Gurbet ve Yücel, Zeynep ve Alişer…

Gurbet ve Alişer sadece birer gerilla değildi. İyi gazeteci ve özgür basın geleneğinin öncüleriydi…

İnsan bazen ne yazacağını bilemez. Hangi kelimeleri kullanacağını bilemez. Anlatmak istediğini anlatacak kelimeler bulamaz. Oysa yazmak, çizmekle uğraşanların normalde zorlanmaması gerekir. Ama her biri yüreğinden birer parça olarak kopup toprağa düşenleri anlatmak öyle kolay değil.

Hele hele uzun ve dolambaçlı yollardan birlikte geçtiğin birileri ise daha zor olur. Devrimin yükünü birlikte omuzladıkların ise daha da zorlaşır.

Anlatmam, yazmam gereken binlerce böyle arkadaşım, dostum, yoldaşım var. Ancak hepsini anlatmaya, yazmaya ne ömrüm yeter ne de gücüm. Çünkü yazdığım, yazacağım her arkadaşım, yoldaşım, dostumun eksilmesi ile benim ne kadar eksildiğimi görürüm. Ve böylelikle aslında giderek sona doğru yaklaştığımı da biliyorum…

ÜNİVERSİTE VE DEVRİM HOCAM...

O yüzden çok eskiden tanıdığım ve uzun yıllar birlikte yürüdüğümüz iki güzel insanı yazmayı deneyeceğim…

Bunlardan biri üniversite ve devrim hocam, ablam, okul ve kavga ile mücadele arkadaşım Gurbetelli Ersöz'dür. Yani nam-ı diğer Zozan ve Zeynep’tir…

Yarım asra yakın bir arkadaşlık… Ölümsüzleşmek bu olsa gerek…

Gurbetelli’yi 1985 yılında üniversiteye gittiğim ilk yıl tanıdım. Aslında o arayıp buldu beni ve benim gibi daha birçok kişiyi. Şimdi geriye dönüp baktığımda neredeyse yarım asra yaklaşan bir arkadaşlık ve hiç unutulmadan, hep anılarak geçen bir arkadaşlığın olduğunu görüyorum. Ölümsüzleşmek bundan başka bir şey olabilir mi? Olmuyor tabii ki…Bizim oralardandı. Yani bizden biriydi. Ve hep Koi Spi’den söz ediyordu. Koi Spi’nin yaz kış kalkmayan karından söz ediyordu. Çocukluğunun onun tam karşısındaki ve kışın soğukluğunun, yazın serinliğinin vurduğu Ziver köyünden olduğunu söylüyordu. Bunları anlatırken köyün, Koi Spi’nin özlemi alıp götürüyordu onu. Bakışlarının çok uzaklara, Koi Spi ve köylerine kadar gittiğini yıllar sonra öğrenecektim. Bizim oralardandı çünkü hep oraları anlatırdı. Hem de Zazaca konuşarak. Bir de dedemin bir zamanlar bana anlattığı ancak hiçbir şey anlamadığım ve o dönem bilmediğim şeylerden söz ediyordu. 

Tanıştığımızda son sınıftaydı. Ben ikinci sınıfa geçtiğimde o okulu bitirdi. Yüksek lisans ve asistanlık sınavlarını kazanmıştı. Yani o günden itibaren artık hocamız oldu. Sınavlarımıza gözetmen olarak katılmaya başladı. Tabii ki bazı arkadaşlarımız onun sayesinde ders de geçtiler. Sadece okul hocalığı değildi bu tabii ki. Çünkü o yıllarda yeni gerilla savaşı başlamıştı. Gurbet bir gün Leyla Kasım’ın adının altında yazılı olan "Şer Şere çi jin ü çi mir e" sözlerini gördüğünü söyledi. Bu sözler aslında bir anlamda kararlaşmasını gösteriyordu. Bu bir arayıştı. Gurbet ondan sonra üniversitemizdeki doğal öncülüğünü ilan etti. Çünkü bizleri bir araya getirmek için piknikler, geziler düzenlemeye başladı. İki üç yıl kısa süre içinde büyük bir grup oluştu üniversitemizde. Tabii ki bu Gurbet’in sayesinde oldu. 1989 yılında bir anda birkaç arkadaşla birlikte kayboldu. Bu kayboluşun yolu Bekaa Vadisi'ne çıkan bir yolculuktu. Bir yıl sonra Mersin'de ortaya çıktı ama yakalandı. Üç yıllık zindan yaşamından sonra çıktı ve bu kez çok daha farklı bir alanda mücadele sürdürmeye devam etti. Yeni alan basın alanıydı. Günlük gazete hazırlığı vardı. Bu çalışmanın içine Gurbet de dahil oldu. Hatta çalışmanın başına geçti. 1992 yılında Kürtlerin ilk günlük gazetesi olan Özgür Gündem Gurbetelli Ersöz’ün yayın yönetmenliğinde çıktı. Aslında bu sadece Kürtlerde değil Türkiye’de de bir ilkti. İlk defa bir kadın günlük bir gazetenin genel yayın yönetmeni oluyordu. Tabii ki gazetenin ömrü çok olmadı. Gazete kapatıldığı gibi Gurbet ile yanında birkaç arkadaş daha gazete basılarak içeri alındı. Kısa bir cezaevi yaşamından sonra zindandan çıktı ve kaldığı yerden devam etti.

