Hozat: Kürt-Arap ittifakı kilit önemdedir

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Hozat: Kürt-Arap ittifakı bölgenin demokratikleşmesinde kilit bir öneme sahiptir. Ortadoğu’nun demokratikleşmesi Kürt-Arap ittifakının güçlenmesine ve kalıcılaşmasına bağlıdır.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Türk devletinin Efrîn ile sonrasında Serêkaniyê ve Girê Spî işgallerinin, ABD ve Rusya ile Avrupa’nın desteği, onayı ve sessizliğiyle başlayıp devam ettiğini belirterek, buralardaki direnişin de büyüyerek devam etmesini beklediklerini söyledi. Bölge halkının alacağı en doğru pozisyonun, öz gücüne dayanarak kendisini örgütlemesi ve savunması olduğunu kaydeden Eşbaşkan Hozat, çünkü hegemonik güçler ile statükocu bölge devletlerinin, halkların iradesini ve özgürlüğünü tanımadığını vurguladı. Bölgede demokratik halklar ittifakının, halkların ittifakına dayalı devrimci demokratik mücadelenin, halkların zorunlu tercihi olduğunu ifade eden Eşbaşkan Hozat, “Milliyetçi, mezhepçi ve cinsiyetçi ideolojiden uzak; halkların demokratik birliğine, demokratik özerk bölgelere dayalı demokratik konfederal sistem, halkların temel öz savunma sistemidir. Bu anlayış esas alınarak mücadele edilirse ancak o zaman halklar kurban olmaktan kurtulabilir” dedi. AKP-MHP faşist iktidarının Libya’ya çete göndermesinin de ABD, Rusya ve Avrupa’nın onayıyla olduğunu söyleyen Hozat, bu güçlerin bilgisi ve onayı yokmuş gibi ele almanın doğru olmadığını, Suriye’de zapt edemedikleri çeteleri Libya’ya gönderdiklerini belirtti. Hozat, AKP-MHP iktidarının, Libya politikasıyla tükenmişliğini gizleme çabasına işaret ederek, ancak bu politikanın ölü doğuma mahkumiyetinin altını çizdi. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Kuzey-Doğu Suriye’de kurulan Kürt-Arap ittifakının, Suriye’nin dağılmasını önlediğini, birliğini sağladığını hatırlatarak, DAİŞ ve Türk işgaline karşı Kürt ve Arap gençlerinin birlikte büyük bir mücadele yürüterek önemli sonuçlar aldığını kaydetti.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, ANF’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin son bölümü şöyle:

Efrîn işgalinin 3. yılına girdik. Demokratik bir sistem kurarak huzur içinde yaşayan Efrînliler faşist Türk devletinin işgali ardından katliam, göçertme, kaçırılma ve tecavüzlerle karşı karşıya kaldı. Bütün bunlar karşı devam eden direniş yeterli mi?

Türk devletinin 20 Ocak 2018’de Efrîn’e işgal saldırısı başlatması, devletlerarası bir plandı. 9 Ekim, 15 Şubat devletlerarası komplosunun güncellenen bir boyutu ve devamıydı. Rusya ile Türkiye arasında yapılan bir anlaşma sonucu işgal başlatıldı. ABD ve Avrupa da buna onay verdi. Bu işgal saldırısının amacı Rojava Devrimi’ni zayıflatarak yönetimini teslim almaktı. Devrimin tasfiyesini, Kuzey-Doğu Suriye Özerk sistemini parçalamayı ve dağıtmayı öngörüyordu. Rusya’nın tam desteğiyle de işgal edildi.

EFRÎN’DE BİR ÇETE SİSTEMİ KURULDU

İşgal edildiğinden bu yana Türk devleti tarafından yönetilen El Nusra ve DAİŞ artığı çeteler, Efrîn’de korkunç katliam, işkence ve talana imza attı. Efrîn’in tarihi, coğrafyası, kültürel mirası bu çeteler eliyle yok ediliyor. Doğası, bağları, bahçeleri yakılıyor. Nehirleri kurutuluyor. Demografisi değiştiriliyor. Bütün bunlar dünyanın gözü önünde Rusya, ABD ve Avrupa devletlerinin onayıyla oluyor. Bu güçlerin desteğiyle Efrîn’de demokratik sistem dağıtılarak bir çete sistemi kuruldu. Buna karşı tutum alan tek bir devlet dahi yoktur.

