Kürdistan'da bir direniş yöntemi: Mizah-2

İlk Kürtçe mizah dergisi 'Mîrkut' kabul edilir. 1 Temmuz 1985’te Stockholm’de yayımlanır. Mahmud Lewendî yayın sahibi ve yönetmenidir. Kuruluş sloganı 'Mîrkutên xwe bilind bikin' olarak belirlenir...

Açıkçası Kürtler şimdiye kadar toplamda kaç tane dergi çıkardı bilmiyorum, bilmek de zor gibi. Çünkü 1985 yılında benzer bir tartışmada ortalama sayı 400 olarak veriliyor. Sadece son 10 yılı temel alırsak, bu konuda çokça ilerleme olduğunu söylemek mümkün. Tabi burada sürdürülebilirlik ve nitelik tartışmıyorum. Dergicilik maceramızın genel ihtivasının 'siyaset, kültür' olduğunu gözlemlemek zor değil. Spesifik konulara -çocuk, kadın, çevre- yönelmiş dergilerimiz çok değil. Hatta 1960’tan önce ilk kadın dergisi 'Huner' Süleymaniye’de çıkıyor. Ondan sonra sadece kadına dair kaç dergi yaratabildiğimiz muamma. Mizah dergiciliğimiz içinde macera çok eski değil.

MÎRKUT, ZENGİL, ÎSOT, TEWLO, PÎNE, QIRIK, EK-GÜNDEM

Elbet mizah kavramını burada baskın tanım olarak ele almıyorum; içine ironi, hiciv, kara-politik karalamaları da ekleyerek düşünmek gerek. Bu manada Şêx Rıza Talabanî’ye (1832-1910) değinmeden geçmek doğru olmaz. Kürt edebiyatında hiciv sanatının kurucusu kabul edilen Talabanî'nin keskin dili ile yaptığı taşlamalar çoğu zaman tepki çekse de o bundan vazgeçmemiştir.

İLK KÜRTÇE MİZAH DERGİSİ MÎRKUT

İlk Kürtçe mizah dergisi 'Mîrkut' kabul edilir. 1 Temmuz 1985’te Stockholm’de yayımlanır. Mahmud Lewendî yayın sahibi ve yönetmenidir. Kuruluş sloganı 'Mîrkutên xwe bilind bikin' olarak belirlenir. Mizahın 'vurucu' gücüne atfen iyi bir seçimdir. Tokmak ile birileri vurulacaktır. İlk sayıda iki önemli kıstası ve bir nevi de çerçeveyi şöyle belirler: “Emê xwe li bin çenge pir kesan u pir tiştan xin." ve "Emê tilîya xwe di her qulik (kun)î re kin.”

İlk sayıdaki editör yazısında ayrıca “Ev serê çend mehan e em difikirîn ku em kovareke çawa derxînin, axirê li dawîya dawîyê; bi saya hevalekî em gihan biryarekî, wele hema me go ji vê xwe- şiktir kovar nabe u me navê wê jî danî MÎRKUT naveroka wê jî ji xwe waye ji we ve xuyaye, gotina zê de ne hewce ye.” sözleri eklenerek tahayyül noktasında beklentilere cevap vermektedir.

Mîrkut ilk olarak yılda sadece iki sayı çıkarma kararı alır. İmkanlar dahilinde iki ayda bir çıkarma fikri de vardır. Dil sadece Kürtçenin Kurmancî lehçesidir fakat Kırmancki, Soranî lehçelerine de açıktır. Dergi salt mizah yapma hedefiyle çıkmaz; mizah üzerine araştırmayı da kapsar. Ayrıca bu dergiye destek verecek herkesin mizahın genel kanunu olan 'zimandirêj'liğe açık olması gerektiği vurgulanır.

Derginin içeriği Kürdün sosyolojik dünyasına üzerinedir. İlk kapak 'dil öğrenme' üzerine eleştiridir. Fıkra, anı, kelime oyunları, ironi, atasözleri vs. yoğunca vardır. Dergide karikatür azdır ve yazı yoğunlukludur. Mîrkut içerik olarak hem Kürt insanını hem de başta Türkiye olmak üzere diğer egemenleri hedefe koyar. Söylem, çizimler bunlar üzerinden gelişir ve bir yüzleşmeye davet eder. Yazanlar çeşitli takma adlarla yazar.

