Neden ben vurulan sen vurduransın

Gülecek, anlatacak Nagihan, bilgeliği tüm kadınlara ulaşacak, kurşun yağdıranlara inat... Jina’nın saçı dolanacak Nagihan’ın kanlı bedenine çiçeklerle birlikte üstünü örtecek, Sonra dalgalanacak Rûken ve Sara’ca...

Yeryüzü bizim için hep acıya mı mühürlü... Niye hep kurşunlar yağıyor bedenimize... Niye güzellikler kana bulanıyor. Niye kırmızıya çalıyor çiçekler... Ne kadar acı, gözyaşı, kurşun yağmuru daha gömülecek toprağa...

Neden kendi ülkemizde vuruluyoruz. Neden dağlarımız üzerimize  yağdırılıyor. Neden ben yabancı sen hain oluyorsun...Neden ben vurulan sen vurduransın...Neden bağrına basmıyor, göğsünde emzirmiyorsun tanrıçalarını... Neden kurda kuşa yem ediyorsun... Neden yapraklara sarmıyor, yıldızlara takmıyor, güneşe asmıyor, gölgene koymuyorsun... Neden yüreklerimizi kaldırıma gömenle, çuvala koyanla, çıplak sürükleyenle, çocuk bedenlerimizi anaların eteğine toplatanlarla, bodrumlarda üzerimize ateş yağdıranla aynı oluyorsun... Düşmandan daha düşman olmanın telaşı niye... Niye bu zehir, niye bu irin, niye bu cehennem... Nerde görülmüş cenneti vadedenlere bu kadar kötülük... Ne yaptı NAGİHAN... İyilikten, sevgiden, anlamdan öte...

Sadece sevdasını nakşetmedi mi,

Dokunduğu her yere gülüşlerini, bilgeliğini bırakmadı mı,

Gördüğü her yaşlıyı, çoluğu çocuğu kucağına almadı mı,

Dinlediği her hikayeyi parlayan gözleriyle dinlemedi mi,

ÖZ’den gelen tılsımı, ruhunun içine çekerek koşturmadı mı,

Kadına, ülkesine dair peşine düştüğü her şeyi büyük bir sabırla hafızalaştırmadı mı,

Unutulanı, örtüleni arayıp bulmadı mı,

Şiiri, aşkı, ezgiyi ekmedi mi toprağa...

Küllenmiş kitaplarla arkadaş olurcasına, ikra gibi secde etmedi mi onlara...

Kadınların titreyen yüreklerine, umutsuz bakışlarına güven dağıtmadı mı...

Bu öz arayışçısına, hakikat yüreklisine kurşun nasıl yağar, yüreği nasıl kanatılır.

Yüzünden sevgi, şefkat, güzellik eksilmeyen bu  insanlık abidesine nasıl katran dökülür,

Kırlangıçlar nasıl öldürülür, yağmurlar nasıl kurşuna döner...

Sevda nasıl karanlığa gömülür... Ve cellat bu bilmeceyi nasıl çözer.... Katlettikçe katlananlara...

GÜNEŞ’TEN ÖNCE UYANANLARIN HİKAYECİSİYDİ

Bozkır’lıydı O... Sürgündü... Unutulduğu için unutulan her şeyin peşine düştü...

Nenesinin kırk örüklü saçlarındaki boncuğun, üç eteklerindeki nakışların, duvarda asılı geyiklerin, güneşten önce uyananların hikayesinin arayışçısıydı.

Savrulduğu rüzgarın kadınıydı O...

Köksüzlüğünün, koparılmışlığının peşindeydi.

Bozkır’a inat tohum olmak, yeşermek istedi.

Görmediği ülkesinin, basmadığı topraklarının özlemiydi,

Sap sarı, kuru ayazlı demlerden dağların, ülkesinin rüzgarı olmaya yol aldı.

Köklerindeki özün, Kurmanclığın arayışçısıydı O...

O öz onu Efrîn’de Nebi Huri ile Şengal’de Çilmera’yla buluşturdu.

Şengal’li  beyaz saçlı anaların Güneş’le sohbetlerini, örüklerini kesip mezar taşlarına astıkları, canavarların tecavüzü sonrası çocuklarını büyüttükleri  kızlarının acılarını yazdı. Kutsal mabetlerindeki ipeklerin düğümlerini çözdü. Kendini, kaybettiklerini buldu orada...

Efrîn’in tüm güzelliklerini ruhuna, aklına işledi. Xelikan’ı (köyümüzün ismi) buldu orada... Anası gibi konuşan kadınları, hayata aldırış etmeyen durmadan gülen kirf(şaka) yapan insanları, sürgün toprağında kurutulan kutsallığı burada yudumladı. Kırdığı nar tanelerinin huşusuyla kucaklaştı.

Oradan HOROMAN’a uzandı. Arkaik olana, bozulmayana, yeryüzünde bir cennet gibi durana...

Raperinlerle nasırlaşmış ülkesinin bu parçasında kadınca olanı bir kuş telaşıyla aradı. Sahip çıkılmayan tarihin sayfalarını karıştırdı. Dünyaya yeniden gelmiş gibi tarih topladı. Kuyudaki ışığa uzandı. Yüzünü ona tutarak, aydınlandı, aydınlattı. Hasır altındaki kadın kitaplarını kütüphaneye dönüştürdü. Okudu, okuttu, bilgeliğin güzelliğini öğretti yeniden kadınlara... Yasak elmanın tadını tattırdı. ŞERKO BEKES’in şiirleriyle  kaybettiği ülkesinin mısralarına ulaştı.

TARİHİN BAŞLANGICI GÖZYAŞLARINA BOĞULDU

Nerede olursa olsun güzelliğe kilitli bu hikaye arayışçısına, anlam sevdalısına kıydılar, gözlerini kırpmadan, devirdiler boylu boyunca... Tüm hikayeciler yasa bağlandı. Tarihin başlangıcı gözyaşlarına boğuldu. TANRIÇALAR GÖKTEN BİR YILDIZ ÇEKTİ. Köyümün kadınları ŞÎN yaptılar, bu laneti yıkamak için... Bağırdılar, bağırdılar yeryüzünün kanlı tanrılarına NIFIR(beddua) yaptılar.

Neden kıydılar NAGİHAN’a

Kadınları uyandırdığı, erkekliği öldürdüğü için,

Güldüğü, sevdiği, şiir dinlediği, şarkı söylediği, hikaye topladığı için,

Haber yazdığı, jineoloji dergisi çıkardığı için,

Yaşlıyla yaşlı, çocukla çocuk, toprakla toprak, ağaçla ağaç, anlamla anlam olduğu için,

Sevdiği, sevildiği yüreğine herkesleri sığdırdığı için...

Gülecek, anlatacak NAGİHAN, bilgeliği tüm kadınlara ulaşacak, kurşun yağdıranlara inat...

JİNA’nın saçı dolanacak NAGİHAN’ın kanlı bedenine çiçeklerle birlikte üstünü örtecek,

Sonra dalgalanacak RUKEN ve SARA’ca,

Yeryüzünde silüetleri belirlenecek AŞK KADINLARININ

Ve toprak yeniden gülecek, kadınlar ağaçların gölgesinde hikayelerini ANLATACAK SONSUZA DEK...