Halkımız ve öncü güçleri, mücadelesiyle dünya halklarını, devletlerin bu kirli politikalarına karşı tutum almaya sevk etmeli. Efrîn’i özgürleştirme mücadelesi büyüyerek sürmelidir. İşgale karşı Çağın Direnişi adıyla büyük bir direniş geliştirildi. Bu direniş halen de devam ediyor. Halkı, Efrîn’in yanı başından ayrılmayarak direnişini sürdürüyor. Gençleri, Efrîn’in özgürlüğü için silahlı direnişi devam ettiriyor. Bu direniş büyüyerek gelişecek. Efrîn, bir gün mutlaka özgürleşecek. Halkımız demokratik, özgür Efrîn’de yaşamını yeniden kuracak.

Türk devleti, Efrîn işgaliyle yetinmedi. Kuzey-Doğu Suriye’ye de saldırarak Serêkaniyê ve Girê Spî’yi de işgal etti. İşgal saldırıları devam ediyor. Kuzey-Doğu Suriye’de neler oluyor ve durum nereye evrilir?

Serêkaniyê ve Girê Spî işgali, 9 Ekim’de başlatıldı. 9 Ekim’in sembolik anlamı bellidir; Önder Apo’ya devletlerarası komplonun geliştirildiği tarihtir. Önder Apo şahsında Kürt halkının varlığına ve özgürlüğüne karşı bir imha saldırısıydı. 9 Ekim 2019 günü Rojava’ya başlatılan işgal saldırısı da aynı amacı taşıyor. Bu saldırı da Türk devleti ile ABD arasında yapılan anlaşma sonucunda gelişti. Rusya da onayladı. Avrupa devletlerinin bir kısmı da sesiz kalarak saldırıya gizli destek verdi.

Rojava işgali, Kuzey-Doğu Suriye Özerk sisteminin tamamen tasfiyesini hedefleyen bir saldırıdır. Saldırıyla halkların kardeşliği ve demokratik birliği parçalanmak istenmiştir. İşgale karşı gelişen büyük direnişle bazı kirli planlar boşa çıkarılmış olsa da işgalin sürdürülerek bu tasfiye planlarının sonuca götürülmek istendiği görülüyor. İşgal saldırıları, 9 Ekim’den bu yana aralıksız devam ediyor. ABD ve Rusya Türk devletine desteğini sürdürecektir. Ocak’ta yapılan Türkiye-Rusya, Türkiye-ABD görüşmelerinde yeni planlar üzerinde çalıştıkları açıktır. Bu güçler ısrarlı bir biçimde Arap-Kürt savaşı çıkarmaya çalışıyor. Kürt-Arap ittifakı, bu kirli hesapları şimdiye kadar boşa çıkardı.

TÜRKİYE İLE ABD ANLAŞTILAR

ABD, NATO’nun üyesi Türkiye üzerinden Suriye’yi şekillendirmeye çalışıyor. Türkiye’ye dayanarak Suriye’de kalmak, geleceğinin şekillenmesinde etkili olmak istiyor. Bu konuda ABD ile Türkiye anlaşmış. ABD ve Avrupa devletlerinin Türkiye’nin İdlib planına bu kadar aktif destek vermesi de bununla ilgilidir. İdlib’de Türkiye, ABD planını uygulamaya çalışıyor. İdlib’de Türkiye üzerinden işleyen ABD planıdır. ABD ve Türkiye, İdlip’den başlayarak Kuzey Suriye hattı boyunca bir çete sistemi kurmaya çalışıyorlar. Bu planla Suriye’de siyasi etkide bulunmak istiyorlar. Rusya ise Rojava yönetimini zayıf düşürüp Suriye rejimine teslim etmek, Türkiye ile yaptıkları enerji ve askeri silah anlaşmalarını hayata geçirmek, Türkiye ile ABD arasında çelişki-çatışmayı derinleştirmek amaçlı Türkiye’nin saldırılarına onay veriyor. Kendi hesabınca bu biçimde Türkiye’yi kendi çıkarları temelinde kullanmış oluyor.

Bu güçler, hesabını kitabını böyle yaptığından dolayı baştan itibaren Kuzey-Doğu Suriye Özerk yönetimini ne Cenevre ve ne de Astana görüşmelerine katmadı. Türkiye’nin denetimindeki çeteleri kattılar ama DAİŞ gibi insanlık düşmanı bir gücü yenen, Suriye’nin birliğini savunan, Suriye’nin demokratikleşmesi için mücadele eden ve Ortadoğu cehenneminde örnek model demokratik sistem kuran bir gücün temsilcilerini görüşmelerin dışında tuttular. Talancı ve tecavüzcü çetelere ise muhalefet sıfatı takarak utanmadan sıkılmadan onları Cenevre’den Astana’ya taşıyıp durdular. İşte bu örnek bile ABD, Rusya ve Avrupa devletlerinin Suriye ve bölge politikalarını çok açık şekilde ortaya koyuyor. Nasıl bir Ortadoğu istediklerinin çok çarpıcı cevabı oluyor.

