Şimdi birleşme zamanı

Heftanin’den Bradost alanına kadar sınır boyunca yürütülen işgal saldırıları Irak devletinin bilgi ve onayı dışında değildir.

9 Ekim 1998’de başlatılan ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı hedefleyen uluslararası komploya benzer bir saldırının bugün de tüm Kürtlere ve özellikle Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürütülmekte olduğu açık bir gerçektir. Söz konusu bu saldırının DAİŞ faşizminin başkenti olan Reqa’da yenilgisi ardından başladığı da açıkça ortadadır. Son yıllarda insanlığın başına bela edilen DAİŞ faşizmini yenilgiye uğratan esas gücün de Kürtler ve Kürdistan Özgürlük Hareketi olduğu tartışmasızdır. DAİŞ faşizmine karşı kazanılan tarihi Reqa Zaferi Kürtleri ve Kürdistan Özgürlük Hareketini Ortadoğu’nun ve dünyanın en aktif ve önemli siyasi-askeri gücü haline getirmiştir. İşte uluslararası komplo benzeri son saldırı ile Kürtlerin ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin bu konumu geriletilmek ve hatta mümkünse Kürt soykırımı devam ettirilmek istenmektedir.

Kürtlere yönelik söz konusu topyekûn saldırının, esas olarak 16 Ekim 2017 tarihinde Irak devleti’nin geliştirdiği Kerkük saldırısı ile başladığı söylenebilir. Bu tarihin aynı zamanda DAİŞ’in Reqa’da yenilgisinin kesinleştiği tarih olduğu bilinmektedir. Bu temelde Kürtler, Rojava Özgürlük Güçleri şahsında tarihi bir zafer kazanmışlardır. Söz konusu bu kazanıma dayanarak Güney Kürdistan Bölge Yönetimi 25 Eylül’de referandum yaparak ayrı bir devlet kurmaya yönelmiştir. Kürtlerin Reqa Zaferi Yemen’den Filistin’e, Suudi’den Lübnan’a kadar Ortadoğu’daki bütün siyasi ve askeri dengeleri köklü bir biçimde sarsmıştır. İşte böyle bir süreçte tüm Kürt kazanımlarını hedefleyen, Kürtleri geriletmeyi ve kazanımlarını yok etmeyi amaçlayan söz konusu topyekûn saldırı başlatılmıştır. 

16 Ekim 2017 tarihinde Irak devletinin başlattığı Kerkük saldırısı ardından 20 Ocak 2018 tarihinde TC devletinin Efrîn’i işgal saldırısını başlatması ve 2017 güzünden itibaren TC devletinin Irak sınırını geçerek Medya Savunma Alanlarını işgal hareketini geliştirip tampon bölge oluşturma çabasına hız vermesi ancak bu temelde izah edilebilir. Dikkat edilirse, sömürgeci-soykırımcı TC devletinin ve faşist AKP-MHP iktidarının tüm Kürtlere ve Kürdistan’a yönelik saldırıları sürmektedir. Söz konusu bu saldırının Kuzey Kürdistan ve Türkiye ayağı üzerindeki olayları burada yeniden ifade etmeye çalışmak bile anlamsızdır. Çünkü Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü, DAİŞ ve El Kaide gibi faşist çete güçlerini de kullanarak 2015 baharından bu yana Bakurê Kürdistan halkına yönelik tam bir katliam ve soykırım uygulaması yürütmektedir. Söz konusu bu saldırılar, özellikle 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren tam bir topyekûn faşist saldırganlığa dönüşmüş ve Cizre katliamı, milletvekillerinin tutuklanması ve Kürt belediyelerinin gasp edilmesiyle doruğa ulaşmıştır. 20 Temmuz 2016 OHAL faşist darbesiyle birlikte artık saldırılar soykırım düzeyini almıştır.

Kendi sınırları içinde Kürt soykırımını en vahşi katliam yöntemleriyle yürüten sömürgeci-soykırımcı TC Devleti, 26 Ağustos 2016 tarihinden itibaren başlattığı Cerablus ve Bab’ı işgal saldırısıyla sınır dışına yönelik de Osmanlı sisteminin fetih hareketlerini andıran yeni bir saldırı süreci içine girmiştir. Aslında Kürdistan’ın Başur ve Rojava parçalarına yönelik işgalci saldırıları Cerablus ve Bab işgaliyle başlatmak da mümkündür. Bunun gerçekleşebilir olduğunu gören TC devleti, 23-24 Nisan 2017 gecesi Şengal ve Rojava’yı havadan bombalayarak yeni bir adım daha atmıştır. Kuşkusuz her iki alana yönelik hava saldırıları Cerablus-Bab işgali kadar önemlidir. Çünkü Şengal, DAİŞ faşizminin Êzîdî Kürtlere yönelik 3 Ağustos 2014 tarihinde geliştirdiği soykırım saldırısı ile tanınmış, Rojava’ya yönelik saldırı ise DAİŞ faşizmini yenilgiye uğratan esas güç olan YPG-YPJ’nin karargahına yönelik yapılmıştır. 

