Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin 71. yıldönümü…

Qazi Muhammed ve yoldaşlarını Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümünde anarken...

Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin 71. yıl dönümü bugün… Kürtlerin yakın tarihinde önemli bir yeri olan Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’ni bu vesileyle yeniden hatırlamak, bu cumhuriyetin yaratıcılarını anarken, onlardan dersler çıkarmak son derece önemlidir. Ancak Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin oluşumuna geçmeden önce, kısa da olsa İran’ın ve Doğu Kürdistan’ın o yıllardaki durumuna göz atmak yerinde olacaktır.

Atatürk’ün Türkiye’de yaptığını, İran’a kendisini yeni şah olarak atayan Rıza Han yapmaya başlar. 1925 yılında ise bu şahlık rejimi, daha sonra Pehlevi Hanedanlığı olarak tarihe geçecektir. Bu birçok çevrede rahatsızlık yarattığı gibi Kürtlerde de ciddi tepkilere yol açar. Rıza Han’ın yapmak istediği bir ulus devlet yaratmak olup Atatürk ile kurduğu karşılıklı ilişkiler iyi bilinmektedir. Atatürk’ün Kuzey Kürdistan’da uygulamaya koyduğu birçok yasağı Rıza Han’da İran’da uygulamaya çalışacaktır. Örneğin; yerel dilleri yasaklayacaktır, yerel kıyafetlerin giyilmesini yasaklayacaktır. Bunun yerine Avrupa tarzı elbiseyi dayatacaktır. Türbanı yasaklayacaktır. Özcesi militarizmi ve ulus devletçiliği adım adım geliştirmeye çalışırken, birçok farklı halkı devre dışı bırakacak, ezecek ve gücü yettiğinde asimile etmeye çalışacaktır. Bu ise, İran gibi renkli bir coğrafyayı kana boyamaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır.

Henüz sistem daha oturmamıştır. Örneğin Urmiye gibi mıntıkalarda Şikaklar hükümet benzeri oluşumlara gitmemiştir Loristan gibi mıntıkalarda ise daha önce zayıflamış olan yönetme durumu güçlenmiştir. Loristan Mirliği genişlemektedir. Leklerin alanı tam bir hükümet biçiminde olmasa bile alanın tümü ellerinde bulunmaktadır. Ciwanro alanını bizatihi buralarda yaşayan aşiretler yönetmektedir. Yine Hewreman, Meriwan alanlarında ise Cafer Sanlar idareyi ellerine almışlardır. Hamereş ailesi ise kendi alanlarında, yani Bane taraflarında etkili bir şekilde hakimiyetleri söz konusudur.

Rıza Han var olan bu durumu kendi lehine değiştirmek için 1925 yıllarından sonra Loristan’ı ele geçirerek hakimiyetini sağlamayı hedeflemiştir. O döneme ilişkin dile getirildiği gibi Loristan alanı kontrol altına alınmış değildir. Kontrol sağlanmaya çalışıldığında ise doğası gereği çatışmalar yaşanmaya başlanmıştır. 1926-1927 yıllarına gelindiğinde ise bu kez Rıza Han Lek alanlarına saldırılar geliştirmeye başlamıştır. 3-4 yıl boyunca Loristan ve Lek alanlarında çatışmalar bütün yoğunluğuyla geçtiği tarihi belgeler kayıt altına almıştır. Salt savaşla istediği sonucu elde edemeyen Rıza Han’ın oyun içinde oyun olarak tanımlanacak birçok plan geliştirdiği görülmektedir. Hem şiddet hem hile, hem de iç ihanetler geliştirerek Loristan ve Lek alanlarının bir kısmını giderek kontrol altına almıştır.