KÜRTLERİ DIŞLAMAK ÇÖZÜMSÜZLÜKTÜR

Suriye’de Kürtleri, Kuzey-Doğu Suriye halklarının demokratik taleplerini yok sayarak çözüm geliştirilemez. Şimdiye kadar gelişen Cenevre ve Astana anlayışı, Kürtlerin ve Kuzey-Doğu Suriye halklarının yokluğu üzerinden çözüm geliştirme anlayışıdır. Bu anlayışın, bırakalım çözüm geliştirmesini gelinen aşamada kendi kendisini tasfiye ettiği açıktır. Kürtlerin içinde olmadığı hiçbir anayasanın meşruiyeti yoktur. Bu anlayışla hiç kimse Kürtlerin ve halkların demokratik taleplerini yok sayarak çözüm geliştiremez.

TÜRKİYE PİYONA DÖNÜŞMÜŞ

Türkiye, ABD ve Rusya’nın elinde bir piyona dönüşmüş. AKP-MHP faşist iktidarı, bu iki hegemonik güçten yararlandığını, kazançlı çıktığını düşünüyor olsa da bu işgalci-saldırgan politikanın Türkiye’ye kaybettirdiği açıktır. Kürtlere karşı içte ve dışta yürüttüğü soykırım politikası, Türkiye’yi hegemonik güçlere daha fazla bağımlı hale getirmiş ve zayıflatmıştır. Hitler de Avrupa’yı işgal ederek gidip Moskova’ya dayandı. Peki sonuç? Erdoğan’ın sonu Hitler’den daha beter olacağa benziyor.

İşgal saldırılarına karşı Kuzey-Doğu Suriye halklarının bir tutumu var, savunma güçlerinin direnişi aralıksız devam ediyor. Dünyadan büyük destek var. Bu destek ne kadar etkili oldu, bundan sonra daha fazla ne yapılabilir?

Türk devletinin işgaline karşı gelişen Onur Direnişi hem Kürdistan hem de bölge ve dünya halklarını çok etkiledi. Başûr başta olmak üzere halkımız ülke içinde ve dışında görkemli bir direniş geliştirdi. Anlamlı bir ulusal birlik tutumu ortaya koydu. Kuzey-Doğu Suriye halklarının direniş tutumu da çok değerliydi. Araplar, Asuri-Süryaniler ve bu topraklarda yaşayan birçok etnik, inanç topluluğu QSD savaşçılarının yanında yer alarak direndi. Bu direniş aralıksız devam ediyor.

HAKLI DİRENİŞİN YARATTIĞI GELİŞMELER

Onur Direnişi, Ortadoğu’nun dışında kalan dünyanın diğer alanlarında da halkları ayağa kaldırdı. Dünya halkları Kürtlerin, Kuzey-Doğu Suriye halklarının yanında saf tuttu. Onur Direnişi’ni sahiplendiler ve bu direnişe bulundukları her alanda katıldılar. ABD ve Avrupa devletleri üzerinde halkların bu direnişi büyük baskı oluşturdu. ABD Başkanı Trump, tepkileri göğüslemeyecek noktaya geldi ve Türkiye’ye ateşkesi dayattı. Ateşkesle hem kendisini ve hem de Erdoğan’ı kurtarmaya çalıştı. Nitekim ateşkes kararı aldırarak kendisini de Erdoğan’ı da kurtarmış oldu. Arap Birliği olağanüstü toplanarak, Türk devletinin işgalini kınadı ve işgalin bitirilmesini, Türk devletinin Suriye topraklarından çekilmesini istedi. Bütün bu gelişmeler oldukça önemliydi; direnişin ortaya çıkardığı gelişmelerdi.

DİRENİŞİ SAHİPLENME NEDENLERİ

Dünya halklarının bu direnişi sahiplenmesinin iki temel nedeni vardı;

* Kürtler, Kuzey-Doğu Suriye halkları insanlık düşmanı DAİŞ’e karşı büyük bir savaş vermişlerdi ve DAİŞ’i yenmişlerdi. DAİŞ bu direnişin sonucunda toprak hakimiyetini kaybetmişti. Bu savaş, Dünya halklarının gözü önünde yapıldı. Medya sayesinde herkes bu direnişi gün gün izleme imkanına kavuştu. DAİŞ’e karşı verilen savaş ve elde edilen sonuçlar dünya halklarında büyük bir sempati yarattı.

