Sinemayla tüm hayatlara dokunabilirsin

“En büyük savaş hakikat uğruna verilen savaştır. Tüm dünyanın gözlerini doğruya-gerçeğe kapadığı yerde görmezlikten geldikleri her şeyi sinemayla onlara gösterebiliriz. Sanatın kimliği çok güçlü. Ve rahatlıkla her insana dokunabilir.“

“Kadim savaşçıların sadık dostu ve yol arkadaşı…

Ege’nin çocuğu; dağların, dağlar ülkesinin sevgilisi…

Ve anlatıcısı… 

Gerçek ile hayalin iç içe geçtiği hayatların anlatıcısı…

Anlayıcı, dinleyici ve anlatıcısı…”

Bu alıntı Şehit Armanc Kerboranî’nin günlüğünde Halil’in şehadeti sonrası yazdığı yazıdan bir bölüm. ‘Dağ gibi mirasın ardılı’ demiştik biz de Dersim için. Halil’e dair söylenen ’Gerçek ile hayalin iç içe geçtiği hayatların anlatıcısı. Anlayıcı, dinleyici ve anlatıcısı’ kısmı, öğretmenden öğrenciye geçen en değerli şey bence. Buna, kadın ruhunun incelikli yaklaşımı da eklenince miras sağlam ellerde. Dersim, sıkı bir dinleyici biliyorum. SARA belgeseli bizi bir araya getirdiğinde ve sonrasında ayrıldığımızda iyi dostlar olmuştuk artık. Üzerimde emeği çoktur. Sadece dinleyici değil tabii hem anlayıcı hem sorgulayıcı ve sorgulatan… Akılcılığı, ikna yeteneğini de eklersek alanında ivme kazanarak ilerleyen yetenekli bir yönetmen. Filmlerinde oynayan -rolün büyüğü küçüğü yok- tüm tanıştığı insanlar onu arar, sorar. Tabii o da öyle. Pragmatist değildir kısaca. Mesela *Nujiyan Erhan’ı ondan başka kimse baş rol oynamaya ikna edemezdi. 

Dersim röportajımızın üçüncü ve son bölümünde önce Nujiyan’lı zamanları anlatacak. Ardından “Yönümüzü sinemaya dönmüşsek bir derdimiz var demektir” sözleriyle başladığı Şengal filminin hikayesine girecek. Şengal analizleri ve yaptığı çıkarımlar takdire şayan. Tarihsel derinliğe inişi, ortak kültürel mirasın duygu dünyasında yarattığı değişimleri paylaşmasındaki şeffaflık etkileyici. 

Sonlara doğru ise dünya ve Kürt sinemasını tahlil ederken sistemin kadına biçtiği rolün kritiğini de yaparak çözüm önerileri sunacak. “Sinemanın doğası, kadının gerçeğine çok yakın. Kadın da tüm sanat dalları arasında en çok sinema aracılığıyla hayallerini dile getirebilir” diyen Dersim Zêrevan, sinema ve sanata gönül vermiş, hayalleri geniş genç kadınlara kökleriyle ters düşmeden başarıya giden yolun sırlarını paylaşacak… 

HEM BAŞROL, HEM ÇAYCI!

Rûpelên Sor’da Nujiyan Erhan baş rol oynadı. Nujiyan hem Kürdistan dağlarında hem de Şengal ve Rojava’da gazetecilik yaptı. Bu kimliğiyle, bilinçli bir tercih miydi onun başrol oyuncusu olması yoksa başka bir nedeni var mı?

Nujiyan sadece Rûpelên Sor-Kızıl Sayfalar’da oynamadı. SARA belgeselinin de ekip üyesiydi. Senaryo çalışmasına ve çekimlerine katıldı. Dostluğumuz, paylaşımlarımız belgesel çalışmasında yoğundu. Birlikte gitmediğimiz yer, çekmediğimiz acı, paylaşmadığımız düşünce kalmadı. Bizim dostluğumuz SARA belgeseliyle başladı. O’nu baş rol oyuncusu olarak tercih etmemin nedeni; alçak gönüllüğü, insanı incitmeyen deyim yerindeyse pamuksu karakteri, çocuk yüreği ve dostluğuydu. Çok ısrarcı oldum baş rol oynamasında. İki ay işlerini ayarlayarak gelmesini bekledim. Bizim yoğun isteğimiz üzerinden kabul etti teklifi. Yoksa tercihi değildi, oyunculukta başarılı olamayacağını düşünüyordu. 

