Demirtaş, 28 Mart Serhildanı'nı anlattı

PKK Eğitim Komitesi Üyesi Nurettin Demirtaş, 28 Mart 2006'daki Amed Serhildanı'nın Bakurê Kurdistan’da bir dönüm noktasına işaret ettiğini söyledi.

PKK Eğitim Komitesi Üyesi Nurettin Demirtaş, 28 Mart 2006'daki Amed Serhildanı'nın öncesi, serhildan zamanı ve sonrasını, Türk sömürgeciliğinin karakteri ve Amed kimliği çerçevesinde değerlendirdi.

Serhildanının yıldönümünde o büyük direniş ruhunu ve şehitlerini saygıyla anan Demirtaş'a göre; Amed’in sessizliğe büründüğü zamanlar olmuştur fakat vurdumduymazlıktan değildir, çünkü sessizliği bile hep öfkeli olmuş, öfke biriktirmiştir; çünkü çokça betimlendiği gibi sessizliği surlardan öğrenmiştir; bu yüzden kaledir, yıkılmaz denilmiştir. Bugün de faşizme karşı sıkılı bir yumruktur Amed! AKP-MHP faşizmine asla el vermemiş, vermeyecektir. Sur’un komutanı Çiyager’in direniş ruhu Amed’in tüm taşlarına sinmiş, tüm gönüllerde yer etmiştir. Büyük komutan Delal Amed’i sessizce bağrına basarken öfkesi saklıdır; Delal Amed gibi Ortadoğu çapında kadın ordulaşmasına komuta etmiş öncü bir Kürt kadınını sessizlik içinde yalnız bırakmayacaktır! Her şeyin bir zamanı vardır. Delal Amed’in kentidir Amed! Gün gelecek bunu bir kez daha kanıtlayıp mahcup ve borçlu bırakacaktır…

Nurettin Demirtaş'ın ANF'nin sorularına yanıtları şöyle:

Amed'den beklentiler büyük, somut bir tarihe dayandığı için de 'Şimdi değilse ne zaman?' diye soranlar var. Haksızlar mı?

Bunu söyleyenler haksız değildir fakat bir daha kalktığında, faşizmi tarihten silecek şekilde güç biriktiriyor Amed. Öfkeli olduğu kadar kararlıdır. 2018 Newrozu bunu herkese göstermiştir. Sessiz öfkesinden faşizm niye bu kadar çok korkuyor acaba? Öncelikle gerçekleri görelim, yüzeysel bakmayalım. Sessiz yumruk içinde birikiyor öfkesi…

O saklı öfke bir volkan gibi birikirken, döneme göre en olgun tavrını sergilemiş olan halkı suçlamaya kalkmak kesinlikle doğru bir yaklaşım olmaz. Mesela AKP-MHP faşizmi neden halen en fazla Amed’den korkuyor dersiniz? Neden hiçbir şehirde olmadığı kadar Amed’de askeri ve polisiye tedbir alıyor?

Neden?

Elbette o öfkenin kudretini hissettikleri içindir! O kudretli öfke tüm bentleri yıkıp geçecektir. Çünkü koşullar ne olursa olsun, tıpkı Mazlumlar, Kemaller gibi ruhunu asla teslim etmeyen bir gerçekliğe sahiptir Amed.

Dün olduğu gibi bugün de rolünü oynayacağından kuşku yoktur. O ruhun nasıl bir ruh olduğunu serhildanlar içinde gördük… Zekiye Alkan’larda gördük… Rahmetli Vedat Aydın’dan bugüne bunu kanıtlamış bir serhildan kentidir Amed!

Yıldönümünü yaşadığımız serhildanın anıları da halen çok canlı olarak önümüzde duruyor ve bu gerçekliğe ışık tutuyor.

28 Mart Serhildanı neden gelişti, nasıl bir atmosfer vardı?

Önderliğin barış çağrılarını komplolarla, hilelerle, katliamlarla karşılayan AKP’ye karşı gelişmişti ve 2000’li yılların en kapsamlı serhildanlarından biriydi.

O dönemin siyasi atmosferi hatırlanırsa Önderliğin ve PKK’nin tüm sağduyulu yaklaşımlarına karşı AKP sadece iktidarını sağlama almanın hesaplarını yapıyor; bunun için 'çürütme' siyasetini yürütüyordu. Amed Newrozu’yla beraber AKP’ye hak ettiği cevap verilecekti!

Newroz’dan çok önce başta gençlik ve kadın hareketi olmak üzere halk içinde yapılan yoğun örgütlenme çalışmaları, imza kampanyaları, Gemlik yürüyüşü, 8 Mart vb. başlayan halk eylemleri “Kahramanlık Haftası”na yaraşır tarzda Newroz’da ve 28 Mart’ta zirveye çıkmıştır.

2005 Amed Newrozu’nda Önderlik adına “Demokratik Konfederalizm” ilanı yapılmıştı.

Demokratik Konfederalizm ilanını boşa çıkarma arayışına giren Erdoğan Amed’e gidip “Kürt sorunu benim de sorunumdur” demiş, aldatıcı bir dille “demokratik çözüm” mesajı vermişti. Çok geçmeden gerçek yüzü açığa çıkmış, Mart 2006’da deşifre olmuştu.

24 Mart 2006'da Muş dağlarında gerillanın kış kampına saldırı düzenlenmişti. TSK bu saldırıyı NATO kapsamında aldığı “istihbarat ve keşif” desteğiyle yapmıştı. Kısa süre sonra ABD adına yapılan açıklamalarda bu durum itiraf edilmiştir.