* Kuzey-Doğu Suriye’de kurulan demokratik ulus sistemi, kapitalist sistemin kriz ve kaosundan bunalan, umutsuz ve çaresiz düşmüş halklara büyük bir çözüm umudu olmuştu. ‘Devlet-iktidar dışında bir toplumsal sistem ve yaşam mümkündür’ düşüncesi, giderek arayış içinde olan toplumda yer buluyordu. İnsanlar, halklar kendi gözleriyle böyle bir sistemin mümkün olduğunu yaşayarak görmüşlerdi. Bu sistemi kaybetmek istemiyorlardı.

Bu iki etken Türk devlet işgaline karşı büyük bir ayağa kalkışa yol açtı; kendisiyle birlikte önemli sonuçlar ortaya çıkardı.

NEDENLER HALA GEÇERLİ

İşgal karşısında halkların büyük hassasiyet göstererek ayağa kalkmasına yol açan nedenler henüz ortadan kalkmış değil. DAİŞ, toprak hakimiyetini kaybetse de halen Suriye’nin her yerinde gizli hücreler biçiminde var. Örgütsel ve ideolojik hakimiyetini sürdürüyor. Devlet-iktidar dışı Kuzey-Doğu Suriye Özerk sistemi Türk devletinin başını çektiği işgal saldırısıyla tehdit altındadır. Bu tehdit devam ediyor. Bu açıdan Kürdistan’da Suriye’de ve dünya genelinde Türk işgaline karşı mücadelenin büyüyerek devam etmesi gerekiyor. Bu işgale onay veren komplocu güçlere karşı halkların mücadelesi ve baskısı artarak devam etmelidir. Toplumsal mücadelede zayıflama yaşanırsa tehlike büyüyerek devam edecek. Bu açıdan dünya halklarının Kürtlerle, Kuzey-Doğu Suriye halklarıyla büyük bir dayanışma içerisine girerek toplumsal direnişi yükseltmesi çok önemlidir. Direniş güçlenerek sürerse Türk devletinin Kuzey-Doğu Suriye’de işgalini sonlandıracak ve çete sistemini dağıtacaktır.

DAİŞ’İN ŞENGAL SALDIRISI TC DESTEKLİYDİ

Türk devleti son dönemlerde Şengal’e dönük saldırılarını arttırmış durumda. Son olarak YBŞ komutanlarından Zerdeşt Şengalî ve üç arkadaşı şehit düştü. Türk devletinin sadece teknik imkanlarına dayanarak bu saldırıları yapması ve sonuç alması ne kadar mümkün, bu saldırılarda yerel işbirlikçiliğin düzeyi nedir?

AKP-MHP faşist soykırımcı iktidarı, Osmanlı devletinin Êzîdî politikasını miras aldı, sürdürüyor. Osmanlı tarihi, Êzîdî katliamlarıyla doludur. Êzîdî halkımız, Osmanlı’nın onlarca fermanını yaşamış, katliamlara uğramış ve direnerek varlığını bugünlere taşımayı başarmış onurlu, mazlum bir halktır. Unutmayalım; DAİŞ’in 2014’te Şengal’e saldırısı, Türk devletinin desteğiyle yapılan planlı bir saldırıydı. Êzîdîler soykırıma uğratılarak bitirilmek istendi. HPG-YJA Star ve YPG’nin müdahalesi ve ardından YBŞ’nin kuruluşu ve direnişi olmasaydı Êzîdîler büyük bir soykırımdan geçecekti. Yok olup gideceklerdi. Türk devleti, Êzîdîlerin düşmanı bir devlettir. DAİŞ eliyle yapamadığını şimdi doğrudan kendisi yapmak istiyor. Savaş uçaklarıyla Şengal’e saldırıyor. Şengal halkının yiğit evlatlarını katlediyor. YBŞ’nin değerli komutanı Zerdeşt Şengalî ve üç arkadaşının şahsında tüm Şengal şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. İnanıyorum ki; Şengal’in yiğit gençleri bu değerli şehitlerine sahip çıkarak YBŞ’yi daha fazla büyütüp güçlendirecektir.

MİT İLE ÇALIŞAN DÜŞKÜNLER VAR

Türk devleti, bu saldırılarını ajanların desteğiyle yapıyor. Yerden bilgi almasa bu tür havadan saldırıları yapması çok zordur. Bu açıdan Türk devleti saldırıların haberini yaparken ‘MİT destekli TSK operasyonu’ diyor. MİT dediği, MİT ile çalışan yerel ajanlardır. Zeki Şengalî ve yanındaki arkadaşların şehadeti de yerelden giden bilgilerle oldu. Şimdiye kadar havadan yapılan bütün saldırılar, ajanların verdiği bilgilerle olmuştur. Şengal’de MİT ile çalışanlar var. Beş kuruş para için kendisini Türk devletine satan ve halkının kanına giren düşkün, alçak tiplerdir bunlar. Benzer tipler, Medya Savunma Alanları’na dönük de çalışıyor.

