Açlık grevleri temelli direniş hamlesinin, “Gerillayı, PKK’yi, Kürt’ü yok edeceğiz, ezeceğiz” diyen, ancak başaramayan TC devleti ve AKP-MHP yönetimi için “O halde işler bu kadar acılı olmasın, daha fazla kan akmasın, gerçeği görün ve makul çözüme gelin” mesajını da taşıdığını söyleyen PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Fakat 6 ay geçti ve görüldü ki, çok fazla laftan anlar durumda değiller. Gözleri kararmış, egoları patlamıştır. Dolayısıyla mesajı doğru ele almadılar. Sanki bir zayıflık gibi görüp gereğini yapmadılar ve 6 ay geçti. İnsanlar 6 aydır hücre hücre eriyorlar. Belli ki anlamadılar. Madem anlamıyorsanız sizin anladığınız dilden konuşuruz, diyor. Gerillanın yaptığı da budur. Karşı taraf bunu istiyor, dayatıyor, diretiyor, bu kadar analara hakaret ederek alçaklık gösteriyorsa hepsinin hesabını gerilla soracak. Gerilla bundan sonra çok daha aktif olarak her yerde olacak. Sadece dağda, sadece askere karşı da olmayacak. Bütün faşist katillerden, polis çetelerden, ajan ihbarcı yapıların hepsinden hesap soracak. Artık hesap sorma devri geldi. Böyle olmasını istemedik. O halde istediğinin karşılığını bulacak. Yaptığının hesabını verecek, hepsi burunlarından getirilecek. Her an gerillanın gürzü enselerinde patlayabilir. Rustemê Zal’ın gürzü gibidir, vurduğunu devirir. Belli ki faşizm başka dilden anlamıyor. Sömürgecilik, soykırım zihniyeti başka dilden anlamıyor. Önderlik, Hareket ve halk olarak fırsat ve şans verdik ama anlamamazlıktan geldiler. O halde başka çare yok” dedi.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’den yayınlanan Ülkeden programına katılarak soruları yanıtladı.
Halklar, demokrasi güçleri bu 1 Mayıs’ı nasıl karşılamalı ve bu seneki 1 Mayıs ne anlam ifade ediyor?
İşçilerin, emekçilerin, ezilen hakların, kadınların 1 Mayıs Birlik Dayanışma ve Mücadele Günü’nü yaşamaları durumu var. Herkes heyecanlı, siyasi ortam hareketli ve canlıdır. Meydanlar hazırlanıyor, sokaklar hazırlanıyor, bildiriler dağıtılıyor. Öncelikle 1 Mayıs’ı seven ve anlamlandıran herkesin 1 Mayıs günü kutlu olsun. Özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyorum.
1 Mayıs denilince akla birlik, dayanışma, toplumsallık ve mücadele geliyor. Mücadelesiz 1 Mayıs gerçek anlamını bulmuyor. Yaklaşık 150 yıla yayılan bir süreçtir. İnsanlık en büyük mücadelelerden birisini bu süreçte verdi. Mücadele denilince tabi Türkiye açısından insan Taksim’i unutamıyor. Taksim’i hatırlamamak mümkün değildir. Bu temelde yine öncelikle 1 Mayıs 1977’de Taksim şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. 15 Ağustos 1984 Atılımı’ndan bu yana geçen süreçte Mayıs ayları bizim en çok mücadeleyi geliştirdiğimiz aylar oldu. 1 Mayıslar da bu aylara girişi ifade etti ki, 1 Mayıs 1985’te Garzan’da Ramazan Kaplan öncülüğünde bir gerilla grubumuz bir haftaya yayılan bir çatışma içerisinde şehit düştü. Ramazan Kaplan yoldaş şahsında tüm 1 Mayıs şehitlerimizi yine saygı ve minnetle anıyorum.
1 Mayıs’ın dikkat edilirse insanlık açısından sahiplenişi, anlamlandırılışı çok daha farklıdır. Örneğin sosyalizm, özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, demokrasi adına birçok mücadeleler yürütüldü, gelişmeler oldu. Belli bir dönem devam etti. Sonra etkinliğini kaybetti ya da azalttı, -ki Ekim Devrimi üzerinde gelişen reel sosyalizm bile böyle bir süreçte çözülüşü yaşadı. Birçokları artık özgürlük, eşitlik, paylaşım, dayanışma arayışlarının bir hayal olduğunu söyler hale geldi ama 1 Mayıs anlam ve öneminden hiçbir şey kaybetmedi, hiç eksilme olmadı. Ne kadar gericilik, kapitalist modernite sistemi, sermaye çevreleri, burjuva güçler saldırı yaptılarsa, demagoji geliştirdilerse, düşünce diye uydurma şeyler ortaya attılarsa da 1 Mayıs’ı kirletemedi, karartamadı, anlam ve önemini azaltamadı. Başta işçiler, emekçiler olmak üzere tüm ezilenlerin 1 Mayıs’ı daha güçlü sahiplenmesini engelleyemediler. 1 Mayıslar daha büyük anlamlar kazandı. 1 Mayıs’a işçi ve emekçiler, kadınlar ve ezilenler daha güçlü sahip çıktı. 1 Mayıs meydanlarını daha çok doldurdular. 1 Mayıs’ın özgürlük eşitlik dayanışma birlik ve mücadele anlamını daha çok geliştirdiler, derinleştirdiler, daha fazla pekiştirdiler ve 1 Mayıs gerçekten de özgürlük, demokrasi, eşitlik ütopyasının yaşayan canlı özü oldu. Onu sürekli ayakta tutan, ilham veren temel bir kaynak oldu. Bugüne kadar da geldi ve şimdi ideolojik, siyasi ve örgütsel alanda da yeniden özgürlük eşitlik mücadeleleri, demokrasi ve sosyalizm arayışları gelişiyor. 1 Mayıslar bu çerçevede daha büyük anlam buluyor. Fakat zor günlerin mücadele günü, ilham veren günü, özgürlük, eşitlik ilkelerini canlı tutan günü 1 Mayıs oldu. 1 Mayıs’ın insanlık, toplumsallık ve sosyalizm için böyle değerli/büyük bir anlamı var.
Bu seneki 1 Mayıs’a bu temelde geldik, şimdi bütün dünyada çok daha canlı ve kitlesel kutlanıyor. Avrupa dahil büyük kutlamalar yapılıyor. İnsanlığın en çok kitlesel kutladığı günlerden biri oluyor. Coşku, heyecan, umut bu 1 Mayıs’ta çok daha güçlüdür. Bu insanlığın kendi özüne uygun olarak var olma, özgür olma, özgür yaşama, toplumsal kalma amacından, ütopyasından, gerçeğinden kopmadığını ve hiçbir zaman kopartılamayacağını bize kanıtlıyor. Bunu görmemiz gereklidir. Bu bakımdan da sosyalizmin toplumla, toplumsallıkla bağını iyi görmek gereklidir. 1 Mayıs bunu gösteriyor. 1 Mayıs özgürlük, eşitlik, sosyalizm arayışını toplumla birleştiriyor. Onu her türlü baskı, sömürü, çıkar aracından kurtarıyor ve soyutluyor. O bakımdan da biz sadece bir umut ve kitlesel kutlama değil, aynı zamanda 1 Mayıs’ın anlamına daha uygun bir düşünce sisteminin geliştiğini görüyoruz.