Nujiyan baş rol oyuncusuydu ama, filmde hem senarist, hem çaycı, hem teknik ekip yardımcısıydı. Kısaca nerede ihtiyaç varsa oradaydı, canla başla çalıştı. Bütün ekiple de ilgilendi. 

Mesela savaşçı bir oyuncumuzun okuma-yazması yoktu. Nujiyan, set gece yarısı da bitse onun derslerini ihmal etmiyordu. Onun okuma yazma bilmemesini kendisine dert etmişti. Yaşamdaki birçok benzer yaklaşımlarından ötürü ekiptekilerin çoğu ona bağlanmışlardı. Şehadetiyle adeta yıkıldılar. 

O’nun için yoldaşlık çok önemliydi. Nujiyan nerede olursa olsun herkesin gönlünde yer ediniyor ve o çalışmanın vazgeçilmez bir parçası oluyordu. 

Ve kişi olarak onun gelmesinde ısrar ettiğim için, onunla alın teri döktüğüm için çok mutluyum. 

FİLMİN 5 ŞEHİDİ VAR

Film bittikten sonra sadece Nujiyan değil 5 oyuncu şehit düştü. Hîwa Sine adlı erkek savaşçı da baş rol oynayacaktı. Onunla konuşmuş ve onay almıştık. Filme başlamadan DAİŞ’e karşı savaşta yaralandı. İki ay sonra da maalesef şehit düştü. Hîwa Sinê’yi hem ekibimizin bir üyesi olarak gördük hem de filmi O’na atfettik. 

İstemediği halde oyunculuk yaptı Nujiyan. Oyunculuğu nasıldı?

Bir gün çok kızdım, “oyunculuğa odaklanmak dışında herkesle, her şeyle ilgileniyorsun” dedim. O da gitti, akşam geç saatlerde geldi. “Nujiyan eğer film bitmeden gitmeyi düşünüyorsan, daha yolun yarısındayken söyle” dedim. “Hayır, şimdi değil filmin gala günü gideceğim!” dedi gülerek. 

Ne oldu film? Vizyona girmeye hazır mı? Film hakkında teknik detay verebilir misin? Biraz tanıtmış da oluruz... 

Filmin ilk dönemlerinde ben ve Çiğdem Roj uzun bir süre yalnızdık. O’nun için yeni bir mecraydı, deneyimi yoktu fakat tüm gücüyle katıldı. Hem senaryo tartışmalarında hem de prodüksiyonda yer aldı, kamera yardımcılığı da yaptı. Rojava Film Komünü yeni kurulmuştu. Oradan da iki kişi dahil oldu. Kameramanımız Komaz Süleyman Faqi’ydi. Daha önce sinema setlerinde bulunmuştu. Seferberlik zamanı Rojava’ya gelmişti. Ses’ten anlayan arkadaşımız da Rojava devrimine bir biçimde katılmak, emek harcamak üzerinden gelmişti. Diğer işlere ise oyuncularımızı koşturduk. Daha sonra Avrupa’dan Serhat Hülakü dahil oldu ekibimize. Onun deneyimi biraz vardı. Filmin tüm ekibi bunlardı. Toplamda 10-12 kişiydik. Dışarıdan dahil olan üç kişi dışında hepsi oranın insanı, savaşçısı, emekçisiydi… Ve o toprağın hikayesi anlatıldığı için de çevremizdeki herkes sorumlulukla hareket etti, elinden gelen yardımı da esirgemedi.

Peki filmin maddi alt yapısı, sponsor vs… 

“Kameramanım, set görevlisiyim, oyuncuyum para istiyorum” şeklinde bir gündemimiz olmadı. Ve çok küçük bir bütçeyle filmi tamamladık. Özerk Yönetim ve Rojava Film Komünü’nün desteğiyle yaptık. Öyle özel bir bütçe ayrılmadı. Esas olan gönüllülüktü, ortak bir amaç için bir araya gelinmişti; Devrime hizmet ediliyordu, herkes de elinden geleni yaptı. Ne imkan varsa kullanıldı. Elektrik ve araç sorunumuz vardı. Bunların temini için seferber olundu. 

