Karayılan: 15 Ağustos düşünsel, siyasal ve sosyal bir devrimdir

Murat Karayılan: 15 Ağustos Atılımı karanlıkta çakılmış bir kıvılcım, bir aydınlanma, bir umut olmuş, bu giderek devrimsel perspektife dönüşmüştür. 15 Ağustos’la sadece kölelik zincirleri kırılmamış, düşünsel, siyasal ve sosyal bir devrimi de yaşatmıştır.

Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, 15 Ağustos’un öncelikli boyutunun insanlığa sahip çıkma boyutu olduğunu belirterek, “Kürt halkına dönük uygulanan soykırıma karşı çıkma tutumudur. Kürt halkı için 15 Ağustos Atılımı ile başlatılan süreç, bir gerilla direniş sürecidir. Gerilla direniş süreci, esasen bir var olma direnişi ve öz savunma mücadelesidir. Yoksa 15 Ağustos’la bir saldırı savaşı başlatılmamıştır; bir öz savunma ve var olma direnişi başlatılmıştır. Öncelikle onun silah boyutu sembolik yanıdır. Esasında ideolojik, örgütsel ve ulusal olarak var olma boyutu ön plandadır. Bir anlamda, Kürt toplumunda neredeyse hakim hale getirilmiş olan kölelik zincirlerinin sökülmesidir” dedi.

Murat Karayılan, 15 Ağustos Diriliş Bayramı’nın yıl dönümü vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı. Röportajın birinci bölümü şöyle:

Geçmişten günümüze gerillacılık nedir, nasıl ortaya çıktı ve gelişim sağladı?

Sorunuza cevap vermeden önce gerilla mücadele stratejisini Kürdistan’a taşımada büyük rol oynayan ölümsüz komutan Egîd (Mahsum Korkmaz) yoldaş şahsında tüm gerilla devrim şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, onlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyorum. Onların destansı direnişleri temelinde yaratılan 15 Ağustos Diriliş Bayramı’nı Önderliğimize, tüm halkımıza ve dostlarımıza kutluyorum.

Gerillanın ne olduğu konusunu basit cümlelerle ifade edersek; ezilen, sömürülen veya toprakları işgal edilen bir halkın-toplumun, büyük ordulara sahip egemen güçlere karşı geliştirdiği bir direniş ve savaş tarzı olduğunu belirtebiliriz. İşgalci-egemen güçlere karşı küçük birimlerle vur-kaç taktiği temelinde düşmanını yıpratan, giderek kendisini örgütleyen, topluma umut aşılayan, toplumun örgütlenmesinde ve kendisine güven kazanmasında büyük bir rol oynayan ve böylece egemen sömürücü güce karşı halkın örgütlenmesi temelinde büyük bir halk ordusu haline gelip ülkeyi kurtaran bir mücadele stratejisinin esasıdır gerilla savaşı. Kuşkusuz bu mücadele stratejisinin uygulandığı ülkelerde çeşitli aşamalardan geçen bir seyri izlediğini görmekteyiz. Başlangıçta küçük gerilla birimleriyle direnişi başlatarak, ardından stratejik savunma, stratejik denge ve giderek stratejik ayaklanmaya doğru giden bir büyüme çizgisi doğrultusunda gelişen bir mücadele tarzıdır.