1 Mayıs’ın anlamına daha uygun düşence sistemiyle kastınızı anlatabilir misiniz?
Özellikle Önder Apo’nun geliştirdiği Demokratik Modernite kuramı bunu çok daha kapsamlı ve sistemli bir biçimde izah etmiş bulunuyor. İktidarcı, devletçi yaklaşımdan, zihniyetten, iktidar ve devlet aracından; özgürlüğü, eşitliği, sosyalizmi kurtarıp toplumla buluşturarak yeni bir paradigmayı temsil ediyor ki, bu kadın özgürlükçü, ekolojist, demokratik toplum paradigmasıdır. Sosyalizmi, sosyalist teoriyi, sosyalist örgütleri iktidarcı-devletçi paradigmadan kurtarıyor. İktidar endeksli, devlet odaklı olmaktan çıkartıyor, demokratik topluma bağlı hale getiriyor ve toplumcu kılıyor. Bu bakımdan da Önder Apo’nun geliştirdiği paradigmanın günümüzü daha çok aydınlattığını, dolayısıyla da 1 Mayıs’a bağlı olan özgürlük, eşitlik, sosyalizm mücadelesi yürüten herkesin bu paradigmayı daha doğru anlamaya, daha kapsamlı tartışmaya çağırıyoruz. 1 Mayıslara onların temsil ettiği özgürlük, eşitlik ve demokrasi ilkelerine daha iyi sahip çıkabilmeleri, daha etkili mücadele yürütebilmeleri için kesinlikle bu gereklidir. Kadın özgürlükçü, demokratik toplumcu ekolojist paradigmayı doğru anlamak, iyi sahiplenmek; 1 Mayısları daha doğru anlamayı, daha anlamına uygun yaşamayı, daha güçlü kutlamayı getirir.
Kürt halkı böyle mi kutluyor, zaten bir hamle sürecinde Kürtler, 1 Mayıs’ı nasıl karşılamalı?
Kürt halkı böyle kutluyor. Kürtler, bu 1 Mayıs’ta çok daha mücadeleci, çok daha umutlu, özgürlüğe, eşitliğe her zamankinden daha fazla yakın, 7’den 70’e kadın-erkek, çocuk-yaşlı herkes 1 Mayısları kutlayacak bilince, anlama ve idraka sahip. Gerçekten de zapt edilemeyen, engellenemeyen kabına sığmaz bir mücadelecilik var. Kürtler zaten ezilen bir halktır, işçi ve emekçi bir halktır. Büyük çoğunluğu böyledir. Dolayısıyla 1 Mayıs, tıpkı Newroz gibi bir Kürt bayramı diyebiliriz. Mevcut konumundan dolayı Kürt mücadele günü, diyebiliriz. Kürt halkı da böyle algılıyor. İşçileri, emekçileri, kadınları, gençleri 1 Mayıslara böyle sahip çıkıyor. 1 Mayıs meydanlarını dolduruyor. Şimdiye kadar böyle oldu. Bu 1 Mayıs’ın da çok daha güçlü olacağına inanıyoruz, çünkü büyük bir mücadele içerisindedir. ‘Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım, Kürdistan’ı Özgürleştirelim’ direniş hamlesi içerisinde. Bu hamle Ortadoğu’yu, Türkiye’yi ve dünyayı demokratikleştirmeyi, insanlığı özgürleştirmeyi hedefleyen onun önünü açan bir devrim ve direniş hamlesi oluyor. Dolayısıyla İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı topyekun direnişle 1 Mayıs’ın birlik, dayanışma ve mücadele anlamını birleştirerek 1 Mayıs’ını Kürt halkı kutluyor. Bu bakımdan da anlamına en uygun yaşayan, kutlayan, toplum, halk konumundadır, diyebiliriz. Bunu bu biçimde sürdürecek, inanıyoruz ki nerede olursa olsun 1 Mayıs meydanlarını dolduracak; tecride, faşizme karşı geliştirdiği direniş hamlesiyle birleştirecek hem 1 Mayısları daha anlamlı kılacak hem de 1 Mayıs ruhuyla direniş hamlesini daha büyütecek, geliştirecek ve zirveye taşıyacak.
Bu temelde bir kere daha tüm ezilenlerin işçi ve emekçilerin, kadınların 1 Mayıs günlerini kutluyor, özgürlük ve demokrasi mücadelelerinde üstün başarılar diliyorum.
Siz de dile getirdiniz. Bu 1 Mayıs aynı zamanda büyük bir direnişe sahne oluyor. Ülkede, zindanlarda, yurt dışında büyük bir direniş var. Direniş hamlesiyle açlık grevleri önemli bir düzeye ulaştı. 1 Mayıs itibariyle nasıl bir düzeye gelecek?
Bu hamle, 6. ayını dolduruyor. Şimdiye kadar dört parça Kürdistan’da ve yurt dışında önemli gelişmelere sahne oldu, ciddi kazanımlar ortaya çıkardı, önemli bir düzey de tutturdu. Kuşkusuz bu hamle topyekun bir direniştir. Toplumsal hareket, siyasi hareket ve gerilla hareketi var. 7’den 70’e bir toplum dostlarıyla birlikte direniyor fakat bu hamlenin geçen 6 aylık sürecine damgasını vuranın açlık grevleri olduğu çok nettir. Leyla Güven öncülüğünde 7 Kasım’da başlayan Büyük Açlık Grevi Direnişi, Kürdistan’da, bütün zindanlarda dünyanın dört bir yanında sürüyor. Zindanlardaki direnişler dört buçuk ayını buluyor ki, bunlar dile kolay söylemler, bu temelde ben özel olarak da tüm açlık grevi direnişçilerinin 1 Mayıs’ını kutluyorum, selamlıyorum, mücadelelerinin şimdiden önemli başarılar kazandığını ve kesin zaferi mutlaka yaratacağını, amaçladıklarını mutlaka elde edeceklerini ifade ediyorum. Buna yürekten inanıyorum, çünkü böyle bir düzeye geldi.
Bir halk, direniş halindedir. İmralı işkence ve tecrit sistemini kabul etmiyor. Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasını istiyor. İmralı işkence ve tecrit sisteminin bir yönetim tarzı, yönetim sistemi haline geldiğini dolayısıyla Türkiye ve Kürdistan’daki yönetimi belirlediğini, herkesi tecrit altına aldığını, tüm insanlığı olumsuz bir biçimde etkilediğini söylüyor ve bundan dolayı bu tecrit sisteminin, tecride yol açan faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin son bulmasını istiyor. Bunu yıkmak için mücadele ediyor.
