'Eylemlerin merkezinde Önder Apo'nun özgürlüğü olmalı'

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan: Halkımızın komplonun devamı olan karara karşı yürütmüş olduğu mücadele yerindedir. Fakat bu eylemlerin merkezinde Önder APO’nun özgürlüğü olmalıdır. Önder APO’nun özgürlüğü tüm halkların özgürlüğü demektir.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Stêrk TV’de yayınlanan Özel Program’da Rosida Mardin’in sorularını yanıtladı.

PKK’nin kuruluş yıl dönümünü kutlayarak konuşmasına başlayan Karayılan, “Partimiz,  PKK 40 yılını doldurarak 41. yılına girmektedir. Kürdistan’da PKK ile geçen 40 yıl gerçekten de destansı bir tarihtir, kahramanlık tarihidir. Kürdü yok etmeyi amaçlayan soykırım siyasetine karşı verilmiş kutsal bir varlık mücadelesidir. Kuşkusuz bu destansı mücadele tarihi şehitlerin kanIarıyla sulandı. Şehitlerin kahramanlık direnişiyle böylesi tarihsel bir eşiğe kadar gelip dayandık. Bu vesileyle tüm Kürdistan Şehitlerini partimiz PKK’nin ilk şehidi Haki Karer yoldaş şahsında anıyor, şehitlere verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyoruz” dedi.

AMERİKA’NIN KARARININ NAZARIMIZDA GEÇERLİLİĞİ YOKTUR

Amerika’nın Kürt Özgürlük Hareketi’nin 3 öncü kadrosu için aldığı kararı da değerlendiren Karayılan şunları belirtti: “Amerika’nın aldığı bu kararın, nazarımızda bir geçerliliği ve önemi yoktur. Biz, tamamen bağımsız bir tarzda öz gücümüze dayanarak Kürdistan dağlarında zaten yıllardır varız ve hep de var olacağız. Bu nedenle bizim için o kadar da önemli değildir. Ayrıca PKK 3 kişi ile tasfiye olmaz. Hatta zayıflamaz da. Eğer PKK bu şekilde tasfiye olabilecek bir hakikat olsaydı, Amerika Önder APO’yu alıp devletlerarası komployla Türk devletine teslim ettiğinde tasfiye olurdu. Ama bilinmektedir ki, üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen PKK eskiye göre onlarca kat büyümüştür ve daha da güçlüdür. PKK bir ideolojidir, bir felsefedir, bir ruhtur ve on binlerce kadrosu bulunmaktadır. Bu nedenle PKK 3 kişi ile geriletilemez,  bunu herkes bilmelidir.

Fakat mesele 3 kişi değildir. Ortadoğu’da bir Kürt sorunu var, bir Kürt realitesi var. Kürt halkı Ortadoğu’daki en kadim bir halktır, bu nedenle toplumsal bir hakikattir. Biz de bu toplumsal hakikatin mücadelesini yürütmekteyiz. Biz, gidip de kimsenin yurdunu yuvasını yıkmış değiliz, işini gücünü bozmuş değiliz, kimseye bir zarar vermiş değiliz. Kimsenin tapulu arazisine bina da dikmedik. Kendi öz yurdumuz olan topraklarımızda yok edilmek isteniyoruz. Biz, işgalcilerin bu vahşetine ve yok etme siyasetine karşı en doğal insani görevimizi gerçekleştiriyoruz. Ve biz bu kutsal görevi yerine getirmekten de gurur duyuyoruz.

KÜRT HALKI BU KARARA SESSİZ KALMAMALIDIR

Bu tarzdaki kararlar Kürt sorununu kriminalize etmekte, sanki bir terör sorunuymuş gibi göstermeye çalışmaktadır. Ancak Kürt Davası öyle bir sorun değildir. Çünkü bu sorun 3 kişinin, hatta PKK’nin de ötesinde bir halkın varlık sorunudur. Bu karar Kürt sorununa karşı alınan bir tutumdur. Yani Kürt sorununun, Kürt halkının ve Kürdistan halkının özgürlük mücadelesinin meşruluğunun üzerine bu şekilde gölge düşürülmek istenmektedir. Bu nedenle PKK olarak sadece bizim için değil, tüm Kürt halkına dönük bir saldırıdır, olumsuz ve onursuzca bir tutumdur. Kürt halkına ve onun özgürlük mücadelesine saygısızlıktır. Hiçbir ahlaki ve hukuki yanı da yoktur. Sadece Kürt halkının haklı ve meşru davasına gölge düşürmek için yapılmış bir saldırıdır. Bu nedenle halkımız bu kararın kendisine ve Kürt halkının realitesine yönelik olduğunu söylemektedir. Bu tespit doğrudur. Kuşkusuz tüm yurtsever güçler ve Kürt halkı böylesi bir dönemde alınan bu onursuzca karara karşı sessiz kalmamalıdır. Niçin şimdi böyle bir karar alınıyor? Kürt halkı da tüm halklar gibi kendi toprakları üzerinde özgürce yaşamak istiyor, bu nedenle haklı ve meşru bir mücadele yürütmektedir. Bunun neresi terördür? Kendisine ‘dünya gücüyüm’ diyen bir devlet niçin böyle bir karar alıyor? Elbette ki bu çok haksız bir karardır. Çünkü Kürdistan üzerinde yürütülen bir zulüm siyaseti var. Türk sömürgeciliği Kürt halkı üzerinde milliyetçi şoven histeriyle soykırım siyaseti yürütmektedir. Böylesi bir karar almak, Kürt halkına yapılan bu zulmü onaylamaktır, bu zulme katılmaktır ve ortağı olmaktır.

KOMPLOYU GÜNCELLEYİP YÜRÜRLÜĞE KOYMAK İSTİYORLAR

Bundan 20 yıl önce Önder APO şahsında halkımıza, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne ve Hareketimize karşı uluslararası bir komplo gerçekleştirildi. Önderliğimiz bu temelde esir alındı ve Türkiye’ye teslim edildi. Alınan bu yeni karar da komplo siyasetinin devamıdır. Türk işgalciliği şimdiye kadar komplo siyasetini yeniden güncelleştirip yürürlüğe koymak, komploya katılan güçleri yeniden katmak istiyordu. Türk devleti bunun için her şeyini ortaya koydu. Türkiye’nin jeostratejik konumunu, kaynaklarını ve her şeyini pazarlayarak bize karşı devletlerarası komployu yeniden örgütlemeye çalıştı. Şimdi alınan karar da bu çabanın bir işaretidir, komplonun devamıdır.