Bu tarzın halkların tarihinde uzun bir geçmişi vardır. Fakat işgalci güçlere karşı bir mücadele ve savaş tarzı olarak ilk önce Napolyon ordularının İspanya’yı işgaline karşı teslim olmak istemeyen yurtsever subayların küçük gruplar halinde vur-kaç taktikleriyle Napolyon ordusuna karşı direnişi sürdürmeleriyle şekillenmiştir. Zaten gerilla kavramı da İspanyolca bir kavramdır. Bu biçimde, mücadelede bir yan tarz olarak daha sonra da çeşitli ülkelerde uygulanmıştır. Ancak ilk kez Çin Devrim pratiğinde uzun ve zahmetli aşamalardan, çeşitli yerel ve genel ayaklanmalardan geçerek çıkarılan sonuçlar temelinde Çin Devrim Lideri Mao Zedung tarafından bir devrimci mücadele stratejisine dönüştürülmüştür. Yani gerilla savaşı ilk kez Çin’de Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi’nin temeli haline getirilmiş ve teorileştirilmiştir. Aynı dönemde ve ondan sonraki zamanlarda birçok ülkede geliştirilen bu tarz savaş, egemen ordulara karşı zafer kazanmış ve halkların özgürleşmesini sağlayan temel bir mücadele tarzı olmuştur. Böylece gerilla ile özgürlük, gerilla ile direniş birbirinden kopmaz kavramlar haline gelerek halkların gönlünde taht kurmuş, özgürlüğü sağlayan bir mücadele ve savaş tarzı olarak tarihe geçmiştir.

Gerilla, Kürdistan gerçeğinde 15 Ağustos Atılımı’yla nasıl bir formasyon kazandı?

Tarih içerisinde şekillenen her toplumsal yapının kendine özgü bir direnme ve savaş tarzı da şekillenmiştir. Genelde Ortadoğu toplumlarına baktığımızda gerilla tarzı veya gerilla tarzına yakın bir direnme biçiminin olmadığını görüyoruz. Ortadoğu’daki toplumsal psikoloji vur-kaç taktiğine dayalı gerilla tarzından ziyade meydan savaşı, göğüs göğüse çatışma ve kale direnişi veya mevzi savaşını daha fazla öne çıkaran bir tarzda şekillenmiştir. Mesela Kürdistan tarihindeki direnişlerin büyük çoğunluğunda mevzi savaşı, dar ve herhangi bir savaş stratejisine ve taktiklere dayanmayan köylü isyancılığı gibi direnişler ön plandadır. Yani böyle savaşı sürece yayıp karşı gücü yıpratan bir tarzdan ziyade neyi varsa ortaya koymuş, daha çok ‘ya hep ya hiç’ biçiminde sonuca gitmeyi öngören bir tarzı uygulamışlardır. Bu tarzla Kürdistan’da gelişen direnişlerin önemli oranda hemen hemen hepsinin ezildiğini görmekteyiz. Özellikle Kuzey Kürdistan’da son direnişlerin de şiddetle ve katliamla ezilmesiyle birlikte toplumda bir sindirme, ürkme, korkma ve artık kendinden vazgeçme biçiminde bir eğilimin gelişmesine yol açılmıştır. Kürdistan’daki isyanların veya direnişlerin başarısızlıklarının en temel nedenleri ideoloji, program ve önderlikle bağlantılı sorunlarla birlikte yanlış taktik ve stratejisiyle de izah edilebilir. Yani diğer boyutları ile birlikte bir boyut olarak da yanlış savaş tarzından yenilgi yaşanmıştır.

Kuzey Kürdistan’da 1938’de son olarak Dersim direnişinin katliam ve soykırımdan geçirilmesi ardından Kürdistan’da çok sistemli bir biçimde Şark Islahat perspektifiyle geliştirilen asimilasyon planları, yani ‘beyaz soykırım’ siyasetiyle toplum adeta ölümün eşiğine getirilmişti. Her başkaldırısı büyük bir katliam ve hüsranla sonuçlanan Kürdistan toplumuna dayatılan asimilasyon, başkalaşıma uğratma politikaları karşısında çaresizleşen, kendinden vazgeçmekten ve teslim olmaktan başka yol bulamayan bir toplumsal gerçeklik oluşmuştu. Artık tümden umudunu yitirmiş, kendisi için bir gelecek göremeyen hale getirilmişti.