Halkın öfkesi büyüktü fakat sadece bir öfke sonucu değildi, kendiliğinden gelişmemişti; belli bir hazırlığı, örgütü ve planlaması vardı. Hem serhildanların bir devamıydı hem de bir dönemeçti; o dönem açısından AKP’ye uyarı niteliğini taşıyor, bir anlamda 'dur' demeyi hedefliyordu. Ne yaparsan mutlaka karşılığını bulursun mesajıydı.

O günkü mesaj sivil bir mesajdı; fakat toplumsal yönü çok güçlü bir mesajdı.

Bir halk eylemi olduğu halde halkın zarar görmemesi için genelde ve yerelde azami duyarlılık gösterilmişti. Tüm çağrılarda bu duyarlılık vardı. Halkın tavrı da bu temeldeydi. Buna rağmen AKP katliamla cevap vermiş ve ilk kez AKP’deki faşist ruh, kadın ve çocukları hedef göstermek suretiyle bu kadar açık şekilde ortaya çıkmıştı.

Katliam saldırıları daha da tırmansa gerilla halkı korumak için devreye girebilirdi. Fakat öyle olmadı, içinde gerilla yoktu, sivil bir halk direnişiydi.

Bugünden bakınca gerilla müdahalesinin olmamasını bir eksiklik olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Hayır, serhildan alanı gerilla alanı değildi zaten. Bu serhildanın eksikliği, gerillanın devreye girmemesi değil, sivil halkın katledilmesine karşı sivil savunmayı yapabilecek silahlı direnişe geçilememesiydi. Böyle bir örgütünün olmamasıydı temel eksiklik. Çünkü faşizm her türlü silahla saldırırken sivil savunmanın silah kullanmaması, adeta kurbanlık koyun olmak anlamına gelirdi. Fakat o dönem açısından sivil savunmayı bu düzeyde gerçekleştirebilecek koşulları oluşturmamıştık.

Koşullar mı yoktu, neden oluşturulamamıştı?

Bunun zihniyetten, örgütlenme tarzına dek çeşitli nedenleri vardır ve bundan dolayı sorumluluğumuz bulunmaktadır. Neticede savunma olgusuna dar ve yüzeysel yaklaşmış olduğumuz açığa çıkmaktadır.

Dar ve yüzeysel yaklaşımdan kastınızı biraz açar mısınız?

Öz savunma konusunda Önderlik perspektifi ilkesel olduğu gibi günümüzdeki faşizan saldırıları karşılamada da hayati önemdedir. Bugün de en fazla ihtiyacımız olan öz savunmadır, sivil savunma bilinci ve örgütlülüğüdür. Hiç kimseyi beklemeden tüm toplumca bu tarzı esas almamız, istisnasız her yerde böyle gizli birimler oluşturmamız ve halkımızı savunmamız kaçınılmazdır. Yerimizde oturup sessiz öfkenin volkan gibi patlayacağı anı bekleyemeyiz. Her günümüz yoğun bir örgütlenme, bilinçlendirme ve eylem arayışı içinde geçmelidir. Bunun imkânları yoktur, direnemeyiz, denilemez. Savaş vardır, bir şey yapılamaz demek teslimiyeti dayatmak olur. Tam tersine, faşizmin saldırgan savaşına karşı yapılabilecek her şeyin şimdi yapılmasının zamanıdır.

Zaman, Efrîn işgaliyle Rojava ve Kuzey Suriye Demokratik Devrimi'ni boğmak isteyen faşizme karşı devrimi Bakurê Kurdistan’a ve tüm Türkiye’ye taşıma zamanıdır. Newroz bunun startı olmuştur. Böylesi bir iddia ve inançla dolup taşanların meydana çıkmasının ve tarihi rollerini oynamasının zamanıdır.

2006'da devrim yapmak bir yana, bir yürüyüşü, bir küçücük eylemi bile aşırı gören yaklaşımlar vardı. Yanıldıkları kısa sürede açığa çıktı. Bizim de topluma öz savunma bilincini taşımada yetersizliğimiz vardı. Bu bilinçle örgütlenme olmadan en ağır soykırım saldırıları nasıl karşılanacak? Bu anlamda hayati önemdedir. Tüm yetersizliklere rağmen 2006 serhildanının önemli ölçüde sürece yanıt olduğunu da belirtebiliriz.

O sürecin yakın tanıklarından biri olarak okurlarımız için olayların gelişimini anlatabilir misiniz?

24 Mart'ta 14 gerilla yaşamını yitirmişti. Kimyasal silah kullanıldığına dair şüpheler vardı. Cenazeler, Malatya Devlet Hastanesi morgunda bekletiliyordu. Ailelerle birlikte oraya gittik. 27 Mart akşam saatlerinde cenazelerden altısını Amed’e getirmek için yola çıktık.

4 saatlik yolumuz vardı. Normal hızla gitsek aynı gece defin işlemleri yapılacaktı. Araç konvoyu kalabalıktı. Bir kazaya sebebiyet vermemek için konvoy ağır ağır ilerledi. Sabaha doğru Amed’de bekleyen arkadaşlarımızla haberleştik. Cenaze töreni için mahallelerde halk bilgilendiriliyor ve çağrılar yapılıyordu. Şehre girdiğimizde gün iyice aydınlanmıştı. Malatya’dan yola çıkalı 12 saat olmuştu. Halk, Bağlar’da Medine Bulvarı’na akın etmiş, konvoyu orada karşılamıştı. Yeniköy Mezarlığı’na yakın olan Şefik Efendi Camii önünde yoğunluk oluşmuştu. Esnaf kepenk kapatmıştı. Cadde ortasında lastikler yakılmış ve başında gençler toplanmıştı.