İkinci sayı Elvis Presley’nin Kürt çıktığı kapağı ile Ekim ayında yayımlanır. Presley’nin başında şal vardır. İlerleyen sayfalarda ise bir Kürt olarak nasıl sürgün edildiği, nerelerde neler yaşadığı genişçe anlatılır. İlk sayıdan farklı olarak bu sayıda Soranî yer alır. Ayrıca 'Kürtçe-Türkçe' karışımı qırıkvarî bir dil ilk defa kullanılır. Bir 'dublaj anısı' da Türkçe yer alır. Yöntem olarak ilk sayının tarzı takip edilir; yaratıcı unsurlara önem verilir.

Üçüncü sayı, 'Rambo' kapağı ile çıkar. Rambo, “Piştî Afganîstanê ezê werim Kurdistanê” der. Kurdistan’a gelme noktasında ikna edilen Rambo, şart koşar. Bu şart şöyle ifade edilir: “Şertên Rambo gelek in, ji wan yek jî ew e: ku hemu kurd qebul bikin ku Kurdistan 5 perçe ye. Li gor Rambo heta niha tene 4 perçin Kurdistanê dihatin zanîn, le Rambo perçê pincan jî kifş kiriye. Li gor wî perçi pincan di bin desti Rusan de ye...”

Bu sayı yaklaşık 1,5 yıl aradan sonra çıkar. (01.01.1987 tarihinde)

İkinci sayıda bu sayı için 2-3 ay tahmini süre verilirken, aradan aylar geçmiştir. Derginin editör yazısına yansıdığı kadarıyla maddi sıkıntılar büyük sorundur, bir ikincisi gönüllülük esasına dayalı kolektif olarak çıktığı için zorluklar yaşanmaktadır.

Mîrkut dergisi sadece 3 sayı çıkabilmiştir. İlk sayısı çokça ilgi görmüş olmalı ki daha 2. sayısında yeni bir mizah dergisinin duyuru ve müjdesini verir. Müjdesini verdiği yeni derginin adı “Zengıl”dır.

ZENGIL

Bu dergi Avrupa’da çıkıyor. Sürgün hayatı yaşayan ve yazı-çizi ile uğraşan Kürtlerin bir ürünü olarak raflardaki yerini alır. Herhangi bir sayısına ulaşamadığım için içeriği hakkında bir fikrim yok. Bağımsız bir dergi olmaktan çok, o aralar Kurdistan Press gazetesinin bir eki olarak yayına başlar. 4-5 sayı çıktıktan sonra o da son bulur.

ÎSOT

Aynı yıl (1985) ilk Kürtçe karikatür dergisi de çıkar; adı 'Îsot'tur. Herkesin ağzına acı sürmeye yeminli bu dergi, akıl dolu eleştiri ve çizgileri ile 1987 yılına kadar devam eder. İki ayda bir çıkan dergi 1987 yılında 8.sayısı ile okurlarına veda eder. Editör 'Mamoste'dir.

Bu dergide yazı azalmış, çizimler ön plana çıkmıştır. Siyaset daha belirgin olarak yer almaktadır. İlk sayısında tüm partilere seslenerek 'birleşme' çağrısı yapılır. Türkiye’deki faşizan uygulamalara her sayıda yer verilirken, asimilasyona özellikle dikkat çekilir.

Avrupa’daki Kürtler etrafında gelişen bu dergilerin hiçbiri çok uzun ömürlü olmaz. Siyaset ve sosyal yaşam harmanlanarak hiciv edilir. O yıllarda Kürt Özgürlük Hareketi’nin sesini duyurmaya başladığı zor ve çetin yıllardır. Bakur sahasında gelişen bu durum ve yansımalar doğal olarak çok yer edinmez. Çünkü imkanların kısıtlı olduğu bir zamandır; sayfalarda Avrupai bakış açısı, burada ortaya çıkan yaşamsal çelişkiler daha çok yer edinir.