Bu kararın zamanlaması da ilginçtir. Çünkü Önder APO’nun büyük İmralı Direnişi ve 20 yıllık olağanüstü çabası, geliştirdiği paradigma, halkımızın yılmaz mücadelesi ve Hareketimizin kararlı duruşu sonucunda komplo sonuçsuz kaldı, fakat tümden bitmedi. Önder APO’nun demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigması şuanda bir çok halk tarafından benimsenmektedir. Mesela Arap halkının önemli bir kesimi bu paradigmayı her yönüyle sahiplenmektedir. Bu yeni paradigma dünya çapında tartışılmakta, büyük bir heyecan ve etki yaratmaktadır. Ortadoğu’nun kangrene dönüştürülmüş sorunlarına köklü çözümler üretmektedir. Demokratik konfederalizm sistemini, demokratik ulus perspektifini geliştirmektedir. İşte böylesi bir dönemde bu paradigmanın gelişimine karşı müdahalede bulunmaya çalışmak düşündürücüdür.

KARARIN ZAMANI DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR

Bilindiği üzere birçok ülkede Önder APO’nun özgürlüğü için yani devletlerarası komplonun tümden boşa çıkarılması için ciddi çabalar söz konusudur. Mesela İngiltere’de tanınan çok güçlü sendikalar, aydınlar, sanatçılar ve siyasetçiler tarafından Önder APO’nun özgürlüğü için başlatılan kampanyayı yükseltmek için yoğun katılım sağlandı. Yine İtalya’da bir çok kesim bu kampanyaya katıldı. Dünyanın bir çok yerinde yoğunca tartışılmaktadır. Nasıl ki Nelson Mandela için kampanya açıldı, Önder APO için de böyle bir kampanya gündemdedir. Böylesi bir dönemde bu kararın alınması düşündürücüdür ve bir anlamı vardır. Bu özgürlük kampanyasına müdahaledir aslında.“

AVRUPA ADALET DİVANI’NIN KARARINA MÜDAHALEDİR

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, konuşmasında şu hususlara da dikkat çekti:

PKK haksız ve hukuksuz bir şekilde AB’nin terör listesine alındığı için bir dava açıldı. Bu dava bizim adımıza açıldı. Bu dava şuanda Avrupa Mahkemesi’nde devam etmekte ve sona doğru gelmekteydi. Herhalde bu davanın haksızlığı mahkum edeceği ve olumlu bir kararla PKK’yi terör listesinden çıkaracağı endişesiyle adeta bu karar sürecine müdahale etmek istediler. Bilindiği gibi bundan birkaç gün önce Avrupa Yüksek Adalet Divanı Mahkemesi Duran Kalkan yoldaşımız ve benim adıma açılan bu davada mahkeme  “var olan belgelerin PKK’nin terör listesine alınmasına yeterli derecede delil sunmadığı ve PKK’nin listede kalmasının haksızlık olduğu” yönünde düşünce belirtti. Yani Avrupa devletlerine “eldeki belgelerin yetersiz olduğunu” söylediler. Bundan sonrası hukukta içtihattır, yorumdur. Yani bu karar PKK’nin listeden çıkarılması anlamına gelmektedir. Bu kararın olumlu yanları vardır. Ancak neticede bir mahkemedir, doğrudan “PKK listeden çıkarılsın” demiyor ama olumlu yönleri olan bir karardır. Türk medyası bu kararı tersyüz etmeye çalıştı ve kendine göre yorumlayarak ‘PKK’nin listede kalması istendi’ diye kamuoyuna sunmaya çalıştı. Halbuki PKK’nin listede kalmasına zaten mahkeme karar vermez, buna ancak siyasi merciler karar verir. Mahkemeninki, ‘PKK’nin listede tutulması için elde yeterli delilin olmadığı’ yönünde aldığı karardır. Eğer bu müdahale olmasaydı, büyük ihtimal mahkeme tamamen olumlu bir karar alabilirdi. Ve bu şekilde PKK, AB’nin terör listesinden çıkardı. Ama tam da böylesi bir dönemde bu davayı açan arkadaşlar hakkında Amerika karar alıp, başlarına ödül koydu. Bu kararın böylesi bir yönü de var.

DAİŞ İŞBİRLİKÇİLERİ ÖDÜLLENDİRİLİYOR, KARŞITLARI CEZALANDIRILIYOR

DAİŞ’e karşı yürütülen bir mücadele var ve bu mücadele süreci bugün sona doğru gitmekte. DAİŞ genel olarak tehlike olmaktan çıktı, başkenti düştü ve ellerindeki yerler alındı. DAİŞ’in güçlenmesine, Ortadoğu halklarının ve tüm dünyanın başına bela olmasına sebep olanlar Amerika’nın bu kararıyla adeta ödüllendirilmektedir. Kimdir ödüllendirilen? Tayip Erdoğan’dır. Dünya alem de bilmektedir ki, DAİŞ’i bu düzeye getiren Tayip Erdoğan’dır. DAİŞ ile ilişkileri üstü kapalı da değildi. Ama candan ve yürekten, emekle ve kanla insanlığın tümü için bir tehlike olan DAİŞ çeteciliğine ve terörüne karşı savaşanlar ise bu kararla cezalandırılmaktadır. Çünkü DAİŞ’e karşı savaşan Kürt halkıdır. Eğer Kürt halkı olmasaydı ve hatta PKK’nin tutumu olmasaydı büyük ihtimalle DAİŞ imparatorluğunu kurup tümden zaferini ilan edecekti. Bu kadar yaşanmışlıktan sonra böylesi bir karar tüm bunlara müdahaledir. “DAİŞ tehlike olmaktan çıktı, artık PKK de bertaraf ve tasfiye olmalıdır” diyenler aynı zamanda nankörlük etmektedir. Bu anlamda önemli bir müdahaledir, uluslararası komplonun devamıdır ve komployu tümden sonuca ulaştırmak istemektedir. Şuanda anlaşılan, görünen tablo budur. Bu kararı alan yetkililerin aklında ne var, niçin böyle bir karar alıyorlar bunu tam olarak bilemeyiz. Fakat bu kararın çerçevesi budur, böyle anlıyoruz.

ULUSAL BİRLİK RENGİMİZİ YANSITMALIYIZ

Bu karar komplonun kendisidir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni tasfiye etmek istemektedir. Sadece PKK’ye karşı değil, tüm Kürtlere dönük sergilenen bir tutumdur. Kürt halkının Bakurê Kurdistan’daki mücadelesini harcamak ve bitirmek istiyorlar. Şuanda Amerika ve Amerika’yı destekleyenler İran’ı kuşatmaya almak istiyor. Bu temelde bazı hareketlenmeleri gerçekleştirmek istiyorlar. Bu konuda da Kürtlerden istifade etmek istiyorlar. Bu anlamda “Başûrê Kurdistan iyidir, bana dosttur; Rojava Kurdistanı da iyidir, dost olabilir; Rojhılat Kurdistanı da muhtaçtır, para veririm, benim için çalışır ve kullanırım; ama Bakurê Kurdistanı da Türkler istediği için harcarım ve Türkleri de kendime yandaş, asker yaparım hesabıyla hareket etmektedirler. Türkiye’yi İran’a karşı harekete geçirip, kendi çıkarlarını korumak için Kürdistan Özgürlük Mücadelesi kurban edilmektedir.