Örneğin Rıza Han’ın meşhur bir hilesi de Kuran’ı Kerim göndererek toplumsal inanç yoluyla direnen aşiret liderlerine pusu kurmasıdır. Kutsal kitabın kendisiyle alandaki aşiret yapılarının arasındaki sorunların çözülmesinde aracı olmasını ve antlaşma sağlamasına yol açması için haber gönderiyor. Aşiretler ya da topluma öncülük edenler evet dediklerinde, bir araya geliniyor ve bir araya gelindiğinde ise ise hepsini tutuklayarak teslim alıyor. Lek liderliği tam da böylesi bir oyun üzerinden esir düşürülüyor. O dönemde Loristanlara öncülük eden Rıza Qolixan’dır. Loristan liderliğinin önemli bir bölümü yenilince kimisi teslim oluyor, kimisi ise Güney Kürdistan’a geçiyor. Bu süreçte Lorlara öncülük eden başka bir isim ise Cihan Han’dır.

Leklerin liderliği yaşamını yitirdiğinde yerine eşi olan meşhur Qedemxer yerini alıyor. Qedemxer 1925-1928 yılları arasında Şaha karşı en etkili bir mücadele yürütse de istenilen zaferi getiremiyor.

Sonuç itibariyle şiddetli geçen mücadele ve direniş ardından Rıza Han’ın dayatmaları ve şartları kabul edilir. Qedemxêr’de birçok lider gibi önceleri dayatılanları kabul etmez, ancak savaşta istediği sonucu elde edemeyince Rıza Han’ın şartlarını kabul eder ve tutuklanır. Tahran zindanlarında tutsak iken yaşamını yitirir.

Rıza Han benzer bir şekilde Loristan, Lek, Hewreman, Bane alanlarını da kontrolü altına alır. Mahmutxanê Dizlî, Mahmutxanê Sanenî ve Reşîdxanê Banenî gibi direnen liderleri de kontrol altına alarak iktidarını önemli oranda güçlendiriyor.

Daha önce ifade edildiği gibi Simko Şikak birçok kez direnişe kalkacak ancak her seferinde ezilecektir. Simko’nun şu sözleri anlamlıdır: “Kürt aşiretlerinin dörtte biri büyüklüğünde bile olmayan dünyanın küçük uluslarının Alman hükümeti gibi büyük hükümetlerden özerkliklerini elde ettiklerini görüyorsunuz. Eğer bu büyük Kürt ulusu İran’dan haklarını alamazsa, bu koşullarda yaşamaktansa ölmek daha iyidir. Kaldı ki, İran hükümeti bize haklarımızı verse de vermese de Kürdistan’ı özerk yapacağız” sözleri birçok gücü rahatsız edecek düzeydedir. En son 28 Temmuz 1930 pusuya düşürülerek katledilecektir. Bir ayrıntı vererek geçelim. R. Olson, Kürt sorunu ve Türk-İran İlişkileri adlı çalışmasında: “İran’da güçlü bir Kürt ulusal hareketi doğrudan İngilizlerin Irak’taki siyasetini etkilemiş olacaktı” derken, Robbyn Michelle Usherwood adlı yazar ise: “Onun öldürülmesi İngiliz dış siyasetini rahatlatmak için yapıldı” demektedir. Ki bu da yine İngilizlerin Kürt siyasetinde oynadıkları negatif rolü yeniden gözler önüne sermektedir.

Türkiye ile İran, daha doğrusu Atatürk ve Rıza Han arasında geliştirilen ilişkilerin yoğunlaşmasıyla, 1937 yılında Sadabad Paktı kurulur. Kimi tarihi kaynaklara göre Sadabad Paktı 9 Temmuz’da, kimilerine göre ise 8 Temmuz’da, İran’ın başkenti Tahran’da; İran-Türkiye-Irak-Afganistan arasında imzalanmıştır. 1937 yılında imzalanan bu pakt öncesinde, imzayı atan ülkeler arasında, kısmen de olsa çeşitli anlaşmazlıklar ve çıkar sorunları olsa da uluslararası zeminin, tüm bu ülkelerin bir araya gelmesinde belirleyici rolü vardır. Türkiye’nin Kemalist rejimini bir model olarak diğer her iki ülkeye yansıtması, esas itibariyle bu temelde anti-Kürt ittifakının oluşturulmasına yol açabilmiştir.

