İstanbul Elmadağ’ın mütevazi bir binasındayız. Teatra Jiyana Nu’nun provalarını yaptığı lakin çok da elverişli olmayan küçük salonu bugünlerde Theater Rast’ın Puccini’nin Tosca’sından uyarlanan yeni oyununu ağırlıyor. Sahne küçük ama hayaller büyük. Ünlü İtalyan bestekar Giacommo Puccini’nin Tosca adlı eseri Rast Tiyatrosu sanat yönetmeni Celil Toksöz tarafından yeniden yorumlanarak çok yakında Kürtçe sahnelenecek. Toksöz’ü Hamlet’in Kürtçe uyarlamasıyla tanıyoruz. Hollanda’da yaşayan ve gerçek bir opera tutkunu olan Toksöz üç yıldan beri bu proje üzerinde çalışıyor. Toksöz’ü haftanın yedi günü çalıştıkları Yapım 13’ün mütevazi binasında prova yaparken yakalıyoruz. Dinamik, heyecanlı ve umutlu. Deneyimli yönetmenle yeni projesi Tosca, çalışma koşulları ve projeyi de etkileyen kayyum atamaları hakkında konuştuk.
Biz sizi Dilek oyununuz ve Hamlet’in Kürtçe uyarlamasından tanıyoruz. Şimdi de Tosca ile gündemdesiniz. Bu fikir nasıl oluştu?
Dünya klasiklerini Kürt diline kazandırarak sahneye taşıma fikri beni her zaman çok heyecanlandırmıştır. Bu isteğim Hamlet’in olumlu rüzgarıyla hiç dinmeden bilakis artarak devam ediyor. Dilek adlı bir halk operası yapmıştım. O zamandan beri operaya ilgim sevgim var, opera eserlerini yakından takip ederek fırsat buldukça canlı izliyorum. Çoğunlukla televizyonların özel opera kanallarından faydalanıyorum ya da bazen canlı performanslara bilet alıyorum ama opera biletleri çok pahalı. Hollanda Devlet Operası’nda şarkı söyleyen bir arkadaşım var. Adına ayrılan biletlerini her zaman kullanmıyor, bana veriyordu. Bu sayede çok opera izledim. Puccini beni çok cezbeden daha doğrusu bana hitap eden bir bestekar. Opera elit kesimin hikayelerini anlatan, onları ön plana alan bir gösteri biçimi olarak bilinirdi. Puccini ise alışılmışın dışına çıkarak sıradan insanların hikayelerini operaya taşımış. Bu nedenle zamanında “operayı ayağa düşürdün” diye epey eleştiri almış. Bugün ise Tosca dünyada en fazla oynanan operalardan biri. Direkt kalbe hitap eden, etkili ve duygu yüklü bir çalışma.
Kürtçe çeviriyi kim yaptı?
Metni Kürt şair çevirmen Kawa Nemir’e borçluyuz. Tosca’nın librettoları yani müzikal metinleri Kürtçeye birebir çevrildi ama müzik tamamıyla yeni. Tosca dendiğinde ilk akla gelen isim tabi ki Puccini. Anmadan geçmeyelim; operanın librettoları Luigi Illica ve Giuseppe Giacosa tarafından ortak yazılmış. Tabi ki librettolarda Puccini’nin dokunuşları da var ama bu iki isme kıyasla librettolardaki Puccini katkısı kısıtlı kalıyor. Bizim versiyonumuzda bu iki ismin yazdığı metinlerden birebir faydalandık ancak Puccini’nin Tosca’sına ait müzikleri kullanmadık. Librettoları yeniden bestelerken bizim buraların müziğinden yola çıktık. Bu eserde anlatılan hikaye bizim topraklara çok uyan bir konu. Oyunun müziklerini iki yıldır Amsterdam’da yaşayan Ermeni sanatçı Ardeşes Agosyan yaptı. Projeye başlarken kafa kafaya verip her detayı konuştuk, ortak bakış açımızı değerlendirdik. Agosyan, Gomidas’ın 150. yılına ithaf ettiği bu opera için köklerini Antik Mezopotamya’dan alan, doğaçlama merkezli, yeni bir form yarattı. Puccini operaya İtalyan halk müziği ögelerini nasıl kattıysa, Agosyan da Tosca’ya yerel müziğimizin eşsiz öğelerini eklemeye yoğunlaştı.