BAŞÛR İSTİHBARATINDA MİT’E ÇALIŞANLAR

Başûr’daki istihbarat örgütlerinin bazı bireyleri MİT ile çalışıyor. Gerillaları şehit düşürüyor, karşılığında para alıp zıkkımlanıyorlar. Yani bu düşkün tipler, Kürt halkının, Êzîdîlerin en yiğit evlatlarının kanını su niyetine içiyor, canını ekmek niyetine yiyor. Şengal ve Başûr’daki halkımız bu düşkün, alçak ve ahlaksız tipleri kendi içinde açığa çıkarmalı ve cezalandırmalıdır. Cezalandırmaya gücü yetmiyorsa YBŞ’ye, Şengal Özerk Meclisi’ne bilgi vermelidir. Başûr’daki halkımız da aynı duruşu geliştirmeli, gerilla birimlerine bilgi vermelidir. Mideleri için halkın değerlerini pazarlayan bu alçak, düşkün tipler toplumu çürütüyor, kirletiyor, düşmanı içerde yaşatarak halkın değerlerine zarar veriyor.

Êzîdî katliamı gerçekleştirmek isteyen faşist Türk devletine, başta Federe Kürdistan Hükümeti olmak üzere uluslararası kamuoyunda ciddi bir tepki gösterilmiyor, neden?

DAİŞ saldırdığında tepki göstermelerinin nedeni, o dönem DAİŞ’in tüm dünya için bir tehdit ve tehlike oluşturmasındandı. Yani DAİŞ, bu güçlerin çıkarlarını da tehdit ediyordu, bu açıdan DAİŞ Şengal’e saldırdığında biraz tepki gösterdiler. Yoksa Êzîdîleri sevdiklerinden ve korumak istediklerinden değildi. Şimdi Türk devleti saldırıyor ama kimse sesini çıkarmıyor, çünkü Türk devleti NATO’nun bir üyesidir, kendilerinin çıkarına zarar verecek bir durum görmüyorlar. Devletler, kirli çıkar güçlerinin ittifak örgütleridir. Devletlerin kendi içindeki ilişkileri böyle olduğu gibi birbiriyle ilişkileri de böyledir.

Devletlerin gerçeği böyle olsa da güçlü toplumsal tepkiler, direnişler geliştiğinde istedikleri biçimde planlarını uygulayamıyorlar. Meşruiyetlerini toplumsal desteğe dayandırdıkları için toplumsal tepkilerden çekiniyorlar. Güçlü toplumsal tepkiler geliştiğinde, politikalarını gözden geçirmek ve hatta dönemsel de olsa değiştirmek zorunda kalabiliyorlar. Bu gerçeği de dikkate alarak Êzîdîlerin dünya toplumunun ve halklarının desteğini almak için çok yönlü mücadelelerini sürdürmesi ve çalışması gerekiyor.

FEDERE HÜKÜMET’İN TEPKİSİZLİĞİ ŞAŞIRTICI DEĞİL

Federe Kürdistan Hükümeti’nin tepkisizliği hiç şaşırtıcı değil. Aslında 2014’ten beri geliştirdiği tutumu sürdürüyor. Şengal’in Irak ve Kürdistan toprakları içerisinde Demokratik Özerk bir sistem olarak kalmasını istemiyor. Başûr yönetimi, Şengal’in özerkliğine karşıdır. Bu yaklaşım ve politika, doğru değildir. Êzîdîler, Kürt halk kültürünün kök hücresidir. Gözümüz gibi korumamız, sahip çıkmamız gereken çok değerli ve kıymetli, kültürel özümüzü taşıyan özgün bir topluluktur. Kendi kendilerini yönetmeleri ve savunmaları en doğal ve meşru haklarıdır. Kaldı ki 2014’te çok açık ortaya çıktı ki; öz savunma ve öz yönetim olmadan Êzîdîleri hiçbir güç savunamaz ve koruyamaz. Bir halk ve kültürel topluluk var olmak ve özgürce yaşamak istiyorsa mutlaka kendi öz savunmasını ve öz yönetimini kurmak zorundadır. Yoksa kirli çıkarların kol gezdiği bu korkunç çıkar dünyasında özgürce ve onurluca yaşayamaz, biyolojik varlığını bile koruyamaz.

