Diyarbakır Cezaevi’ndeki katliamın 21. yılı…

Cezaevlerindeki en büyük katliamlarından biri de Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde 24 Eylül 1996 tarihinde yaşandı...

Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde 24 Eylül 1996 tarihinde yaşanan katliamda 10 PKK’li tutsak vahşice darp edilerek katledilmişti. Aradan geçen onca yılda faillerin yargılanması bir kenara AKP iktidarınca terfileri yapıldı. Katliamdan günümüze cezaevinde benzer politikalar uygulanmaya devam ediyor.

Türk devletinin iktidarları değişse de cezaevlerinde uyguladıkları, politikalar yıllardır değişmiyor. Her dönem cezaevleri insanlık dışı muamelelerin ve katliamların ana merkezi olmaya devam etti. Cezaevlerindeki en büyük katliamlarından biri de Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde 24 Eylül 1996 tarihinde yaşandı. Türkiye’nin kara bir lekesi olarak duran ve günümüze kadar failleri cezalandırılamayan katliamda, Erkan Hakan Perişan, Cemal Çam, Ahmet Çelik, Edip Dilekçi, Mehmet Nimet Çakmak, Rıdvan Bulut, Mehmet Kadri Gümüş, Kadri Demir, Mehmet Arslan ve Hakkı Tekin isimli PKK'li tutsaklar vahşice katledilmişti.

HERŞEY KORKUNÇ KATLİAMA UYGUN BİR ŞEKİLDE PLANLANDI

21 sene önce Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 17, 18 ve 29’üncü koğuşlarda bulunan 30 tutsağın aileleriyle görüşmek üzere koğuşlarından çıkmasıyla başladı. Aileleriyle görüş için koğuşlarından çıkarılan 30 tutsak, 35’inci koğuşun önüne geldiğinde, ziyaretçilerin getirdikleri yiyeceklerin konulacağı kapları almak istedi. Bu olağan ve istisnasız her hafta gerçekleşen durum gardiyanlar ve cezaevi yönetimi için o güne kadar bu tür alışverişler, hiç sorun oluşturmamıştı. Ancak 24 Eylül 1996 tarihinde meydana gelen katliamın, çok önceden Türkiye’deki siyasal gündemle bağlantılı olarak tasarlandığı çok sonraları ortaya çıkacaktı. O gün her şey korkunç katliama uygun bir şekilde planlanmış, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, o gün Amed’e gelmişti. Nöbet sırası olmamasına rağmen cezaevinin A Takımı olarak bilinen Fetih Ahmet vardiyası görevlendirilmişti.

10 TUTSAK BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR ŞEKİLDE VAHŞİCE KATLEDİLDİ

Öğleden sonra saat 14.00 sularında cezaevinin ön giriş kapısı ile yemekhane ve revirin bulunduğu arka kapılardan aynı anda yüzlerce asker, polis, özel harekât timi malta kapılarını açarak, saldırıya geçti. Birbirine kenetlenerek, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “Kahrolsun işkence” sloganları atan silahsız ve savunmasız 33 tutsak, cop, demir çubuk, kalas ve çivili sopalarla yarım saat boyunca öldüresiye dövüldü. Ana maltada bayılana kadar dövülen 33 tutsak, sürüklenerek cezaevi görüş odasına götürüldü. Burada görüş kabinlerine yüz üstü yatırılan 33 tutsak, teker, teker çıkarılarak asker, polis ve özel harekat timlerince saatlerce öldüresiye tekrardan dövüldü. Ardından gardiyanların teşhis ederek, kendilerine saldırdığını iddia ettiği 10 tutsağı, insanlık tarihi boyunca benzeri görülmemiş bir vahşetin kurbanı oldu. Vücutları ve kafaları şişlenip, beyinleri etrafa saçılarak katledildi. Saldırının bu aşamasından şans eseri kurtulan 23 tutsak, baygın bir şekilde cezaevi avlusunda bekletilen ringlere götürülürken, ellerinde çivili sopalarla sağlı sollu bir şekilde bekletilen asker, polis ve özel harekat timleri tarafından ölümüne darp edildi. Ardından Antep Cezaevi’ne sürgün edilen tutsaklar, yol boyunca da vahşice dövüldü.