TEWLO

Yukarıda adı geçen üç yayından sonra bayrağı Türkiye’deki Kürtler devralıyor.

9 Nisan 1992’de İstanbul’da yayına başlayan 'Tewlo' dergisi çok az da olsa Türkçeye yer veriyordu. Dergi dönemin Gündem gazetesi etrafındakiler tarafından çıkar. Musa Anter (dergi kapandıktan hemen sonra, Eylül ayında katledilecekti), İsmail Beçikçi, Halil İncesu, Tarık Tolunay, Seydoş Xirabxoş, Can Baytak, Selim Canhıraş, Burcu Durusu, Luis Garcia ve Doğan Güzel gibi isimlerin yanı sıra pek çok isme kucak açan derginin ömrü çok uzun sürmez; 3 ay kadar sonra, Temmuz ayında kapatılır. Bu zaman diliminde 13 sayı çıkarılabildi. Tewlo’nun mizaha katkısı sadece içerik ve üretim odaklı değildir. Çıktığı yıl itibarıyla yani Kürdistan’da savaşın en ağır şartlarının yaşandığı dönemde çıkması ayrıca devrimci bir girişimdir. İddialı bir çıkıştır… Editörlüğünü Halil İncesu yapmaktadır.

Tewlo, Kürt mizahının siyasal yönüne ağırlık verir. Geleneksel Kürt motifleri/yaşamı görece daha azdır. Örneğin bir Mirkut kadar yoktur. Çeşitli sıkıntılarla boğuşmak zorundadır dergi kadrosu. Bunlardan bir tanesi de yazan-çizenlerin Kürt olmalarına rağmen Kürt kültüründen uzakta, şehirlerde yetişmiş olmaları ve içlerinde birçoğunun Kürtçe bilmiyor oluşudur. Bu koşullarda Kürtçe bir mizah dergisi çıkarmanın dramatik zorlukları ortaya çıkar. Derginin editörü Halil İncesu “1990’lı yıllarda savaşın çok şiddetli olduğu bir dönemde çıkıyor olmasına rağmen TEWLO üzerinde yasal bir baskı olmadı. Düzenli telefonlu tehditler dışında. Telefon tehditleri ise 'bizde bir sürü mizah dergisi var, Türkiye’de, Kürtçe mizah dergisinin ne alemi var' şeklindeydi. Biz de gülüp geçerek işimizi yapıyorduk. Ve o kısacık sürede Kürdistan’dan birçok çizer yetişmeye, dergiye de karikatürler göndermeye başlamıştı” diyor.

Derginin ilk sayısının kapağı ilginç ve son derece güçlüdür. Bir Kürt ve Türk karınlarından geçen merminin yarattığı boşluktan birbirine bakıp konuşuyorlar. Gelinen nokta budur.

1992 yılı şiddet ve savaşın en yükseğe tırmandığı yıllardan biridir. Parti tarihi açısından da çok zorlu bir yıla işaret eder. Gerek Güney’deki gelişmeler gerek yoğunlaşan operasyonlar, gerek halk üzerindeki baskılar tavan yapmış durumdadır. Böyle bir ortamda mizah dergisi çıkarmak zordur. Hem psikolojik hem de motivasyon açısından iddialı bir iştir. Aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketi’nin kültür ve sanata nefes aldırma çabalarından biri olarak da okunabilir. Çok büyük bir ilgi ile karşılaşması belki bu dönemin ruh hali ile ilgilidir. Bir çıkış şansı vermiştir. Çünkü dergi egemene saldırmaktadır. O dönem çizilen bazı karikatürleri ve yazılan yazıları bugün yazmak zordur.

Tewlo sadece devlete yüzünü çevirmez, içe de yönelir. Bunun en güçlü ve derginin ses getiren karakterlerinden biri “Seydoş Xirabxoş” adlı yazarın “Şorbeşir” köşesidir. Seydoş, yazdığı yazılarda Kürtçe-Türkçe karışımı bir dil kullanmakta, adeta içine girilen kültürel bunalıma neşter atmaktadır. Bu durum bir “bellek yarılması” olarak okuyucuda yoğun karşılık bulur. Derginin özgün bir köşesi olarak hafızalarda yerini alır.

