Güneş Ülkesinde Diriliş’in ilk kitabı: Amara

Öcalan’ın önerisiyle 7 yazarın üzerinde çalıştığı Güneş Ülkesinde Diriliş romanın üç ciltlik ilk kitabı olan Amara, bugünden itibaren okuyucuyla buluşuyor.

Uzun süredir merakla beklenen ve Mezopotamya Yayınları tarafından yayına hazırlanan Amara, 8 Eylül’den itibaren Avrupa’daki kitapçılardan temin edilebilecek. 4 yıl boyunca aralıksız olarak çalışarak Amara’yı yazan M. Sait Üçlü’ye göre mevcut kalıpların dışında yeni bir roman türü denemesidir; Demokratik Toplumcu Edebiyat’ın ilk örneğidir.

Romanın yazarı M. Sait Üçlü’yle kitabın konusunu, nasıl hazırlandığını ve kitap hakkında merak edilenleri konuştuk.

Amara romanı çalışması ne zaman ve nasıl gündeme geldi?

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bir görüşme esnasında başka kitapların yanı sıra “Apo Klanı” adıyla bir romanın da yazılması gerektiğini söylemişti. Bu proje, gecikmeli de olsa Şehit Şîlan Edebiyat Okulu tarafından ele alınıp bir planlamaya kavuşturuldu. 2014’te yani Önderliğin önerisinden 10 yıl sonra da olsa bu çalışma başladı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Apo Klanı” adıyla yazılmasını istediği kitap Amara mıdır?

Önder Apo, Kürt Özgürlük Mücadelesinin romanlaştırılmasını istemişti. “Güneş Ülkesinde Diriliş” ismiyle kaleme alınan roman ve onun ilk kitabı olan Amara, bu gerçeği konu edindi. Güneş Ülkesinde Diriliş, bir nehir ya da seri romandır. Birinci kitap; Amara’dır ve 3 ciltten oluşuyor. Gerisi arka arkaya gelecektir. Diyebilirim ki, Güneş Ülkesinde Diriliş romanının yazım çalışması da bir roman konusu olabilecek kadar heyecan verici ve çarpıcıdır.

Çalışma sürecini biraz açar mısınız, hangi yönleriyle çarpıcıydı?

Roman, toplam 7 kitaptan oluşuyor. 7 yazar arkadaş yazıyoruz. Hazırlık çalışması için ekiplere ayrıldık ve bir yıl boyunca Türkiye, Suriye, Irak-Kandil, Lübnan vb. yerlerde bilgi ve belgeler topladık. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve ailesinin geçmişini araştırdık. Geçmişte kendisini birebir tanıyan herkese, başta çocukluğu olmak üzere, yaşadığı bütün mekânlara ulaşmaya çalıştık ve çekimler yaptık. Yüzlerce kişiyle söyleşiler yaptık. Büyük bir görsel ve sözlü arşiv külliyatı oluşturduk. Bu arşivi toplamak, yüzlerce kişinin Kürt Özgürlük Mücadelesi ve Kürt Halk Önderi’ne ilişkin tanıklıklarına ve deneyimlerine ulaşmak gerçekten heyecan vericiydi. Her ne kadar o tarihin bir parçası olsak da oldukça öğreticiydi. Hayal ve umudu daha da geliştiriyordu. Yeni bilgi ve belgelere ulaşıyorduk.

Ekibimiz, belge ve bilgi toplama sürecini tamamladıktan sonra Şehit Şîlan Edebiyat Okulu kurucusu arkadaşlarla yeniden oturup kitap serisinin kurgusu, içeriği, biçimi, dili ve üslubu üzerinde günlerce tartışmalar yürüttük. Romanı tarihsel gelişmelere bağlı olarak 7 ayrı sürece ayırdık. Her yazar bir süreci yazmayı üstlendi. Daha sonra ekip olarak uygun bir mekâna yerleştik ve yazmaya başladık.

7 kitap birbirinin devamı mıdır?

7 kitaptan oluşan, Güneş Ülkesinde Diriliş romanı, tarihsel süreç olarak birbirinin devamıdır. Birbiriyle bağlantılı olan nehir gibi bir romandır. Fakat her kitap, Kürtlerin özgürlük arayışında belirgin ve farklı olan bir süreci ele almaktadır. Bu nedenle her kitap; kurgu, içerik, biçim, dil ve üslup olarak kendine özgüdür. Bir nehir roman olmakla birlikte, aynı zamanda her kitap kendi başına ayrı bir romandır.

Böyle kapsamlı bir kitap çalışmasını 7 ayrı yazar birlikte nasıl yürüttünüz, bu ekip birbirini nasıl tamamladı?