Kürt halkı için bu ne anlama gelmektedir? Şimdi Bakurê Kurdistan tasfiye edilirse Kürdistan’ın diğer parçaları uzun süre yaşayamaz. Her üç parçayı birbirine bağlayan Bakurê Kurdistan’dır, Kürdistan coğrafyasının yarısıdır. Bu zihniyet Bakur’u harcayarak Türkiye’yi kendine yandaş ederek çıkarlarını kazanmayı amaçlamaktadır. Kürdistan’ın diğer parçalarını ise kendi jandarması haline getirmek istemektedir. Bu yaklaşım Kürtleri ahmak yerine koymaktır. Zaten eğer Kürdistan’ın diğer parçaları, örgütleri ve siyasi güçleri bu siyasete karşı sessiz kalıp, “tamam Bakur’a karşı Türkiye’nin soykırım yapmasına karşı destek veriyorsun, ama yine de biz seninleyiz, bir şey demiyoruz” derlerse, bu, kendi ahmaklıklarının altını imzalamış oldukları anlamına gelir. Bizce her yurtsever Kürt, yani kendini kişilik, izan ve siyaset sahibi gören kimseler demelidir ki; “Biz çocuk değiliz, bir parçamızı Türk devletinin soykırım bıçağının altına koyup, Türk faşizminin ve şovenizmini merhametine bırak, sonra da bize deki başkasına karşı tutum al, askerimiz ol. Biz bunu kabul etmiyoruz.” Bu hususta tarihsel bir an ile yüz yüzeyiz. Kürt siyaseti bu tarihi an’da hangi tutumu sergileyecek? Gerçekten tüm dünyaya Kürtlerin bütün halindeki bir ulus olup olmadığını gösterecek mi.? Bu konu Kürt ulusu için önemlidir. Şimdi tüm dünyada, örneğin Türkiye’de birbirine karşıt güçler vardır. Bu güçler ideolojik olarak da birbirlerine karşıdırlar, çizgileri ayrıdır. Ama sıra ulusal çıkarlara geldi mi herkes ulus çıkarlarını savunur. Şu anda Türk parlamentosu öyledir. Ulusal bir şey oldu mu, herkes ortaklaşır. Şimdi biz Kürtler de artık bu rengimizi yani ulusal birlik rengini yansıtmalıyız. Artık herkes bilmelidir ki; biz Kürtler ne ahmakız, ne çocuğuz, ne de bir aşiretiz. Hayır, biz bir ulusuz. Ulusumuzun bir parçasını bile hedef alan saldırı hepimizedir, bunu kendimize yapılmış sayıyoruz denmelidir.

KÜRT ULUSALLIĞI AÇISINDAN ÖNEMLİ BİR SINAV

Nasıl ki, DAİŞ’in Kerkük’e saldırmasını biz PKK olarak kendimize yapılmış bir saldırı olarak gördük, Kobanê’ye yapılan saldırıyı kendimize yapılmış gördük, şimdi diğer örgütler ve parçalar da bu saldırıyı kendilerine yapılmış görmelidirler. Bu saldırı Bakurê Kurdistan’a dönüktür. Bakur’u boğup Erdoğan’a ödül olarak vererek Erdoğan’ı İran’a karşı kendisinin askeri haline getirmeye çalışıyor. Bu temelde alınmış bir karardır. O zaman biz bu kararın yanında yer almamalıyız. Bu durum Kürt ulusallığı açısından çok önemli bir sınavdır. Kürtler, Kürt siyaseti kendisini bir ulus olarak ortaya koyabilecek mi? Yoksa bir aşiret ya da bir hizipsel kanat gibi herkesin çıkarını esas aldığı bir yaklaşımla mı hareket edilecek? Eğer böyle davranılırsa Kürt davası kazanamaz. Neden? Çünkü şu anda bölgede yaşanan tüm gelişmeler açık gözler önündedir. Bu kadar savaştan sonra bölgede bir dizayn olacaktır. Türkiye’nin de amacı şudur: “bu dizaynda Kürtler Bakur’da ve Rojava’da statü kazanmamalı. Başûr’da tesadüfen bir statü almıştır, bunu da ileride ortadan kaldıracağız yeni dizaynda Kürtler asla statü kazanmamalı.” TC’nin bütün stratejisi bunun üzerindedir. Amerika da almış olduğu bu kararıyla TC’ye “evet, senin dediğin gibi yaparım ama sen de şimdilik Başûr ve Rojava’yı kabul et, birlikte hareket edelim” demektedir. Ama TC’nin kararı sadece PKK’nin tasfiyesi değildir, Kürt halkının tüm kazanımlarının tasfiyesidir. Şu anda Rojava’da PYD, YPG olmasa ve onun yerine ENKS ya da bir başka Kürt örgütü olsa bile TC ona da karşı olur. Çünkü Türk devletinin istediği köle bir Kürtlüktür, eğer Türkçülüğü kabul eden, boyun eğmiş bir Kürtlük olursa kabul ederler, yoksa kabul etmezler. Hani Efrîn’de bazı Kürtlere yer vereceklerini söylüyorlardı, fakat görüldü ki kendini işbirlikçiliğe yatırmış Kürtlere bile yer verilmedi. Bu nedenle dost kim, düşman kim iyi tanımalıyız. Faşist Türk devleti “PKK’ye karşıyım” adı altında Kürt ulusunun tüm kazanımlarını hedeflemektedir. Şimdi Amerika da bu kararıyla Türk devletinin bu siyasetinin yanında olduğunu belirtmiştir. Bu da tüm Kürtlere karşı alınmış bir tutumdur.

TÜRK DEVLETİ KÜRT SOYKIRIMINI HER YERDE YÜRÜTMEK İSTİYOR

Küresel sermaye güçleri her zaman kendi çıkarlarını esas alır, çünkü kapitalist zihniyet hep çıkar esaslı hareket eder. Bu nedenle onlar için dost ve dostluk yoktur, tek dostları çıkarlarıdır. Çıkarları neredeyse ve kimdeyse onunla olurlar. Türk devletinin şimdiki stratejisinin merkezi Kürt karşıtlığı olup Kürtlerin hiçbir yerde hak ve statü almaması üzerine kurulu bir stratejidir. Bu yüzden Kürtlerden korkmaktadır, Türk rejiminde çok güçlü bir Kürt fobisi, Kürt düşmanlığı vardır. Şuanda Türkiye’de iktidar olan ırkçı milliyetçi faşist klik olan AKP-MHP-Ergenekon zihniyeti her şeyini ortaya koyarak Kürtlerin hiçbir yerde kendi başına statü sahibi olmasını istememektedir. Eğer Kürtler bir statü sahibi olacaklarsa da hep birilerinin boyunduruğu altında olsun istiyorlar. Irak’ta Kürtlerin bir statüsü varsa Irak’ın denetiminde olmalı, bağımsız olmasını istemiyorlar. Ve bunun her yerde böyle olmasını istiyorlar. Hatta Suriye’de ileride gelişecek yeni anayasada Kürt isminin dahi Suriye Anayasası’nda geçmesini istememektedir, sadece Kürdün adının bile geçmesine karşıdır. Aynen inkarcı TC Anayasası gibi olmasını istemektedir. Suriye’deki tüm halkların Arap olarak sayılmasını dayatacaktır, tıpkı Türkiye’de herkesi Türk saydıkları gibi. Bu da Kürt halkı üzerine uygulanan soykırım siyasetidir ve Türk devleti bu siyaseti her yerde yürütmek istiyor.