Özgür Gündem gazetesinden sonra çıkan Özgür Ülke gazetesinde de Gurbet yer aldı tabii ki. Aynı gazetede bu kez Yücel yani Alişer de vardı. Gurbet yayın, içerik vb. konular ile uğraşırken Alişer de gazetenin idari, personel işleri ile uğraşıyordu.

Basın tarihinde Özgür Basından söz ediliyor. Elbette ki bu Kürt Özgürlük Hareketi ile başlıyor. Çünkü öncesinde neredeyse basın diye bir şeyden söz etmek mümkün değildi. Kürt Özgürlük Hareketi ile birlikte egemen basına alternatif bir basın ortaya çıktı. Bu bir çizgiydi ve bu çizgi hâlâ sürüyor. Kürt Özgürlük Hareketi tarihinde ortaya çıkan özgür basın geleneğini iki dönemde ele almak gerekir. Birinci dönemi Serxwebun'la başlayan ve 1990’lı yıllara kadar devam eden bir süreç. Bu süreç hareketin öncü kadroları ile başlatılıp devam ettirilen bir süreçtir. İkinci dönem ise 1990’li yıllardan sonra başlayan, günlük gazete ve televizyonla devam eden yeni bir dönem. Bu sürecin öncüleri içinde işte Gurbet ile Alişer yani Yücel de olmak üzere birçok kişi yer alıyor.

Özgür Ülke gazetesine gittiğimde Gurbet beni karşıladı. Zaten onun daveti üzerine gitmiştim. Gurbet ile birlikte kalın camlı gözlerinin arkasından gülümseyerek bana bakan Alişer’i o zaman ilk defa görmüştüm. Gurbet "arkadaşımız geldi" demişti, ona. O da "söz ettiğiniz arkadaş bu mu" diye sormuştu. Gurbet onayladıktan sonra "hoş geldin heval" dedi ve onunla ilk sohbetimiz başladı. Gurbet ve Alişer, Serdar ile birlikte Halkla İlişkiler Müdürü odasında oturduk, kısa bir sohbetten sonra herkes işinin başına geçti.

ORHAN'I SORDU...