Konunun bu topraklara uyduğunu söylüyorsunuz?
Evet evet, metin idealleri uğruna onuruyla mücadele eden hatta ölümü seçebilen insanları, sevdanın ve zalimliğin sonsuzluğunu anlatıyor. Tosca’yı Hollanda’da iki defa izledim. Bu eser en başta bir müzik şöleni. Tüm anlatım şarkılarla yapılıyor ve hiç konuşma yok. Oyunun ana karakteri, ünlü şarkıcı Floria Tosca aşkı uğruna politik bir figüre dönüşürken, hikayenin sonunda adam öldürmeye ve hatta idealleri için kendi hayatından feragat edebilme noktasına kadar gidiyor. İnandığı dava uğruna mücadele eden Cavaradossi ve cezaevinden kaçan devrimci arkadaşı ise kendilerine dayatılan zulme karşı koyuyorlar. Oyun bir yanıyla özgürlüğü anlatıyor. Bir yandan da amacına ulaşmak için her yolu denemeyi hak gören, bu uğurda bir başkasını ölüme dahi gönderebilen kesif ihaneti anlatıyor.
İşlediği konular itibariyle bizim coğrafyaya, bizim ruhumuza hitap eden bir oyun. Tabi en önemlisi, Tosca operasının ilk defa Kürt dilinde sahnelenecek olması. Projenin en belirleyici özelliği o.
Kürt dilinde opera yapılmış mı?
Derinlemesine araştırmadım, biraz baktım ama yapılmamış gibi. Belki çok eskilerde Erivan ya da Irak’ta yapılmış olabilir ama Puccini’nin bu topraklara gelmediğini biliyorum. Dünyanın en önemli opera yazar ve bestekarlarından birinden bahsediyoruz. Bizim dilimiz ise operaya çok uyuyor. Dolayısıyla oyunda anlatıcı olarak bir dengbêj de yer alacak. Hamlet’te de böyle bir tercih yapmıştım. Bu tür uyarlamalarda anlatım geleneğimizden bir parça olsun istiyorum. Dengbêj olayları şarkıyla, heyecanla anlatıyor, anlattığı bütün karakterlere duygulara ayrı ayrı bürünürken seyirciye rengarenk bir palet sunuyor. Gerçi şaka yollu her şeyi Kürtlere bağlıyoruz, melodiyle anlatım belki başka dillere de uyuyordur fakat benim baktığım yerden Kürtçe ile büyük bir harmoni oluşuyor. Operada günlük aksiyon, olaylar, yaşananlar, yapılması gerekenler şarkıyla anlatılıyor. Aynısını dengbêj de yapıyor. Bir kahramanın hikayesini anlatırken benzer yöntemi seçiyor dengbêj. Çalışırken bizim oyuncularda da fark ediyorum, onlara da yabancı gelmeyen bir türden bahsediyoruz. Hemen kabul ettiler, hemen içselleştirdiler akışı.
Oyunculardan söz etmişken kast arayışınız nasıl oldu? Kimlerle çalışıyorsunuz?
Dodan Özer Cavaradossi’yi, Gülseven Medar Tosca’yı, Ali Tekbaş, Scarpia’yı, Serdar Canan Zangoç’u oynuyor. Genç arkadaşlarımızdan Hedi Kalkan ise cezaevinden kaçan bir devrimciyi canlandırıyor. Mesut Gever Scarpia’nın sağ kolunu, Özcan Ateş de dengbêji oynuyor.
Gerçi tiyatro oyuncusu olmayanlar da var aralarında. Sadece müzik yorumculuğu yeterli oluyor mu?
Opera oyunculuğu aktörlüğün ve müzisyenliğin doruk noktası olarak kabul ediliyor. Gerçekten en tecrübeli aktörler gibi rol yapmanız ve en yetkin müzisyenler kalitesinde şarkı söylemeniz gerekiyor. İkisi de işin olmazsa olmazları. Henüz yolun başındayız ama gidişattan memnunum. Gülseven Medar’la daha önce Dilek ve Hamlet’te çalıştık. Hollanda’da küçük projeler yaptık. Ali Tekbaş ile Hamlet’te çalıştık, Mem û Zîn’den de tecrübesi olan bir oyuncu. Dodan zaten bu iş için biçilmiş kaftan. Hiç yabancılık çekmedi, müthiş bir enerjisi var. Bu anlamda Dodan’a çok güveniyorum ve bu ilki de başaracağımıza inanıyorum.
