Bulut: Devletin zulmünü hiç unutmayacağım

90'lı yıllarda Amed'in Lice ilçesine bağlı Cumarê (Kabakaya) köyünde yaşayan Saliha Bulut, gözaltında 5 yakınının kaybedildiğini anlatarak, "Bin yıl da yaşarsam, bu devletin bize yaptığı zulüm aklımdan çıkmayacaktır" dedi.

90'lı yıllarda JİTEM, kontrgerilla gibi paramiliter yapıların Kürdistan ve Türkiye'de Kürt devrimcileri kaçırarak kaybetmeleri faili meçhul cinayetler olarak adlandırılmıştı. Fakat yıllar sonra bu kaçırma ve cinayetleri işleyenlerin itirafları gündemleşince, faili meçhul diye adlandırılan bu süreç yerini faili belli cinayetlere bıraktı. Resmi rakamlara göre 17 bin, gayri resmi rakamlara göre ise bu sayıdan daha fazla kişi Türk devletinin oluşturduğu bu yapılar tarafından ya kaybedildi ya da katledildi.

Bulut ailesi de 90'lardaki kaybetme ve katletme politikalarının maruzu olmuş. Ailenin 5 ferdi kaçırılarak katledilmiş. Amed'in Lice ilçesine bağlı Cumarê (Kabakaya) köyünden olan Bulut ailesi, 1985 yıllından şimdiye kadar devletin baskılarının hedefi olarak yaşıyor. Ailenin ilk kaybedilen ferdi olan Fahri Bulut’tur. Fahri Bulut, 1994 yılında ardından ailenin 4 ferdi daha kaybettiriliyor. Fahri Bulut'un cenazesi henüz bulunmazken, kardeşleri olan Ramazan ve Ekrem Bulut ile amcasının oğlu Ali Bulut'un kemikleri yıllar sonra bulundu.

'EŞİMİ YARALI MI SAĞ MI ELE GEÇİRDİLER BİLMİYORUZ'

Bulut ailesinin yaşadıklarını anlatan kayıp Fahri Bulut'un eşi Saliha Bulut (55), on yıllardır devletin baskısına maruz kaldıklarını, bu baskının şimdilerde bile devam ettiğini söyledi. Saliha Bulut, eşi kaybedildiğinde 4 çocuğundan en küçüğünün 1 yaşında olduğunu dile getirdi. Bulut, eşini kaybedildiği süreci şu sözlerle anlattı: "94 yılında Lice merkeze yaşıyorduk. 3 Mayıs'ta kırsalda yoğun çatışmalar yaşandığına dair bize haber geldi. Evli ve 8 çocuğu olan amcaoğlumun Hasan Bayram'ın da bu çatışmalarda şehit edildiğini öğrendik. Onunla birlikte 6-7 arkadaşı da şehit olmuştu. Hepimiz onların cenazelerini almak için gittik. 3 cenazeyi Sisê köyünün camisine getirdik. Dördüncü cenazeyi almak için döndüğümüzde dağlarda konuşlanmış askerleri görmemiştik. Üzerimize kurşun yağdırmaya başladılar. O anda eşim Fahri ve bir arkadaşı askerlere yakınmış. Eşimin çığlık seslerini arkadaşları duymuştu. Eşimin bulunduğu noktaya 8 kurşun sıkıldığını görmüşlerdi. Onu yaralı mı sağ mı ele geçirdiler bilmiyoruz."

BİR HAFTADA 5 KAYIP

Olaydan sonra günlerce o bölgeyi aradıklarını ama hiçbir ize rastlamadıklarını belirten Bulut, "Eşimi aramadan dönerken, asker ve polisler önümüzü kesti. Eşimin kardeşleri Ekrem ve Ramazan ile amcaoğulları olan Ali Bulut'u gözaltına alındı. Bunlarla birlikte babam ve birkaç akrabamızı daha alıp, askeri tabura götürdüler. Onları gözaltına alan Mustafa Üsteğmendi. Ekrem, Ali ve Ramazan Bulut'un dışındaki herkesi aynı günün akşamı bıraktılar. 7 gün kadar da sağ olarak ellerindeydiler, gördük onları. Eşimden bir gün önce amcaoğulları Mustafa Bulut'u da almışlardı. Hepimiz onların bırakılmalarını beklerken, gerilla kıyafetleri giydirilerek helikopterlerden atılmışlardı.