I. Dünya Savaşı’ndan büyük sarsıntıyla çıkan İran Şahlığı yukarıda da belirttiğimiz gibi siyasal birliğini ancak 1925’te kurabilmiştir. Merkezi otoritenin gelişmesinden rahatsızlık duyan kimi etkisiz hareketler dışında Doğu Kürdistan’da 1946’ya kadar ciddi bir hareket yaşanmamıştır. Ancak 1940’lı yıllara geldiğimizde yeniden Kürdistan’ın bazı bölgelerinde Kürtler Şah rejimine karşı başkaldırı ve direnişler geliştirdiği görülmektedir. Örneğin 1941 ile 1944 yılları arasında Bane mıntıkasında Hame Reşidxan öncülüğünde Kürtlerin bir hareketliliği gelişir. Bu alanda kendilerini idare edecek bir yönetim oluşumuna gidilmiştir. Hatta bölgesel bir radyonun da o yıllarda kurulduğu ifade edilmektedir. Kürt tarihinde bir kör düğüm olarak da adlandırılan l. Dünya Savaşı sonrası çizilen ulus devlet sınırları bu sınırları çizenler tarafından koruma altına alınır. Kürtlerin başına birer leş kargası gibi konan İngilizler bu kez yeniden İran rejimine arka çıkarak bu direnişleri ve özerk yönetimleri ezerek tasfiye ederler.

Benzer bir durum Ciwanro ve Hewreman mıntıkasında da görülür. Buralarda Kürtler yeniden kendi alanlarını kontrol ederek yönetimlerini oluşturmuşken, İngilizlerin desteğiyle bu öz direnişler de ezilerek sömürge statükosu sert bir biçimde korunmaya devam edilir.

Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin gelişimi ele alırsak: Şahlık rejiminin II. Dünya Savaşı’nda gizliden Almanya taraftarı politikalar izlemesi üzerine, Sovyet ve İngiliz güçleri İran’a girdiler. İkinci Dünya Paylaşım Savaşı’nın bitiminde ise bu durumdan yararlanan Kürtler, 22 Ocak 1946’da Kızıl ordunun desteğinde Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’ni kurdular.

Kürtler İkinci Dünya Paylaşım Savaşı’nın ortaya çıkardığı kaos, çatışkı ve çelişkilerden yararlanarak 22 Ocak 1946 yılında- Kızıl ordunun desteğiyle- Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’ni ilan ettiler. Birçok kez hem bilindiği hem de sıklıkla ifade edildiği gibi Cumhuriyetin adı Mahabad Kürt Cumhuriyeti olarak ifade edilmektedir. Gerçekte ise kurulan Cumhuriyetin adı Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’dir.

Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin lideri Qazî Muhammed tanınan bir aileden gelmektedir. Belli bir direniş geleneği olan bir aileye mensuptur. Böyle olunca, halk tarafından erkenden kabul edilmesi zor olmamıştır. Dedesi Şeyh El Meşayih, 1930’larda İngilizlere karşı Kürt aşiretlerini bir araya getirerek isyana liderlik yapar. Amcası Qazî Fettah, Mahabad şehrini Türklere ve Ruslara karşı korumak için 1916’da direniş örgütleyen biri olarak da tanınmaktadır. Kısacası yurtseverliği sınanmış bir aileden gelmektedir.

II. Dünya Paylaşım Savaşı esnası ve sonrasında birçok halk için olduğu gibi için de bir fırsatın doğduğu düşünülmektedir. Savaş esnasında -25 Ağustos 1941’de- İngiltere ve Sovyetlerin Doğu Kürdistan’ın önemli bir bölümünü işgal etmeleriyle bu fırsat yaşam olanağı bulmuş olur. Her iki devlet de İran üzerinde etkilerini yaymaya çalışmaktadırlar. Ne de olsa Ortadoğu, önemli jeo-stratejik bir alandır. Büyük petrol yataklarının bulunmasının yanı sıra, Asya’ya açılım kapısı olması da ayrıca ilgi çeken bir husustur. Somut gerçeklik olarak; her iki güç de çıkarları gereği Kürtlere ve diğer etnisitelere ilgi duymaktadır.