OYUNCU-YÖNETMEN YER DEĞİŞTİREBİLİYOR

Film ne kadar zamanınızı aldı? Başladıktan sonra senaryoda değişiklikler oldu mu, şartları da göz önünde bulundurarak?

Şüphesiz. Birçok şey eklendi. Oradaki savaşçılar konuya daha hakimlerdi. Oyuncu savaşçılarımızdan biri “O dönemde biz bu arabayı kullanmadık. Bunlar daha sonra çıktı” diyerek daha dönemine uygun bir şey önerdi. Bazen yönetmenin yerine görüş ve önerilerde bulunuyorlardı; “şu mevzinin şekli şöyle olmalı, kamera şuradan çekmeli” gibi. Böylesi durumlarda oyuncu-yönetmen yer değiştirebiliyor. İşin doğası gereği böyle oluyor. 

Sıra en son filmde. Dağ sineması, ardından Rojava Devrimi’nin kahramanları… Derken Şengal projesiyle devam ettin. Adeta zoru zorla yarıştırmak gibi. Şengal’deki Êzîdî Katliamı’nı anlatan filminden biraz bahseder misin? 

Yönümüzü sinemaya dönmüşsek bir derdimiz var demektir. Yaşanan tüm haksızlıklara karşı kadın aklıyla, bakışıyla haklı olanın mücadelesini vermek istiyoruz. Nerede olursa olsun, koşullar ne olursa olsun peşine düştüğümüz gerçekliğin dile getirilmesi için ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyoruz. Evet sinemayı seviyorum. Bu sevgi güç veriyor, dile getirmek için yol yöntemin her zaman var olduğunu söylüyor.

Kızıl Sayfalar benim için önemli bir deneyim olmuştu. Dağ ekibinden sonra yeni bir ekip oluşturmuş, yeni ortamımızda nasıl ilerleyeceğimize dair çok şey öğrenmiştik. Zaten yeni bir projeye başlayabilmen için de elindeki projenin sana cesaret vermesi gerekir. Bende de öyle oldu. Yeni proje ya Kobanê ya da Şengal olacaktı. İkisi de muazzam direnişlerin mekanıydı. Hem acılarıyla hem de zaferleriyle insanlık tarihinde şimdiden yerlerini almışlardı. 

ŞENGAL’İ TANIKLAR ANLATMALIYDI

Şengal için çok fazla projeler yapıldı, her yapı da kendi bakış açısıyla anlatıp, çıkar sağlamaya çalıştı. Reşeba, Güneşin Kızları ve Silahların Kız Kardeşliği gibi dışardan yapılan bazı filmler de oldu. Hiçbiri de esasa odaklanmamıştı. Şengal’i esas tanıklar ve halkının gözünden verememişlerdi. 

Bizler yaşananlara tanıklık edenlerdik. Şengal anlatılacaksa halkı, o trajedi ve kahramanlıkları yaşayanlar, ona tanıklık edenler anlatmalı diye düşündük. Binlerce kadın kaçırılmıştı, yüzlerce çocuk yaşlı susuzluktan ölmüştü göç yollarında. Bir insanlık trajedisi yaşanmış, inancından köklerinden dolayı defalarca kırıma uğramış bir topluma yeni bir ‘Ferman’ yaşatılmıştı. Bu yüzden yönümüzü Şengal’e döndük. Hem bir özeleştiri olarak hem de gerçekliği dile getirmek için... Çünkü çekilen filmlerde gerçeğin çarpıtıldığını gördük. Kim direndi, kim savaştı, kimlikleri neydi? Bunlar göz ardı edilmiş, bunları gizlemek, kendilerini temize çıkarmak adına filmler çekilmişti. Oysa ki; bu filmleri çektiren güçler yaşanan katliamda pay sahibiydiler. Bu nedenle kalın hatlarıyla da olsa gerçeğe dokunabilmek, anlatma çabası içinde olmak bir borç gibiydi. 

ACI HER TARAFTA TAZE VE CANLIYDI!