Bu noktada şunu söylemek istiyorum: Yanlış anlaşılmamalıdır. Mücadele sadece açlık grevi değil, topyekun bir direniştir. Gerilla savaşıyor, halk direniyor. Kadınlar, gençler direniyor. Dört parça Kürdistan’da, dünyanın dört bir yanında direniyor. Devrimciler, demokratlar, insan hakları savunucuları direniyor. Yayılıp kitleselleşmiş çok yönlü bir eylemdir. Fakat bunun içerisinde tabi açlık grevleri temel oluşturuyor, başattır. Bu süreç Leyla Güven’in açlık greviyle başladı, giderek açlık grevi kitleselleşti, açlık grevleri direniş hamlesinin omurgası haline geldi, temel eylem biçimi haline geldi.
Diğer yandan açlık grevleri zindanlarla sınırlı değildir. Onu da hatırlatmak istiyorum. Dört parça Kürdistan’da, dünyanın dört bir yanında sürüyor. On bine yakın insan değişik biçimlerde açlık grevindeler, hatta o sayıyı da aştı. Süresiz dönüşümsüzler o düzeydeler. Süresiz dönüşümlü olanlar on bin sayısını da aştılar. Bu anlamda açlık grevleri her alandadır, her yerdedir.
En yoğun olanı, en kitlesel olanı zindanlarda; zindanların da koşuları çok daha ağır ve zor değil mi?
Elbette faşist baskı ve terör altında bu direnişi sürdürüyorlar. Hiçbir bakım imkanına sahip değiller; ağır baskı, hatta işkence altındalar. Bu yönlü çok yoğun duyumlar geliyor. Zindanlarda baskının, işkencenin olduğu yönünde basına bilgiler yansıyor. Açlık grevinden olan yoldaşların tek hücrelere konmaları, bıraktırılmak için üzerlerinde baskılar, açlık grevinde kullanmaları gereken malzemeleri vermeme durumları var. Bu bakımdan zindanlardaki açlık grevi direnişi hem kitlesel olarak hem de bu karakterinden dolayı açlık grevine damgasını vuruyor. Bu da önemli bir düzeye geldi.
Bunu değerlendirdik, zaten direnişçiler kendi sözlerini kendileri söylüyor, anlamlarını ortaya koyuyor. Vicdanlı olmak, anlamak ve sahiplenmek kalıyor. Biraz vicdan, biraz demokratik zihniyet varsa bu mücadeleye katkılar sunmak için çaba harcamak, ondan yana olmak, güç vermek, katılım göstermek gerekiyor.
Bu noktada seçim süreci önemli bir rol oynamadı mı?
Seçim süreci önemli bir rol oynadı. Seçimden sonda da toplumun başta tutsak yakınları ve tutuklu anneleri olmak üzere önemli bir mücadele gelişimi var. Şimdi açlık grevleri, hamleyi çok daha güçlü geliştiriyor. Daha çok kitleselleştiriyor, daha güçlü çekim merkezinde zirveye taşıyorlar. Hamle, 1 Mayıs’la, Mayıs şehitler ayı ile zirve yapacak, doruklanacak. Zaten 31 Mart seçiminde AKP-MHP faşizmi ciddi bir darbe yedi ve yenilgi aldı. Şimdi sıra tecridi kırmada. Önümüzdeki günler ve haftalarda tecride yol açan faşist zihniyet ve siyasetin kırıldığı süreç olacaktır. Bu inançtayız. Tüm açlık grevinde olan direnişçiler de herkesi daha güçlü mücadele etmeye yönelik bu mesajı veriyor, çağrılar yapıyor. Dikkat edilirse büyük bir kararlılık içerisindeler, gerçekten de insan erdemini ortaya çıkardılar. İnsanın özgür yaşama, demokrasiye, toplumsallığa, birliğe ne kadar bağlı olduğunu, bunsuz var olamayacağını gösteriyor. İnsan ahlakını, toplum ahlakını oluşturuyor. Bunu görüp anlamak lazım. Öyle yoksa kolay bir durum değil, basit bir şey kesinlikle değildir. Herkes için çok öğretici çok anlamlıdır.
Direniş, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti ciddi bir biçimde kuşatmış ve çöküşün eşiğine getirmiş durumdadır. Kuşkusuz zorluklar var, baskı-şiddet çok ama direniş de çok görkemli, çok anlamlıdır. Şimdi 1 Mayıs, böyle bir direniş içerisinde karşılanıyor. Mayıs şehitler ayı böyle topyekun görkemli direnişle karşılanıyor ki, Önderlik ve şehitler karşısında görev ve sorumluluklarımıza sahip çıktığımızı ortaya koyuyoruz. Bu, bizi daha güçlü, iradeli, iddialı, ahlaklı, samimi ve tutarlı kılıyor. Böyle olmak en güçlü konumda olmaktır.
Bu direnişin, Kürt toplumuna ve demokratik uluslaşmasına katkısı nedir?
Önder Apo, “devrimler halkların bayramıdır” dedi. Direniş insanın özgürlük ruhunu, iradesini, bilincini ve birliğini yarattığı yerlerdir ki, şimdi dikkat edilirse Kürt toplumu, kadınları-gençleri, Kürt insanı yeni bir ulus, yeni bir toplum, yeni bir insanlık ahlakı ve kültürü ortaya çıkarıyor. Yeni bir doğuşu ve dirilişi yaşıyor. Bu direniş sayesindedir ki, bu insanları birbirine çok daha yakın kılıyor, çok daha birbirine bağlıyor, birbirini çok daha sever sayar, dikkate alır, dinler hale getiriyor. Dolayısıyla toplum ahlakını, toplumsal yaşam ilkesini, dayanışmayı, paylaşımı, ortak ruhu, duyguyu, sevinci ve acıyı birlikte yaşamayı çok daha geliştiriyor. Kürtler bu mücadeleyle böyle bir toplum oluyorlar. Böyle bir demokratik ulus oluyorlar ki, bu Önder Apo’nun geliştirdiği böyle bir mücadele Kürt toplumunu en çok dağılmış, örgütsüz kalmış toplumu şimdi en güçlü, en dirençli toplum olma özelliklerini en derinden sahip yeni bir toplum haline getiriyor. Yeni bir doğuş ve diriliş oluyor. Bütün bunların hepsi bu direniş sayesindedir. Bu bakımdan da direniş çok güçlü ve çok anlamlıdır. Bir kere daha Leyla Güven şahsında başta zindanlar olmak üzere tüm açlık grevi direnişçilerini selamlıyorum, 1 Mayıslarını kutluyorum. Zaferi kazandılar, bütün insanlığı harekete geçirdiler, özgür insanlığın iradesi, bilinci, ruhu ve vicdanı oldular. Toplumu yeniden dirilttiler, herkesi yeniden toplumsal gerçeklere çektiler, mücadele sevk ettiler. Bundan daha büyük kazınım ve başarı olamaz. Çok yakında tecrit de kırılacak, faşizm de yıkılacak. Direnişçiler bu amaçlarına da ulaşacaklar ve kesin başarıyı elde edecekler. Bu inancımı bir kez daha ifade ediyorum.
Zindanlardaki açlık grevi direnişçilerinin yakınları sokaklara çıkarak tepkilerini dile getiriyor. Anaların öncülüğündeki bu duruşu nasıl görüyorsunuz?