Buna rağmen kimi aileler yanımıza gelip tepkilerini ifade ettiler: “Amed halkı neden gelmemiş, neden tüm caddeler, sokaklar dolmuyor!” Tepki birden büyüdü ve yayıldı; “bir an önce mezarlığa gidelim, artık beklemenin anlamı yoktur” sözlerinin artmaya başlamasıyla halkta bir hareketlenme oldu.

Cami görevlileri de işlerini hızlandırmaya kalktı. Bu tartışmayı başlatan gruba “Şehre yeni girdik, henüz erkendir, halkımız sokaklardadır, yollardadır, buraya doğru geliyorlar; merak etmeyin Amed halkı şehitlerine sahip çıkacaktır” dedik.

Dini vecibeler gereği cenazelerin yıkanma işlemlerinin yapıldığı odaya (gusülhane’ye) tanıdığımız bir doktor ile beraber girdik. Kimyasal silah kullanıldığına dair iddialar vardı. Doktor kan örnekleri aldı. Kamera çekimi yaptı. Otopsi yapılabilecek imkânlar yoktu. Devletin otopsi raporlarının da birer yalan belgesi olduğunu biliyorduk…

Şehitlerden ikisini Batman ve Siirt’e uğurladık.

Benim için en zor anlardan biriydi; tek tek her gerillanın vücudunu inceledik. Kurşun izleri değil, yanık izleri ve yer yer şarapnel parçalarından oluşan yaralar vardı. Sadece yanıklar değil deri rengindeki farklılıklar kimyasal gaz kullanıldığının emareleri olabilirdi.

Caminin resmi görevlileri hazır bulunuyor muydu, bunu hatırlamıyorum. Fakat yanımızdaki yurtsever seydalardan biri cenazelerimizle ilgilenmişti. Acele etmemesini rica ettik!

Bir-iki saat içinde bulvar tümden doldu.

Yeni köy mezarlığına yürürken herhangi bir çatışma çıkmamasına özen gösterdik. Polis karakolunun önünden geçerken bir adam halkın içinden çıkıp polislere taş attı. Bazı anlarda taş atmak basit değildir. Yerine, zamanına göre önemli sonuçlar da doğurabilir.

Taş atan halktan biri değil miydi, kimdi?

Taşı kimin, niye attığını anlamak hemen mümkün olmasa bile doğuracağı sonuçlardan hareketle bir fikir yürütebilirsiniz. Olayın küçük-büyük olması fark etmez. Olaya bizzat şahit olunca anlama ve müdahale etme imkânı daha hızlı olabiliyor tabi. Taş atanın 40-50 metre kadar gerisinden yürüyordum. O kimdir, onu tanıyalım dediğimizde gençlerimiz hızla ona yöneldiler, bunu fark edince kaçtı. Nereye kaçıp gittiği önemliydi: Polislere doğru koştu ve polis arabasına bindi! Yani birçok defa yaptıkları gibi henüz şehitliğe gitmeden halkı dağıtmak için provokasyon girişiminde bulunmuşlardı.

Sonrasında neler yaşandı?

Cenaze töreninden sonra halkın bir kısmı doğal olarak dağıldı, bir kısmı ise yürüyüşe geçti. Polis her zamanki saldırgan ve küstah tutumuyla önümüzü kesip dağıtmak istedi.

O sırada ilk iş olarak süratle DTP İl yöneticileriyle görüştük; “birazdan polisler saldıracaklar ve çatışma çıkacak, siz buradan ayrılmalısınız” dedik. Bağlı, dürüst, cesur insanlardı bu temsilcilerimiz. “Katiyen olmaz, halkımızla beraber olacağız” deseler de bu aşamadan sonra durumun farklı olacağını anlattık. En azından kamuoyunda tanınan resmi temsilciler alandan çıktılar. Çünkü polis sıkışınca onları arabulucu yapmak istiyor veya tanındıkları için hangi halk eylemi olsa ilkin onları tutukluyordu. Hem -istemeden de olsa- engel olmasınlar, hem de hedef olmasınlar, dedik. Rastgele değil, danışıklı ve koordineli çalışmak iyiydi.

Serhildan Kürdistan halkının toplumsal direniş tarzının adıydı ve öncülüğünü her zaman gençlik ve kadın yapmıştı. Şimdi de halkın önünde olan, yol açan, cesaret veren bir duruşla meydandaydılar.

Cenaze dönüşünde halkı dağıtmaya hevesli polisler her zamanki gibi kudurmuş halde panzerlerle birlikte saldırıya geçtiler. Ama bu kez salyaları boğazlarında kaldı, iyi bir savunmayla, yani karşı saldırıyla karşılaştılar.

Ne oldu, daha açık ifade edebilir misiniz?

Olan şey; panzerler eşliğindeki polis saldırısına molotofkokteyli ile cevap vermekti; bununla birlikte, saldırı karşısında geri adım atmayan bir cesaretle karşılıktı. Çünkü Kürdistan gençliği bu kez hazırlıklıydı. Hatta Türkiyeli gençlerden de katılanlar vardı. 150 genç birden molotof ile karşılık verince polisler arkalarını dönüp panzerleriyle beraber kaçmaya başladı. 150 sayısı gerçektir. Gençlik hareketinin kadın-erkek 150 üyesi hazır bulunuyordu. Onlara elbette halk da katıldı. Fakat gençliğin bu ilk hamlesi olmasa her şey oracıkta sönüp gidebilirdi. Halka öncülük yapmış, müthiş bir cesaret kazandırmışlardı.

Bu kez halk kovalıyor, polis kaçıyordu.

Bu manzarayı gören halkın reaksiyonu ne oldu?