Şengal, çok çok zordu. Film çekmenin ötesinde hikayeleri dinlemek, katliamın yaşandığı mekanların hepsinde bulunmak, yaşanan vahşetin izlerini takip etmek... Acı her tarafta o kadar taze ve canlıydı ki! Bir o kadar da riskliydi. Her an bir mayın patlayabilirdi. Savaşın yaşandığı, DAİŞ’in üs olarak kullandığı bölgeler hala mayınlardan temizlenmiş değildi. Ve hala sıcak bir savaş alanıydı, yeni saldırılar olabilirdi. Şengal tarihi olarak Kürtlerin kaybettiği yerde, tarihi tersine çevirmenin mekanı bence. Bir kadın olaraksa adını koyamadığımız, sırrını çözemediğimiz yanlar Şengal’de saklı. O yüzden kişi olarak da yeni tahliller yapma ihtiyacı duyduğum bir mekan. 

ŞENGAL FİLMİ HEM BORÇ HEM ÖZELEŞTİRİ

Şengal taze bir yara… Bu yüzyılın insanlık adına en büyük travmalarından biri belki de. Ne özeleştirisini veren oldu ne de katliamın sorumluları bilinmesine rağmen uluslararası alanda hesap sorulmadı, adı konulmadı. Bunun filmini yapabilmek de cesaret istemiyor mu?

Eğer bizler bir hakikatin peşindeysek, çok açık bir şekilde yapılan haksızlığı göstermeliydik. Bu yönüyle de aslında hem bir borç hem de bir özeleştiri. Bir de şu var; gidip orada film çekebilmen için, o toplumun güvenini kazanman gerek. Bu çok önemliydi. Çünkü çıkarı olan oraya gidip bir şeyler koparmaya çalıştı. Kim onlara yaklaştıysa bir şekilde ihanet etti. Başlarına mutlaka kötü bir şey getirdi. Ve doğal olarak bu toplum artık kolay kolay inanmıyor. 

YARALARININ YOLDAŞLIĞINI YAPMAK İSTEDİK

Çok misafirperverler. Kapılarını sana açabilirler fakat sırlarını vermezler sana, onlardan biri olamazsın. Amaç tabii ki sırrını almak değil ama biz acılarını sol yanımızda hissediyorduk, yaralarının yoldaşlığını yapmak istiyorduk. Bunun için çok çaba harcadık. Tarihi olarak gerçeklikler var. Tüm Kürtlerin ortak inancının kökleri burada gizli. Ben bu konuda iknayım. Örf ve adetlerimiz, tarihi şifrelerimiz bu kaynaktan geliyor. Mesela Çarşema Sor bizim oralarda da var. Güneşin kutsallığı, doğayla bütünlük vb. bunlar ortak değerlerimiz. Zaten orada bulunduğumuz süreçte köklerimizi çok yoğun hissettim. Hayatımdaki kayıp halkayı bulduğumu düşündüm hep oradayken. 

SENARYOMUZU YENİDEN ŞEKİLLENDİRDİK

Zor olmadı mı bu trajediyi yaşayanlarla tanıklık edenlerle filmi çekmek. Evet bir yönüyle en olması gereken ama diğer yandan onlar için çok zor olsa gerek…

Aramızda bir güven ortamı oluştu. Şartlarını söylediler. Senaryomuzu onların şartlarına göre yeniden düzenledik. Çünkü onların yaşadığı bir gerçekliği ele alacaktık. Mesela açık açık “KDP’nin ihanetine filmde yer vermezseniz asla kabul etmeyiz” dediler. Sadece fiziki bir saldırı değildi, esas olarak inançlarına saldırı vardı. “İbadet yerlerimizin kubbeleri bombalandı, havaya uçuruldu. Bunları filme koymalısınız” dediler ve biz bazı sahnelerimizi buna göre yeniledik. Giyim tarzına ilişkin bazı şeyleri detaylı inceleyememiştik. İnançları gereği hassasiyetleri olan renklerdeki elbiselerin kullanılmamasını istediler.  