Önder Apo’nun çıkışının  böyle bir süreçte gerçekleşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tam da bu süreçte dünya çapında gelişen gençlik hareketleri ve bunun etkisiyle yükselen Türkiye gençlik hareketi ortamında Kürt gençliğinde de yaşanan yoğunlaşma ve Önder Apo’nun çıkışının gerçekleşmesi yaşanmıştır. Önder Apo’nun çıkışı kesinlikle tarihsel bir dönemecin başlangıcı olmuştur. Önder Apo, ‘ben Kürt toplumunu kucağımda buldum’ diyor. Yani Kürdistan halkı, bölgenin en kadim halkı olmasına rağmen büyük bir haksızlığa uğramış, parçalanmış, onunla da kalmayıp tümden yok etme ve jenosit siyasetinin kurbanı haline getirilmişti. Kürt toplumu şahsında insanlık değerlerinin ayaklar altına alınma durumu vardı. Bunun karşısında seyirci kalmak, sessiz kalmak mümkün değildi. ‘Ben insanım’ diyen, kendisini insanlık değerleri karşısında sorumlu gören her bir kimsenin karşı çıkması gereken bir şeydi. Çünkü Kürdistan’da uygulanan soykırım neredeyse artık sonuç alma yolunda ilerlemiş, toplum adeta inim inim inlemekte, son ölüm sancılarını yaşıyor hale getirilmiş bulunmaktaydı.

İşte bu aşamada bir çıkışa ihtiyaç vardı. Önder Apo doğru halkadan yani ideolojiden başlayarak bu tarihsel sorumluluğu üstlendi. Ama belirttiğimiz gibi gerilla tarzı bölgeye yabancı bir tarzdı. Evet; Filistin’de bir denemesi vardı ama tam uygulanmadı, fedailiğe dönüştü. Türkiye gençlik hareketi 1970’lerin başında uygulamaya yöneldi; daha ilk adımda katliam ve ezilmeyle karşılaştı. Güney Kürdistan’da gelişen pêşmergecilik, klasik Kürt savaşının biraz daha geliştirilmiş bir versiyonuydu. Onun da ‘74’te tümüyle ezilmiş olması, Kürt toplumundaki korku, ürküntü ve umutsuzluğu derinleştirmişti. Özellikle 12 Eylül 1980 Askeri Cuntası’yla birlikte gelişen baskı ortamına karşı Amed Zindanı’nda 14 Temmuz ruhuyla yükselen direniş de yaşatılan insanlık dışı uygulamaya karşı mutlak bir çıkışı dayatıyordu.

15 AĞUSTOS’UN ÖNCELİKLİ BOYUTU İNSANLIĞA SAHİP ÇIKMA BOYUTUDUR

Önder Apo’nun bu yönlü insanlığa sahip çıkma adına, kendisini sorumlu gördüğü bu aşamadaki çabaları çok anlamlı, değerli ve tarihidir. Bu çabaların yoğunlaşması ve hazırlık çalışmaları temelinde gecikmeli de olsa Egîd arkadaşın öncülüğünde 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’de başlatılan atılım, Kürt halkının var olma sürecinde bir milat olmuştur. 15 Ağustos’un öncelikli boyutu insanlık boyutudur; insanlığa sahip çıkma boyutudur. Kürt halkına dönük uygulanan soykırıma karşı çıkma tutumudur. Kürt halkı için 15 Ağustos Atılımı ile başlatılan süreç, bir gerilla direniş sürecidir. Gerilla direniş süreci, esasen bir var olma direnişi ve öz savunma mücadelesidir. Yoksa 15 Ağustos’la bir saldırı savaşı başlatılmamıştır; bir öz savunma ve var olma direnişi başlatılmıştır. Öncelikle onun silah boyutu sembolik yanıdır. Esasında ideolojik, örgütsel ve ulusal olarak var olma boyutu ön plandadır. Bir anlamda, Kürt toplumunda neredeyse hakim hale getirilmiş olan kölelik zincirlerinin sökülmesidir. Bu konuda birçok değerlendirme de yapılmıştır. “İlk kurşun Kürt köleliğine sıkılmıştır” derken bu kastedilmiştir. Yani öncelikle Kürt toplumunun kendi kendini sorguladığı, kölelik zincirlerinin sökülmeye başladığı süreç bu temelde başlamıştır.