Bu manzarayı gören halkta büyük bir dalgalanma oldu. Sloganlar arşa yükseldi. Dağılmakta olan etraftaki halk da tekrar döndü. Direniş toparlayıcıdır, çekicidir. Sadece dakikalar içinde binlerce insan toplandı ve hiddetle yürüyüşe geçti; adeta bir sel olup aktı, polis her yerden kaçtı. Bir-iki saat içinde artık Bağlar caddeleri ve sokakları tamamen halkın elindeydi.

Şimdi sıra diğer bölgelere gelmişti. Aslında Bağlar’dan Ofis’e doğru yürüyen halkın sloganları, hatta uzaktan deprem uğultusuna benzeyen sesler devletin her yerden kaçmasına yetmişti. Sadece yürüyüşler yapılmıyordu; halk Amed’i işgalciden ve işbirlikçilerinin elinden almıştı. Demek ki gerektiğinde işgal güçlerini bir daha dönemeyecekleri şekilde kovmak da mümkün olabilirdi.

Bir de tarihsel bir karakter şekilleniyor, onun kültürel zemini oluşuyordu, bu da çok önemlidir: Uçaklarla, tanklarla vurulabilir, şehrin binaları yıkılabilir ama iradesi teslim alınamazdı. Sur, Cizre direnişlerinde bu gerçeklik kanıtlandı. Mehmet Tunç bu mesajı kahramanca verdi: Diz çökmeyeceğiz! Bu duruş “Ne biz ne de şehrimiz sana yar olmayacak!” duruşudur. Bugün Efrîn halkı bunu kanıtlıyor. Bu yüzden faşizme zafer yoktur!

Amed serhildanı halkın iradesini ortaya koyması açısından önemliydi. Dönemin siyasi tartışmalarına yön vermiş; Önder Apo siyasi irademdir diyen milyonların imza kampanyasını barikatlarla taçlandırmıştı.

Eylem çok yönlüydü, sadece işgalciyi değil onun işbirlikçilerini de hedeflemişti.

Nasıl oldu, kontrollü yapılabildi mi?

Bunu en bariz şekilde Ofis’te gördük. Ofis, sadece devletin üzerine yürüme yeri değildi; yurtsever Bağlar halkı, toplum ve ahlak dışı yaşam anlayışlarını geliştiren mekânları da hedef almıştı. Bağlar’dan başlayıp Ofis’e ve oradan da diğer semtlere yayılan direnişte toplumsal ve sınıfsal bir tavır ortaya çıkmıştı. Oldukça bilinçli bir tavır söz konusuydu. Örneğin mağazasının camına “kapalıyız, kepengimiz yoktur, lütfen camı kırmayın!” yazısını asanlar vardı. Binlerce eylemci olmasına rağmen kimse tek bir taş atmadı, o mağazanın camları kırılmadı.

O dönem ‘taş atan çocuklar’ epey tartışılmıştı. Kürdistanlı çocuklar da örgütlü bir şekilde dünyaya taş atmayı öğretti. Çocuklarına rolü neydi?

Taş deyip geçmemek gerekiyor. Taş atmak, işgalciye karşı irade beyanıdır. Mesela 7. Kolordu, Yenişehir’de konumlanmıştır. Her türlü teknik olanakları vardır. Fakat bir Kürt çocuğunun attığı taş kadar etkili değildir. Neden? Çünkü sömürgecilik kendi varlığını Kürt varlığını yok etmek üzerine kurmuş ve Kürt'ü kendine tabi kılmıştı. Bin türlü yalanla, hileyle, asimilasyonla Kürt'ü eriterek güya “kazanmaya”, “entegre” etmeye, aslında en çok da bu yolla yok etmeye çalışıyordu, 100 yıllık tüm yatırımlarını buna yaptılar. Çocuklar bu yatırımı yıktı.

Kürt'ün, sömürgeci-işgalci gücün iradesini tanımaması bir devrimdir.

Kürdistan devrimini çocuklar temsil ediyor. Uğur Kaymaz’dan, Ceylan Önkol’a, Roboskîli çocuklardan Kandil’de füzeyle katledilen Solin bebeğe; Abdullah, Enes, Miray ve Cemile’ye dek neden hep çocuklar hedefleniyor?

Hiçbir hükümet döneminde Erdoğan döneminde olduğu kadar çok çocuk ve kadın katledilmedi.

Erdoğan "çocuk da olsa kadın da olsa gereği yapılacak" demişti. Neden özellikle çocuk ve kadınları hedef aldı?

Çocuk ve kadın demek toplumun can damarı demektir. Toplumun dününü, bugününü, yarınını onlar temsil eder. Can damarı kesildi mi toplum felce uğrar ve ölümden kurtulamaz. Fakat Erdoğan özel olarak da bundan haz alıyor. Çünkü toplumun can damarını hedeflerken oldukça histeriktir. Gerçekten de Erdoğan’ı başkalarından ayıran en önemli fark, adeta bir seri katil gibi çocuklara ve kadınlara saldırmasıdır.

Efrîn’de çocuklar niye vuruluyorsa Amed’de de aynı nedenle vuruluyordu: Halkın gözünü korkutmak, sindirmek ve geleceğini yok etmek için!

Fakat Efrîn halkı buna tarihi bir yanıt verdi: Kadınlar direnişin öncülüğünü yaparken bir de hafızalardan silinmeyecek şu sözleri dile getirdiler “Çocuksuz yaşayabiliriz ama onursuz, özgürlüksüz asla!” Bu tutumun önünde baş eğilmez mi? Çocuklarını önemsemedikleri için değil, tam tersine çok önemsedikleri içindir ki, özgürlük olmadan çocuklarını da yaşatamayacaklarını iyi bilen bir tutumun sahibidirler.