21 YILDIR FAİLLER CEZALANDIRILMADI

Kamuoyunda devletin, katliam ve cinayetlerinin tartışıldığı bir dönemde, Kürtlere karşı işlenen insanlık suçlarından biri daha tozlu raflara kaldırılmaya çalışılıyor. Yargı, Sivas Katliamı’nda olduğu gibi 1996’da Diyarbakır Cezaevi’nde 10 tutsağın işkenceyle katledildiği vahşet dosyasını kapatıp katilleri aklamanın peşinde. Katliamın üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen katillerden hesap sorulmazken, emri verenler ise gizleniyor. Yargıtay bile, “Olay vahşice ve canavarca bir hisle meydana gelmiştir” diyerek, iki kez bozduğu davanın esas faili olan 7 sanık hakkında açılan dava zaman aşımına uğradı. Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde hala yargılanması devam eden 89 sanık hakkında ise katledilen tutsakların otopsilerinde ölümlerinin "işkenceden kaynaklı" olduğunu belirlenmesine rağmen mahkeme heyeti, tutsakların "Kasti olarak öldürülmediği" kanaatiyle söz konusu karara vardı. Katliamın aydınlatılması konusunda hala bir sonuca varılmazken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınan davada Türkiye maddi ve manevi tazminata mahkum etti. Öte yandan olayın yaşandığı dönemde Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık Şube Müdürlüğü’nde görevli Yüzbaşı Vedat Çolak, 15 Temmuz'da darbe girişimi ardından Jandarma Genel Komutanlığı Terörle Mücadele Daire Başkanı olarak atanması olayın üstünün örtüleceğini gözler önüne seriyor.

İHD Amed Şube Başkanı Raci Bilici, 21 yıl önce yaşanan katliamın sorumlularının cezalandırılmamasını ve günümüz cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ajansımıza değerlendirdi.

‘TÜRKİYE CEZAEVLERİNDE İNSANLIĞA KARŞI SUÇLAR İŞLENMİŞTİR’

Türkiye’de 21 yıldır zihniyetin değişmediğine dikkat çeken Bilici, cezaevlerinde uygulanan politikalarının bir devlet politikası olduğunu söyleyerek, öteden beri planlı, sistemli bir şekilde devam ettiğine vurgu yaptı. Siyasi tutsaklar üzerinde planlı bir devlet politikası olduğunu ve hükümetlerin bu politikayı uyguladığını ifade eden Bilici, “Türkiye uluslararası sözleşmelere aykırı davranıyor. Kendi anayasasını ihlal ediyor. İnsanlığa karşı suç işlenmeye devam ediyor. Cezaevinde bulunan insanlar bulundukların ülkenin gözetimi altındadır. Devlet mahpusları korumakla hükümlüdür. Bugüne kadar Türkiye cezaevlerinde sürekli çok ciddi ihlaller yaşanmıştır. Bize göre insanlığa karşı suçlar işlenmiştir” şeklinde konuştu.

‘KATİLLER DEVLET TARAFINDAN KORUNUYOR’

Cezaevlerinde insanların katledildiğini dile getiren Bilici, Türkiye’de geçmişten bugüne çok örneklerinin olduğunu, özellikle Diyarbakır Cezaevi’nde dünya cezaevleriyle kıyaslanamayacak derecede katliam ve işkencenin yaşandığını belirtti. Cezaevlerinde yaşanan insanlık dışı işkencelerin hesabının sorulmadığını hatırlatan Bilici, 1980 dönemi sonra cezaevinde yaşanan insanlık dışı uygulamalarının hesabının sorulmadığını ve başta Esat Oktay olmak üzere birçok failin yargılanmadığına işaret etti. Devletin cezaevinde işkence yapan yetkilileri koruduğunu anımsatan Bilici, “Devlet yargı yoluyla işkencecileri koruyor ve kendi mekanizması içerisinde de korumaya devam ediyor. Hatta devlet katliam ve işkence gerçekleştiren kişileri ödüllendirerek terfi ettiriyor. Bu devletin politikasının bir sonucudur. Kolluk kuvvetleri, infaz koruma memurları ve cezaevi müdürleri seçilmiş kişilerdir. Devletin bunları koruduğu ve kolladığı sürece çok pervasızca davrandıklarını görüyoruz” dedi.