Ama toplum sürece hemen katılmadı. Yani Botan gibi Kürtlüğün henüz diri olduğu, ölmediği alanlarda belli bir katılım olsa da esasta toplum büyük bir merak ve kaygıyla izledi. Ne zaman ki önceki isyanlar gibi hemen ezilmediğini, giderek büyümeyi yaşadığını, tüm saldırılara karşı var olmayı başardığını kendi gözleriyle gördü; işte o vakit toplumun da gerillaya yaklaşımı değişti; gerillayı artık bir kurtuluş ve özgürlük gücü olarak görmeye başlayıp yeniden umutların yeşermesi, toplumun canlanması, kendine gelmesi, mücadele eder hale gelerek sokağa dökülmesi ve serhildan süreçlerinin ‘90’ın başında başlaması; bu biçimde kendisiyle birlikte bir diriliş sürecini yaşaması gerçekleşmiştir. Zaten Diriliş Bayramı esprisi de buradan yola çıkarak ortaya konulan ve gerçekleşen bir olgudur.

15 Ağustos Atılımı karanlıkta çakılmış bir kıvılcım, bir aydınlanma, bir umut olmuş ve bu giderek vücut bulan bir devrimsel perspektife dönüşmüştür. Dolayısıyla 15 Ağustos’la sadece kölelik zincirleri kırılmamış, aynı zamanda beraberinde düşünsel, siyasal ve sosyal bir devrimi de yaşatmıştır. Yani ölümün eşiğindeki toplum dirilerek ayağa kalkmış ve artık kendisi için düşünen, kendisi için savaşan, direnen bir toplumsal gerçeklik haline dönüşmüştür. Bu, sonuçları itibarıyla böyledir.

Gerillanın çıkışında ne tür zorluklar yaşandı?

Fakat bu kolay gerçekleşmedi. Yani Kürdistan’da gerilla öyle kolay pratikleşmedi. Özellikle Egîd arkadaşın şehadetinden sonra yaşanan büzülme, daralma, neredeyse gerilla çıkışını tasfiyenin eşiğine getirdi. Bunun karşısında Partimizin Üçüncü Kongresi’nin kararlaşması ve müdahalesinin gelişmesinin de bir sonucu olarak yeni bir atılım gelişmiştir. Ancak, özellikle Erdal, Bedran gibi önde gelen öncü komutanların şehadeti ardından, çizgiyi saptıran ‘Dörtlü Çete’ dediğimiz eğilimlerin ortaya çıkması, kontra pratiklerinin kendini dayatması ve çeşitli tahribatlara yol açması karşısında yeniden bir iç mücadele dönemi başladı. Bu dönemde Önder Apo’nun kıyasıya bir mücadeleyle üst üste gelişen müdahaleleri ile Kürdistan’da gerillacılık belli bir düzeyi yakalamıştır. Nasıl ki 15 Ağustos Atılımı daha çok içe dönük bir atılım ise, başladıktan sonra da çizginin doğru uygulanması için daha çok içe dönük bir mücadelenin yürütülmesiyle ancak gelişme sağlanabilmiştir. Bu konuda şunu diyebiliriz: Eğer Önderlik çizgisi tam olarak uygulansaydı, sonuçlar daha farklı olabilirdi. Hatta ondan sonrası için de, yani serhildan dönemi için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Kısacası gerilla çizgisi öyle rahat uygulanamamıştır. Bir yandan sürekli kendisini dayatan toplum psikolojisinden ileri gelen Kürt savaş tarzı, mevzii savaşı ve gerilla çizgisine girmeyen toplumdan kaynaklı çeşitli anlayışlar; diğer yandan sabote etmeye dönük, kendini dayatmaya dönük, hareketi farklı eksenlere çekmeye dönük tasfiyeci-çeteci girişimlerin yoğun girişimleriyle mücadele edilerek ancak gerilla çizgisi bir ölçüde uygulanabilmiş ve bu sonuçlar açığa çıkarılmıştır.