Tutsak yakınları, ailelerinin örgütlenmesi eylemi önemliydi. Onun gelişiminde de başta zayıflık oldu. Sanki gelip geçici bir durummuş gibi görüldü. Öyle olmadığı fark edilince harekete geçildi. Şimdi anaların direnişinde, hareketliliğinde, sözlerinde bunu görüyoruz. “Sonuna kadar, zafere kadar mücadele” diyorlar. Her türlü baskı, terör, şiddet ve hakarete karşı kahramanca direniyor, yiğitçe yürüyorlar. Analardan birisi “siz kimsiniz ki benim önümü kesiyorsunuz” dedi. Kürt kadınının, bu sözü AKP-MHP polisine karşı söylemesi çok önemlidir. Onun özgüvenini yansıtıyor, amaca bağlılığını yansıtıyor, kararlılığını ortaya koyuyor. Böyle bir kadının önünü kimse kesemez. Artık kimse baş eğdiremez, kimse köleleştiremez. Öyle bir düzeye gelindiği görülüyor. Anaların direnişinde bunu görmek lazım. Geç kalınmış olsa da mevcut durumda da önemli bir düzey ortaya çıktı. Her yerde gerçekten de yiğitçe direniyorlar.
12 Eylül faşist askeri cuntasının zindanlarının kapılarını Kürt anaları kırdı. AKP-MHP faşizminin zindanlarının kapılarını da kırıyorlar ve daha fazla da kıracaklar. Böyle bir mücadelede pişmiş ve pekişmiş bir Kürt kadın gerçeği, Kürt anaları gerçeği var. Zengin mücadele yöntemleri buluyorlar. Ben hepsini saygıyla ve hürmetle selamlıyorum. Büyük bir direnç içerisindeler. Hakaret var, baskı var, bunu zaten bilerek hareket ediyorlar.
Gerçekten de annelerin sahiplenişi öne çıktı. Nöbet tutuyorlar, yürüyüş yapıyorlar, kızlarının ve oğullarının amaçlarına sahip çıkıyorlar. Fedaileşmiş bir halk, fedaileşmiş bir kadın gerçekliği en somut bir biçimde annelerimizin direnişinde görülüyor.
Özellikle kadınlara, analara saldırılar da var. AKP-MHP yönetimindeki Türk devleti bununla neyi amaçlıyor?
Saldırı vahşidir, ahlaksızcadır, alçakçadır. Güya hakaret ederek Kürt toplumunun bam teline basıyor, iradesini kırmak istiyorlar. İnsanlıktan hiçbir şekilde nemalanmamış bir topluluktur. İnsanları yere yatırıp meydan okuyorlardı, şimdi ahlaksızca ve utanmadan annelere öyle davranarak yiğitliklerini taslıyorlar. Üç-beş annenin bir araya gelip çocuklarının direnişine sahip çıkmasından korkuyorlar. Önemli olan budur. Üç kadın bir arada durmayacak diyorlar. Neden? Çünkü üçü durursa etrafına 13’ü gelir, bir 300’ü gelir, bir kitle hareketine dönüşür korkusundalar. Şu an Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli faşist diktatörlüğü Sudan’a bakıyor, Cezayir’e bakıyor, Mısır’a baktı ve kendi tarihlerine bakıyor, ödleri düşüyor. Karar vermişler, üç kişiden fazla bir araya gelinmeyecek. Üç kişi bir arada olmayacak, çünkü meydanları dolduran kitlesel ve kalıcı bir direniş ortaya çıkar, bütün diktatörlükler böyle yıkılıyor, öyle olursa Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünü de yıkabilir korkusunu yaşıyorlar. Onu engellemeye çalışıyorlar. Aslında annelere saldırının önemli bir boyutu budur. Bu kadar korkar hale gelmişler, bu kadar çöküş içerisindeler. AKP-MHP faşizminin yaşadığı durum budur. Bunu net görmemiz gereklidir.
Yapılanlar alçakça ve ahlaksızcadır ama zaten faşizmdir, soykırımdır. Bununla ilk defa karşılaşmıyoruz. Buna karşı mücadele ile bu hale geldik, bu kadar bilinç edindik. Bütün bunlar bizim mücadele azmimizi daha çok geliştirecek, analarımızın da bütün kadınların da bütün halkın da dar ve duygusal yaklaşmamalıyız. İdeolojik, örgütsel ve siyasal yaklaşımı esas almalıyız ama öfkemizi ve kinimizi de büyütmeliyiz. İntikam ruhumuz, mücadeleciliğimiz gelişmelidir. Bu tür hakaretler bizde daha fazla mücadele azmini, iradesini, daha büyük mücadele öfkesini, kinini biriktirmelidir. Zaten öyle de oluyor. Faşist saldırganlar bilsinler ki, geçmişte yapanlar da cezalarını çektiler, hala da çekiyorlar ve hepsi de çekecektir. İntikamları alınacak, alınıyor. Gerilla ‘madem böyle yapıyorsanız biz de böyle yaparız’ dedi ve yeniden harekete geçti. Hepsinden tek tek yaptığının hesabı sorulacak. Hiç kimse sanmasın ki, yaptıkları yanlarına kar kalacak. Yapılanlarının hepsinin hesabı gün gelecek kesinlikle sorulacak.
Sizce de analar biraz yalnız kalmıyor mu?
Gerçekten de Nasır Yağız çağrı yaptı ve biz o çağrıya katılıyoruz. Evet, anaların iradesi daha güçlü, daha mücadeleci ama çok fazla da yalnız kalıyorlar. Öyle olmamalıdır. Diğer kadınlar, bütün toplum özellikle gençler neredeler? Kürt gençlerini göreve çağırıyoruz. Neredeler, analarını neden yalnız bırakıyorlar? Niye örgütlü değiller, niye daha aktif mücadele etmiyorlar? Evet gerilla bir gençlik hareketidir, kahramanca direniyor. Ona bir şey demiyorum ama mevcut sokaklarda da bu faşist saldırganlardan tek tek yaptıklarının hesabını soran bir tutum içerisinde olabilirler. Daha geniş, daha büyük bir kitle hareketi geliştirebilirler. Böyle de olmalıdır. Bu temelde gençliği göreve, daha çok mücadeleciliğe, daha aktif olmaya davet ediyorum. Çağırıyorum, sanki birileri onları tutuyor. Biz öyle hissediyoruz. Kendilerini bağlayan neler varsa onları kırsınlar, sanki üzerlerinde düşmanın denetimi var. Biz öyle görüyoruz. Yurtsever olan her genç çevresini incelesin, ilişkilerini kontrol etsin, etraflarında kim var, kendilerini tutan ve bağlayanlar nelerdir? O kadar okullarda, üniversitelerde okuyan Kürt gençleri var, yurtsever, devrimci demokratik gençler var. Türkiye halklarının umudu olan, geleceği olan gençlik var. Gün faşizme, soykırımcı zihniyete, tecride karşı direniş günüdür. İnsanlık burada belirginleşiyor. Özgür gelecek bu direnişle yaratılıyor. O halde herkes görevine sahip çıkmalı, herkes direnişe katılmalı, herkes mücadeleci olmalıdır. Bu anlamda gençliği daha doğru ve güçlü duruşa ve mücadeleye çağırıyorum.
