Bir mevzi, bir öykü

Kürdistan’da her dağ başka bir mevzi, her mevzi ayrı bir gerilla ve her gerilla yeni bir öyküdür.

Türk ordusunun Güney Kürdistan'ın Bradost bölgesine yönelik gerçekleştirmiş olduğu işgal girişimi sürüyor. Gerillalar işgale karşı el emeğiyle hazırladıkları mevzilerde direnip, özgürlük umuduyla mücadele yürütürken, direniş mevzileri yaşamın efsunuyla süslü. Şu sıralar Kürdistan’da baharın misafirliği söz konusu. Kuş cıvıltıları, toprağı yarıp çıkan doğal kaynak suları, harekete koyulan bilumum canlı, bitki ve ağaç. Baktığımız her yerde ayrı bir parıltı, gördüğümüz her canlı, aynı ruhla özdeş başka bir ayrıntı.

KIŞIN İZLERİ HENÜZ ASİ DAĞ DORUKLARINI TERK ETMEMİŞ

Tabiat her ne kadar baharın sıcak yüzüyle renklenmiş olsa da kışın izleri henüz asi dağ doruklarını terk etmemiş. Yüksek tepeleri kaplayan beyaz örtü yamaçlara doğru indikçe rengini şifalı otların yeşiline bırakıyor. Bir taraftan güneşin sarı sıcak ışıltısı, diğer yandan canlanan toprağın kokusu ve derken aniden bastıran bahar yağmurları…

Doğa kendi ritminde varoluşunu kutluyor gibi. Burada her şey öyle kutsi ve öyle anlamlı bir düzenle yürüyor ki sanki bu dağlar dünyanın tüm kirini temizlemeye niyetli. Söze konu olanların tamamı gerçek. Gördüklerimiz şehirlerde rastlanmayan türden. Anlattıklarımızsa gördüklerimizin kısa bir izdüşümü ancak… Belki gerçeğin gölgesi. Belki bu gölgenin gölgesine matuf bir muhabirin dağlardan koparabildiği bir parça hakikatin yalınkat sesi.

GERİLLA TOPRAĞA BENZER

Moloz yığınlarından müteşekkil bir coğrafyadan dağlara doğru uzandıkça, doğa nasıl üzerindeki gri elbiseden soyunup hayat dolu özünü dışa vuruyorsa; gerilla mevzilerine varınca da faşizmin karanlığından sıyrılan insanların aydınlığına gark oluyoruz. Gözlerimiz kamaşıyor. Çehremizde tuhaf bir şaşkınlık halesi. Bu şaşırma belki de doğayla insanın ilişkisinde zuhur eden aydınlığın aynılığı yüzünden. Bu şaşırma belki de biraradalığın sırrını bilmezliğimizden.

Şairin dediği gibi, ‘İnsanlar yaşadıkları yere benzer’. Oranın toprağına, rüzgarın yeşiline ve güneşe. Ve suya. Gerilla toprağa benzer, çünkü temiz kalmayı bilmiştir. Her sözü ılık bir esinti bırakır insan yüreğinde. Bir de suyuna benzer. Doludizgin akışın esrarı en çok da orada hükmeder kalbe. Ve bir güneş gibi tavaf eder dağları. Öyle bir güneş ki; biz bazen görmesek de varlığının bilinciyle ısıtır içimizi.

15 ŞUBAT'TA DOĞMAK...

Dağlara vardığımızda gerillayı hep böyle buluyoruz. Hep yoğun, hep bir çaba sahibi ve hep dişe diş bir mücadele içerisinde. Gecesini gündüzüne paydaş edip, öfkesini katık ettiği silahıyla ‘ülke’ adında bir ananın vefalı evladı; kendi yazgısının sahici müverrihi yani. Ama yine de tesadüflere de yer var bu öyküde. Tesadüflerin çizdiği yolda, tesadüflere inat yürüyen Ruken Cudi’yi görünce bunu daha iyi anlıyoruz. Dağ birçok hikaye besliyor koynunda. Ruken’in hikayesi onlardan sadece biri.

Yıl 1999. Ruken, 15 Şubat 1999 günü Kürt Halk Önderliği uluslararası bir komployla esir alındığında Cizre’de dünyaya gelir. Doğuş herkes için sevinç kaynağıyken ona mücadeleyi telkin eden bir talihsizlikle makustur. Dilemma burada başlar, hayatın çözülmeyi bekleyen sırrı burada… 'Olmak ya da olmamak; işte bütün mesele bu' Shakespeare bu sözleri Ruken için söylemiş olmalı. Bir insan düşünün ki varoluşu, yok oluşun eşiğinde başlar. Bir çocuk düşünün ki halkının umutları kararmak üzereyken belirsiz bir geleceğe açar gözünü. Peki, bu çocuk nasıl büyür? Toplum olmazsa bu çocuk hangi ağızla konuşur ve nasıl ayağı kalkıp yürür? Daha da önemlisi eğer toplumsal varlık yok olma tehlikesi altında ise bu çocuk nasıl tanır kendini?