‘DİYARBAKIR’DA KATLİAM YAPANLAR AKLANIYOR’

Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan katliam sonucunda 10 tutuklunun katledildiğini hatırlatan Bilici, sözlerini şöyle sürdürdü: “Diyarbakır Cezaevi’ndeki katliamda 10 kişi yaşamını yitirdi, 23 kişi yaralandı. Olayla ilgili formalite bir soruşturma başlatıldı. Bazılarına çok cüzü cezalar verilerek davanın üstü kapatılmaya çalışıldı. Devlet işkenceci katillere ‘Kusura bakmayın size bu cezayı veriyoruz’ şeklinde 5 yıl gibi formalite bir ceza verildi. Asıl fail olan bunu organize eden ve zemin hazırlayan kişileri ise özelikle devlettin her zaman başvurduğu bir yöntem olan zaman aşımına uğratarak, akladı. AİHM Türkiye’yi mahkum etti. Vermiş olduğu karar maddi tazminattır ama Türkiye’yi yaptıklarından dolayı cezalandırmış oldu. Fakat o günden bugüne baktığımızda Türkiye’nin cezaevlerindeki tutumu değişmiyor.”

‘TÜRKİYE KENDİ KANUNLARINA UYMUYOR’

Şu an birçok cezaevinde işkence ve kötü muamelenin olduğunu hatırlatan Bilici, Türkiye'nin kendi kanunlarına aykırı bir prosedür uyguladığını söyledi. Cezaevlerinde hasta tutsakların yaşam haklarının ihlal edildiğine işaret eden Bilici, “Şu an hasta mahpuslar cezaevlerinde tutularak öldürülmek isteniyor. Hasta tutsaklar uygun koşullarda tedavi edilmiyor. İnsanlar her gün ölüme mahkum ediliyor. Bu büyük bir suçtur. Diğer mahpuslar ise ailelerinden uzaklaştırılarak, sürgünlerle izole edilerek tecride tabi tutuluyor. Her gün işkence ve hücre cezaları ile mahpuslar cezalandırılmak isteniyor. Bolu F Tipi Cezaevi’ndeki mahpuslara zorla cezaevi kimliği veriliyor, kabul etmeyenleri darp ederek hücreye koyuyorlar. Çıplak aramaya karşı çıkanları da aylarca tecride tabi tutması gibi binlerce hak ihlalleri hala günümüzde cezaevlerinde yaşanmaya devam ediyor” diye konuştu.

‘TEK TİP KIYAFET İŞKENCENİN BİR BAŞKA TÜRÜDÜR’

21 yıl aradan sonra cezaevlerinde hiçbir şeyin değişmediğine dikkat çeken Bilici konuşmasını şöyle sürdürdü: “21 yıl öncede insanlar cezaevlerinde öldürülüyordu. Bugün de cezaevlerinde insanlar öldürülüyor. O gün de tecrit, izolasyon vardı. Bugün de vardır. O gün de insanlar tedavi edilmediği için yaşamını yitiriyordu. Bugün de yaşamını yitiriyor. O gün de insanlar sürgün ediliyordu. Bugün de ediliyor. Mantık ve zihniyet olarak değişen bir şey olmadı. O günde tek tip elbise uygulanması denendi ve yapmak istendi. Ama olmadı çünkü çok ciddi bir karşı tavır alındı ve insanlar haklarını kullandı. Uluslararası sözleşmelerde olan haklarını kullandılar. Dünyanın bazı yerlerinde tek tip elbise uygulaması vardı. Fakat bütün dünya bunu mahkum etmiştir. Türkiye’de şu an gündemde olan tek tip kıyafet uygulaması için yine aynı şeyi söylüyoruz. Bizler, asla kabul etmediğimizi ve insan onuruyla bağdaşmayan, tamamıyla insanların kişiliğine saldırı olarak görüyoruz. Tek tip kıyafet çok yanlış bir uygulama ve çok ciddi sorunları beraberinde getirecektir. Cezaevlerinde olan sıkıntıların üzerine daha da aşılmaz sorunların yaşanmasına neden olacaktır. Tek tip kıyafet işkencenin bir başka türüdür. Hükümeti derhal bu tavırdan vazgeçmeye çağırıyoruz.”