MİLLİYETÇİ VE MEZHEPÇİ POLİTİKAYLA AŞILAMAZ

Irak'ta son aylarda yaşanan ciddi bir karmaşa var. Birçok bölgesel ve uluslararası güç Irak’ta bir çatışma içinde. Buna tepki olarak doğan halk hareketlilikleri de bu güçler tarafından yönlendirilmek isteniyor. Irak'ta gerçek çözümü getirecek doğru politika ve yaklaşım nedir?

Irak, 1990’lı yıllardan bu yana NATO’nun bölgeye müdahalesinin merkezi konumundadır. Onlarca yıldır kanlı bir iç savaş yaşanıyor. Milliyetçi ve mezhepçi ideolojilerden beslenen küresel hegemonik ve statükocu güçler, uygarlığın en kadim merkezini halklara mezar etmiş durumdalar. Irak’ta milliyetçi ve mezhepçi politikalarla bu savaş ve kaos durumu aşılamaz. Irak’ta ancak demokratik ulus sistemi ve demokratik yönetim anlayışıyla sorunlar çözülür, kaostan çıkılır. Yaşanan yoksulluğun ve yolsuzluğun temel nedeni de demokratik bir anlayışın olmamasıdır. Irak’ta gerçek çözüm, demokratik ulus anlayışına dayalı demokratik federal veya konfederal bir Irak’tır. Kürtler de Şii ve Sünni Araplar da Türkmenler de Asuri Süryaniler de Êzîdîler de Irak’ta, demokratik özerk sistemlerini kurarak ortak bir federal veya konfederal çatı altında özgür ve demokratik bir şekilde yaşayabilirler. Irak açısından en doğru ve gerçekçi çözüm budur.

Biz ulus devletçi politikaları yanlış buluyoruz. Ulus devlet sistemini Kürtlerin, halkların, kadınların, ezilen tüm sınıfların çıkarına uygun bulmuyoruz.

NE HEGEMONİK GÜÇLER NE DE BÖLGESEL STATÜKOCULUK

Irak’taki karmaşanın derinleşmesi ardından İran-ABD gerilimi de had safhaya yükseldi. Yaşanan, tam olarak nedir ve nasıl tutum alınmalı?

ABD ile İran arasında, Irak topraklarında büyük bir güç savaşı yaşanıyor. Her iki güç de Irak’ta etkisini arttırmaya çalışıyor. ABD’nin Kasım Süleymani’yi Bağdat’ta vurması hem İran’ın Irak’taki ve genel olarak bölgedeki etkisini kırma amaçlıdır ve hem de ABD’nin genel Ortadoğu’ya müdahale politikalarıyla bağlantılıdır. ABD, bölgeyi kendi çıkarları temelinde yeniden dizayn etmek isterken İran’ı da zayıflatarak hedeflediği noktaya getirmeye çalışıyor.

Bölge halkının alacağı en doğru pozisyon, öz gücüne dayanarak kendisini örgütlemesi ve savunmasıdır. Halklar hegemonik güçlere veya statükocu bölge devletlerine payanda olmak, taraf tutmak zorunda değildir. Her iki tarafta halkların iradesini ve özgürlüğünü tanımıyor. Doğru olan tutum kendi öz gücünü örgütleyerek, halklar arası ittifakı kurarak bağımsız bir mücadele hattı geliştirebilmektir. Öz yönetimini, öz savunmasını kurarak kendi demokratik siyaset anlayışını örgütleyebilmektir. Bölgede demokratik halklar ittifakı, halkların ittifakına dayalı devrimci demokratik mücadele, halkların tercihi olmak zorundadır. Milliyetçi, mezhepçi ve cinsiyetçi ideolojiden uzak; halkların demokratik birliğine, demokratik özerk bölgelere dayalı demokratik konfederal sistem, halkların temel öz savunma sistemidir. Bu anlayış esas alınarak mücadele edilirse ancak o zaman halklar kurban olmaktan kurtulabilir.

Bu açıdan halklar arası demokratik ittifak, özellikle Kürt-Arap ittifakı çok önemlidir. Bu ittifakın bölge geneline hakim olması, halklar lehine çok tarihi sonuçlara yol açacaktır. Yine Kürt-Fars ittifakı da benzer olumlu bir etkiye yol açacaktır. Devrimci demokratik öncü güçlerin, halkların ittifakını geliştirmesi gibi tarihi görevleri vardır. Ortadoğu halkları üzerinde yürütülen komployu, ancak halkların demokratik birlik ittifakı boşa çıkarabilir.

TÜRK DEVLETİ ZAYIF KOMŞULAR İSTİYOR

Irak ve İran’da yaşananlarda, buna Suriye’yi de katarsak faşist Türk devletinin payı nedir, Türk devleti bu karışıklardan ne ummaktadır?