AKP-MHP faşist diktatörlüğü, 20 Ocak 2018 tarihinde başlattığı Efrîn’i işgal saldırısını iki ay boyunca savaş uçakları, tanklar ve toplarla yürüttüğü katliamlar temelinde sürdürmüştür. Şimdi de Efrîn’de TC sistemini kurabilmek için her şeyi yapmaktadır. Dahası bununla da yetinmemekte, aynı zamanda Minbic, Cizîr ve Şengal alanlarını da sürekli tehdit etmektedir. Diğer yandan, uzun yıllardır yürüttüğü ve son dönemde hız verdiği Güney Kürdistan’a yönelik işgal hareketini de adım adım geliştirmektedir. Silopi ve Uludere sınırından başlayarak Şemdinli’de İran sınırına kadar uzanan hat boyunca bazı yerlerde beş, bazı yerlerde ise on-onbeş km. Derinlikte bir alanı şimdiye kadar işgal etmiş durumdadır. Bu işgal hareketini ilerletebilmek için, Güney Kürdistan’a yönelik sürekli askeri saldırı halindedir. Son günlerde Bradost alanına yönelik işgal saldırısı bu planın uygulanma çabasıdır. Neredeyse Sideka kasabasını almayı hedefleyen bir işgal hareketi düzeyine ulaşmıştır. 

Çok açık ki, Kürt topraklarında işgal saldırılarını geliştiren esas güç, yani jandarma TC devletidir. Ancak, örneğin Cerablus, Bab ve Efrîn’e yönelik işgal saldırısı Esad Yönetiminin bilgisi ve onayı dışında olmamıştır. Yine Heftanin’den Bradost alanına kadar sınır boyunca yürütülen işgal saldırıları Irak devletinin bilgi ve onayı dışında değildir. Hatta Irak devleti ile birlikte yapıldığı ve Hewler’deki Kürt yönetiminin de bilgisi dahilinde olduğu bir gerçektir. Bu günlerde Güney Kürdistan’da en çok konuşulan konu, Neçirvan Barzani Yönetiminin Sideka ve Kandil mıntıkalarını TC devletine satmış olduğu hususudur. Bu söylentilerin ne kadar doğru olup olmadığını elbette bilemiyoruz. Ancak ateş olmayan yerden duman çıkmaz diye bir söz vardır. Hewler Yönetiminin TC’nin işgal saldırıları karşısındaki sessizliği, hatta bu nedenle PKK’yi sorumlu tutup eleştirme çabası söylentileri doğrulayan kanıtlar gibidir. 

Bugün Kürdistan geneline yönelik saldırıları aktif olarak TC devletinin ve faşist AKP-MHP iktidarının yürüttüğü açık bir gerçektir. Görünen ve pratikleştiren TC’dir, ancak yalnız değildir. Kürdistan’a yönelik söz konusu topyekûn saldırının TC, İran, Irak ve Esad Yönetimlerinin ortak kararı ve bilgisi temelinde yürütülmekte olduğu tartışmasızdır. Kürt karşıtı bu ittifakı pratik olarak en çok destekleyen güç de Rusya Yönetimidir. ABD ve AB karşıtlığı temelinde geliştirilmekte olan Astana Üçlü İttifakı, günümüz dünyasında en statükocu ve gerici ittifak olmaktadır. Adeta yirminci yüzyılın ulus-devlet faşizminin koruyucusu gibidir. Söz konusu bu ittifak, aynı zamanda Kürt karşıtı konumdadır ve Kürt soykırımına hizmet etmektedir. 

Bunlara karşıt konumda görünen ABD-AB ittifakı, bazı bakımlardan karşıtlık yaşasa da, Kerkük’ten Efrhin ve Bradost’a kadar uzanan Kürt karşıtı saldırıda söz konusu ittifaka en azından onay vermiştir. Dahası TC’nin Başur ve Rojava Kürdistan’a yönelik saldırılarının önünü açan ABD’dir. Bakurê Kürdistan’da ise TC Devletinin Kürtlere yönelik tüm saldırılarını aktif olarak desteklemektedir. 

Görülüyor ki, hepsi aynı düzeyde olmasa da, Kerkük’ten başlayıp Efrîn ve Sideka’ya kadar uzanan Kürt karşıtı saldırıda küresel ve bölgesel kapitalist modernite güçleri ortak hareket etmektedir. Söz konusu topyekûn saldırı esas olarak Kürdistan Özgürlük Hareketini hedeflese de, gerçekte tüm Kürt varlığını hedeflemektedir. Yine söz konusu saldırılar Kürtlerin zayıf olduğu bir durumda değil, tersine Bakur, Rojava ve Başur’da  önemli gelişmeler sağlayıp kazanımlar elde ettikleri bir dönemde gerçekleşmektedir. Bu noktada Kürtlerin en zayıf tarafları, Kürt siyasetinin birlik olmaması ve parçalı durmasıdır. Kürdistan Ulusal Kongresini oluşturma ve Kürt siyasetini burada birleştirme çabaları bir türlü sonuç vermemektedir. Kürtlerin birlik olmayan parçalı duruşları, Kürt karşıtı gelişen planlara ve saldırılara da en büyük gücü vermektedir. Aslında Kürtlere karşı böyle topyekûn saldırının gelişmesinin önünü açan ve Kürtlere zarar veren tek etkenin bu birliksizlik olduğunu söylemek abartı değildir. Kürt siyaseti birleşse, ortaya çıkartacağı güçle, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm sorunların çözümleyicisi haline gelebilir. O halde ayrıksı ve parçalı durmak düşmanlıktır; şimdi birleşmenin ve demokratik birliği yaratmanın zamanıdır. 

Kaynak: Yeni Özgür Politika