İlginç bir anektod da aktaralım. İsmail Cem zamanında bu dergiyi Avrupa’da ilgili kurumlara götürüp “Bakın, işte Kürtçe ile ilgili sorunumuz yok. Yasaklamıyoruz Kürtleri, özgürce dergi bile çıkarıyorlar” deyişi var.

PÎNE

Pîne’nin reklamı daha akıllardadır… Şöyle diyordu:

Pîne...

Bistîne, bigerîne u bixwîne.

Pîne...

Yazar-çizer kadrosu Tewlo’dan daha fazladır. Politik yönelimi de. İçeriği geniştir ve yüzde 100 Kürtçedir. Çok tutulması arifesinde defalarca kapatılır. 'Önlem babında 'Zirpîne', 'Pîne Post', 'Pîne Times', 'Kermêş', 'Sator' mizah dergileri çıksa da onlar da kapanmaktan kurtulamaz.

15 günlük edebiyat-mizah dergisi olarak çıkan Pîne, ilk sayısını Ekim 1999’da çıkarır. Sloganı 'Quna tazî, temburê dixwazî'dır. Daha sonra güncel duruma göre slogan sürekli değiştirilir. Birkaç örnek vermek gerekirse “çil çirokên hirçê hene, giş li ser hirmiyê ye”, “aştî di bin lingê dayikan de ye”, “wwwwwww…”, “venamire çarçira” vs.

Çıktığı dönem zor bir dönemdir. Kürt Halk Önderi Öcalan yüzyılın komplosu ile rehin alınmış, siyaset iyice karışmıştır. Kürtler üzerinde baskı ve tehdidin çok daha fazla olduğu bir zaman aralığıdır. Fakat tam da böyle bir ortamda Öcalan kutlama mesajı gönderir dergiye ve çalışanlarına. Bu durum halk üzerinde farkındalık yaratır. Daha çok sahiplenilir.

Türk siyasi hayatına yoğunlaşmasının dışında Kürtlerin gündelik yaşam ritüellerine ve geleneksel dokuya da değinir çizgi ve yazılarla. Dönemin yasakları özellikle göze çarpar. Yasaklara manşetten cevap verilir. Mizahın yanı sıra Ehmed Huseyni, Medeni Ferho gibi isimler de dergide yazarlar.

Kürt mizahı açısından önemli bir kilometre taşıdır Pîne.

2002 ve sonrası…

Pîne tamamen kapandıktan sonra, 2002’den 2012’ye, dergi olarak ya da direkt mizah hedefli bir içerik göremiyoruz. Özgür Gündem ve Azadiya Welat gazetelerinin köşe yazılarına çekilen mizah, artık tek düze olarak kendini burada yaşatmaya çalıştı. Doğan Güzel’in çizdiği Qirix; Keko, Siyasî Abê, Dewê, Hacî Silêman, Feyzo ve bilinen adı ile Pêxwasên Amedê şeklinde halen devam eden ender işlerden. Önemle belirtmekte fayda var. “ek-Gündem” diye bir ek çıkardı zamanında. Gazetenin hafta sonu eki olarak çokça ilgi gördüğünü biliyorum. Dr. Martinez adı ile bir dönem ipi göğüsleyen Dr. Altay Martı ve Evrim Alataş’ın Fincani Xanim’ı burada çokça sevilmiş ve ilgi görmüştür.

2012’ye kadar gelişen alan tiyatro olmuştur. Kürt mizahının yaygınlık kazandığı alan sahneler oldu. Bu süre zarfında ayrıca TV’ye çeşitli sit-comlar yapıldı. Politik ve kültürel bir alana yaslanan dizilere oranla tiyatro daha çok sokağın diline-kültürüne yaslanır. Bir karşılık da bulur.

GOLİK DERGİSİ

2012 yılında ilginç bir gelişme olarak “Golik” dergisini sayabiliriz.