Bu Kürt düşmanlığı aslında Türk devleti için çok ciddi bir zaaf konumundadır. Amerika ve Rusya, Türk devletinin bu zaafını iyi anlamışlardır ve çok iyi kullanmaktadırlar. Mesela Rusya Türk devletinin bu zaafını kullanıp yanına çekerek Afrin’e saldırmasına yol verdi. Şuanda da TC’nin Kobanê’ye ve çevresine saldırmasının arkasında duran yine Rusya’dır. Bu şekilde Türk devletini tamamen kendi yanına çekerek jandarması haline getirmek istiyor. Zaten Türkiye üzerinden birçok ekonomik çıkarlarını gerçekleştirdiler. Gaz konusunda, büyük ticari şirketlerin anlaşmalarıyla Türkiye üzerindeki ekonomik, siyasi çıkarlarını gerçekleştirmektedir. Peki bunu nasıl yapıyor? Kürt özgürlük Davasını harcayarak, Kürtlerin kanını dökerek kendi kirli çıkar hesaplarını yerine getiriyorlar. Rusya Türk devletinin en büyük zaafı ve zayıf karnı olan Kürt meselesini çok iyi kullanmaktadır. Çünkü çok iyi bilmektedir, Türk devleti Kürt düşmanıdır. O da Türk devletinin Kürt karşıtlığına onay vererek kendi çıkarlarını yerine getirmektedir.

TÜRK DEVLETİNİN KÜRT ZAAFINI İYİ KULLANIYORLAR

Şu anda Amerika da aynı şeyi yapmaktadır. Adeta TC’ye: “Rusya Kürt karşıtlığı için sana imkan mı veriyor, öyleyse bak ben de açıkça Kürtlere karşıyım, başlarına para ödülü koyarak onların peşindeyim, Rusya’dan daha fazla Kürt ve PKK karşıtıyım” demektedir. Bu her iki devlet ırkçı Türk devletinin bu zaafını iyi kullanarak Türkiye’yi yanlarına çekip jandarması haline getirmek istiyorlar. Bu yolla da Türkiye üzerindeki tüm çıkar hesaplarını bir bir gerçekleştirmeyi planlamaktadırlar. Ama bu arada olan Kürt halkına olmakta, Kürt özgürlük davası kurban edilmektedir. Yani Kürt ve Kürdistan insanlarının kanı üzerinden kirli çıkarlarını gerçekleştiriyorlar.

Kuşkusuz bunda ahlak yoktur, vicdan yoktur, insanlık yoktur. Artık yeter! Kürtler üzerindeki bu ahlaksızlık ve vicdansızlık nereye kadar sürdürülecek? Dünyanın en haklı ve meşru davalarından biri olan Kürt halkının özgürlük davasını kendi dönemsel çıkarları için ucuzca böyle harcamaktadırlar. Egemenlerin yaklaşımı böyledir. Kürtlerin kanıyla çıkarlarını gerçekleştirerek Türk devletini kullanmaktalar. TC de bu Kürt karşıtlığıyla sonuca gitmek istiyor ama o da bir sonuç elde edemez. Zaten bu başlı başına uzun boylu başka bir konudur. Türk devletinin Kürt karşıtlığıyla Türkiye halkının ve emekçilerinin çıkarlarına tam ters düşmektedir. Gerçekten halkın çıkarlarını ne kadar yerine getirebileceği tartışılmalıdır. Ama Kürt düşmanlığını şovenizmle şahlandırarak seçimleri kazanmayı istemektedirler. AKP devleti kısa süreli hesaplarla Kürt halkının, Kürt gençlerinin kanı üzerinden şovenizmle oy alma peşindedir. İşte hegomonik güçlerin ve AKP devletinin bu çıkarları şu anda örtüşmektedir. Bu nedenle kendi aralarında bir o tarafa, bir bu tarafa doğru çekip durmaktadırlar. Her biri Kürt düşmanlığı için Türk devletine ayrı ayrı tavizler sunmaktadır. İşte tam da bu noktada Kürtlerin demokratik ulusal bir tutumu, stratejisi, ortak mücadelesi, siyaseti ve diplomasisi olmalıdır. Bunun mücadelesini vermeliyiz.

KÜRTLER DAİŞ’İN KARŞISINDA SET HALİNDE DURDULAR

Beş yıllık süre zarfında DAİŞ’e karşı büyük bir mücadele yürütüldü. Kürtler bu mücadele de birçok şehit verdi, kan döktü, büyük bir emek verdi. Adeta DAİŞ’in yükselişinin önünde bir duvar, bir set gibi durdu. Bir yandan Rojava’da Efrîn, Kobanê ve Qamışlo’da, bir yandan da Şengal, Maxmur, Hewlêr ve Kerkük’te Kürtler bir set halinde DAİŞ’in önünde durdular. Kürtlerin bu karşı duruşu olmasaydı, DAİŞ her yeri alıp kendi imparatorluğunu tesis edecekti. Zaten Erdoğan DAİŞ ile birlikteydi ve DAİŞ üzerinden kendi imparatorluk hayallerini gerçekleştirmek istiyordu. Kürtler işte tam da bu noktada büyük bir fedakarlık ve özveride bulundular. Başta da Avrupa ülkeleri, Amerika için çok büyük bir tehlike olan DAİŞ terörüne karşı durdu, kanı pahasına önünü aldı.