Amed halkı da çocuklarına özgür bir yaşam sunabilmek için her türlü bedeli göze almıştı. Bu nedenle serhildana yediden yetmişe herkes katılmıştı. Bağlar sokaklarında başlamış olması da anlamlıydı. Bağlar çocukları gerçekten yamandı.

Bağlar ile sınırlı kalmadı, Ofis'e de ulaştı...

Ofis’e ulaştıktan sonra direniş Amed’in dört bir yanında yankısını bulacaktı. Bilindiği gibi Amed’in dört merkez ilçesi vardır: Bağlar, Sur, Yenişehir ve Kayapınar. Direniş her dört alanı da kapsıyordu. Mesela Sur’un, Ben u Sen’in tüm kekoları eylemdeydi. Devletin köylerini yakıp sürgün ettiği, çeteler ve polis eliyle hırsızlığa sürüklediği, uyuşturucuya bulaştırdığı gençlerimiz isyan etmiş, en önde, cesaretli şekilde direnişe katılmışlardı. Kayapınar tarafındaki eylemler Huzur Evleri semtinde odaklanmıştı. AKP İl Binası o kadar özel korunduğu halde halk tarafından yakılmıştı. Kentin her bir köşesinde, her bir sokağında eylem vardı.

Gaziler semtinde caddeye barikat kuran, “küçük generaller” bizi görünce içlerinden 12-13 yaşlarında olan biri öne çıktı, barikat taşlarına bir tekme savurdu: “Heval, sabahtandır bekliyoruz, polisler buraya gelmedi!” dedi. Şehit Cihan Deniz ona cevaben “şansına küs, polisler kaçtı, size kalmadı!” dedi. Tüm çocuklar birlikte slogan atmaya başladılar. Bunlar “orta sınıf” semti diye eleştirilen Gaziler’in çocuklarıydı…

Sur’da Melik Ahmet Caddesi'nde bazı dükkânların yağmalandığını duyduk. Aynı gün oraya gittik. Tanıdığımız, büyüdüğümüz yerdi. Ne yaşanmışsa doğrusunu öğrenirdik.

Ne öğrendiniz?

Öğrendiğimiz şey, tam da tahmin ettiğimiz şeydi. Sur halkının arasına karışmış olan sivil giyimli polisler bu işi yapmıştı. Şehitlik Semtinde de Eğitim Fakültesi caddesinden İstasyon'a doğru yapılan büyük yürüyüşü saptırmak için bir mağazanın bu şekilde hedef alındığını öğrenince orada bulunan bir arkadaşımızın zamanında müdahale etmesiyle olay önlenmişti. Bir de Bağlar’da polisin örgütlediği iki olay yaşandı; halka ait bir lokanta yakıldı, bir de arkadaşlarımızdan biri bıçaklandı! Tüm bunlarda polisin elinin olduğunu netleştirdik.

Fakat aslında bankalardaki para alınabilirdi. Bu bile kimsenin aklına gelmemişti.

Özgür Yurttaş Hareketi ve Halk Meclisleri bu serhildanda gençlik ve kadın hareketiyle beraber aktif rol oynamıştı. Kadının toplumu nasıl etkilediği, nasıl öncülük yaptığı burada çarpıcı görüldü. Bu yüzden halkın katılımı çok yoğun olmuş, gerçek bir halk direnişi yaşanmıştı. Türk basını katılım sayısının hep üç bin civarında olduğunu iddia etmişti. Oysa sadece Bağların tek bir barikatının arkasında en az üç bin insan toplanmıştı. Kent genelinde serhildan vardı. Yani gerçekte yüz binlerin katıldığı bir serhildandı.

Polis yetmeyince ordularını devreye koydular. Ana caddelere asker ve zırhlı araçlar gönderdiler.

İşte Erdoğan, faşizmin 'şanlı' tarihine geçen o korkakça ve insanlık dışı açıklamasını yaptı: “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılacaktır!”

Demek ki, serhildanın sivil halk eylemi olduğunu o da iyi biliyordu.

Halkın tek silahı taştı.

Taş karşısında polis ve asker her türlü teknikle saldırıya geçmişti. Uçaklar alçak uçuş yapıyor, helikopterler sürekli tehditkâr geziyor ve havadan gaz bombası atıyordu. Silahlarla rastgele saldırdıklarında ilk gün çok sayıda insan yaralanmıştı. Fakat ikinci gün hedef gözeterek katliam yapmaya başladılar.

Dünyada şehidini uğurlarken cenaze töreninde yeni şehitler veren sadece Kürt halkı kaldı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kürt halkının direniş kültürü, Önderlik ve şehit gerçeğiyle şekillenmiştir. Önderlik ve şehitler söz konusu olduğunda halk bir volkan olur; ne zaman patlayacağını kimse bilemez…

Her şehit için yapılan serhildan yeni şehadetlerle büyüyor; her yeni şehadet yeni serhildanların ölümsüz ruhu haline geliyordu. “Soykırım rejimiyle beraber yaşamayacağız” duruşu ve kararlılığı bu büyük bedellerle halk içinde köklü bir kültür haline geliyordu.

Erdoğan çocukların, kadınların katledilmesi emrini dünyanın gözleri önünde vermişti. Bu açık emirle katliam yapıldı.