GERİLLA KÜRDİSTAN'DA ÖZGÜRLÜĞÜ SAĞLAMA MÜCADELESİ OLARAK GELİŞTİ

15 Ağustos Atılımı ile birlikte gerilla çizgisi ilk kez Kürdistan’da gelişen bir direniş doğrultusu oldu. Kürdistan’daki gerilla savaşı, aslında sadece Kürdistan değil, Ortadoğu’da da ilk kez gerilla mücadelesinin yürütülmesidir. Kısacası, her ne kadar yetersizlikleri de olsa Kürdistan’da gerillanın belli düzeyde uygulanması, Kürdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı politikaları boşa almış, esasen yenilgiye uğratmıştır. Yani Kürt toplumu artık nasıl direnebileceğini, nasıl kendini savunabileceğini öğrenmiş oldu. Bu konuda gelişen inanç, beraberinde ulusallaşmayı da güçlendirdi; ulusal ruhu daha güçlü hale getirmeyi başardı. Esasen Kürt halk gerçekliği veya Kürt sorununu çözmek üzere masaya taşıdı. Bu yüzden Önder Apo ’93 Newrozu’nda ateşkes ilan etti. Bu önemli bir aşamaydı. Ve o zamandan bu yana geçen 29 yıl boyunca zaman zaman ateşkesler olmakla birlikte sürdürülen gerilla mücadelesi, esasında Türk devletinin soykırım siyasetinden vazgeçmemesi nedeniyle sürdürülmektedir. Gerilla Kürdistan’da bir öz savunma savaşı biçiminde Kürt toplumunu kabul ettirme ve özgürlüğü sağlama mücadelesi olarak gelişmiştir. Karşı taraf çeşitli özel savaş taktikleriyle sürekli oyalayıp kabul etmeyince gerilla savaşı bu kadar uzun sürmüştür. Yoksa gerilla savaşı aslında ilk aşamalarında başarıyı elde etti. Ardından ise Uluslararası Komplo gerçekleşti. Yani aslında 15 yıllık gerilla mücadele tarihi sömürgeciliğin imha ve yok etme politikasını boşa çıkarmıştır. Bu anlamda gerilla stratejisi başarı kazanmıştır. Fakat Kürt halk gerçekliği sürekli bir biçimde kabul edilmeyip soykırım siyasetinde ısrar edildiği için gerilla da buna karşı hep direnmek durumunda kalmış ve onun için çeşitli aşamalardan geçerek günümüze kadar bu mücadele sürdürülmüştür.

HRK ile başlayan süreç daha sonra ARGK ve bugün de HPG olarak varlığını sürdürüyor. Bu değişimler neden ve nasıl yaşandı?

Kürdistan Kurtuluş Güçleri (HRK) Kürdistan adına kurulmuş olan ilk askeri yapılanmadır. Zaten 15 Ağustos’la birlikte kuruluşunu ilan etmiştir. Kürdistan’da gerillacılığın tohumları HRK ile atılmıştır. Fakat tam bir halk ordusu olmayı ifade etmiyor. 15 Ağustos Atılımı’ndan hemen sonra ’85 yılında 15 Ağustos Atılım ruhunun gerekliliğine göre devam ettirilmesinde sorunların yaşandığını biliyoruz. Üçüncü Kongre’de Egîd arkadaşın gerilla çizgisini oturtmaya dönük sergilediği yoğun ve kararlı duruşu ile birlikte esas olarak taktiğe güven zayıflığının yaşandığı, bir tereddütlü duruşun bulunduğu, bunun süreç üzerinde etkisini gösterdiği tespiti de yapıldı ve bu yönlü yoğun eleştiriler ve yargılamalar da gelişti. İşte o zaman Egîd arkadaş şahsında o güne kadar çabası gösterilen bütün zindan ve dağ direnişlerinin anısını yaşatmak, devrimsel yürüyüşteki tüm tereddütleri aşmak ve kesin bir biçimde gerilla çizgisini ve mücadele taktiğini oturtmak üzerine yoğun tartışmalar ve kararlaşma düzeyi gelişti. Bu kararlaşma düzeyine paralel olarak da Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu’nun (ARGK) kuruluş kararı alındı.