Projeyi hayata geçirmeyi düşündüğünüzde kafanızdan geçen şey bambaşkaydı. Prömiyeri Diyarbakır’da olacaktı. Çalışmalar orada yapılacak, ilk gösterim orada olacaktı. Kayyumun gelmesiyle her şey bambaşka bir yere evrildi. Şimdi görüyoruz ki çok zor koşullarda prova almaya çalışıyorsunuz.
Bizim için zor bir başlangıç oldu. Benim üç yıl öncesinden tasarladığım bu projeyi Amed Şehir Tiyatrosu’yla ortak yapacaktık. Belediye seçimleri yeniden kazanınca bu kez resmi olarak kendileriyle anlaştık. Bütün hazırlıklarımızı ona göre yaptık. İşin Türkiye ayağını Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Hollanda bölümünü ise Theater Rast olarak biz üstlenecektik. Kültür ve Kongre Merkezi’nin imkanları çok uygundu. Üç ayrı salon ve dekorları tasarlayacağımız atölyeleri kullanma imkanımız olacaktı. Mekanı görünce, biz burada Tosca’yla başlar, hemen ardından sahneye üç tane opera daha koyarız demiştim. Salon var, imkanlar var, dekor korkusu yok. Bu hevesle başladık.
Yine de Diyarbakır’da çalışma ortamınız kalmadı…
Ekipte bulunan bazı arkadaşlar Diyarbakır’a gelmekten çekindi. Mesela Ardaşes Agosyan ben Diyarbakır’a gelmem dedi. Bir şey diyemedim, çok normal bir tercih. Ona ancak ciğer kebabı ya da çiğköfte tatma garantisi verebilirim ama başına bir şey gelmemesinin garantisi veremem. Çalışmalar Diyarbakır’da olamadığı için sırf lojistik zorluklardan dolayı Ma Müzik projeden çekilmek zorunda kaldı.
İstanbul’da neyle karşılaştınız? Kimler destek veriyor?
Buraya gelince Teatra Jiyana Nu bize sahip çıktı. O imkansızlıklarla dolu mütevazi mekanda şan provaları yapıyoruz. İşimize çok yaradı. Kendileriyle oturup konuştuk. Yer vermenin dışında da pek çok konuda yardımcı oluyorlar. Asistan verdiler, kontakt kurmada yardımcı oluyorlar. Yakın zamanda daha geniş bir sahneye geçeceğiz. Canlı müzik eşliğiyle çalışacağız. Bütün ekip canla başla ellerinden geleni yapıyor. Haftada yedi gün çalışıyoruz. Ekibin yarısı Diyarbakır kökenli. Serdar Geren sanat danışmanlığını, Vedat Çetin ise proje danışmanlığını yapıyor. Çetin’le daha önce de çalışmıştık, onun da oyunlarımıza çok emeği geçmiştir.
23 Ekim’de Rotterdam’da
23 Ekim’de Hollanda Rotterdam’da ilk oyunumuzu oynayacağız. Bir yıl öncesinden rezervasyonumuz yapılmıştı. 25 Ekim’de Amsterdam’da Şehir Tiyatrosu’nda prömiyerimizi yapacağız. 26 Ekim’de de yine aynı sahnede ve daha sonra Hollanda’nın çeşitli yerlerinde altı kez oynayacağız. 15 Kasım’dan sonra Türkiye turnemiz başlayacak. İzmir, Ankara Tiyatro Festivalleri, MKM’nin Tiyatro Festivali’nde oynamayı düşünüyoruz. Ve elbette bu oyun Diyarbakır’da mutlaka oynanmalı. Bu eseri kaynağını aldığı ve ait olduğu topraklarda oynamak zorundayız. Bu bir prestij veya gurur meselesi olarak değil, üretimimizin hak ettiği yerde oynanmasını arzulamak olarak algılansın isteriz. Bunun da çarelerini arkadaşlarla tartışıyoruz. Moralimiz çok yüksek. Arkadaşların enerjisi çok çok iyi. Umutluyuz ve sonucun güzel olacağına inancımız tam.
KAYNAK: Yeni Özgür Politika