Serhildanın ilk şehidi Bağlar Sağlık Ocağı civarında vurulan 23 yaşındaki Tarık Atakaya oldu. Aynı gün Sakarya Caddesi'nde 9 yaşındaki Abdullah Duran katledildi. Erdoğan’ın övünç kaynağı JÖH ve PÖH’ler 9 yaşındaki bir çocuğu öldürerek madalya kazandı. Fakat çocuk öldürme madalyalarını evlerine götürmeye korktular. Çünkü onların da o yaşlarda çocukları vardı! Korkularını bastırmak için öldürmeye devam ettiler. Abdullah, Kürdistan tarihinde sürekli adı anılacak, direnişin sembolü çocuklardan biri olmuş, yürek burkan acısına rağmen halkın öfkesini ikiye katlamıştı.

Gün sonuna doğru hastanelere ulaşıp, şehit ve ağır yaralı sayısını netleştirmeye çalıştık. Hastaneler kuşatılmış, giriş-çıkışlar yasaklanmıştı. Dicle Üniversitesi Hastanesi'nden gelen bilgiler çok ağırdı: Hastane morgunun cenazelerle dolduğu söylenmişti. Fakat doğru değildi, içeriden yanlış yönlendirmeler yapılıyordu. Yine de orada çalışan yurtseverler sayesinde bazı bilgilere ulaşabildik. O gün halkın üç şehidi vardı; üçüncüsü, Dicle Hastanesi'ne yaralı götürülmüş olan Mehmet Işıkçı idi.

Üçüncü gün şehitlerin cenaze törenine de saldırı yapılmış ve henüz 7 yaşında olan Enes Ata sırtından kurşunlanarak katledilmişti. Şehidini uğurlarken şehitler veren halk gerçekliği burada bir kez daha ortaya çıkmıştı. Burada bir de düşmanlığın ne denli ahlaksız ne denli korkakça, ne denli çirkin sınırlara vardırıldığı ortaya çıkıyordu.

Enes’in fotoğrafına bakın, başka bir şey anlatmamıza gerek yok. Abdullah’tan 2 yaş daha küçüktü. Onu öldürenler, öldürenlerin çocukları, o çocukların torunları, torunlarından sonra gelecek tüm nesiller utanç içinde yaşayacak! Asla affedilmeyecekler.

Enes ve Abdullah ise her çocuğun gülüşünde, her çiçekte, her direnişte yaşayacak…

Onlar serhildanın sembolleri oldular. Şimdi 19 yaşındadır Enes, Abdullah ise 21 yaşında. Şimdi uçak bombalarına aldırış etmeden Newroz meydanlarında halay çekiyorlar. Birlikte Efrîn’de savaşıyor, işgalciye karşı direniyorlar.

Onlar değil, Erdoğan’ın işgalci hayalleridir ölen.

Üçüncü gün yapılan cenaze töreni sırasında vurulmuştu Enes. Onu vuranlar o kadar çok korktu ki cenaze töreninden sonra yine uçak ve helikopterleri kaldırdılar; helikopterlerden kalabalıkların ortasına gaz bombaları attılar ve aynı esnada karadan da keskin nişancıları kullandılar.

Bu saldırıda İsmail Erkek ve Mustafa Eryılmaz baş ve göğüsten aldıkları yaralarla şehit düştüler. Gün içinde Halit Söğüt, Emrah Fidan ve Mehmet Akbulut’un da şehadet haberi geldi. Mehmet Akbulut ilk gün yaralanmış olan onlarca kişi arasındaydı ve hastanede tedaviye alınmış 17 yaşında bir gencimizdi.

Yaşanan şehadetlerden sonra mı serhildan yayıldı?

Şehadetler yaşanınca Kürdistan genelinde yankısını buldu. Diğer kentlerdekilerle beraber 13 şehit verilmişti. Serhildan, Bismil başta olmak üzere Amed’in ilçelerine; Batman, Siirt, Hakkâri, Şırnak, Mardin, Urfa, Dersim ve Van başta olmak üzere Serhat’a ve Türkiye kentlerine yayılmıştı.

O dönem tutuklananlar arasındaydınız, nasıl oldu, neler yaşandı?

Serhildan, silahlı bir eylem veya ayaklanma değildi. Elbette belirttiğim gibi bu durum kendiliğinden veya tesadüfi olmamıştı, çünkü silah kullanılmaması genel bir karardı. Bu durumu Emniyet Müdürlüğü iyi biliyordu ki gece maskeli özel timlerin operasyonunda tutuklandık. Eylemin silahlı olmadığını bildikleri içindir ki gelebilmişlerdi; yoksa yanaşmaları mümkün değildi.

Burada bir eksikliğimiz yaşanmıştı. Bir gün sonrası için yapılan planlama bu nedenle boşa düşmüş, biz gözaltındayken halk sokakları tutsa da uçaklar, helikopterler gün boyu durmamış, her cadde ve sokağın başına zırhlı araçlarla asker-polis yığılmış, topluca gerçekleştirilecek ve belki de tarihimizin en büyüğü olacak cenaze töreni ancak bu şekilde engellenebilmişti. Fakat yine de serhildan amacına ulaşmış, Amed halkı ruhunu asla teslim etmeyeceğini, özgürlük adına her zaman serhildan ruhuyla yaşayacağını bir kez daha tüm dünyaya göstermişti. Şehitler verilmiş ama özgürlükten taviz verilmemişti. Onlara borçluyuz, minnettarız ve anılarını hep yaşatacağız.

Tutuklanmaya karşı yeterli tedbiri almamak gibi bir hataya girmiştik. Genelde de daha güçlü organize olabilir, akışkan bir koordine ve inisiyatifle eylem içinde eylemi yeni bir aşamaya taşırabilirdik. Bir kez daha çıkardığımız tüm dersler ışığında halkımıza yürekten özeleştirimizi veriyoruz. Halkın içindeki görevlerimizi layıkıyla yerine getirmiş olsaydık faşizmi o gün yerle bir edecek süreci başlatırdık.