Kürtler, giderek gelişen Sovyetler Birliği’ne daha sıcak bakmaktadır. Bunun tarihte olup bitenlerle de bağı olduğu açıktır. Son yüz-yüz eli yılda İngiltere’nin Kürtler için bırakalım hayırlı işler yapmasını özgür kaderlerini tayin etmelerinin önünde engel olmaktan başka bir şey yapmamışlardır. Bundan da olmalıdır ki, Kürtler “Sömürge halkların dostu” Sovyetler Birliği’ne yaklaşacaklardır. İran’ın zayıflamasıyla birlikte Sovyetlerle görüşmeler yapılır. 4 Eylül 1942 yılında İran’daki tüm Kürt örgütlerinin katıldığı geniş bir toplantı, Komala Jiyanavey Kurdistan, kısaltılmış adıyla J.K toplantısı yapılır. Bu arada Komala kurulur. Önceleri illegal olan Komala kısa sürede legale geçer. Bilindiği gibi Komala legal sahaya geçmesiyle birlikte ismini “Kürdistan Demokrat Partisi” olarak ilan eder. Bu mücadele içerisinde Kürt halkının tanınmış birçok şairi de yerini alacaktır. Mamosta Hemin, Mamosta Hejar, Abdurahman Şerefkendi, Mamosta Qanêbunlardan sadece birkaç tanesidir.

Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin oluşumunda tüm Kürtlerin desteği kadar, o dönemin tüm Kürt örgütlerinin desteğini aldığını, birçok Kürt örgütünün bu oluşumda rol aldığını belirtmek yerinde olacaktır. Daha somut bir şekilde denilebilir ki: Doğu Kürdistan’ın temsili olarak Komaleya Jiyanevey Kurdistan yani Kürdistan Diriliş Topluluğu, Güney Kürdistan’ın temsili olarak Hiwa örgütü ve Kuzey ile Batı Kürdistan’ın temsili olarak ise Xoybûn örgütleri çokça dile gelen Hevpeymana Sê Sînor yani Üç Sınır Antlaşmasını 1944 yılında Dalamper’de, Zagrosların zirvesinde bir araya gelerek imzalamışlardır. Bu bağlamda Kürt birliğine en önemli bir adım olarak bu antlaşma gösterilebilir.

Sovyet Rejimi, Ortadoğu’ya açılmak için Azerbaycan’da kurulmuş olan “Azerbaycan Demokrat Partisi’nin” bir benzerini burada da kurmaya çalışmaktadır. İlk önce, 1943 yılında İran’da böyle bir partinin oluşumuna gider. Aynı rotada Molla Mustafa Barzani 1945’te İ-KDP’den esinlenerek Irak KDP’sini kuracaktır. İran’da oluşturulan İ-KDP’nin başına Qazî Muhammed geçer. Her ne kadar Qazî Muhammed saygın bir aileden gelse de aşiret reisliği gibi bir unvanı bulunmadığı için önceleri kimi çevreler itiraz belirtileri gösterir. Ancak Qazî Muhammed, bilgi ve birikimiyle bu durumu aşar. Sovyetlerle ilişkileri sıcaktır. Destekler alınır. Bu gelişmelerle bağlantılı olarak, 1946 yılında Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti kuruluşu ilan edilir. Bu dönemin çarpıcı bir gelişmesi de Mine Qazi öncülüğünde kadın örgütünün kurulmasıdır. Bu kadın oluşumuyla beraber kadınlara öncelikli olarak eğitimi verilir ve böylece kadınların etkili bir şekilde Cumhuriyete katılımı sağlanır.

Oysa daha çok kısa bir zaman önce Sovyetler, KDP’nin öncülü olan Komala’nın liderlerini kabul etmemiştir. Ancak çıkarların her zaman en iyi çözüm olduğunu burada da göreceğiz. KDP’nin kurulduğu dönemde de Sovyetler kendilerine yakın duranları partide hâkim pozisyona getirmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Bunlar; Kirni Ağa-Mameş aşiret reisi, Omerhan Şerif-Şikak aşiret reisi ve Emir Esad Dêhbokrî isminde tanınan kişilerdir.