Romanı yazarlar ile Şehit Şîlan Edebiyat Okulu yöneticisi arkadaşların tartışmaları sonucunda somutlaşan kolektif bir projedir. Birlikte yürütülen tartışmalar sonucunda kitabın içeriği netleştirildi. Bir yıl süren ve kitap için belge-bilgi toplama işi de yazar ekibi tarafında kolektif olarak gerçekleştirildi. Yazar ekibi olarak da 3 yıl boyunca aynı mekânı paylaştık. Yazarken sürekli bir diyalog, dayanışma, ortaklaşma, fikir alışverişi içinde olduk. Diyebilirim ki kolektif bir çalışma ve emeğin ürünüdür.

7 yazarın bir seri roman üzerinde çalışması sıra dışı bir durumdur, neden böyle bir şeye ihtiyaç duydunuz?

Güneş Ülkesinde Diriliş, hem ciddi bir edebiyat olayı hem de Önder Apo, Kürt Özgürlük Mücadelesi, Kürt halkı ve halklarımıza duyulan bir sorumluluğun ürünüdür. Biz kitabın tüm yazar kadrosu olarak bu kitap çalışmasına büyük bir heyecanla başladık. Ben serinin ilk kitabı olan Amara üzerine 4 yıl boyunca aralıksız çalıştım. 3 ciltten oluşan Amara üzerine 4 yıl boyunca, aralıksız her gün ortalama 10–14 saat çalıştım. Yoğunlaşmış, derinleşmiş, estetize edilmiş 4 yıllık zorlu bir emeğin ve çalışmanın ürünü oldu.

Hemen her kitabın yazarı arkadaşlarımız da böyle bir çalışma yürütüyor. Tüm kitaplar tek bir yazarın ürünü olsaydı büyük ihtimalle kitabın bitmesine ömrümüz yetmezdi. Biz bu 40 yılı aşkın süredir nefes nefese her anı dolu dolu yürüyen mücadelenin halkımızla buluşmasının çok fazla gecikmesini istemedik. Bu nedenle büyük bir tarihsel sorumlulukla başlayıp bu bilinçle kolektif bir çalışmayı esas aldık.

Amara dışında yazım aşaması tamamlanmış olan var mı?

Serinin yazım aşaması bitmiş olan kitapları Amara ve 2. kitaptır. 2. kitap, yaklaşık 500 sayfalık bir romandır. Kitabın isminin ve kendi içinde konusunun açıklamasını kitap yayına verildiğinde yazan arkadaşımız kendisi açıklayacaktır. Ekipteki tüm arkadaşlar, bu çalışmayı büyük bir disiplin ve ciddiyetle yürüttüler. 

Peki, Amara’yı biraz anlatır mısınız?

Amara, her şeyden önce bir Kürt romanıdır. Özellikle son iki yüz yılda, tarihin en kadim ve mazlum halkı olan Kürtlerin yaşadığı tragedyayı, hakikat ve özgürlük arayışını, kadim kültürünü, geleneklerini, sosyal yapısını ele alıyor ama Amara, aynı zamanda bu coğrafyada yaşayan Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani-Keldani, Yahudi, Rum vb. bütün toplulukların da romanıdır. Tümüne yer verilmiştir. Üç ciltlik Amara romanı, Kürt Halk Önderi Öcalan ailesi şahsında başta Kürtleri olmak üzere bu coğrafyada kader birliği yapmış, binlerce yıl birlikte yaşamış tüm toplulukların ortak hikayesidir.

Elbette roman, romancının duygularından ve düşüncelerinden bağımsız değildir. Bu çalışmayı yürütürken gerek çalışma sürecinde gerekse roman kurgusu içinde sizi en fazla etkileyen noktalar nelerdir?

Bu romanı yazmaya başlamadan önce, ekibin bir üyesi olarak Öcalan Ailesi’nin geçmişini, soy kütüğünü araştırdım. Yaşadığı mekânları-köyleri dolaşıp gezdim. Ailenin geçmişte yaşadığı zorlukları, acıları, umutları anlamaya çalıştım. Yine yaşadıkları dönemlerin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yapısını inceledim. Kürt Halk Önderi Öcalan’ın çocukluğunun geçtiği Amara köyünde haftalarca kaldım. Köyde onu tanıyan herkesle diyalog kurdum ve geçmişini araştırdım. Köyde gittiği her dereyi, vadiyi, tarlayı, bağı, bahçeyi ve oyun oynadığı her mekânı defalarca gezip inceledim, çekimler yaptım. Kuş avladığı, yılan öldürdüğü, suya girdiği her yeri defalarca dolaştım. Doğal bitki örtüsünü inceledim. Çocukluk arkadaşlarını, buldum konuştum. Bütün akrabalarıyla ayrı ayrı konuştum. Bu çalışma tam bir yıl sürdü. Öyle oldu ki; ben, düşünce ve duygu olarak o coğrafya ile bütünleştim. Öcalan Ailesi ve onun çocukluğuyla bütünleştim. Sonra anlatılan bütün hikayelerin ortak mantığını ve sentezini, yani tipik olanı bulmaya çalıştım.