KÜRT SİYASETİNDE SAMİMİYETSİZLER

Çok şükür biz PKK olarak, öngörülerimizde şaşırmadık. Çünkü tüm sistemleri iyi tanımaktayız ve bu konuda da yanılmamışız. Fakat daha çok Kürt toplumunda, kamuoyunda şöyle bir kanaat gelişti: Avrupa, Amerika ve ya Rusya gibi devletler artık eskisi gibi Kürt soykırım siyasetine destek vermezler. Çünkü NATO Türk devletinin şimdiye kadar yürüttüğü soykırım siyasetine hep destek vermişti. 35 yıllık süreçte bize karşı sadece Türk devleti savaşmamıştır, NATO desteği ile savaşmıştır. Artık öyle eskisi gibi destek sunulmayacağı kanaati gelişti. Çünkü Kürtlerle bir ortaklaşmaya gittiler, Kürtler DAİŞ’e karşı o kadar savaş verdiler, hakikatlerini ispatladılar ve Kürtler Ortadoğu’da esaslı bir aktör haline geldi. Kürtler en çağdaş düşünce sistemine sahip demokratik bir topluluktur. Artık bu hakikat görülerek, eskisi gibi Türk devletinin soykırım siyasetine destek sunulmaz gibi bir beklenti vardı. Belki bu devletler yine ortaklaşırlar, ama en azından Kürt düşmanlığında birleşmezler, sanılıyordu.

Ama Amerika’nın bu kararı ve tutumu tüm bu beklenti ve sanmaları yerle bir etti. Açığa çıktı ki, kapitalist sermaye devletleri kendi çıkarlarına, hegemonyalarına bakarlar. Neresi onlara elverişli ise ona bakarlar. Yani halkların davasına, onun kutsallığına bakmıyorlar. Eğer bugün vahşi DAİŞ terörü halen olmuş olsaydı, böyle yapamazlardı DAİŞ terörü Kürt halkının, gençlerinin kanıyla bitirildi. Şu anda ise DAİŞ terörünü ortaya çıkaranlar ödüllendirilmekte, DAİŞ vahşetini durduran ve yenilgiye uğratanlar ise cezalandırılmaktadır. Ortada büyük bir merhametsizlik, haksızlık ve vicdansızlık vardır. Bir kez daha açığa çıktı ki; bu devletler Kürt sorununa samimi yaklaşmamaktadırlar. Çıkarlarına göre hareket etmektedirler. Biz bunu daha önce de görmüşüz. Özellikle Amerika’nın bu yaklaşımını Kürtler daha önce de görmüştür. Kürtler 1974’ü, 1975’i halen unutmamışlar, Önder APO’nun esaretini Kürt halkı unutamaz, en son 16 Ekim 2017’de Kerkük’te ne olduğunu, referandum sürecinde nasıl bir tutum aldıklarını iyi gördük.  Şimdi de aynı şeyi görüyoruz. Bu gerçekten de onursuzluktur. Oysa insanlığın gerçek vicdanı bunu kabul etmemektedir. Biz insanlığın demokratik, adil vicdanına hitap ediyoruz. Sadece kendi çıkar hesapları peşinde koşan bu güçlerden  çok fazla bir şey beklenmemelidir. Bu yalın gerçeklik bir kez daha ispatlanmıştır.

Yukarıda da belirttiğim gibi, biz PKK olarak bu konuda asla yanılmadık. Kimin ne yapıp ne yapmayacağını iyi biliyoruz. Bizim için hiçbir şey sürpriz değildir. Ama gerçekten de bir çok kesim bu devletlerin Kürtlere dostluk ve yardım etmeseler dahi, en azıdan artık düşmanlık yapmayacağına inanıyordu. Fakat açığa çıktı ki öyle değildir.  

PKK’NİN HİÇBİR KOLU YOKTUR, PKK YEKVÜCUTTUR

Her şeyden önce şunu belirtmek istiyorum: PKK’nin hiçbir kolu yoktur. PKK yekvücut halinde tek bir partidir. PKK’nin programı ve taktiği, amacı ve söylemi bellidir. Başka da herhangi bir adı, kolu yoktur. Rêber APO çok anlamlı ve kapsamlı bir paradigma ve felsefenin sahibidir. Önder APO’nun felsefesi PKK’nin program çerçevesinden çok daha geniştir. Dünyanın her yerinde Önder APO’nun felsefesi ve paradigması temelinde örgütlenmeler oluşabilir. Oluşan her parti ve örgütlenmenin illa PKK’nin bir kolu ya da kanadı olduğu anlamına gelmez.

ÖNDER APO’NUN FELSEFESİ EVRENSELDİR

Şimdi bölgeden olan Arap halkının önemli bir kesimi Önder APO’yu kendi önderleri olarak görmektedir. Onlar da mı PKK’nin bir koludur? Örneğin yarın Latin Amerika’da Önder APO’nun özgürlük felsefesini ve paradigmasını esas alan partiler oluştu ya da Asya’da diyelim ki böyle bir şey oldu. Onlar da mı PKK sayılacak? Önder APO’nun düşüncesi ve felsefesi ulusal olduğu kadar evrenseldir. Şimdi bu paradigma üzerinden bir çok örgüt oluşabilir. Bu çizgiyi kendileri için kurtuluş ve özgürlük yolu olarak görüp, kendilerini bunun üzerinden inşa edebilirler. Bu, onların PKK’nin bir kolu veya kanadı olduğu anlamına gelmez. Kaldı ki her örgütün ya da partinin kendi merkezi varsa, kendi kararlarını kendisi alıyorsa bunları birbiriyle bağlantılı saymak doğru değildir. Bu açıdan Amerika yetkilisinin “PYD, PKK’nin bir uzantısıdır veya koludur” tespiti doğru değildir. Ortada organik bir bağ durumu yoktur.

Amerikalı yetkilinin yaptığı bu tespitler gerçeklerle örtüşmediği gibi doğru da değildir ve bu iddia Türkiye’nin ortaya attığı bir iddiadır. Onlar Önder APO’nun yarattığı özgürlük mücadelesinin kapsamını ve etkisini görmek istemiyorlar. Onun için de bu şekilde adlandırıp yorumluyorlar. Önder APO’nun felsefesi PKK’den daha geniş ve yaygındır. Bu felsefeyi PKK de kendisine esas aldığı gibi, daha başka bir çok örgüt, kurum, kuruluş ve kişiler de kendilerine esas alabilirler. Önder APO sadece PKK’nin Önderliği değildir. Bugün Kürdistan’daki bir çok örgütün Önderliği de olmaktadır. Mesela kadın örgütleri ve yine Kürdistan’da daha başka birçok örgütlü toplum ve topluluk Önder APO’yu kendi Önderleri olarak görmektedirler. Aynı biçimde değişik uluslardan insanlar da kendi Önderliği olarak görmektedirler. Ancak bu hakikati görmek istemiyorlar. O açıdan hepsini bir kefeye koyup, hepsini PKK çerçevesi içine koymaya çalışarak Önder APO’nun felsefesinin etki alanını daraltmak istemektedirler. Bu, doğru bir tutum değildir.