Amed halkı şunu çok iyi biliyor ki; örgütlü hareket ettiği zaman faşizmi yenecek güce sahiptir ve böyle bir direnişe öncülük yaptığı zaman tüm ülke onun yanında yerini almakta gecikmiyor.

O günlerde de Amed hiç yalnız kalmadı, diğer kentlerde serhildanlar devam etti. Özellikle 14 gerilladan, naaşların gittiği yer olan Batman, Siirt ve Mardin büyük bir direniş sergilemişti. Mardin’de 2, Batman’da 1 şehadet yaşanmıştı. Siirt’te polisin kurşunladığı 16 yaşındaki Muhlis Ete tanıklığını gazetecilere cesaretle anlatmıştı.

Ne yaptılarsa da kimsenin gözünü korkutamadılar. Öyle ki gözaltında tutulduğumuz Bağlar’daki Emniyet Müdürlüğü binasını halk kuşatmaya aldı. Çatışma ve slogan sesleri hücrelere kadar geliyordu. Hatta bir ara Emniyet'in içine girip bizi çıkaracaklarını düşündük. Sesler bu kadar yakın, gür ve yüksekti. Gerçekten de halk neredeyse Emniyet Müdürlüğünü yerle bir edecekti. (Biliniyor, günü gelince gerilla orayı yerle bir etti; altını oyup havaya uçurdu.)

Kaç kişi gözaltına alınıp tutuklandı?

Yaklaşık 600 kişi gözaltına alınmış, bu sayının yarısı tutuklanmıştı. Üstelik bu sayının da yarısı çocuktu. Bu çocukların kimisiyle ileride karşılaşacaktık; büyümüş gerilla olmuş, hayallerine kavuşmuşlardı.

Çocukların barikatlardan dağlara çıkma serüvenleri AKP’nin faşizan serüveniyle paralel gelişmişti.

Henüz 90’larda cephe çalışmalarındayken barikat ve komün deneyimlerini inceliyorduk…

Çiyagerler, Axinler, Zeryanlara gelince, onlar faşizmin topyekun imha saldırılarına karşı serhildanı fedai bir direnişe dönüştürdüler. Komün direnişinin nasıl bir iradeye sahip olduğunu gösterdiler. Oradan çıkarılan dersler vardır, eleştiri-özeleştiriler yapılmıştır. Bu muhasebe hiç yapılmamış gibi değerlendirme yapanlar, muhtemelen gelişmelerden haberdar değillerdir. Sonuçta daha yakıcı bir gerçek açığa çıkıyor: Direnmeden ve bedel göze almadan kazanmak mümkün değildir!

Dünyada faşizmle mücadele ve sonuçları bağlamında değerlendirecek olursanız neler söyleyebilirsiniz?

Dünya deneyimleri de göstermiştir ki; faşizm hiçbir yerde kalıcı olmamış, hiçbir kalıcı zafere imza atmamıştır. Fakat bu durum asla kendiliğinden gelişmemiş, her zaman direnenler sayesinde faşizm yenilmiştir.

Faşizm karşısında tereddüt edenler değil, zamanında direnişe geçmeyi bilenler daha az zarar görmüştür.

Bedelleri göze almadan faşizmle mücadele edilebileceğini, bugünlerin geçici olduğunu, savaş nedeniyle, bekleyip görmek gerektiğini düşünenlerin tarihten hiçbir ders çıkarmadıklarını belirtebiliriz. Dünyadaki hangi diktatörlük, hangi faşist hükümet bekleyip görmekle, sandıkla veya bu tür yollarla alt edilebilmiş? Tek bir örneği var mıdır? Hitler, Mussolini, Franko, Saddam… Hangisi buna örnek verilebilir? AKP-MHP faşizminin bunlardan ne farkı var? Faşizme karşı her türlü direnişi örgütlemek, desteklemek ve varsa eleştiriler, direnişin yanında yer alarak, eleştirileri de yapıcı tarzda yapmak anlamlı olabilir. Yoksa her şeyi baştan mahkum ederek yaklaşmak sadece pasifizmi öğütlemek anlamına gelir ki; bu durumda faşizmi hiç yormaya gerek kalmaz!

Paris’te 30 binden fazla emekçi katledilmişti. Amed serhildanında da hepimiz vurulabilirdik. Bunu göze almayan serhildana katılamazdı. Mesele vurulmak değil, soykırım rejimine karşı halkın örgütlü eylemini ortaya koyup tarihin bir dönemecinde hep beraber 'dur' demekti. Gerçekten de işçisi, emekçisi, memuru, öğrencisi, köylüsü, esnafı; bilinen tüm kurumsal yapılar, örgütler… Kim yoktu ki? Kimse benim alanım farklıdır dememiş, ön saflarda yerini almıştı. Hatta legal kurumlarda, bina içinde olanlar bile belli bir rol oynamış, takip yapmış, haber getirmiş, sert yönelimlerin önüne geçmek için barikatlara koşmuş, karşı tarafla görüşmeler yapmışlardı. Yani herkes birbirini tamamlamaya çalışmıştı.

Dönemin Baro yönetimi adına devreye girip bizimle görüşmeye gelenler, çok katliam yaşanacak diye serhildanın bitirilmesini istemişlerdi. İstesek bile halkın eylemini kim bu şekilde bitirebilirdi ki? Doğrudur, serhildan öncülük ister kadro ister ve halk içinden çıkan doğal halk öncülerini ister; serhildan onlarsız olamazdı. Fakat halk tüm öncülerini de geçmiş, bir kasırga gibi esiyordu!