Savaş sonrası antlaşmalar gereği Kızıl Ordu geri çekilir. Bu çekiliş esasta bir paylaşımdır. Doğu Avrupa Sovyetlere açılırken, Ortadoğu İngilizlere ve Fransızlara verilmiştir. Şahlık Güçleri İngiltere’nin yoğun desteğiyle 1947 yılına girmeden 17 Aralık 1946 yılında bu ilk Kürt Cumhuriyeti’ne son verirler.

17 Aralık 1945 yılında Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin bayrağı resmi olarak Mahabad’ta göndere çekilmişti. Ancak bugünün Kürtler açısından bir bayram ve kutlama günü olmaması için, tam da bugün de yani 17 Aralık günü işgalci güçler Mahabad’a girerek, Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin yıkıldığını ilan ederler. Mahabad’a saldıran İran generalinin ismi Hûmeyon’dur. Hümeyon elindeki büyük güçle sinsi planlarını çok önceden kurgulamıştı. 17 Aralık’tan önce Mahabad’ı kuşatmasına rağmen, askerlerini Mahabad’tan içeriye sokmamıştı. Kuşatılan Mahabad şahsında Kürt tarihine acı kokan bir günün tarihini kazımak istiyordu. Tarih 17 Aralık 1946’yı gösterdiğinde tüm hışmıyla askerlerini Mahabad’a sokar İran generali. Bazı İran askerlerinin generalin neden 17 Aralık öncesi şehre girmediğini sorduklarında Hûmeyon’un verdiği cevap gerçekten de ibret vericidir: “Onlar bir 17 Aralık günü bayraklarını yükseltiler. Ve onlar yani Kürtler için bu bir bayram olarak ileride kutlanacak ve anılacaktır. İşte 17 Aralık’ın Kürtler için bir bayram ve kutlama günü olması yerine, bayraklarını indirerek yıkılma günü olarak anılması daha yerindedir” diye cevaplar.

Tarihe bakıldığında sömürgeci güçler ve işgalcilerin düşünce yapılarında büyük benzerlikler olduğu hep söylenmiştir. Kürdistan’ı sömürgeleştiren işgal güçleri de sadece işgal ettiği topraklarda, ya da sömürgeleştirdiği toplumlarda fiziki yaralar açmazlar. Fiziki yaraların yanında bir de ruh ve bellekte unutulmaz yaralar açarak iz bırakmak isterler. Bugün bile dönüp bakıldığında Kürdistan’a dönük bir şeyler geliştirdiklerinde sömürgeci güçler ince ve detaylı düşünerek yapacakları işlerin tarihlerini, adımlarını buna göre attarlar. İşte sömürge gerçeği budur!

Ortaya çıkan bu durumdan, Molla Mustafa Barzani’nin erkenden askeri güçlerini geri çekmesinin rolü olduğu söylenir. Mahabad’taki birinci derecede askeri komutan Molla Mustafa Barzani’dir. Ancak daha gerçekçi olan ise; ileri bir toplumsal taban ve bilinçten yoksun olan, bu yüzden güçlü bir örgütlenmeye gidemeyerek Sovyetler’e dayanmak zorunda kalan cumhuriyetin, İngiltere desteğindeki şahlık güçlerine karşı dayanamamış olmasıdır. Bu süreçte Sovyetler’in geri çekilmesinin bir nedeni de İran’ın reddedilemez rüşvetidir. İran Sovyetlere kendi petrollerinden yararlanma imkanı sunmasıyla Kürtleri İran’ın insafına terk ederek Mahabad’taki güçlerini geri çeker.

Cumhuriyetin zayıf düşmesinin ya da düşürülmesinin bir nedeni de aşiret güçlerine çok fazla önem verilmesidir. Bundandır ki bu güçlerin liderlerine yani aşiret reislerine generallik rütbeleri dağıtılmıştır. Aşiretlerin savaşçı sayısına göre payeler dağıtılmıştır. Buna göre generallik rütbesi Molla Mustafa Barzani’ye, Baneli Hame Reşîdxane’ye, Şikaklı olan Ömerxan’a ve Qazi Seyfi’ye verilmiştir. Mareşal rütbesi ise Herki aşiretinden olan Zero Behadiri’ye verilmiştir.