JEFFRY PENTAGON BELGELERİNE BAKSIN

Bir diğeri konu ise, Jeffry diyor ki, “Türkiye’nin aktif bir katılımı ve koordinasyonu olmasa, Kuzey Suriye’de yaptıklarımızı yapamazdık.” Sayın Jeffry’nin 2014-2015 Pentagon belgelerine bakması gerekir. Ben kendim şunu duydum ve biliyorum ki; bizzat Pentagon üyeleri, orada yetkili olan generaller, Türk devleti ile DAİŞ’in birbirleriyle sıkı bir ilişki içinde olduklarını kendileri tespit etmişlerdir. Amerikan yetkilileri vakti zamanında “Biz Türk devleti ve DAİŞ arasındaki ilişkiyi kesmeyene kadar DAİŞ bitirilemez” demişlerdi. Bu ne anlama geliyordu? Yani DAİŞ’i besleyen Türk devletiydi. Gırê Spi yani Tıl Ebyad’da YPG ile ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçleri birlikte DAİŞ’e karşı operasyon yürüttüklerinde bunun en temel nedeni de buydu. Amaçları DAİŞ’in başkenti olan Reqa ve Ankara arasındaki bağlantıyı kesmekti. Çünkü DAİŞ çeteleri İstanbul, Ankara vb. yerlerden otobüslere binip, oradan da direkt Reqa’ya geçiyorlardı. Bu, somut tespit edilmişti. Bu durumu Rusya’da biliyordu. Hatta Rusya bunu o zaman basına da yansıttı. Biz de bunu biliyoruz. Rusya da Türk devletinin DAİŞ’in denetimindeki yerlerden nasıl petrol çıkarıp sattığını, yine Türk devletinin DAİŞ’i nasıl beslediğini iyi biliyordu. Bunu açık bir şekilde kendi basınında da işledi. Amerika da bunu bildiği için DAİŞ’e karşı olan operasyonları Türk devletiyle değil de YPG ile yaptı. Türk devletiyle yapmış olsaydı, olmazdı, çünkü Türk devleti ve DAİŞ zaten birlikte hareket ediyorlardı. Bunu bildikleri için böyle bir karar aldılar. Şimdi de sanki tüm bunların hepsi unutulmuş ve böyle bir şey hiç olmamış gibi yaklaşıyorlar. Bu doğru bir tutum değildir. Çok eskide kalan şeyler değil ki, bundan 4 yıl önceydi tüm bu yaşananlar.

ÇETELERİN HEPSİ TÜRKİYE’DE

Türk devleti Cerablus ve Bab üzerine operasyon düzenledi. Oralarda DAİŞ vardı. Peki bu DAİŞ çeteleri nereye gittiler? Mesela Reqa operasyonunda çeteler tasfiye edildi. Ama küçük bir kısmı aileleri ile birlikte kaldı. Basına da yansıdığı gibi belli sayıda kalan o çeteler aileleriyle birlikte oradan çıkarıldılar. Peki Cerablus ve Bab’da terör estiren çeteler nereye gittiler? Türk devleti buraları çoğunlukla savaşmadan aldı. Şimdi bu çetelerin hepsi Türkiye’de ve Erdoğan’ın denetimindedirler. Kendilerini eğitiyorlar ve yer yer savaşa da katılıyorlar. İşte gelip Efrîn’de savaştılar da. Bunu kim bilmiyor ki? Şu anda Amerika bunu bilmiyor mu?

Bir diğer husus; 30 bin silahlı El-Nusra çetesi İdlib’deydi. Peki şu anda tüm çete örgütlenmelerinin Erdoğan’ın denetiminde olup, onun talimatlarıyla hareket ettikleri netleşmedi mi? Erdoğan; “savaşmayın, kendinizi 15 kilometre geri çekin” talimatı verdi ve bu çeteler de uygulamadı mı? Bu temelde çeteler adına Rusya ile anlaşma yaptı. Tüm dünya da bunu gördü ve şahit oldu. Yani ilişkisi açıkça ortadadır ve şimdiye kadar bu çetelere ve teröre en büyük desteği veren Türk devletidir.

Fakat canıyla kanıyla ve her şeyiyle bu teröre karşı savaşan ise Kürt halkıdır. Bu hakikat de açık ve göz önünde olan bir durumdur. Ben şunu da söyleyeyim: Tarihi hakikatlerin ve gerçeklerin üzerini hiç kimse örtemez. DAİŞ Şengal’e, daha sonra tüm Başur Kurdistanı’na saldırdığında, o zaman biz müdahale ettik ve DAİŞ terörünün önüne geçmek için canımızı ortaya koyarak bedel verdik. O zaman şimdiki bu uluslararası koalisyon güçleri daha DAİŞ’e karşı birebir savaşma kararı bile almamışlardı. Hiç kimse DAİŞ karşısında duramıyordu. DAİŞ Kobanê’ye girdiğinde, Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry dedi ki, “Kobanê için yapacağımız bir şey yok.” Ondan sonra Erdoğan sahnelere çıkıp büyük bir hava ve forsla “Kobanê düştü düşecek” dedi.

PKK’NİN DAİŞ’E KARŞI DİRENİŞİ UMUT OLDU

Eğer Kobanê düşseydi, DAİŞ kendi imparatorluğunu resmen ve fiilen kuracaktı. Ve Türk devletiyle komşu olacaktı, ki zaten Türk devleti de bunu istiyor ve açıktan destek de veriyordu. Peki o zaman en zorlu durumda YPG’ye kim yardım etti? Doğrudur, YPG-YPJ orada tarihsel bir direniş geliştiriyordu. Fakat düşmek üzereydi. Ama biz müdahale ettik ve destek  verdik. Tam düşme anında yapılan bu müdahale direnişe can verdi, kan verdi. YPG’nin karşı saldırıyı başlatmasına yol açtı. Direniş böylece yükselişe geçti. Bundan sonra ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçleri destek verme kararı aldı ve daha sonra pêşmerge güçleri geldi. Yani burada PKK’nin üstlendiği rol gözler önündedir. PKK burada tüm insanlığa karşı ahlaki bir görevini yerine getirmiştir. Tüm insanlık için ciddi bir tehlike olan DAİŞ terörünün ortadan kalkması için stratejik bir rol oynamıştır. PKK’nin sergilediği yılmaz direniş ruhu ve duruşuyla herkeste DAİŞ in yenilebileceğine dair inanç ve umut oluşturmuştur.