Son zamanlarda Serhat’tan Xakurkê’ye kadar, yine Çelê’de önemli gerilla eylemleri gerçekleşti. Analara saldırılara karşı misilleme olarak duyuruldu. Neyi ifade ediyor, nasıl anlaşılması gerekiyor?
Aslında birer uyarıdır. Analara yöneltilmiş hakarete karşı intikamdır, misillemedir. Böyle görülmelidir. AKP-MHP faşizminin yaptığı hiçbir şey yanına kalmayacak. Katliam, işkence, terör misliyle cevabını bulacak. Yaptıklarının hepsinin intikamı alınacak, bunu ortaya koyuyor. Bunu karargah açıkladı. Zaten mesaj herkesçe de anlaşıldı. Öyle tam zamanında oldu, bu anlaşılmaz değildir. Bu bakımdan Serhat’ın eylemciliği, Xakurkê-Bradost sahasının eylemciliği, Zap-Çukurca hattının eylemciliği önemli oldu. Ben bütün eylemcileri, onlar şahsında tüm gerilla güçlerini ve karargahını, düşmana vurdukları büyük darbeden dolayı kutluyorum. 1 Mayıslarını özellikle kutluyorum. Gerilla harekete geçiyor, geçecek. Bunun başka yolu kalmadı.
Şöyle anlaşılmalı; açlık grevleri temelli direniş hamlesi, biraz da mesaj içeriyordu. “Gerillayı yok edeceğiz, PKK’yi yok edeceğiz, Kürt’ü yok edeceğiz, ezeceğiz” diye saldırıyorsunuz, bütün Türkiye’nin geleceğini bitirdiniz, her şeyi kararttınız. Bunu yapamazsınız. Yapamadınız. O halde işler bu kadar acılı olmasın, daha fazla kan olmasın, gerçeği görün ve makul çözüme gelin, diye aslında açlık grevleri bir mesajdı. Kürt sorunuyla ilgili herkes için bir mesajdı. En başta da bugün Kürt soykırımını pratikte yürüten TC devleti ve AKP-MHP yönetimi için bir mesajdı fakat 6 ay geçti görüldü ki, çok fazla laftan anlar durumda değiller. Gözleri kararmıştır. Bir de müthiş kire bulaşmışlardı. Sömürüyorlar, saklıyorlar. Bütün diktatörlerin yaptığı gibi etraflarını altınla, parayla dolduruyorlar ve sanıyorlar ki, mezara öyle gidecekler. Oysa ki gidemeyecekler. Bütün diktatörlerin sonu neyse Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin de onlardan farlı olmayacak. Bunu yakın gelecek gösterecektir. Bunu herkes böyle bilmelidir ama gözleri kararmış, egoları patlamıştır. Böyle oldu mu insan insanlıktan çıkıyor. Dolayısıyla mesajı doğru ele almadılar. Sanki bir zayıflık gibi görüp gereğini yapmadılar ve 6 ay geçti. İnsanlar 6 aydır hücre hücre eriyorlar. Belli ki anlamadılar. Madem anlamıyorsanız sizin anladığınız dilden konuşuruz, diyor. Gerillanın yaptığı da budur. Bunu herkes böyle bilmelidir. Gerilla yapacak, şimdiye kadar aslında yapılan bir mesajdı. Daha fazla kan yerine gerçekleri görün ve bu iş daha çok kan dökmeye, acıya gitmesin, diyeydi. Madem karşı taraf bunu istiyor, dayatıyor, diretiyor, bu kadar analara hakaret ederek alçaklık gösteriyorsa hepsinin hesabını gerilla soracak. Gerilla bundan sonra çok daha aktif olarak her yerde olacak. Sadece dağda olmayacak, sadece askere karşı da olmayacak. Bütün faşist katillerden kim olurlarsa olsunlar, o polis çetelerden, ajan ihbarcı yapıların hepsinden hesap soracak. Demek ki, artık hesap sorma devri geldi. Biz öyle diyoruz. Böyle olmasını istemedik. Bunu herkes anlamalıdır. Hareketimizin, halkımızın tutumundan doğru görüp ders çıkartmalılar fakat karşı taraf başka dilden anlamıyor. Bunu dayatıyor, böyle olsun istiyor. O halde istediğinin karşılığını bulacak. Yaptığının hesabını verecek, hepsi burunlarından getirilecek. Bu böyle bilinmelidir. Her an gerillanın gürzü enselerinde patlayabilir. Rustemê Zal’ın gürzü gibidir, vurduğunu devirir. O düzeyde bir hazırlığı ve gücü de vardır. Belli ki faşizm başka dilden anlamıyor. Sömürgecilik, soykırım zihniyeti başka dilden anlamıyor. Vampir gibi kanla besleniyorlar.
Kimse kabahati bizde bulmasın. Kabahat bizde değildir. Önderlik, Hareket ve halk olarak fırsat ve şans verdik ama anlamamazlıktan geldiler. O halde başka çare yok; gerilla direnişi gelişecek.
Türkiye siyasetinde de bazı gelişmeler var. CHP’ye, sonra Kılıçdaroğlu’na saldırılar oldu. Bunlar ne anlama geliyor, amaçlanan nedir?
Karışık bir durumdur. Çok yönlü bakmak gerekiyor. Şüphelerimiz ve endişelerimiz var. İnşallah İstanbul Belediyesi için mazbata, bir anlaşma temelinde verilmemiştir. İnşallah Ankara-Çubuk saldırısı Kılıçdaroğlu’nu parlatma operasyonu, özel savaşın Kılıçdaroğlu’nu kurtarma operasyonu değildir. Endişelerimiz de var. Bunu herkes bilmeli ve görmelidir. Normal bakış açısıyla bakılınca faşizm, faşizm topyekun saldırganlıktır. Dolayısıyla faşizme karşı direnilerek var olunabilir, kazanılabilir, topyekun direnilerek kazanılabilir, dedik. Bunu şimdiye kadar AKP-MHP faşist saldırganlığının arttığı her dönemde söyledik. En çok da bu konuda CHP’lilere, CHP Genel Başkanlığına çağrılar yaptık, uyardık; “susma, sustukça sıra sana gelecek” dedik. Sustu ve sıra ona geldi. Her susana sıra geliyor, daha çok da gelebilir. Bunu görmek lazım. Bir yönden bakınca bunları görürsün. Faşizm topyekun saldırganlıktır, herkese saldırır. Kim olursa olsun kendinden olmayan herkese saldırır, hatta kendi parçalarına bile saldırır. İşte AKP kendi parçalarına ne kadar çok saldırıyor, MHP kendinden çıkan parçalara ne çok saldırıyor. Bunlar görülmelidir. Faşizm böyledir.