Sahnelerimiz çok acı dolu ve ağırdı. DAİŞ’in saldırdığı anların canlandırılması mesela! İnsanın yüreği kaldıramıyor. Onlara tekrar bunu yaşattığımız için defalarca özür diledik. Çünkü insanlar gerçekten o an’ı yeniden yaşıyorlardı; ağlıyor, korkuyorlardı. DAİŞ çetelerinin rolünü oynayanları görenlerin acıdan mide bulantısı başlıyor, tansiyonu düşüyordu. O yüzden aslında gerçekten de çetelere şekil olarak benzeyenleri getiremedik. Siyah elbiseleri görmeleri bile o zamana götürüyordu insanları, kaldıramıyorlardı. Bu nedenle küçük bir köyde, fazla insanın olmadığı yerde çekim yapabildik. Acılar çok tazeydi insanların tahammülleri yoktu. Elbiselere bile. 

‘KATLİAMDA NASIL YALIN AYAK YÜRÜMÜŞSEM…’

Esas rollerden birini oynayan anne vardı. Çıplak ayakla yürümesi içimi parçalamıştı. Terlik giyebileceğini söyledim. Anne “Hayır. Nasıl o katliamda yalın ayakla yürümüşsem, şimdi de öyle yürüyeceğim!” dedi. “Rolün çok fazla keskin taşlar, dikenler var” diyerek ısrar ettim bana cevabı şuydu: “Eğer ben o ferman boyunca yalın ayak yürüyüp bu acıları çekmişsem, bu gerçeği herkesin görmesi için şimdi de öyle yürüyeceğim!”

Psikolojik ağırlığı ve acısı çok fazlaydı. Biz Şengal’de filmin içinde filmi yaşadık. Senaryomuzun kat be kat fazlasıydı. 

FAZLASIYLA GERÇEĞE SADIĞIZ

Senaryolar öncesi araştırma, inceleme fırsatınız oluyor mu?

Kürtlerin yaşadığı hem siyasal hem de toplumsal gerçekliğe uzak biri değilim. Ne istediğine dair bir fikrim var. Dağda da böyleydi şehirdeki toplumsallık içerisinde de böyle. Tabi ki senaryomuzu örerken konu hakkında araştırmalarımızı yapıyoruz. Konunun kahramanlarının hayatları hakkında, mekansal olarak olayların yaşandığı yerlerde. 

Sıkıntı şurada; biz fazlasıyla gerçeğe sadığız. Başkaları çok fazla hayal ürünü şeyler katıyor çekim esnasında. Ama Kürtler bazılarının hayal edemeyeceği şeyler yaşadı. Ve buna sadık kalmak durumundayız. Tüm dile gelen, sete yansıyan şeyler gerçek. 

KİMLİĞİMİZ İÇİN SİNEMA YAPIYORUZ

Kürt sineması ve dünya sineması farklı. Senin de dediğin gibi fanteziye pek yer yok. Çünkü gerçeklik fanteziyi aşıyor. Bu durumda çok fazla gerçek hikaye var. Tercihi nasıl yapıyorsunuz? 

Evet bizim dünya sinemasının fantezilerini çok çok geride bırakan gerçek hikayelerimiz var. Buna karşın bizim verebildiğimiz bunun çeyreği bile değil. Bizim de tecrübesizliğimiz, yeterince hakim olmayışımız bir kusurdur mesela. Bu, bir yansıtamama sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Ve yetersiz yaptık mı da hakkını verememiş oluyoruz gerçeklerin. 

Sinemayı sadece sinema için çok yaygın bir deyimle sadece sanat için yapanlar var. Sadece ticaretini yapanlar var. Kürtler olarak bizim ise kimlik sorunumuz var. Her yaptığımız film kimliğimizi de yansıtsın istiyoruz. Düşünün mesela insanlıktan nasibini almamış DAİŞ çetesi, saatler sürmeden şehirler fethetti. Kimse karşısına çıkamadı, devletler bile! Sadece YPG ve YPJ savaşçıları insanlık adına direndi, savaştı ve kazandı. Fedai felsefesiyle bu insanlık düşmanlarının durdurulması gerekiyordu. Öyle de yaptı. İşte bunun anlatılması gerekiyordu. 

GERÇEĞİ, MÜBALAĞA OLARAK GÖRENLER VAR!

Sonuçta her filme yönetmenin fantezi eklemesi gerekir ama…

Evet ama gerçeğe sadık kalmak ahlaki sorumluluk bizim için. Ona rağmen “Şu görüntü çok Amerikanvari olmuş” eleştirisi gelebiliyor. Gerçeği mübalağa olarak değerlendirenler var. Hâlbuki onun çok çok ötesinde akıllara durgunluk veren şeyler yaşanmış, biz ancak bir kısmını görünür kılabiliyoruz. Ne kadar hayal gücü, fantezi eklesek bile bir nebze anlatabiliyoruz. 