Suriye ve Irak’ın bu hale gelmesinde Türk devletinin rolü belirleyicidir. Türk devleti, Irak ve Suriye’de iç savaşı geliştiren ve güçlendiren güçlerin başında geliyor. İlk günden itibaren DAİŞ ile AKP işbirliği ve ittifakı vardır. DAİŞ’in, Irak ve Suriye saldırılarında Türk devleti her türlü maddi, manevi, askeri desteği sundu. Bu gerçekler, resmi belgelerde kayıtlıdır. Türk devleti yıllardır komşu bölge ülkelerini iç savaşla zayıflatarak bölgede hegemonyasını geliştirmenin koşullarını yaratmak istiyor. Eskiden Osmanlı toprağı olan ve Osmanlı’nın hükmettiği coğrafyaları etki alanına almaya çalışıyor. Türk devletinin, Başûrê Kurdistan’da ve Başika’da askeri üs kurması, bu yayılmacı ve işgalci amaçlarıyla bağlantılıdır. Bu üsleri bulunduğu alanda siyasi, askeri, istihbari vb. örgütlemeler geliştirmede merkez karargah olarak kullanıyor. Suriye’de de işgal ettiği alanlarda aynı şeyi yapıyor.

İran’a dönük de benzer bir planının olduğu açıktır. Türk devleti bölgeye dönük hegemonik politikaları karşısında İran’ı güçlü bir rakip ve engel olarak görüyor. İran’ın iç karışıklık yaşamasını ve zayıflamasını kendi yararına değerlendiriyor. Türkiye, esas aldığı mezhepçi ve ırkçı politikayla zaten ne olduğunu ve nerede durduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.

AKP İLE ABD ARASINDAKİ TEMEL İKİ ÇELİŞKİ

Türk devleti, son olarak Libya’ya müdahalesiyle çetelerin hamisi olduğunu resmileştirdi. Erdoğan’ın çetelerle ilgili politikasını ve dünyanın bu duruma sessizliğini nasıl yorumlamak gerekir?

ABD, AKP’yi ılımlı İslam projesi olarak kurguladı; Gülen Cemaati’ni de bu projenin başarısı için görevlendirdi. 2002’den 2013’e kadar süren AKP-Gülen ittifakı, ABD’nin planının bir parçasıydı. ABD ılımlı İslam projesiyle Türkiye’yi İslam dünyasında bir model ülke durumuna getirecek, İslam alemini Türkiye üzerinden kontrolüne alacaktı. Bu açıdan AKP’nin bölge politikasına aktif destek sunuldu. AKP, bu dış destekten yararlanarak çeşitli yerlerde nüfuz alanları, kendisine bağlı gruplar örgütledi. AKP, devlet kontrolünü eline alıncaya kadar ABD’nin bu politikasına uyum sağladı. Cemaat, AKP ile devleti paylaşma ve iktidar olma arayışına girince büyük çatışmalar yaşanmaya başladı ve AKP giderek Amerika’nın çıkarlarıyla çelişen bir kulvara kaydı.

Amerika’yla ikinci büyük sorunu da DAİŞ konusunda yaşadı. DAİŞ ile ilişkilerde NATO içinde en aktif rol üstlenen güç oldu. NATO, DAİŞ’i zayıflatmak için politika değişikliğine gitti, ancak AKP politikasını değiştirmedi, DAİŞ ile ilişkilerini derinleştirerek, güçlendirerek sürdürdü. Bu konuda ABD ile sorunlar yaşamaya başladı ve çelişkiye girdi. AKP ideolojik yakınlıktan dolayı DAİŞ’i bırakmadı. Irak’ta ve Suriye’de kendi mezhepçi ideolojik eğilimine yakın bir yönetimi iktidara getirmede ısrarcı davrandı. Bu yüzden Irak ve Suriye’de iç savaşı derinleştirdi. Öte yandan DAİŞ’i destekleyerek DAİŞ’in eliyle Kürtleri de bu coğrafyada soykırıma uğratmak ‘Misak-ı Milli’ planını gerçekleştirme hevesine girdi. Bir taşla birkaç kuş vurmak istedi.