Şimdi AKP-MHP faşizmi seçim sonrasındaki saldırganlığı işte CHP’ye, CHP Genel Başkanlığına kadar ulaştı. İyi Parti Genel Başkanlığının seçim sürecinde evini basmak istediler. Şimdi Kılıçdaroğlu’nu linç etmek istiyorlar. Kürdistan’da bu kadar katliam olurken, İstanbul’da, Ankara’da, Çukurova’da tutuklamalar ve katliamlar olurken; HDP üzerindeki baskılar, devrimci demokratik güçler üzerindeki baskılar, Kürt halkı kadınları-gençleri üzerinde katliamlar olurken, Kürt analarına alçakça hakaret edilirken susan ve görmezden gelen Kılıçdaroğlu kendisini yaşatamaz. Faşizm ona da saldıracak ve bu kanıtlandı. Geçmiş olsun, zamanında gerekliydi. Şimdi bile ağzını açamıyor. “Kılıçdaroğlu teslim alınmak isteniyor” deniliyor. Eğer öyle olunacaksa yazıklar olsun. Şimdiye kadar zaten doğru bir duruş gösteremedi. Faşist iktidara karşı bir demokratik alternatifin yaratılmasını gerçekleştiremedi, engelleyici oldu. Şimdi de öyle oluyor.
Bunlar mı anlaşılmalı, başka boyutu yok mu?
Başka bir boyutu da var. Mesela AKP-Tayyip Erdoğan yönetimi 7 Haziran 2015 seçiminde de yenilgi aldı. Aslında ondan sonraki duruşu gayri meşrudur. İktidardan düştü, 24 Temmuz 2015’te topyekun savaş ilan etti, hükümet kurulmasını engelledi. Davutoğlu’nu yönetimden attı. 1 Kasım’da iktidarı zorla, katılımlarla gasp etti. Tayyip Erdoğan yönetimi bir gaspçı yönetimdir. Meşru bir yönetim değildir.
Şimdi 31 Mart seçim sonuçları meşru olmayan bu yönetimin suratına bir tokat daha vurdu. Sen gayri meşrusun, dedi. Senin durumun yok olmaktır, gitmektir. Artık gitmesi gerekiyordu. Biz söylemedik, hatta demokratik güçlerden söyleyenleri mesela ben eleştirdim. 31 Mart seçimleri için “referandum” dediler. “Siyasi anlamı büyük” seçim denildi. Ben şuna itiraz ettim; ortada bir seçim koşulları ve imkanı, demokratik bir ortam; eşit ve adil bir yarış ortamı yok, peki nasıl referandum olacak? Buna nasıl genel siyaseti belirleyecek seçim deniliyor? Her türlü baskı, devlet imkanlarının kullanımı, hile ve oyun var. Faşizm bunu yapıyor. Böyle referandum olmaz. En çok referandum kavramını Tayyip Erdoğan’ın kendisi, çevresi kullandı. “Beka meselesi” dedi. Kendi durumlarını Türkiye’nin bekası olarak ortaya koydular. Sonuçta yenildiler. Toplum bir sille vurdu ve “git artık” dedi. Gitmeyi bilmeliler. Biraz ar ve namus varsa bırakmak zorundalar.
Bütün demokratik güçler açısından “bırak” demek gerekiyordu. Şimdi “Beyaz tülbentini tak da gel” diye 1 Mayıs’a çağırıyorlar. Niçin? AKP-MHP faşizmine git demek için. Elbette bu çağrı yerindedir fakat şu yetmiyor: AKP-MHP yönetemiyor, Tayyip Erdoğan yönetimi yönetemez hale gelmiştir, o halde gitmelidir. Birileri yönetime aday olmalıdır. Seçimi kazanan güçler ‘ben yöneteceğim’ demelidir. 7 Haziran 2015 sonunda HDP kazandığı halde ‘ben yönetmeye adayım’ diyemedi. CHP diyemedi. Şimdi de demezlerse aynı duruma düşerler. Yeniden hata yapmamalılar. Tayyip Erdoğan bu konuda ustadır. 7 Haziran 2015 seçimi ardından numaralar çevirdi, hileler yaptı 1 Kasım sözde seçimiyle iktidarı gasp etti. Şimdi 31 Mart seçimi sonrasında da ‘itiraz-itiraz, sayım-sayım’ İstanbul’da sayım üzerine sayım, bir say olmadı bir daha say biçiminde ortamı muğlaklaştırdılar. YSK denen uşak takımı Kürdistan’daki Bağlar’dan Tuşba’ya kadar HDP’nin kazındığı belediyelere yüzde 20 bile oy almamış AKP’lileri atadı. Onlara verdi. Sanki halk kendisi olmuş, atama yapıyor. Sen kimsin, neyi atıyorsun, nasıl irade belirliyorsun? Gerçekten de HDP’ye bir tuzak kurulmuştu. Şimdi bunu YSK marifetiyle de Tayyip Erdoğan 31 Mart seçiminden sonra da sürdürdü. “Seçim yenilenecek” dediler ve bütün bunların amacı şuydu: Aslında yenilmiş denilecek ki ‘git’ sadece yerel yönetimleri kaybetmedin, sen artık toplumun çoğunluğunu temsil etmiyorsun, iktidar olamazsın, istifa et çünkü gideceksin. Diktatörlüğünün sonu geldi. Bazıları bunu diyecekti. Aslında bunu önlemek için yaptı. Bütün o numaralar, itirazlar, yeniden sayımlar hep muğlaklaştırmaydı. Böyle bir muğlaklaştırmanın sonunda İstanbul seçimi böyle giderse herhalde yenilenir, deniliyordu. Yenilenseydi AKP-MHP ittifakı zaten aldıkları oyların yarısını ancak alabilirlerdi. Anket yapıyorlardı bu durum görülüyordu, çünkü düşmüşlerdi. Düşen bir iktidara kimse oy veremezdi.
Kazanma ihtimalleri olsaydı yapabilirler miydi?
Evet yapabilirlerdi ama saydırmaları seçimi yeniletmek için değildi. Aslında ‘siyasi iktidarı bırakın’ demeyi engellemek içindi. Ortamı muğlaklaştırdılar. Gündemi İstanbul seçimlerine getirdiler; siyasi iktidarı ve yönetim meselesini gündemden düşürdüler. Oysa kendileri “referandum” demişlerdi. Kazanamadılar, o halde gidecekler, çünkü birileri onlara ‘git’ diyecekti. Artık iktidarda kalamazlar, bırakmaları gerekiyor. Ortamı muğlaklaştırarak bunu engellediler. Sonunda da ‘seçim yenilecek’ diye başvuruda bulundukları süreçte YSK getirdi mazbatayı CHP adayına verdi.