ERDOĞAN’IN DAİŞ’E KARŞI OLDUĞU KÜLLÜYEN YALAN

Fakat şimdiki yaklaşıma bakın. Bu kararı alanlar, bu fedakarlığı yapanlar cezalandırılıyorlar. Yani herhalde dünyada bundan daha büyük bir nankörlük yoktur, yaşanmamıştır ve görülmemiştir. Büyük bir ters yüz etmedir, çarpıtmadır. Bugün Amerika temsilcileri diyor ki, “Türk devleti olmasaydı, biz bunları yapamazdık.” İnsan şaşırıyor. Oysa Türk devleti tüm bu olanlara karşıydı. Her zaman bunlara karşıydı ve şimdi de karşıdır. Türk devleti şu anda da Kuzey Suriye’nin varlığına karşıdır. Baştan beri de karşıydı, Türk devleti şimdi de buraya karşı savaşa hazırlanıyor. DAİŞ ve El Nusra çetelerini kendisi eğitip hazırlıyor. Yani AKP-Erdoğan, DAİŞ ve El Nusra’nın buraya yönelik yok etme planları halen devam etmektedir. Bugün bunu da farklı söylemlerle perdeliyorlar. Amerika, Rusya ve Avrupa da sanki bilmiyor, görmüyor ve Türk devleti bu çetelere karşı savaşıyormuş gibi yaklaşıyor. Erdoğan DAİŞ’e karşı gerçekten nerede ve ne zaman savaşmış? Böyle bir şey yoktur. Külliyen yalandır.

Bilakis her şeyiyle DAİŞ’e destek vermiştir ve şu anda da desteklemeye devam etmektedir. Çünkü Erdoğan ve Daiş’in yürüttüğü konsept aynıdır. Zihniyetleri, ferasetleri birdir. Eğer birileri öyle bir şey yok derse işte ispatı: 30 bin silahlı El Kaide ve El Nusra çeteleri şu anda İdlib’de Erdoğan’ın talimatını dinleyerek hareket  ediyorlar mı, etmiyorlar mı? Bu, açık bir şekilde gözler önündedir. Peki Bab ve Cerablus’taki o kadar silahlı çete nereye gitti? Bunların hepsi tüm dünyanın gözleri önünde yaşanmakta ve görülmektedir. Ama çıkarları için gözlerini tüm bunlara kapatmışlar, kalkıp diyorlar ki: “Türk devleti olmasaydı, biz bunları yapamazdık.” Bu, koca bir yalandır. O temsilci doğru konuşmuyor. Bugün sadece kendi çıkarlarına bakıyorlar. Bakıyorlar ki, bugün Türk devletini bölgedeki diğer güçlere ve İran’a karşı kullanabilirler. Bundan dolayı da Türk devletinin gönlünü almak istiyorlar. Ondan dolayı da böyle konuşuyorlar. Türk devleti Kuzey Suriye’ye karşıttır, hiçbir zamandan onun yanlısı olmadı ve hep çete terörünü destekleyip besledi. Bu şekilde konuşanlar, doğru konuşmuyorlar, gerçeği söylemiyorlar.

AMERİKA’NIN KARARI KÜRT SOYKIRIMINA AÇIK DESTEKTİR

Alınan bu karar Türk devletinin savaşı daha da yoğunlaştırmasına neden olacak bir karardır. Bu karar, Türk devletinin Kürt soykırımına dayalı siyasetine hizmet etmektedir. Türk devleti Amerika’nın bu kararından güç alıp, savaşı sadece Bakur Kurdistanı’nda değil, Başur ve Rojava Kurdistanı’na da taşırarak oraları da işgal etmek istemektedir. Yine Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni ortadan kaldırma istemi daha da derinleşip güçlenecektir. Amerika yetkilileri Türk devletinin Kürt soykırımı eksenli işgal girişimlerini bu biçimde desteklemiş oluyorlar. Bu karar açık bir şekilde bunu göstermektedir.

 “Acaba bu kararın altında daha farklı şeyler de var mıdır?” Bazı kişiler öyle de yorumluyorlar. Biz sanmıyoruz, eğer öyle bir şey varsa, hani nerededir, ortaya çıkmalıdır. Her şeyden önce Erdoğan’ın eli bu şekilde bir kere güçlendirildiğinde onlar artık Erdoğan’ı farklı bir şeyle ikna edemezler. Zaten Erdoğan herkesi terörist ilan ediyor. Kimi sevmiyorsa, ona terörist diyor. Erdoğan’a göre Kürt halkının tamamı teröristtir. “Ben özgür yaşamak istiyorum, senin önünde boyun eğmeyeceğim” diyen her onurlu Kürt bireyi Türk devleti için teröristtir.

Bu karar savaşı daha da derinleştirecektir. Çünkü Kürdün kanını dökmek istiyorlar, tüm hesaplar, kirli çıkarlar Kürtlerin kanı üzerinden yapılmaktadır. Biz de buna karşı hazırlıklı olacağız. Biz, kendi topraklarımız üzerinde özgürce yaşayıp, en insani doğal haklarımızı istiyoruz. Kürtler bundan daha farklı veya fazla bir şey istemiyor. Kürt halkı da bir ulustur ve ulus olmaktan kaynaklanan en doğal haklarını talep etmektedir. Başka da farklı bir şey istemiyoruz. Biz, hiç kimseye bir şey yapmamışız ve ya farklı bir şey de istememişiz. Şimdiye kadar Amerika’nın bir tavuğuna ‘kışt’ bile dememişiz. Sadece Amerika’ya değil, farklı hiç kimseye bir şey yapmamışız. Türk halkına da bir şey yapmamışız. Tersine hizmetlerimiz olmuştur.

ÖZGÜRLÜĞÜ TEMSİL EDEN GÜÇLER BİZİZ

Biz, halkımızı katleden, dilimizi yasaklayan, kökümüzü kurutup bizi ortadan kaldırmak isteyen vahşi, faşist, işgalci Türk devletine karşı en insani görev ve sorumluluğumuzun gereği olarak direnmekteyiz. Bizim yaptığımız şey budur. Bugün Ortadoğu’da barış, diyalog ve özgürlüğü temsil eden bizleriz, PKK’dir. Terörü, savaşı ve şiddeti dayatan, yaşatan ve temsil eden faşist Türk sömürgeciliğidir, onun devletidir. Demokrasiyi, özgürlük mücadelesini, insanlık değerlerini temsil edip yaşayan, yaşatan ve isteyen de bizleriz. Biz, halkların kardeşliğini istiyoruz. Halkların birlik ve bütünlüğünü amaçlıyoruz. Fakat ırkçılık yapan, diktatörlüğü temsil eden, şiddeti esas alan ise işgalci Türk devletidir. Bu açık bir şeydir.