O günkü hedef, savaş yoluyla hegemonyasını kurmaya, diktatörlüğe oynayan hükümete dur demekti, bu da yapılmıştı. Gerillaya kimyasal silahlarla saldırı yapılmış, halk evlatlarını bağrına basmış ve bedelleri göze alıp tepkisini ortaya koymuştu.

Serhildan birçok önemli sonuç çıkarmıştı ortaya.

Bu sonuçları paylaşabilir misiniz?

Bunlardan pek bilinmeyen birini paylaşabilirim ki bu da Emniyet Müdürlüğü'ndeyken bizden istenenlerdi. İki talepte bulundular:

Birincisi, serhildanı durdurmamızdı. Cevabımız netti:

“Biz başlatmadık ki biz durduralım. Yapılan katliama halkın verdiği cevaptır.”

İkincisi ise “Murat Karayılan’a söyleyin şehirlerdeki eylemleri durdurursa, özellikle HPG’ye bağlı 'Özel Kuvvet' elemanlarını şehirlere göndermezse Başbakan Erdoğan çözüm için siyasi bir süreç başlatacak. Bunu bizzat kendisi iletmemizi istemiştir.”

Siz nasıl yaklaştınız, ne yaptınız?

Birinci talep anlaşılırdı fakat ikinci talep şaşırtıcıydı. Ciddiyeti olabilir miydi, bu işler böyle gözaltına alınarak mı yapılırdı? Bu minvaldeki tartışmamıza rağmen zindanda tutulduğumuz dört ay içinde 'haber' gönderdik! Haberi iletmemizin sebebi, öyle bir şeylere inandığımız ya da ciddiyeti olduğu için değil, polisin-istihbaratın ve Erdoğan’ın ne halde olduğunun bilinmesine küçük de olsa bir katkı sağlamak içindi…

28 Mart Serhildanı’nın yıl dönümünde, bir Amedli ve Kürdistanlı olarak Amedlilerin, Efrîn için yeterli sahiplenmeyi gösterdiğini düşünüyor musunuz?

Efrîn halkıyla sonuna kadar gurur duymak hakkımızdır. Gurur duyanlar da direnişi her yönüyle sahiplenmelidir elbette. Direniş ne kadar yayılırsa faşizmin sonu o kadar yakınlaşır. Bu direnişte Amed’e düşen rol o muhteşem sonu hazırlamaktır! Amed’in sembol olmasından kaynaklı beklentiler yerindedir, haklıdır. Amed bu Newroz’da silkelenmiş, beklentilere cevap olacağının kararlı mesajını vermiştir. Eleştiri ve beklentileri boşa çıkarmayacağına inanıyorum.

Amed hiç yalnız bırakılmadı, şimdiyse Amed halkından ve sembol ettiği tüm halklardan beklenen Efrîn’i yalnız bırakmamasıdır.

Bunu açık belirtebiliriz ki Efrîn öz gücüyle halk tarihimizin en büyük kahramanlık destanını yazmıştır. Gelinen aşamada Kanton yönetiminin açıkladığı üzere, tam hareketli gerilla tarzı esas alınmış ve işgalciye tarihi bir ders verilecektir. Yönümüzü oraya dönmeliyiz. Halk olarak da gerilla tarzını esas almalıyız, onu kendi koşullarımıza uyarlamalıyız. Sivil savunmaya o ruhla katılmalıyız. Hem saflara katılarak direnişi büyütmeli hem de olduğumuz her yerde bir sivil olarak da gerilla ruhu ve tarzını esas almalıyız. Halklarımız artık gerilla ruhu ve tarzının ne demek olduğunu biliyor ve benimsemiştir.

Bu bir komün ruhudur, direniş ruhudur, koşullara göre yaratıcı tarzda örgütlenme ve eyleme geçme tarzıdır, açık-gizli her alanda faşizme karşı direnmedir. Direnişsiz tek bir gün geçirmemedir.

Faşizm seyredilemez; bulunduğumuz her yerde bize de saldıracağı an öylece durulup beklenemez. Her yerde ilk vuran da son vuran da biz olmalıyız. Gerilla bu prensipler temelinde örgütlenmiş profesyonel bir güçtür. Halk içinde de bu prensiplerden bir veya birkaçı her yerde uygulandığında artık yediden yetmişe herkes gerilla tarzında kazanmayı esas almış demektir. İşte bu tarzı yenecek bir teknik icat edilmiş değildir.

Halklarımızın buna ekleyeceği husus faşizme karşı birleşik demokrasi ve direniş cephesini oluşturmak; milyonların örgütlü hareketini açığa çıkarmak, kadın, gençlik, emekçiler ve siyaset cephesini ve özellikle de serhildan hareketini yeniden örgütlemektir. Bunun için öncünün her an halkla beraber olması, sadece halkın içinde de değil, en önünde olması, duruşuyla güven vermesi, cesaret aşılamak kadar ani gelişmelerde insiyatifli davranması bilinen en sade ilkelerdir. Bu çizgiyi aşındıran eğilimlere prim verilmez ve hızla netleşme sağlanırsa öncülüğün rolü tarihimizin bu kritik aşamasına cevap olacak kadar ileri götürülebilir.

Bu direnişte Efrîn en çok Amed’den destek bekliyor. Dediğimiz gibi Amed semboldür: O destek tüm Kürdistan’dan ve özellikle de Türkiye kentlerinden bekleniyor; Marmara’dan, Ege’den, Akdeniz’den, Karadeniz’den; işçilerden, işsizlerden, emekçilerden, memurlardan, köylülerden, öğrencilerden bekleniyor. O destek insanlık vicdanını kaybetmemiş herkesten bekleniyor.