GERİLLA RUKEN TARİHİN YAZDIĞINI BOZMAYA KARARLI

İşte tam bu noktada Ruken’in varoluşu toplumsal gerçeklikle bütünleşir. 15 Şubat 1999’dan sonra Kürt halkı ne kadar direnirse Ruken de o kadar tutunur hayata. Toplumsal direnişle beslenip, halkın mücadelesinden alır gıdasını. Ve bu yüzden yaşamak daha doğarken direnişe kurulur onun zamanında. ‘Ne kadar mücadele, o kadar varoluş’ kanunu tüm Kürtler için olduğu kadar Ruken için de vazgeçilmez bir yaşam kuralıdır artık.

Ruken’in doğduğu kara günün ardından yıllar boyu İmralı esaretiyle tasfiye edilmek istenen halkın mücadelesi gelişip Kürdistan’a düşürülmeye çalışılan karanlık parçalandıkça Ruken de bu gerçeğin içinde büyüyerek tarihin yazdığını silmeye, hayatın bozduğunu kurmaya; yani gerilla olmaya yönelir. Karar verilmiştir ve yapılması gereken bu karara layık durmasını bilmektir.

MEVZİDEN MEVZİYE...

Yıl 2016. Kürt halkı faşizmin zulmüne karşı devlet dışı bir toplumsal örgütlenmenin meşru teşebbüsüyle, kendi öz gücüne dayanarak şehirlerin yönetimini sağlayacağını dünyaya duyuruyor. Bu sıralar Ruken dağda ve Cizre başta olmak üzere özyönetim direniş alanlarında yaşananları büyük bir heyecanla takip ediyor. Halkın özyönetim iradesi devletin dipsiz zorbalığıyla kırılmaya çalışılırken bir şehir artık sokak adlarını unutmaya başlıyor. Şehir tuğlalarına dek direniyor çünkü…

Mehmet Tunç’un deyimiyle Cizre halkına 'Diz çöktüremeyen' devlet güçleri hıncını binalardan alıp, demire betona diz çöktürmeye koyuluyor. Cizre kent merkezinin yıkılışı, evlerin işgal edilerek JÖH ve PÖH gibi yapılar için karargah olarak kullanılması ve mevzi haline getirilmesi de aynı basiretsiz çabanın yıkıcı edimleri arasında.

Direniş sürerken Nur mahallesinde Ruken’in ailesinin evi de devletin kolluk kuvvetleri tarafından zorla işgal edilip bir mevzi haline getiriliyor. Ruken’in 15 Şubat’ta doğduğu eve ikinci bir karanlık çökmek üzere. Varlık bulduğu, dünyayı tanıdığı, hayatı anladığı evin devlet yıkıcılığına maruz kaldığını görünce Ruken’in neler hissettiğini bilmek zor. Ama bildiğimiz bir şey varsa buna karşı onun kendi ruhunu bir mevzi haline getirdiğidir.

GÖRDÜKÇE, DİNLEDİKÇE VE ANLADIKÇA YAZAMAZ OLUYOR KALEM

Bradost alanında bir gerilla mevzisinde Ruken’in hikayesini dinledikten sonra yüzümüze yapışan o şaşkın ifade yerini anlamanın gönencine bırakıyor. Gördükçe, dinledikçe ve anladıkça yazamaz oluyor kalem. Mürekkep dağılıyor ve Türk devleti Bradost sınırlarında işgale koyulmuşken gerilla Ruken özgürlüğü soluduğu yüksek bir dağın zirvesinde ruhunu siper ettiği mevzisine; yani 'anne' adını verdiği bir ülkede hiç yıkılmayacak evine doğru yol alıyor.

Güneş ufukta yavaş yavaş kaybolurken doğa kendi varoluşunu kutluyor gibi. Gerilla kendi doğasına benziyor yine. Ruken yüzünü karartmayan geceye sokulup gözden kaybolduğunda yaşam halen direnişin efsunuyla süslü. Ve Kürdistan’da her gerilla ayrı bir mevzi, her mevzi başka bir gerilla öyküsü.