TÜRKİYE, BÜYÜK BİR ÇETE ORDUSU KURDU

AKP, DAİŞ yenildikten sonra dağılan DAİŞ üyelerini farklı örgütler adıyla bir araya getirdi onlara kol kanat gerdi. Aynı ideolojik kaynaktan beslenen El Nusra ve çeşitli El Kaide gruplarını da farklı isimlerle örgütledi. Zaten iktidara geldikten itibaren bu yönlü bir zemin hazırlığı vardı. Zaman içinde büyük bir çete ordusu kurdu. Bu çete ordusunu Bakurû Kurdistan’da öz yönetim direnişinde Kürtlere karşı kullandı. Kuzey Suriye’nin bir bölümünü bu çetelerle işgal etti. Şimdi de bu çetelerin bir kısmını Libya’ya gönderiyor. Amerika, Avrupa ve Rusya neyin ne olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen Türk devletinin çete politikasını desteklemeye devam ediyor. Hatta Türkiye, ağırlıkta ABD ve bazı Avrupa devletlerinin desteğiyle Kuzey-Doğu Suriye’nin genelinde bir çete sistemi kuruyor.

ÇETE DEVLETİNİ ÖZERK SİSTEME TERCİH EDİYORLAR

Küresel güçlerin Kürt halkına ve bölge halklarına karşı politikasını derinliğine anlamak ve kavramak durumundayız. Kuzey Suriye’de çete devleti Kürtlerin, Kuzey Suriye halklarının demokratik özerk sistemine tercih ediliyor. Bu gerçek küresel hegemonik güçlerin bölge politikasını çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Küresel hegemonik güçler bölgede demokratik bir sistem istemiyorlar. Bölgenin demokratikleşmesine karşılar. Bölgede sürekli olarak bir savaş ve çatışmayı, kendi kirli çıkarlarına daha uygun buluyorlar. Çatışmadan ve kaostan beslenen bir sistem söz konusudur. AKP-MHP iktidarı, hegemonik güçlerin bu kirli çıkarlarına hizmet ettiği için AKP-MHP faşist iktidarını destekliyorlar. AKP-MHP faşist iktidarının bölgedeki kaosu derinleştiren, çatışmaları arttıran politikası, hegemonik güçlerin mevcut politikalarına hizmet ediyor.

LİBYA’YA ÇETE TRANSFERİ ONAYLIDIR

AKP-MHP faşist iktidarının Libya’ya çete göndermesi de bu güçlerin onayıyla olmuştur. Bu güçlerin bilgisi ve onayı yokmuş gibi ele almak doğru değildir. Suriye’de zapt edemedikleri çeteleri Libya’ya gönderdiler.

AKP-MHP iktidarının, Libya politikası Enverci arzuların bir sonucu, mezhepçi ideolojik eğilimini yaymanın bir nedeni ve bir de içte ve dışta yaşadığı sıkışmanın ve zayıflamanın soytarıca güç gösterisi, tükenmişliğini gizleme çabasıdır. Ancak bu politika ölü doğmaya mahkumdur.

Türk devletinin Ortadoğu politikalarına karşı Arap dünyasının tutumunu nasıl görüyorsunuz, Kuzey-Doğu Suriye’de gelişecek Kürt-Arap ittifakının Arap dünyası açısından önemi nedir?

Arap Birliği ülkelerinin, Türk devletinin Kuzey-Doğu Suriye’yi işgal saldırısını kınaması ve işgale tutum alması önemlidir. Bu, kuşkusuz Türk devletinin yayılmacı-işgalci politikalarına karşı bir duyarlılığı ifade ediyor. Ancak yetersizdir, tüm Arap ülkelerinin Türk devletinin işgal saldırılarına karşı daha aktif bir mücadele içerisinde olması gerekiyor. Türk devleti kendi sınırlarının dışında yayılmacı, işgalci bir siyaset yürütüyor. Askeri işgal yapıyor. İşgal ettiği yerleri ilhak ediyor, yerleşik halkların soykırımı üzerinden sınırlarını genişletiyor. Türk devletinin yaptıkları insanlık suçudur. Buna karşı her türlü mücadele meşrudur.

Kürt-Arap ittifakı bölgenin demokratikleşmesinde kilit bir öneme sahiptir. Kuzey-Doğu Suriye’de kurulan Kürt-Arap ittifakı muazzam gelişmeler ortaya çıkardı. Suriye’nin dağılmasını önledi, birliğini sağladı. DAİŞ ve Türk işgaline karşı Kürt ve Arap gençleri birlikte büyük bir mücadele yürüttü ve önemli sonuçlar aldılar. Bu ittifakı bölge genelinde uygulamak Ortadoğu’nun demokratikleşmesi, özgürleşmesi ve barışı açısından çok önemlidir. Ortadoğu’nun demokratikleşmesi Kürt-Arap ittifakının güçlenmesine ve kalıcılaşmasına bağlıdır. Bu amaç için çalışmak çok değerli ve kutsal bir görevdir.