Bolu F Tipi Hapishanesi'ndeki siyasi tutsakların hazırladığı Kürtçe mizah dergisi Golik’ın ilk sayısı 2012 yılında çıktı. Derginin özgünlüğü “içeriden” hazırlanıyor oluşudur. Bu fikrin gelişimini siyasi tutsak arkadaşlar şöyle aktarıyor:

“Uzun zamandan beridir hapishanede karikatürle uğraşan arkadaşlar olarak ‘Neden hala Kürtçe mizah yapan bir dergimiz yok?’ sorusunu kendi aramızda tartışıyorduk. Dışarıda diğer dillerden yayınlanan onlarca mizah dergisi olmasına rağmen Kürt dilinde yayımlanan bir tek mizah dergisinin olmaması, bu alanda bir boşluk yaratıyordu. Açıkçası böyle bir girişimi dışarıdaki karikatürcülerden bekliyorduk. Uzunca bir süre hem bekleyiş içerisinde olduk hem de kendi aramızda düşünsel anlamda fizibilite çalışması yürüttük. Dışarıda herhangi bir kıpırdanma olmayınca bu işi biz başlatalım dedik. İçeride böyle bir girişimi başlatmanın çok zor olacağını biliyorduk. Hazırlık aşaması, basımı ve dağıtımına kadar bin bir zorlukla karşılaşacağımızı da tahmin ediyorduk. Zorlukları ne kadar çok olsa da sabır ve dirayetle teker teker bunları aşabileceğimize inanıyorduk. Nitekim öyle de yaptık ve girişimi başlattık.”

Neden bu adın verildiği ise şu şekilde anlatılır. “Golik, doğası gereği ‘asi’dir. Emre-itaate gelmez. Biraz da ‘arsız’dır. Büyük ağabeyleri terbiye edilmiş halde boyunduruğa boyun uzatırken, o, yaramaz bir çocuk gibi uzakta durur, bakıp bakıp alay eder."

Golik halen zar zor çıkmaya devam etmekte. Dışarıdan da yoğun destek almakta. Son yıllarda zindanlarda değiştirilen şartlardan kaynaklı aksamaktadır. İçeriğinin de ilk sayılardaki içerikten kısmen ayrıldığı, daha farklı bir alana kaydığı eleştirileri de mevcut.

Dipnot niyetine eklemek gerekirse, şu an (2017) resmi olarak yayımlanan bir Kürt mizah dergisi yok.

SON DURUM

Gülmenin ciddi bir iş olduğunu bilenler, yıkıcılığına da şahitlik etmişlerdir. Ortaçağın şiddet ruhundan, saçmalıklarından günümüze dek bazen bir savunma bazen de bir saldırı yöntemidir. Tamamen Ortaçağ’da geçen Umberto Eco’nun “Gülün Adı” romanı “gülme” ile ilgili dev bir eserdir. Tam olarak neye karşılık geldiği ve egemenlerin neden korktuğuna dair başyapıt olma özelliğini korur. Alexander Herzen haklı olarak “Gülmenin tarihini yazmak ilginç olurdu” dedikten sonra şunu ekliyordu: “Eski çağda, Aristophanes’in komedyalarını izleyen halk Olimpos’ta ve yeryüzünde gülmekten kırılır, Lucian’la birlikte kahkahalar atardı. İnsanlık 4. yüzyıldan itibaren gülmeyi bıraktı; yalnızca ağladı ve zihin, iniltiler ve pişmanlık feryatlarıyla zincire vuruldu. Kilisede, sarayda, resmî geçitte, bölüm başkanının, polis memurunun ve yöneticinin karşısında kimse gülemez. Serf, toprak sahibinin karşısında gülme hakkından mahrum bırakılmıştır. Ancak eşitler gülebilir. Eğer ast üstün karşısında gülebilseydi, bu saygının sonu olurdu. İnsanları Öküz Başlı Tanrı karşısında gülmek zorunda bırakmak, onları kutsal mevkilerden sıradan öküzler düzeyine indirmek demektir.”

