPJ’nin “barbarlar ordusuna” karşı halkı savunduğunu belirtti. “Güncel politika değişince 'terörist' ilan edilen PYD Lideri Salih Müslim'i Ankara'da ağırlayan ben değildim, devletti” diyen Tunç, “Kaldı ki keşke bu temasları devam ettirme iradesi gösterilseydi ve savaşın diline ve doğrudan kendisine mahkûm bir sürece girmeseydik. Bir sanatçıyım ve iktidarlar gibi düşünmek zorunda değilim” dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'la ilgili yaptığı sosyal medya paylaşımına dair Tunç, "Milyonların 'önderim' dediği Öcalan ile ilgili endişeler giderilmelidir. ‘Tecridin son bulması için’ demişim. Tam olarak hatırlamıyorum ancak tecrit koşullarını protesto etmek adına cezaevlerinde açlık grevlerinin başladığı bir dönemdi. Ben de bir sanatçı olarak, insanların cezaevlerinde ölmesine karşı çıkıp, tepkimi dile getirmiştim" diyerek, şöyle devam etti: "İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bu görüşümün 'suç' olarak tanımlanması doğru ve adaletli değil. Madem Öcalan'ın bir 'önder' olmasıyla ilgili kuşkular vardı da, hükümet ve devlet yetkilileri, çözüm sürecinde, İmralı Adası'nda kendisiyle defalarca görüşürken, bunu neye dayandırıyordu? Devlet ve hükümet, Kürt halkının temsilcisi olarak Öcalan'la görüştü. Ayrıca o süreçte Bülent Arınç’tan tutun Beşir Atalay'a kadar onlarca AKP’li siyasetçinin Öcalan'ı öven beyanları var. Ayrıca Çözüm Sürecini doğru buluyordum ve yine bu sürecin başlatılmasını umut ediyorum. Bazı liderlikler kendilerini dayatır, bazılarını da toplum yaratır. Çözüm süreci devam edip gerçek manada bir sonuca bağlanmış olsaydı, bu ülke şimdi bu sorunlarla mı boğuşurdu... 15 Temmuz gibi lanetli bir süreci mi yaşardı...

Savaş, ölüm, gözyaşı; bütün kötülüklerin ayyuka çıktığı bu karanlık günleri mi yaşardık? 'Güvenlik' kılıfıyla Dersim ve pek çok yerde ormanlar; kuşlar, böcekler ateşe verilir miydi? İnsanların ‘işsizim’ deyip kendini yaktığı bir dönemi mi görürdük? ‘Maaşlarımız verilmiyor, tahtakuruları kanımızı emdi, kötü koşullarda çalışıyoruz’ diyen işçiler mi tutuklanırdı? Daha birkaç gün önce oğluna pantolon alamayan İsmail Devrim yaşamına son verdi. Bu bir intihar değil, uygulanan bu politikaların yol açtığı cinayettir. Bu tür ölümler, savaşa ayrılan bütçenin halktan esirgenmesinin sonucudur. İşsizlik, pahalılık, zamlar, krizler ve fakirlik bu kadar yayılır mıydı?”

‘SUÇLAMALARIN TÜMÜ SİYASİDİR’

Tunç, savunmasının devamında şu ifadelere yer verdi:

“Hannah Arendt, dünya savaşlarından sonra tarihin inkârına başlandığını söyler. Müsebbibi de egemen siyaset dünyasıdır. Günümüzde de bu gelenek gerek tarihsel gerçekler, gerekse güncel gelişmeler çarpıtılarak korunuyor. Haliyle kimin neden, nasıl savaştığına, nerede konumlandığına dair devletlerin çok sık kandırmacaya başvurduğunu görüyoruz. Mikrofon uzatılan sanatçılar ve hatta hiçbir yurttaş, bu kötü geleneğe alet olmak zorunda değil.

Dolayısıyla bana isnat eden suçlamaları kabul etmiyorum. En nihayetinde, adaletin ve hukukun prensipleri göz önüne alındığında görülecektir ki, suçlamaların tamamı siyasidir. Genel fikir özgürlüğünün önemiyle birlikte, dünyanın her yerinde, sanatın ve sanatçının özgürlükle bağına ayrıca değer verilir. Ben sanatın toplum yararını gözeten bir sanatçıyım. Düşüncelerimi açıklarken de bu hassasiyeti gözetiyorum. Voltaire'nin artık çoğumuzun ezberlediği o meşhur bakış açısına layık olunmalı; 'Söylediklerime katılmasanız da, onu söyleme özgürlüğümle ilgilenmeniz' gerekir. İkinci bir seçenek daha var; 'doğruluk değil zaferdir önemli olan' diyen Hitler'i referans almak! Bir süredir biz şanssız olabiliriz ama böyle karanlık zamanların kalıcı olma şansı da yok. Bu zamanları sinerek, susarak değil, inandığım her ne varsa onları daha gür seslendirerek geçirmeye kararlıyım. Bunun için ne bir hapis cezası ne de ölüm tehditlerinin karşılığı olabilir. Hukuka da, fikir özgürlüğüne de sahip çıkmak adına bu davanın düşmesi gerektiğine eminim.”

AV. KANAR: YARGI AKP'NİN ETKİSİNDE

Tunç’un ardından söz alan Avukat Ercan Kanar, Türkiye’de her zaman egemen iktidarın siyasi görüşlerinin yargıyı etkisi altını aldığını dile getirerek, “Ancak hiçbir zaman bu son 8-9 yıl kadar etkisi altına almadı. Egemen iktidarın etkisi yargıya girmiştir” dedi. Kanar, cesur yargıçlara ihtiyaç duyulduğunu dile getirdi.

Tunç'a ertelemesiz 1 yıl 11 ay 12 gün hapis cezası verildi.