Yani o süreçte yaşananlar ile Kongre’de tartışılanlar ve alınan kararların, bütünüyle birbirine uyumlu bir biçimde gelişmesi sonucu ARGK kurulmuştur. ARGK adıyla yürütülen mücadelenin, ‘99’a kadar belli bir düzeyi açığa çıkardığını biliyoruz. Fakat yaşanan yetersizlikler, özellikle de ‘94’ten sonra kendini tekrar sürecini yaşaması, hızla sonuca gitmesi gerekirken, bu konuda yaşanan yetersizliklerin ortaya çıkması ve Önderlik çizgisinin tam olarak uygulanamaması neticesinde karşı tarafın da Uluslararası Komplo’yu dayatması durumu vardır. Bu direniş Uluslararası Komplo’yu aşabilmeliydi ama maalesef devrimsel akışın gereken temposu yakalanamadığı için Uluslararası Komplo’nun zemini haline gelme durumu yaşanmıştır. Bu temelde gerçekleşen Uluslararası Komplo’yla Önderliğin esareti yaşandı.

Önderlik aslında Beşinci PKK Kongresi’nden itibaren değişik düzeyde yoğunlaşmalarını yapıya ve kamuoyuna da yansıtıyordu. Yani reel sosyalizmin çöküşü ve onun ortaya çıkardığı sonuçlar, reel sosyalizmin bilimsellikten uzak dogmatik paradigmasının başarısızlığı ve aşılmasının zorunluluğu ekseninde Önderliğin geliştirdiği yoğunlaşma ’98 yılında, özellikle Roma sürecinde kamuoyuna da yansıtılan gerçekliklerdi. Bu temelde Önderlik bir paradigmasal değişimi Komplo’yla birlikte gündemleştirdi. Bu aynı zamanda Uluslararası Komplo’nun boşa alınması açısından da çok önemli bir devrimsel çıkış anlamına geliyordu.  Esas olarak yeni bir paradigma, Kadın Özgürlüğüne Dayalı Demokratik Ekolojik Toplum Paradigmasının şekillenmesiyle birlikte askeri yapının değişmesi de bir gereklilik olarak ortaya çıkıyordu. Dolayısıyla devrim mücadelesindeki tüm örgütsel yapıların paradigmaya uygun bir şekilde değişimi gündeme geldi. Bu temelde PKK’nin Yedinci Kongresi’nde alınan kararla ARGK yerine HPG kurulmuştur.

Özellikle Önder Apo’nun yeni paradigma temelinde devrimde zorun rolü konusunu yeniden değerlendirmesi, halk savaşı gerçeğinde sadece gerillanın değil, ikinci ve temel bir ayak olarak toplumun daha fazla rol üstlenmesi bakış açısı temelinde askeri yapının kendisini bir savunma gücü olarak yeniden şekillendirmesi çerçevesinde HPG vücut bulmuştur. Yani mücadeleye bakış açısında da bir değişiklik vardır. Devrim gücü artık gerilla ve halk; işte ikisinin birleşim halkası biçiminde öz savunma güçleri olarak örgütlenmesi ve demokratik çözüm ile diyalog yöntemine de açık olacak bir mücadele tarzının gelişmesi temelinde HPG formatı şekillenmiştir. O demokratik çözümü öngören bir meşru savunma gücü olarak mücadelede en etkili bir biçimde rol oynamak üzere kendisini yeniden inşayı esas alan bir halk savunma yapılanmasıdır.

Yarın: Modern gerillacılığın özellikleri…