Anlatılanlardan beni en çok etkileyen şey, daha çocuk yaşta doğa ile bütünleşmesi, çocukları oyuna çekip onlara liderlik yapmasıdır. Liderlik özellikleri, daha çocukluk döneminde çok belirgin ve çarpıcıdır. Öyle bir çocuk ki; var olanla yetinmeyen, verili ve geleneksel aile yapısını kabul etmeyen, çok hareketli, sürekli bir arayış içinde olan ve bunun için isyan eden özelliklere sahiptir. İlk kavgası, ilk isyanı, Sedef ve Hasan ile ilk arkadaşlığı çok çarpıcıdır. Paylaşımcı ve dayanışmacı özellikleri bu yaşlarda çok belirgindir. Kız ve erkek çocuklar için bir çekim merkezidir. Aslında kadının toplumdaki ağır kölelik durumunu daha çocuk yaşta fark ediyor.

Bu kadar çoklu ve bütünsel bir konuyu incelemek ve roman kurgusuna taşımak zorlayıcı olmadı mı?

Doğru, oldukça karmaşık ve zorlu bir konudur, ancak benim açımdan bir o kadar da özgün ve iddialı bir konudur. Bu açıdan romanda çoklu tiplere ve sentez olayına başvurdum. Bu coğrafyada halklar bin yıllardan beri o kadar iç içe geçmişler ki “saf etnik yapı, dil, kültür, din” vb. yoktur. Bütün halkların kutsal değerleri içi içe geçmiş, birbirinden etkilenmiş ve sentez ortaya çıkmıştır. Bu birlikte yaşamanın da ortak maddi ve manevi zeminidir. Amara romanının kurgusu ve içeriği bu ortak senteze dayanıyor.

Romanda geçen olaylar ve gelişmeler salt soyut bir kurgu olmadığı gibi geçmiş ve güncel, tarihsel ve toplumsal olarak anılar ve yaşanılanlar toplamı da değildir. Romana baştan sonra damgasını vuran ama hakikati ifade eden Siyabend, Hasan Hüsnü, Bedir Ağa gibi kurguladığım tipler vardır. Bunlar kurgu da olsa hakikatin ta kendisidir. Öcalan Ailesi’nin yaşadıkları somut gerçeklik kadar Kürt aile yapısının tipik temsili açısında kurgulayıp kattığım özellikler de vardır. Romanın bütününde kurgu ile yaşananlar iç içedir; bir anlamda sentez ve çoklu denklemdir. Kitapta geçen olay ve bilgilerin doğruluğu açısından, imkânlar ölçüsünde defalarca araştırdım. En doğru olana ulaşmaya çalıştım. Romanda yer alan bilgi ve bulgular, ulaşabildiğim mevcut sözlü ve yazılı kaynaklara göre gerçeğe en yakın olanlarıdır, diye düşünüyorum. Romandaki bütün kurgular, gerçeklik ve yaşanılan tarihi süreçlerle uyum içindedir.

Bu çoklu denklemde ideolojik yönü nasıl ele aldınız?

Amara romanını yazarken, kuşkusuz inandığım ideolojinin yönlendiriciliği ve etkisi belirgindir. Yazarın dünya görüşü doğal olarak romana da yansıyacaktır. Genelde edebiyatta, özelde romanda ideolojik yön ne kadar iyi gizlense, kamufle edilse o kadar sanatsal değeri artar ve önem kazanır diye düşünüyorum. İdeolojik yön açıkça kendisini dışa vurduğu zaman o çalışmanın edebi değeri düşer, daralır, yörüngesinden sapar. Bu durumda roman bir ideolojik araştırma inceleme yazısına dönüşür. Mesela ’Ateşi Çalmak’ romanı, bir romandan ziyade Marks’ın hayatını konu edinen, bir araştırma inceleme kitabıdır. M. Şolohov’un ’Durgun Don’ adlı romanı ise edebi yönü yüksek olan bir kitaptır.

Amara romanını dil ve kurgu bağlamında ele aldığınızda roman örnekleri içerisinde nasıl değerlendiriyorsunuz?

