Mississippi hiç sönmedi…
Türkiye’de Netflix’ten önce !f İstanbul’da görem şansı bulduğumuz Mudbound, İkinci Dünya Savaşı sonrası Mississippi’de yaşanan ırkçılığı anlatıyor…
Türkiye’de Netflix’ten önce !f İstanbul’da görem şansı bulduğumuz Mudbound, İkinci Dünya Savaşı sonrası Mississippi’de yaşanan ırkçılığı anlatıyor…
Yönetmenliğini Dee Rees’in yaptığı Mudbound, Netflix yapımı olarak Altın Küre’de 2, Oscar’da da 4 adaylık alan bir film. Geçen yılki Cannes Film Festivali jüri başkanı, yönetmen Pedro Almodovar’ın Netflix yapımı Okja’ya tepki göstermesi ve dijital platformlarda yayınlanacak eserleri ödül kapsamında değerlendirmeyeceğini söylemesiyle başlayan tartışma, öyle görünüyor ki Akademi’yi pek de etkilememiş.
Elbette bunda Mudbound’un konusu da etkili. Henüz Türkiye’deki Netflix platformunda gösterilmeyen filmin yayın hakları 15 Şubat’ta başlayan ve 25 Şubat’ta sona erecek 17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’ne ait. Festivalin Galalar bölümünde gösterilen Mudbound, İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Mississippi’de yaşanan ırkçılığı anlatıyor.
800 DÖNÜMLÜK BİR HAYAL
Siyahların ABD’de henüz birçok haktan mahrum olduğu o yıllarda olay, neredeyse ırkçılıkla bir anılan Mississippi’de geçiyor. Yazar Hillary Jordan’ın aynı adlı romanından uyarlan Mudbound, ırkçılık, savaş sonrası psikolojik travma, sınıfsal ve aile içi çelişkilere kadar birçok konuyu içine alıyor.
Film iki ailenin McAllan ve Jackson’lar üzerinden ilerliyor. Henry McAllan (Jason Clarke) eşi Laura McAllan (Carey Mulligan) ile Mississippi’deki 800 dönümlük arazisinde çiftlik hayatı sürmek üzere babası ve iki kızıyla buraya doğru yola çıkar. Fakat kasabada tuttuğu ev konusunda dolandırıldığını anlayınca arazide, neredeyse tüm ataları orada çalışmış olan Jackson ailesinin yakınındaki çiftlik evine taşınmak zorunda kalırlar. Hap Jackson (Rob Morgan) ve eşi Florence Jackson (Mary J. Blige) atalarına nazaran oranın çalışanı değil, arazinin bir kısmının kiracılarıdır. Fakat McAllan’ıların oraya taşınmasıyla var olan düzenleri yavaş yavaş bozulmaya ve atalarınınkine benzer bir kaderi yaşamaya başlarlar. O sırada iki ailenin birer ferdi de ABD ordusu adına Avrupa’da Nazilere karşı savaşmaktadır. Henry McAllan’ın kardeşi Jamie McAllan (Garrett Hedlund) ve Jackson’ların en büyük oğlu Ronsel (Jason Mitchell).
SIRTINI EDBİYATA YASLIYOR
Dee Rees’in edebiyat uyarlaması olarak çektiği Mudbound, filmografik olarak kitapla neredeyse iç içe geçen bir anlatıya sahip. Karakterleri kendi dış sesinden dinleyerek onların çelişkileri, hayatları ve daha birçok duygusuna tanıklık ediyoruz. Hap ve Florence’ın, Jamie ile Laura’nın, Ronsel’ın dış sesleri sık sık filme yansıyor. Rees, bu ikinci uzun metraj filminde sırtını büyük oranda kitabın ana hatlarına yaslıyor; anlatmaktan çok anlattırıyor.
‘ORADA BİR KAHRAMANDIM…’
Mudbound’u sadece ırkçılık üzerine kurulu bir film olarak tanımlamak ise eksik olur. Zira Mississippi’den daha önce hiç gitmedikleri topraklara savaşmaya giden iki kişinin savaş ve onun sonrasında yaşadıkları travma da filmde kendine epeyse yer ediniyor. Elbette bu travma Jamie ve Rosnel’i yakınlaştırıyor. Zira Nazi faşizmine karşı savaşan bu iki kişi kendi topraklarına döndüklerinde başka bir ırkçılığın içine düşmek zorunda. Filmin en dikkat çeken noktası da burası. ABD’nin bir yandan Nazilere karşı Siyahilerle birlikte karma bir ordu göndermesi (Ki orduda da kan bankaları, yatakhaneler vs. ayrı) diğer yandan kendi topraklarında neredeyse hiç küllenmeyen ırkçılığı söndürememesi. Aynı çiftlikteki farklı tende bu iki insan iki cephede de ırkçılığa karşı yan yana düşüyor, Avrupa’da savaştıkları Naziler karşılarına Ku Klux Klan olarak çıkıyor. Onları yakınlaştıran ise savaşta ve sonrasında yaşadıkları travmalar oluyor. Ronsel’in şu sözü ise savaştan sonra ne yaşadığını özetliyor: “Orada bir kahramandım. İnsanlar sokaklarda bizi coşkuyla selamlayıp, çiçekler atıyorlardı. Burada ise sadece saban süren bir zenciyim.”
İKİ AİLE İKİ SAVAŞ…
Mudbound’un bir diğer ana hattı ise bu iki ailenin savaşı. Ama bu savaş daha çok kendi içlerinde. Jackson’ların kölelikten bu yana gelen ve Hap tarafından dillendirilen toprağa sahip olmaz arzusu; McAllan’ıların zorunlu bir şekilde alışmaya ve başarmaya çalıştıkları yeni yaşamları iki aileyi hem karşı karşıya hem de yan yana getiren bir etken oluyor.
Mudbound’un ırkçılık meselesini bildiğimiz kalıplar dışında anlatan bir yapım değil. Edebiyatın anlatımını da tümden yıkıp filme geçiş yapmıyor, aksine ona sadık kalıyor ve sinemanın alanlarını sınırlıyor.
Akademi’nin 4 dalda aday gösterdiği Mudbound, ABD için önemli bir konu. Dijital platformda yayınlanıyor olmasını da çok önemsemedikleri ortada. Öte yandan Akademi’nin siyasi dönemi koklayan havası her daim bakidir. Törenlerde Trump’a yönelik ardı arkası kesilmeyen söylemlerden de hatırlanacağı üzere Mudbound, ırkçı bir başkana karşı “12 Yıllık Esaret” filmi etkisi taşımasa da bir yerlere not düşülmesi için kenara konulmuş görünüyor.
Zira Mississippi’nin ABD için söndüğünü* söylemek de zor. Hele ki sokaklarda polisler tarafından öldürülen Siyahların sayılarını düşününce. Öte yandan yayın hakları şimdilik !f’te olan Mudbound’daki ırkçılık elbette Türkiyeli birçok izleyiciyi etkileyecektir. Zira kendi Mississippi’leri Efrin’de yanarken başka bir yangını izlemek her zaman daha etkilidir!..
* Mississippi Burning- Alan Parker’ın yönettiği 1988 yapımı Mississippi Yanıyor, ırkçılık karşıtı bir film.