Ekrem İmamoğlu mesajlar veriyor. Biz bir şey demiyoruz. Peşin konuşmak, önyargılı olmak da istemiyoruz ama içimizde de kuşku vardır. Bu mazbata veriş bir anlaşma sonucu oldu mu, olmadı mı? Bundan şüpheliyiz. Bir AKP ile CHP anlaşması mı oldu? Acaba CHP İstanbul olmazsa daha radikal tutum alacağını düşündü de tartıştı da AKP bundan korkarak anlaşma mı yaptılar? ‘İstanbul senin olsun, genel yönetim de benim. İstanbul’u size veriyoruz ama siz bizim iktidardan çekilmemizi istemeyin. İktidardan çekilmemizi isteyen demokratik çevrelerle birlik olmayın mı?’ denildi. Gizliden gizliye böyle bir AKP, CHP uzlaşması var mı? Bunun açığa çıkması gerekiyor. Biz bunu duymak, anlamak da istiyoruz. Eğer böyle bir anlaşma temelinde olmuşsa bilmemiz lazım, açığa çıkartılması gereklidir. Bu en kötüsüdür. CHP adayı zaten İstanbul’u kazanmıştı, YSK’nın mazbatayı vermesi, Ekrem İmamoğlu’nun gidip Büyükşehir Belediyesine oturması Tayyip Erdoğan’ın ya da AKP yönetiminin bir lütfu değil ki. O kazandığı bir hakkıdır. Niye AKP’ye iktidarda kalmasının karşılığında yerel yönetimi alsın? AKP iktidardan düşmüş ve gidecek. Zaten Ekrem İmamoğlu kazanmış ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olacak. Bu bakımda eğer öyle bir anlaşma temelinde olmuşsa bu bir kere daha AKP’ye Tayyip Erdoğan’a yönetimi altın tepside sunmak oluyor. AKP-MHP faşizmine bir kere daha koltuk değnekliği olur. Bu da çok kötüdür. Böyle bir şey varsa açığa çıkmalıdır. Bunu görmek ve anlamak istiyoruz. Çünkü CHP demokratik güçlerle birlik olmuyor. “En geniş birlik oldu” diyor ama sanki maraz var. HDP ve birçok parti var, bunların hepsi yasal kurulmuş partilerdir. AKP nasıl partiyse, İyi Parti nasıl partiyse hepsi de daha dün kuruldu, diğer partilerin çoğu onlardan daha önce kurulmuştur, marazları yoktur. Açıktan görüşme yapabilir, ittifak geliştirebilir. Gerçekten Tayyip Erdoğan yönetimine alternatif bir yönetim olacaksa, toplumun önüne alternatif iktidar olarak çıkmak istiyorsa bunu yapmak zorundadır fakat bunu yapmıyor.
Bu linç girişimi böyle bir ortamda geldi. Sanki bunlar açığa çıkmasın diye mi üstünü maskelediler. Yani açığa çıkarsa Kılıçdaroğlu bir kere daha Tayyip Erdoğan yönetimine koltuk değneği olmuş o zaman CHP yönetiminden düşer, bunları engellemek gerçekleri böyle maskelemek, gizlemek, Kılıçdaroğlu’nun varsa eğer böyle bir şey açığa çıkar yeniden parlatmak, kahraman yapmak için mi yapıldı, bir özel savaş girişimi midir? Arkasından AKP ile uzlaştırılacak, bütün Kürtlere karşı, HDP’ye karşı sol sosyalist demokratik güçlere karşı yeni bir faşist darbe, yeni bir saldırganlık mı geliştirilecek? Bu tehlike var. Eğer böyle bir şey olursa bu çok kötüdür. Mesela kendisi de saldırıya uğradı ama Kılıçdaroğlu Kürt analarına dönük polis saldırısına ilişkin bir kelime söylemiyor. Peki Kürt’ten oy almaya yaklaştın, oy aldın. İnsanda ar ve namus olur. Kürtler de bir şey karşılığında yapmadılar. Faşizm yıkılsın diye yaptılar ama sen bir muhalefet olacaksın, üstelik Kürt ve Alevidir. Ne böyle Kürt’lük ne de Alevilik olur. Böyle muhalefet parti liderliği mi olur? Böyle mazlum ve mağdur duruma düşmek mi olur? Sen başkasına dönük saldırıya, başkalarına dönük faşist teröre karşı çıkmazsan mağdur olanlara sahip çıkmazsan saldırı sana da gelir.
Böyle durumlar var mı, bunu bilemiyoruz. CHP bu biçimde yerel yönetimde olacak. AKP’de mevcut yönetimini dört buçuk yıl sürdürecek. Tayyip Erdoğan her fırsatta bunu söylüyor. Bir “Türkiye ittifakı”ndan söz ediyor. Böyle hesap ediliyorsa yanlış bir hesaptır. Ne AKP-Tayyip Erdoğan yönetimi dört buçuk yıl sürecek, ne de CHP bu biçimde kalır. AKP-MHP yönetimi dağılacak, AKP parçalanacak. Tayyip Erdoğan’ın dört buçuk ay bile iktidarda kalıp kalamayacağı belli değildir. Eğer CHP bunun üzerine anlaşma, ittifak yapıyorsa en büyük kaybı CHP yaşar. CHP içerisindeki demokratik güçler gerçekten de doğru yaklaşmalılar, iyi hesap yapmalılar. Herkes hesabını iyi yapmalı, çünkü faşizmin geleceği yoktur. AKP yönetiminin geleceği yoktur. Artık herkes tavır alıyor. Yalvar yakar ediyor. Rusya’ya koşuyor, İran’a koşuyor. Beşar Esad’ın yanına koşuyor. Rusya’ya ne kadar taviz verdiyse Kuzey Doğu Suriye yönetimiyle Esad yönetimi arasındaki görüşmeleri durdurdu, Esad yönetimiyle gizli görüşmelerin yapıldığının resimleri yayınlandı. Astana’ya götürüyorlar. Hani bu insan iki buçuk milyon katiliydi, adı Esad değil Esed’di, kendi halkına zülüm edendi? Tayyip Erdoğan yeniden “Kardeşim Esad”a dönecek. Böyle bir kişiliğin, evet bazı çevreler basit çıkar elde etmek için iktidarda tutabilir, destek verebilirler ama demokrasiye duyarlı hiç kimse itibar etmez. Ne Ortadoğu halkları ne de dünyanın demokratik güçleri dünya siyaseti itibar edecek. Artık Tayyip Erdoğan devri bitmiştir. Herkes hesabını doğru yapmalıdır. Hatta uzadı, çok öncesinden yıkılmıştı. Numaralarla biraz korudu. Davutoğlu’nu, Abdullah Gül’ü bir yana itti, bir irade gösteremediler. Gerçekten de Kılıçdaroğlu çoğu zaman koltuk değneği oldu. Biz çok önceden de ‘Tayyip Erdoğan’ın devri biçiyor’ dedik. Bitmişti, çöküyordu ama hilelerle, oyunlarla yeniden böyle kedi gibi ayağı üzerinde durmayı sağladı. Artık yolun sonuna gelindi. Tayyip Erdoğan yönetiminin geleceği yoktur. Hiç kimse oraya bakarak orayla anlaşarak kendine gelecek bulmaya, öngörmeye çalışmasın büyük kaybeder. Özellikle bu konuda herkesi doğru davranmaya, dikkatli olmaya davet ediyorum. Çünkü kendileri kaybederler bunu bilmeliler.