Amara romanı; içerik, biçim, hikaye, kurgu, dil ve sanatsal yaratım olarak kendine ait, kendine özgü yeni bir roman türü denemesidir. Biliyoruz ki edebiyat deyince, ilk akla gelen roman türüdür. Roman, edebiyatın hem temel hem de köşe taşıdır. Ruhu ve kalbidir. Roman, bir anlamda insan düşlerinin, daha iyi ve güzel bir yaşam arayışının, umutlarının, acılarının, sevinçlerinin, konuşmasının ve kullandığı sözcüklerin bir hedef, ütopya ve amaç doğrultusunda örgütlendirilip bir kurgu ve hikayeye göre savaşa sürer gibi harekete geçirilmesidir. Basit, sıradan, günlük iletişim, söz, ilişki ve konuşmayı aşan sözcüklerin örgütlü, bilinçli hareket ve eylem halinin yazı türüdür. Toplum gerçekliğini tarihsel ve toplumsal olarak hissederek, özgür yaşam ve hakikat arayışını, tüm değerlerin mihenk taşı yaparak, verili statüyü reddederek, daha üst düzeyde, daha iyi ve güzel olan özgür yaşam arayışını imgelerle dile getirme ve yaratma sanatıdır.

Var olanla çelişki halinde olan, onunla yetinmeyen, salt maddi olana dayalı yaşamı geri, çirkin, katı, soğuk ve yetersiz bulan insanın, daha üst düzeyde, daha güzel ve yaşanılabilir yeni bir yaşam arayışının dile getirilmesidir. Az olandan çok olana, çirkin olandan güzel olana, kölelikten özgürlüğe, yalan olandan hakikate ve alt olandan üst olana doğru sarmal diyalektik bir gelişim ve arayıştır. Roman, yeni yaşamın doğum ebesidir. Yeni yaşam; düşlenen, umut edilen ve var olması gerekendir ama hala var olmayandır. Olması gerekip de olmayanı imgelerle yaratma eylemi ve sanatıdır.

İşte Amara romanı, kendine özgü, kendine ait olan böyle bir yazı türüdür diye düşünüyorum. Amara romanı ile gerçekçilik ve toplumcu gerçekçilik akımlarının şemaları dışına çıkmaya çalıştım. Gorki ile başlayan toplumcu gerçekçi romancıların yaptığı temel şey tüm kurguyu üç tip üzerinde şekillendirmektir. Devrimci tip olarak proleter kahraman, karşı devrimci ve orta yolcu tip… Yani; proleter, burjuvazi ve küçük burjuvazi tiplemeleridir. Bu, o dönemin dar sınıf bakış açısının bir sonucudur. Romanda yaşanan bütün gelişmeler, bu üç tip etrafında cereyan eder. Oysa halkların hakikat ve özgürlük arayışı ile yaşam realitesi; siyah, beyaz ve ara tip olarak gri renklerden ibaret değildir. Hayat gerçekliği, halkların hakikat ve özgürlük arayışı ile yaşanan toplumsal olaylar, çok daha renkli ve karmaşıktır. Halkların özgürlük kavgası, bu kalıplara sığdırılamayacak kadar çok renkli, çok dilli, çok karakterlidir.

Bu durum Kürtlerin son 40 yıllık özgürlük mücadelesinde de bir kez daha çok çarpıcı olarak ortaya çıkmıştır. Bugün Ortadoğu’da yaşanan siyasal gelişmeler bu karmaşıklığın bir sonucudur. Toplumcu gerçekçi romanda, tüm tipler ve olaylar bu üçlü kalıbın, bu şemanın etrafında gelişir… Bunu biraz aşmaya, “tez-antitez-sentez” diyalektiğine ve düşüncesine bağlı olarak, “Çoklu tipleri,” “çoklu karakterleri” “çoklu kültür dil ve söylemi” geliştirerek toplumcu gerçekçiliği aşmaya; Kürt Halk Önderi’nin felsefesine bağlı olarak, ’Demokratik Toplumcu Edebiyat’ örneğini geliştirmeye çalıştım.

Amara romanının, Kürt edebiyat geleneği içinde alacağı yeri ya da yaratacağı gelişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu bir ilktir. Bir ilkin denemesidir. Bana göre Kürt’ü ifade eden gerçek bir Kürt romanı yoktur. Kürtler adına yazılan romanlar, ağırlıklı düzenin siyasal, kültürel dokusunu ve korku duvarını aşmaktan, Kürt hakikatini ifade etmekten oldukça uzaktır.

Genelde bir ’nehir roman’ olan Güneş Ülkesinde Diriliş, özelde Amara romanı, ’Demokratik Toplumcu Edebiyat’ örneği açısında bir ilktir. Kürt halk Önderi Öcalan felsefesine bağlı yeni bir edebiyat türünün şekillenmesidir. Romanın zayıf yanı; zorunlulukta kaynaklı dilinin Türkçe olmasıdır. Bununun bilincindeyim ama iyi, sağlam bir çeviri ile bunun çözüleceğine inanıyorum.