KÜRT KADINI KENDİNİ MÜCADELESİYLE VAR ETTİ

Beritan, Sara, Zap’ın Gözyaşları ve Kızıl Sayfalar filminde de kahramanlar kadın. Bunlar tesadüf müydü? 

Tabii ki değil. Kürdistan Devrimi’nde kadının yeri, ayrıcalığı çok net. Kürt tarihinde, Kürt toplumunda ve Kürdün yaşamında da genel olarak öyle. Kürt kadını, toplumun yaşadığı tüm zorlu şartlarda en ön safta yerini almıştır. Ve değerini tarih boyu mücadelesinden almıştır. Toplum içinde öteki olmayı hiç kabul etmemiştir. Kürt toplumu da tabii feodal bir toplum ama mücadelesiyle var olabilmenin toplumun öznesi olmanın yolunu ve yöntemini aramıştır. Sadece Rojava devrimi veya Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin çıkışıyla değil, tarih boyunca Kürt serhildanlarının hepsinde direnen kadının adı vardır. 

Bir Kürt kadını olarak film yaparken içimde kalanlar, yarımlıklar, ulaşamadıklarımı hayallerle daha güçlü ve hızlı gerçekleştirebiliyorum. Bu bakımdan hayaller bir bakıma insana yakınlaşıyor. Ve bu anlamda sinema kadının ruhu ve hayal dünyasına çok daha yakın. Aynı zamanda hayallerini dile getirmek için bir fırsat, bir zemin. 

KADINSAN, ÖNCE ‘KENDİNİ İSPATLA’MAN GEREK!

Ama sinema çok zor!

Evet. Katılıyorum. Ama tekrarlıyorum; kadına da çok yakın. Çünkü kadın, sürekli zorun içinde kendini var etmiş. Zor olması kadının kendini sinemadan geri tutması anlamına gelmiyor. Ürkütücü, riskli. Çünkü bir filmi çekmeden önce kendini kabul ettirebilmek için çok çok zor yollardan geçmen gerekiyor. Yani “ben de yapabilirim” gibi ispatlama zorunluluğu oluyor. Mesela bir erkeğin bu alanda iyi olup olmaması, kendini ispatlayıp ispatlamadığı konusu hep talidir. Öyle bir gereklilik de görmüyor kimse. Biz kadınlar için zor. Ve bunların hepsini yaşadık. 

Sistemdeki algı; kadın, hep bakılması gereken bir nesne. Düşüncenin, yaratımın sahibi değil! Sadece kamera önünde görünen olmalı. Erkek aklında da bu var, toplumların aklında da bu var. Genel, sistemsel bir yaklaşımdır bu kadına. Kamerayı eline alamaz, yönetemez, senaryo yazamaz. Karşılaştık bunlarla. “Kimdir yönetmeniniz”, “şu kadın arkadaş” denildiğinde “Yaa öyle mi yapabiliyor mu?” şeklinde bir yaklaşım var. Yani bu işi yapabilmek için gerçekten çok ama çok güçlü durmak gerekiyor. 

2000’li yıllara gelene kadar pek kadın yönetmen ismi öne çıkmadı? Gölgedeydi…

Hayır. Değil ki yoklardı. Çok değerli, önemli kadın yönetmenler oldu ve fazlaca üretim vardı. Sadece görülmek istenmedi, bilinçli olarak. 

Natalie Portman’ın bir protesto etkinliği vardı bu konuyla alakalı Akademi Ödülleri’nde. 

Egemen erkek zihniyeti yaşamın tüm alanlarına sızmış durumda. Sinema alanının sadece erkeğe ait olduğunu kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bazı yönetmenler aracılığıyla insanları kadının, sadece kadının da değil doğanın ne kadar gereksiz, başarısız, işe yaramaz olduğuna ikna etmeye çalıştılar. Alfred Hitchcock mesela bu amaca hizmet edenlerden biridir. 

EN BÜYÜK SAVAŞ HAKİKAT UĞRUNA VERİLEN SAVAŞTIR

Genç Kürt kadın yönetmen adaylarına neler söylemek istersin? Nasıl bir yol izlemeliler?