Mameş, Mengur ve Dêhbokrî aşiretlerinin yeni cumhuriyete karşı oldukça uzak durma ve muhalefet yürütme nedenlerinden en önemlisi, hiç kuşkusuz KDP’nin başında olan cumhuriyetin önderi Qazi Muhammed’in biraz daha aydın ve modern olmasıdır. Qazî Muhammed, Sadri Qazi ve Seyfi Qazî başta olmak üzere birçok Kürt lideri hapse atılır. Daha sonra Qazî Muhammed’in kardeşi de tutuklanıp hapse atılır, her üçü de idam cezasına çarptırılır ve cumhuriyetin ilan edildiği yer olan Çarçıra Meydanı’nda idam edilirler. Tarih 31 Mart 1947’dir.

Qazî Muhammed’in idam sehpasına götürülmeden önce tüm Kürtlere bıraktığı bir çağrı ve nasihati vardır. Tümünü buraya almak istiyoruz. Kürt halkına Qazî Muhammed şöyle seslenir:

(“Tüm Kürt halkının düşmanları içerisinde Acemin (İran) düşmanlığı hepsinden daha zalimdir ve tanrı tanımaz acımasızdır. Uzun bir tarihten beri onların Kürtlere garezi, kinleri vardı (hala var). Bakınız, izleyiniz. Kürt halkının tüm ileri gelenleri, İsmail Axayê Şikak’tan tutun hatta Cewher Axa kardeşi ve Hemze Axayê Mengor ve nice insanların hepsi aldatılarak alçakça öldürüldüler. Onların hepsi yemin, Kuran’la kandırıldılar. Görülmemiştir ki Acem’in söz ve yemini, Kürt önderleriyle yaptığı anlaşmalara sadık kalsın ya da onları yerine getirsin. Tamamı yalan ve hilekârlıktır.

Dolayısıyla ben sizin küçük bir kardeşiniz olarak Allah’ın yolunda, Allah’ın hatırı için size diyorum ki: Birbirinizi tutun, sırtınızı birbirinizden ayırmayın. Acemin size bal verdiğine inansanız da içine zehir koymuştur. Acemlerin söz ve yeminlerine aldanmayın; çünkü onlar bin kez ellerini kutsal Kuran’a vursalar da inanın ki amaçları sizi aldatmaktır, ta ki sizi kandırıncaya kadar.

İşte hayatımın son anında büyük Tanrı’nın hatırası için size tavsiyelerde bulunuyorum. Size diyorum ve Tanrı biliyor ki; elimden bu geldi. Başım, canım, mücadelem; tavsiye ve size doğru yolu göstermede hiç yanlış yapmadım. Bu hal ve anda sizi yine bilgilendiriyorum ki, artık hiçbir sefer Acem’in sözlerine aldanmayın!

Sözlerine, yeminlerine, ellerini Kuran’a koyarak dediklerine inanmayın; çünkü Acem, ne Tanrı’ya inanır ne de peygambere. Onların kıyamet günü, hesap-kitaba inancı yoktur. Müslüman olsanız da siz onlar için Kürt’sünüz, suçlu ve mahkûmsunuz, onlara düşmansınız. Başınız, canınız, malınız onlar için helaldir. Çok sefer de geçmişi ve büyüklerimizi hatırlamışım ki; Acemler onları oyunlarla kandırarak yakaladılar ve öldürdüler; çünkü savaş meydanında onlara karşı çıkamadılar, direnemediler. Çaresiz kalınca onları yalan ve oyunlarla aldatarak öldürdüler.”

Qazi Muhamed’in sözleri gerçekten de çarpıcı ve son derece öğreticidir.

Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin tarihi kısa olsa da arkasında Kürtlere önemli tarihi bir miras bıraktığı açıktır. Örneğin onlarca şair, yazar, tarihçi Mahabad’a Kürdistan’ın dört parçasında akacaktır. Kürdistan adında gazete, Niştiman adında dergi, parasız okullar derken, kadın derneklerinin oluşturulması gibi çok sayıda esere çok kısa bir tarihte imza atılmıştır.

Yine Qazî Muhammed önderliğinde gelişen Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin demokratik muhtevasını iyi gösteren bir belge, daha önce 12 Aralık 1945’te Özerklik ilanını gerçekleştiren İran Azerbaycan’ıyla geliştirilen köklü ittifaktır.

Chris Kutschera’nın “Kürt Ulusal Hareketi” adlı çalışmasında, Sosyalist Azerbaycan Milli Hükümeti İle Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti arasında yapılan anlaşmanın içeriğine dönük çok değerli bilgiler vermektedir.

“Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin Devleti’nin kurulduğu dönem İran Azerileri de Sosyalist devletlerini kurmuştu. Yukarıda kuruluş tarihi verilen İran Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyeti Özerkliği Sovyetlerin girişimi ile Azeriler ve Kürtler sürtüşmeyi bırakıp bir anlaşma imzalamıştı 3 Mayıs 1946’da imzalanan anlaşma:

1. İki tarafın topraklarından her birine, tarafların her birinin temsilciler gönderilecek,

2. Kürtlerin çoğunlukta olduğu Azerbaycan topraklarında, Kürt yönetimi temsilcileri, Azerilerin çoğunlukta olduğu Kürt topraklarında ise Azeriler temsilciler bulunduracak,

3. İki hükümet, ekonomik sorunlarla uğraşacak olan bir Birleşik Ekonomi Komitesi oluşturacak.

4. Gerekli olduğu zaman karşılıklı askeri yardım yapılacak.

5. İran hükümetiyle her türlü görüşmeler, iki hükûmetin onayı aldıktan sonra yürütülecek.

6. Azerbaycan hükümeti, kendi topraklarında yaşayan Kürtler için eğitim alanında girişimler örgütlemek amacıyla gerekli olan önlemleri almayı üstlendi. Kürt hükûmeti de kendi tarafından, İran Kürdistan topraklarında yaşayan Azerbaycanlılar için aynı girişimleri gerçekleştirme vaadinde bulundu.

7. İki halk arasında tarihi içinde yerleşmiş olan dostluk ve işbirliği ilişkilerini bozma denemesinde bulunan ya da, onların ulusal birliğine el uzatan, kim olursa olsun, iki halk tarafından cezalandırılacaktır.” (Kaynak: Kürt Ulusal Hareketi, Chris Kutschera, s. 208, Avesta Yay.)

Sonuç itibariyle, bugün gerilere baktığımızda Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin son derece demokratik bir muhtevasının olduğu rahatlıkla görülebilir. Yine açık olan başka bir durum ise işgalciler Kürdistan’da çıkartıldığında, çok hızlı bir şekilde Kürtlerin kendilerini toparlama güçleridir. Ve tabi diğer önemli bir husus ise Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’ni tasfiye götüren nedenler arasında yüzde yüz ihanetin ve işbirlikçiliğin var oluşudur. Hiç şüphe yok ki başka bir neden ise devletler arası güçlerin kendi çıkarları için sergiledikleri iki yüzlü politikalarıdır.

Tüm bunları değerlendirdiğimizde bir daha bu durumlara düşmemek için ders çıkarma temelinde Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’ni ele aldığımızda, gerçekten de büyük bir deneyim olmuştur. Bugünlerde bu deneyimin Rojava’da yaşatılmaya çalışılması bu bağlamda son derece önemlidir.

Hatırlıyoruz, Rojava’da devrim olduğunda bu devrimi gerçekleştirenler ilk elden Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’ne adamışlardır. Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin sadece 11 ay yaşamadığı, Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin Rojava devrimiyle yeniden yaşadığını söylemeleri ve ifade etmeleri gerçekten de anlamlı olmuştur.

Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’ni ve onun önderliği olan Qazi Muhammedleri anarken, Rojava Devrimi şahsında her zaman yaşayacağı umuduyla...