Özgürlük mücadelesinde bir özne, benliğin ontolojisi için de elzem olan mizahın şu an Kürtlerde sadece belli alanlarda hayat buluyor olmasının, otorite ile olan ve değişen ilişkimizden bağımsız ele alınamayacağını belirtmekte fayda var. Bir halkın praksisi olan bu eleştirel alanın, gelinen süreçte aşırı politizasyona eklemlenerek nefessiz bırakıldığını ve “ciddi”, “saygın” görünümlü roller sergilemek zorunda kalan insanı yarattığını görebiliyoruz. Ciddiyeti en iyi şekilde mizah kırar. İktidarlar korku ve sevgi arasında bir tercih yaparlar yönettiklerine karşı. Korkudan asla vazgeçmezler çünkü korku saygıyı getirir. İşte bu saygının arkasına maskelenmiş samimiyetsiz ciddiyeti ancak eleştirel bir mizah ile yıkabiliriz.

Genel olarak çevremde gözlemlediğim şey, sert savunma reflekslerimizin politik bir çerçeve ile çerçevelendiği ve ironiye dahi tepkisel olduğumuz yönünde. Bu model son yıllarda yetişti.

SOSYAL MEDYA GERÇEĞİ

Bundan ötürü “Sosyal Medya Mizahı” denen daha serbest bir tarz gelişti. Özellikle Gezi ile patlama yapsada Kürt mahallesinde Facebook üzerinden sayfalarla başlayan ve sonra Twitter’e ulaşan, son olarak da Instagram’a bulaşan ve gidişatı son derece tüketime, anlık gülmeye evirilen bir form almış durumda. Sosyal medyaya eleştiri çok azdır, eleştirel bakış pek yapılmıyor bu büyük bir sorunsaldır. Son birkaç yıldır siyasal alan olarak iyi bir kale konumunda, iyi değerlendirilen yönleri mutlaka var. Şu an medyanın toptan ortadan kaldırıldığı bir gerçeği de göz önüne aldığımızda çok daha fazla kullanım var. Fakat Baudrillard’in de dikkat çektiği gibi; "İnsanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir; her şeyin farkındadır, fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir." Bu yönünü de ıskalamamak gerek, diye düşünüyorum.

Büyük çoğunluk gittikçe "etiket, var olma" üzerine şekillendiğinden "Gerçeklik, gerçekliği aktaran ve gerçekliğin aktarılan sahte görüntüsünü izleyenler" grupları da bariz olarak belirmiş durumda. Bu totalde bir körlüktür. Ve bizi zora sokmaktadır. Gerçekmiş, doğru olanmış gibi yaratılan simülasyon deşilmelidir. Eleştirisi yapılmalı, kullanımı gözden geçirilmelidir. Kişisel "var olma" nevrozları geçirilmemelidir. Araç olarak kullanımı önemsenmelidir…

Şu an sosyal medyada üretilen mizahın nitelik sorunu var. Son iki yıllık savaş sürecinde yaşananlar ile 2015 öncesi kullanıcı profilleri arasında bariz farklılıklar var. Örneğin 'gülünen' şeylerin karakteri değişmiş durumda.

Sosyal Medya’ya tek bir şekilde sahip olabiliriz. O da örgütlenerek…

***

Özellikle yazılı anlamda (dergi vs.) sıkıntısı var. Sıkıntı, üretecek olanların azlığı değil. Kesinlikle değil. Yeraltında olmak üzere, etrafımızda onlarca üretim yapabilecek insan var. Harekete geçiremiyoruz. Mizah alanı için de bu geçerli. Evin içinde başlamak üzere, mahalle sokaklarından kurumların içine kadar sinen bir çelişkiler yumağı var. Bu çelişkileri farklı bir dille aktaran, açığa çıkaran ve politik gülmecesini de yapabilen insanlar çokça var. Ama bunlar yok!

Mizah, politik mücadelenin yanına eklemlenerek mutlaka kullanılmalı. Bunun malzemeleri gündelik yaşamda fazlasıyla mevcut. Bugün gelinen nokta eskiden daha geride. Bunun nasıl olduğu ise sosyo-politik-kültürel bağlamda başka bir araştırma konusu.

Son sözü Hannah Arendt’e bırakalım…

“Otoritenin en büyük düşmanı ve onu zayıflatmanın en kesin yolu kahkahadır…”

Birinci Bölüm: https://anfturkce.net/kultur/kuerdistan-da-bir-direnis-yoentemi-mizah-96424