Ben sinema okumadım. Genç yaşlarda aktivistliğe başladığım için de çok uzun süreli okul okuduğum da söylenemez. Fakat hayatı iyi okuduğumu söyleyebilirim. Yaşadım yani bu hayatı. Bu hayatı yaşarken, acısıyla, güzelliğiyle veya ruhunu feda etme gerçekliğiyle karşılaşma ihtimalini de katarak söylüyorum; bir an bile tereddüt yaşamadım tercih ettiğim hayatta. Bu, aslında bana nereden başlayabileceğimi öğretti. Önemliydi. İnsan sürekli bir devinimin içinde. Hayalinde üretiyor, yapıyor, yıkıyor. Hepsi daha iyisi için.

Toprağının, toplumunun, insanlığın, kadının, çocuğun, doğanın acısını, çağrısını dinliyorsun. Arayışların çoğalıyor “daha iyi nasıl yaparım” diye soruyorsun kendine. Sinema aşkım; bu gerçeklik etrafında, bu çığlıkları duyurabilme mücadelesi olarak şekilleniyor. En büyük savaş hakikat uğruna verilen savaştır. Bu gerçeklikten yola çıktığım için kavgayı hep büyütmek gerektiğini düşünüyorum. Tüm dünyanın gözlerini doğruya-gerçeğe kapadığı yerde görmezlikten geldikleri her şeyi sinemayla onlara gösterebiliriz. Sanatın kimliği çok güçlü. Ve rahatlıkla her insana dokunabilir. 

Bu yolu, böylesi bir mücadele sahasını tercih etmek benim açımdan çok değerli. 

SADECE SİNEMAMIZ DEĞİL ÜLKEMİZ DE YASAK!

Bu yola gönül vermiş, gönül vermeye meyilli genç kadın arkadaşlarımıza “Kendine inan. Cesaret et. Eğer ilk adımı atabilirsen, hiçbir şey zor değil” diyebilirim. Meşakkatli bir yol, biz de çok düştük-kalktık bu yol boyunca. Öyle zamanlar oldu ki; elimizdeki teknik hayallerimize yetmez oldu. 

Ama öyle bir topluma aitiz ki sadece sinemamız değil, ülkemiz de yasak! Bu gerçeği hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Ve insanlara hatırlatabileceğimiz en önemli mecra da sinema. Tecrübe edinmeye, yeni yeni insanlar yetiştirmeye çalışıyoruz. Ancak Kürt toplumunun bir savaşı var. Bu savaşa dair filmler çekiyoruz, bir nebze de olsa anlatabilmek adına. Bilinmeli ki kameramanı, sesçisi, oyuncusu oynadığı, emek verdiği filmi göremeden şehit düşebiliyor. Bu nedenle sinema mevzisi güçlendirilmeli. 

Amatör olunabilir, ki amatör ruh en yaratıcı olandır. Amatörlük, yeni yaratma girişimlerimiz önünde engel olmamalı. Ruhu mütevazıdır. Ürünü de sadedir. Hayallerinizin peşinden gitmekten korkmayın. 

Zaten filmimizi izleyecek genç kadınların erkek zihniyetiyle yönetilen bu yaşamda kendini nasıl koruyacağı, nasıl mücadele edeceği, nasıl kendi ayakları üzerinde duracağına dair fazlaca tüyo var diyebilirim. 

Sinema pazarı oluşturulmuş, bir kapan var. Düşmemek için amaç netliği çok önemli. Çok çok büyük filmlerle başlamalarına gerek yok. Yaşanmış yığınla tecrübe var. İzlemeleri, feyz almaları gereken şeyler. İlke ve amaçların netliği kişiyi ticari bir ortamın içinde bile koruyacaktır. 

-BİTTİ-

* Rûpelên Sor (Kızıl Sayfalar) filminin başrol oyuncusu gazeteci Nujiyan Erhan (Tuba Akyılmaz), Şengal’de haber takibi yaptığı sırada 3 Mart 2017 tarihinde KDP’ye bağlı güçler tarafından başından vurularak ağır yaralandı. Kaldırıldığı Hesekê Hastanesi’nde 22 Mart tarihinde şehadete ulaştı.