Sonra da cesetlerini yakmışlardı. Cenazelerin yakıldığını köyün muhtarı görüyor. 'Zaten öldürmüşsünüz, cenazelerini yakmakta ne oluyor?' diye karşı çıkıyor muhtar. Tabii bunlar onu dinlemeyerek hepsinin cenazelerini yakıyorlar. Bu olaydan 15 yıl sonra muhtar artık vicdan azabına dayanamayarak Kulp savcılığına olayı ihbar ediyor. Bu ihbar üzerine gömüldükleri yer kazıldı. Kemikler bulunduktan sonra da DNA testiyle Ekrem, Ali ve Ramazan Bulut'un kemiklerine ulaşmış olduk. Onlarla beraber 5 kişinin daha kemikleri çıktı oradan. Çünkü 8 kişiyi birlikte helikopterden atıp, cenazelerini yakıp gömmüşlerdi. Bulut ailesinden 3 kişinin kemiklerini bulduk ama eşim Fahri ve kuzeni Mustafa için gözümüz hala yollarda" diye konuştu.

'KAYIPLARIMIZ, BİZİM İÇİN TARİHTİR'

Eşinin kaybedilmesinden bir ay sonra gömülü olan bir cenazenin eşine ait olabileceği şüphesiyle kendisine çobanlar tarafından haber verildiğini söyleyen Bulut, konuşmasına şöyle devam etti: "Çobanlar dağda bir cenaze görmüşlerdi. Üzerine toprak atmışlardı. Gidip o cenazeyi gördüm. Eşim Fahri değildi. Ben de yine üzerine toprak atarak geri döndüm. Çünkü çatışmalı bir bölgeydi ben o cenazeyi getiremiyordum. Zaten ellerinden bile eşim olmadığını anlamıştım. Yine de benim için o ve eşim arasında bir farkı yoktu. Hala da aklımdan çıkmıyor. Sanki 'beni neden burada bıraktın' dediğini hep hissediyorum. Velhasıl Fahri'yi o günden bugüne dek bulamadık. Biz cenazemizin nerede olduğunu bize söylemelerini istiyoruz. Zaten bir insan öldükten sonra mezarı olsa da olmasa da fark etmez. Ama sonuçta onlar bizim tarihimiz ve bir mezarlarının olması gerekiyor."

12 YILLIK GÖÇ HAYATI

Eşi ve kuzenlerinin kaybedilmesinden sonra Amed'den Mersin ve Yozgat'a göç etmek zorunda kaldıklarını ifade eden Bulut, "Artık topraklarımızda yaşayamaz hale getirdiler bizi. Her gün eve baskın yapıyorlardı. Ne huzurumuz kalmıştı ne de yaşamımızı idame ettirecek bir maddi kaynağımız. Biz de çareyi göçmekte aradık. Önce Mersin'e oradan da Yozgat'a göç ettik. Toplamda 12 yıl ana yurdumuzdan uzakta yaşamak zorunda kaldık. 12 yıl boyunca gözyaşlarımız yediğimiz ekmeğe karışıyordu. Bir hafta içerisinde canından, ailenden 6-7 kişi kaybettirildiğinde nasıl yaşanırsa biz de öyle yaşadık. Çocuklarımız sürekli baba hasreti çekti. Bize zulüm edenlerin memleketlerinde çalışmak, canlı canlı mezara gömülmek gibi bir şeydi. Ben bin yılda yaşarsam, bu devletin bize yaptığı zulüm aklımdan çıkmayacaktır" diye konuştu.

'CUMARTESİ ANNELERİ BİR AVUÇ TOPRAK İSTİYOR

Cumartesi Anneleri'nin her hafta yaptıkları oturma eylemlerine ilişkin de konuşan Saliha Bulut, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: "Bu anneler yitirdikleri yakınları için orada oturuyorlar. Ellerinde sadece fotoğraflar var. Onların karşılarına dikilen o zalimler, utanmıyorlar mı o annelere el kaldırmaya? Anneler sadece barış istiyorlar. Biz defalarca Kürt ve Türk annelerine barış ellerini uzatmaları için çağrılar yaptık. Yeter artık, evlatlarımız ölmesin. Bu dünyada herkesin payı var. Eğer biraz da olsa onlarda onur olsaydı Cumartesi Anneleri'nin üzerlerine panzerlerle, silahlarla gitmezlerdi. Bu anneler sadece bir avuç toprak istiyorlar. Bu devran hep böyle gitmeyecek. İki kişi de kalsak yine de barış gelecek."