Bradost alanında bulunan köylülerin büyük bir kısmı, TC işgalinin sona ermesi için BM’ye başvurdu. Başûr halkının, Bradost halkının bu tutumun nasıl okumak gerekiyor?
Çok anlamlıdır. Selamlıyorum. Bradost toplumu, halkı, aşireti geçmişten beri haksızlıklara karşı, özgür yaşama tutkuludur. Bunları biliyoruz. Başûr’un bütün aşiretleri, tüm toplumsal kesimler böyledir. “Türk ordusu saldırılarını durdursun, askeri gücünü çeksin mi çekmesin mi” diye Başûr’da demokratik bir seçim yapılsın yüzde 90’ı “çeksin” der. Buna eminim. Toplum, önemli bir tutum ortaya koymuştur. Daha ileri de götürmeliler. Gösteriler, mitingler yapılabilir. İşgalin, hiçbir hukuki temeli, haklılığı temeli yoktur. TC’nin saldırıları hiçbir yarar getirmiyor, zarar veriyor. Toplum daha fazlasını isteyebilmelidir.
Toplum, yurtseverdir. Demokratik inanca sahiptir. Kuzey’de, Medya Savunma Alanları’nda, Şengal’de, Efrîn’de Kürt halkına AKP-MHP faşizminin nasıl katliamlarla saldırdığını görüyor. Kürt toplumu çok yurtseverdir. Bu nedenle biz birlikten, Kürt birliğinden yanayız, dediler. Bunlar Kürt katilidir, dediler. Şêladizû halkı “bunları istemiyoruz” dedi.
Türkiye’nin saldırıları gerçekten çok fazla zarar veriyor. Güney halkını çok mağdur etti. Sınırdaki o cennet gibi coğrafyayı yakıp yıktı. O kadar bağ ve bahçeyi yok etti. Ticareti ortadan kaldırdı. Cennette yaşayan topluluğu, yaşayamaz duruma getirdi. Çok ağır maddi zararı ve kayıpları var. Bradost toplumunun da öyle, bütün Zap-Avaşin, Behdinan alanındaki aşiret toplulukların da böyledir. Zararları çok fazladır. Dolayısıyla toplum zarar görmek istemiyor. TC saldırıları nedeniyle hayvancılık, tarım, bahçecilik yapamıyor. Yakıyor, yıkıyor. Bradost alanının ortasına, Lêlikan’a kadar gelmiş. Aşiretin en stratejik alanına, en çok hayvancılık ve tarım yaptığı yeri askeri alan haline getirmiş, insanları açlığa mahkum ediyor. Dolayısıyla toplum çok zarar görüyor ve karşı çıkıyor.
KDP, YNK ve Güney yönetiminin tavrı nedir, ne yapmalı?
Bu konuda KDP ve YNK’nin de artık topluma doğru ve anlaşılır cevaplar vermesi; Güney Kürdistan yönetiminin biraz adil, hakkaniyetli, biraz da Kürt ve yurtsever olması lazım. Böyle Kürtlük; böyle yurtseverlik ve halkçılık olmaz. Şêladizê’de direnenleri tutukladılar, müebbetle yargılıyorlarmış. Böyle adalet mi olur, böyle yargı mı olur, böyle Kürt yönetimi mi olur? Kim kimi kandırıyor! Şimdi ise kalkıp bunları “PKK yapıyor” diyorlar. Oylama yapalım; PKK’den rahatsızlarsa biz razıyız. Kimden rahatsızlarsa o çekilsin. Güney Kürdistan’da öyle olmak üzere adil, eşit ve başkalarının kontrolünde referandum yapalım. Biz buna hazırız. Kendimize güveniyoruz. PKK’den zarar görmüşlerse zararı tazmin etmeye de hazırız ama herkes de böyle olmalıdır. Kalkıp “PKK’den dolayı” deniliyor. Her gün bilmem ne kadar TC’nin uçağı vuruyor, ordusunu getirmiş Lêlikan’da 20 km girmiş; Güney’i işgal etmiş, Güney Kürdistan yönetimi kendi topraklarını savunmuyor, PKK savunuyor, direniyor, daha fazla TC’nin işgalini önlüyor ondan sonra da buna “PKK’den dolayı oluyor” diyorlar. Böyle yaparak toplumu ve dünya kamuoyunu kandırmaya çalışıyorlar. Böyle bir durum olamaz. Bu bakımdan gerekten de KDP-YNK yönetimleri, Güney Kürdistan yönetimi adaletli, hakkaniyetli olmalı, görev ve sorumluluklarına sahip çıkmalıdır. Toplum önemli bir irade ortaya koymuştur, bu anlamlı ve önemlidir. Bunu daha da ileriye götürmelidir. Şimdi ise “Şengal’i vuracağız” diye tehdit ediyor. Ordusunu birçok yere getirdi. “Kerkük’te en çok MİT örgütlüdür” deniliyor. Çeteleri doludur. Bilmem ne kadar silah yığmış. Bütün bunları Kürtlere karşı kullanacak. Başkalarına karşı götürmüyor. YNK-KDP yönetimi bunu bilmiyor mu? Biliyor. Buna rağmen hala “Türkiye’ye muhtacız, ilişkili olmazsa bilmem ne olur” diyorlar. Hayır, TC kendilerine daha çok muhtaçtır. Bu toplum ekmeğini taştan çıkaran bir toplumdur. Bir ekmeği beş parçaya bölüp yiyen ama hiçbir zaman zalime boyun eğmeyen bir toplumdu. Bu toplumun gerçek karakteri görülmelidir.
Bu nedenle TC saldırılarına karşı durulmalıdır. Halkın tutumu desteklenmelidir. Her türlü hukuku bir yana iterek, her tarafı yakıp yıkan, coğrafyayı yıkan, bağı-bahçeyi yıkan, köylülerin yaşam imkanlarını ortadan kaldıran TC saldırılarına karşı durulmalıdır. AKP-MHP saldırılarına karşı durulmalıdır. Doğru tutum, yurtsever tutum budur. Şêladizê’den Bradost’a geldi. Demek ki, bütün sınır boyu TC’den rahatsızdır. Şengal zaten rahatsız. O zaman Güney Kürdistan yönetimi de doğru tutum takınırsa TC saldırıları kesinlikle durur. Bu da hem Güney Kürdistan toplumunu daha güzel yaşar, doğru yaşar, saldırılardan ve baskıdan kurtarır hem de Kürt birliğini yaratır. Ulusal kongrenin oluşumunun zemini ortaya çıkar. Mevcut çelişki ve çatışmalı ortamdan Kürt yurtseverliği, Kürt siyaseti bir bütün olarak çok daha güçlenmiş bir biçimde çıkar. Herkes kazanır. Biz bütün partileri buna çağırıyoruz. İstiyoruz ki, hep birlikte kazanalım. Kürt yurtseverliği, Kürt demokratik ulusal gelişimi kazansın, Ortadoğu halkları ve insanlık kazansın. Demokratik Ortadoğu Birliği kazansın. Halkların kardeşliği kazansın. 1 Mayıs’a giderken bunu talep etmekten daha doğru ve güzel bir şey olamaz.