1994'ün Kasım ayında bir gün gazetenin Türk İçişleri Bakanlığı'nın talimatı ile bombalanan binasının yemekhanesinde karşılaştık Gurbet ile. Gözleri kan çanağıydı. Bana "Orhan’ı gördün mü" " diye sordu. Orhan kardeşiydi. Tıp fakültesini bitirmiş, kura çekmiş, Amed’in Eğil ilçesinde doktorluğa başlamıştı. Ama onu bırakıp dağların yolunu tutmuştu. Ben "hayır, ne zaman geldi" dediğimde Gurbet’in gözünden yaşlar oluk oluk akmaya başladı. "Hayır, gelmedi. Bizim en eski ve iyi muhabirlerden Mehmet Şenol ile birlikte sizin orada düşmüşler" dedi. Amed’de şehit düşmüşlerdi. Hiçbir şey söylemeden birbirimizden ayrıldık. Kısa süre sonra gazete bombalandı. Her birimiz bir tarafa gittik. 1996 yılında bana Raperin ile Qendil arasında kalan Boti kampından notu geldi. O zaman uzaklarda olduğum Amed’e Başur’dan gelenler olmuştu. İçinde üniversitede birlikte olduğumuz arkadaşlar da vardı. Gurbet küçük bir kareli kağıda kısa bir not yazarak bana göndermişti. Notunda şunu yazıyordu: “Oralarda, o kutsal yerde olduğunu biliyorum. Ben de buralardayım. Şimdilik bu kamptayım. Ama not eline geçene kadar belki de bu kamptan çıkarım. Ama bu taraflara gelen olursa bir not yazıp üzerine adımı yazarsan aylar sonra da olsa mutlaka ulaşır bana. Bir türlü bu kutsal yerlerde görüşüp bir sohbet edemedik. Belki bir gün onun da fırsatını buluruz. Ama belki de hiç bulmayız çünkü bu sert savaş ortamında hangimiz nereye ve ne zamana kadar yaşarız, bilemeyiz. Bu önemli değil, önemli olan birbirinden haberdar olmak ve aynı yolun yolcusu olduğunu bilerek yürümek ve hiçbir zaman yolundan şaşmamaktır. Devrimci selam ve saygılarla."

Notu sakladım. Annemin bana gönderdiği çocukluk hamaylimin yanına koydum. Bazı günler boynumda bazı günler koynumda taşıdım. Ama hep taşıdım ve bugüne kadar getirdim. Bir yıl sonra haberini duydum. İhanet yine kol gezmiş, Gurbet ve grubunun yolunu kesmişti. İşgalci ve katil Türk devletinin tankları da saldırmış ve Gurbet yaralı olarak KDP ihanetçilerinin eline düşmüştü. Bir kere ondan haber alınmıştı ve bir daha haber alınamamıştı… O da tıpkı diğerler arkadaşlarımız gibi yüreğimize ekildi. Ama ihanetin hançeri ile olması canımızı daha çok acıtmıştı. Ve acıtmaya da devam ediyor…

DEDESİNİN İZİNİ SÜRÜYORDU...

Gurbet’in haberini 1997 yılı sonlarında uzaklarda olduğum Amed’e gelen, içinde Alişer’in de olduğu gruptan aldım. Vadide Alişer beni gördüğünde o kalın camlı gözlüklerinin arkasından gülerek bana baktı ve "ben seni tanıyorum, sen beni tanıdın mı" dedi. Tabii ki tanıdım, dedim. Nerede ne zaman karşılaştığımızı söyleyince bu defa kahkaha attı. Şehit Remzi Vadisi'nde karşılıklı otun köklerine oturup başladık sohbet etmeye. Birkaç gün sonra gittiler Dersim ve Koçgiri'ye doğru. Gittiler ama çok kalmadan geri çekilmede, yani 1999 yılında döndüler Başur’a. Alişer ile farklı zamanlarda, farklı alanlarda hep görüştük. Ve her görüştüğümüzde tarih, toplum ve basından konuştuk. Çünkü özgür basın geleneğinin ikinci dönemi olan '90’lı yıllardan sonraki dönemde onun da emeği vardı. 2011 yılında şehit düşmeden birkaç gün önce yine birlikteydik. Şehit Rustem Cudi ile birlikte çıkıp gittiler ve birkaç gün sonra şehadet haberlerini aldık…

İşte içimize işleyen şehadetlerden biri de bu oldu. Yücel Koçgirili Alişer’in torunuydu. Onun iz sürdürücüsüydü. Onun yolundan yürüyordu. Kürt dağlarının isyancısıydı. Koçgiri'den yola çıkıp Başûrê Kurdistan’ın Sideka, Soran bölgesi arasında kalan Xakurke’de toprağa düşmüştü. İşte dedesi Alişer kadar yurtsever, Kürdistan toprağını sevdiği bu şekilde kanıtlandı. Alişer de diğer binlerce yoldaşımız gibi yüreğimden bir parça olarak toprağa düştü. Ama toprağa değil yüreğime ve yüreğimize gömüldü. Gurbet ve Alişer sadece birer gerilla değildi. Birer iyi gerilla olduğu kadar iyi gazeteci ve Kürt basın geleneği ile özgür basın geleneğinin öncüleriydi…