Biz, Kürt meselesini diyalog yoluyla çözmek istiyoruz. Önder APO bunun için 25 yıldır çaba vermektedir. Ama faşist Türk devleti bir türlü Kürdü kabul etmiyor. Türk devletinin bu yaklaşımı sergilemesinde Amerika’nın da payı vardır. Nasıl vardır? Yürüttüğü genel siyaset ve sömürgeci Türk siyasetini desteklemesi bakımından rolü vardır. En son olarak da YPG ile birlikte ilk önce Tıl Ebyad(Gırê Spi) planını gerçekleştirdi. Daha sonra Reqa operasyonunu yine YPG ile birlikte gerçekleştirerek Türk devletini tahrik etiler. Şimdi de Amerika Türk devletinin tarafına geçmiş ve onu desteklemektedir. Bu, ikiyüzlülüktür. Bu, böyle kabul edilecek bir durum değildir. Türk devleti şuanda neden bu kadar Rojava düşmanlığı yapmaktadır? Çünkü Türk devleti “Rojava, Amerika ile ilişkilerini geliştirmiş ve birlikte bir devlet kuracaklar” demektedir. Bunun için de, Rojava halkına, parti ve örgütlerine o kadar düşmanlık yapmaktadır. Bu sefer Amerika da gidip, Türk devletinin yanında yer almak istiyor. Böyle olmaz. Siyasetin de bir ahlakı olmalıdır.

Özcesi, bu karar tabi ki bölgedeki savaşın daha da derinleşmesini desteklemektedir. Biz de kendi topraklarımız üzerinde kendimizi koruyacağız. Üzerimize nereden saldırı gelirse gelsin, biz kendi öz gücümüz ile kendimizi koruyacak ve mücadele edeceğiz. Biz, PKK olarak 45 yıldır bu şekilde mücadele ediyoruz. Biz, hiçbir zaman farklı bir güce bel bağlamadık, destek almadık. Her zaman kendi öz gücümüze ve halkımıza dayanarak mücadele edip bugünlere kadar geldik. Biz, hiç kimsenin çizgisi üzerinde değiliz, kendi bağımsız Özgür Kürt çizgimiz üzerinde yürümekteyiz. Zaten bundan dolayı hedef halindeyiz. Çünkü onlar işbirlikçi bir Kürt çizgisini istemektedir. Ancak biz, özgür ve iradeli Kürdü temsil ediyoruz. Onlar da böyle bir Kürdün ve partisinin Kürdistan’da olmasını asla istememektedir. Çünkü Özgür ve bağımsız Kürdü ve onu temsil eden partisi olduğunda kimseye bağlı olmadan kendi iradesiyle kararlar alan bir toplum haline gelecektir. Onlar da bunu değil, ellerini önüne bağlamış, önlerinde boyun eğmiş ve her istediklerine başını sallayan köle Kürdü istemektedirler.

BİZ KAZANACAĞIZ, ZAFER BİZİM OLACAK

Biz Kürdistan toprakları üzerinde kendimizin ve halkımızın öz gücüne dayanarak bugünlere gelmişiz ve bugünden sonra da bu hep böyle olacaktır. Kardeşlik, barış ve demokratik esaslar üzerinden birlik olmak isteyen, halklar yararına ilişki kurmak isteyen her halka, kişiye, kurum, kuruluş ve örgütlenmeye de açığız. Fakat bize yönelik her nereden saldırı gelirse gelsin, kendimizi savunabilecek güçteyiz. Bu hususta herhangi birilerine ihtiyacımız yoktur. Bugüne kadar kendimizi nasıl korumuşsak, bu saatten sonra da kendimizi her türlü saldırıya karşı savunabilecek güçteyiz. Kendimizin ve halkımızın onurunu şereflice temsil edeceğiz ve Kürdistan özgürlük davasını kazanacağız. Bu konudaki kararlılığımız daha da artmıştır. Halkımızda iyi bilmelidir ki: biz bu konuda her zamandakinden daha fazla kararlıyız, daha fazla ısrarlıyız. Yolumuz doğrudur. Biz bunu biliyor ve buna inanıyoruz. Yani özgür ve bağımsız Kürdün çizgisi en doğru yoldur. Davamız meşru ve haklı bir davadır. Biz, kutsal ve meşru bir mücadeleyi yürütüyoruz ve bu yolda halkımız da her zaman bizimledir. Bu yüzden farklı hiç kimsenin icazetine de, desteğine de ihtiyacımız yoktur. Biz kazanacağız, zafer bizim olacaktır. Çünkü halkımız bizimledir. Halkımızın gücüyle doğru ve haklı olan mücadele yolunda kazanan biz olacağız. Bizim gücümüzün esas kaynağı Önder APO’nun ideoloji ve felsefesi, halkımızın desteği ve kendi öz gücümüzdür. Bunu herkesin iyi bilmesi lazım.

HALIKIMIZIN EYLEMLERİNİ SELAMLIYORUZ

Halkımız on yıllardır olduğu gibi şimdi de her gün meydanlarda eylemlerdedir, dimdik ayaktadır. Biz, bu eylemselliklerde yerini alan, emek veren tüm yurtsever halkımızı bir kere daha selamlıyoruz ve kutluyoruz. Partimiz PKK’nin kuruluşunun yıl dönümündeyiz. İnanıyorum ki Partinin kuruluş yıl dönümü kutlamaları daha da coşkulu ve güçlü karşılanacaktır. Halkımızın eylemsellikleri herhalde daha da genişleyecektir. Bugün yurtsever insanlarımız, yoldaşlarımız zindanlarda direnme kararı almaktadırlar. Halkımız işgal güçlerinin egemenliği altındadır. PKK’nin kuruluşunun 41’inci yılında herkesi bu zulme ve baskıya karşı mücadeleyi daha da büyütmeye çağırıyoruz.

Halkımız iyi bilmelidir ki; bugün imkanlarımız, komplonun gerçekleştiği 1999 yılına göre daha fazladır. Kazanma imkanımız çok daha fazladır. Bize karşı olan güçler, haksızdır ve bu mücadelede haklı olan bizleriz. Biz kendimize, Önderliğimize, halkımıza ve özgürlük davamızın haklılığına inanıyoruz ve böylelikle davamızın haklılığı bir kez daha ispatlanmış oldu. Biz, bu yolda mücadeleyi daha da büyütüp güçlendireceğiz ve kazanacağız. Yönümüz, çabamız buna dönüktür.

Eğer yurtsever olan herkes olduğu yerde elini taşın altına koyarsa, kendi sorumluluklarına sahip çıkarsa zafer daha yakın olacaktır. Türk devleti hegemonik güçlere, dış güçlere her şeyini satarak mücadelemizi geriletmek istiyor. Fakat onlar bunu başaramayacaktır. Çünkü artık ayaklarımız yere iyi basıyor ve imkanlarımız da vardır. Biz, siyasi, örgütsel, toplumsal ve askeri açıdan da var olan imkanları doğru kullanabilirsek, hiçbir güç bizi yenemeyecektir ve biz kazanacağız.

ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜ TÜM HALKLARIN ÖZGÜRLÜĞÜDÜR

Bunun için, halkımızın komplonun bir devamı olan bu karara karşı yürütmüş olduğu mücadele yerindedir. Fakat bu eylemlerin merkezinde Önder APO’nun özgürlüğü olmalıdır. Önder APO’nun özgürlüğü zaten bölgenin ve tüm halkların özgürlüğü demektir. Rêber APO, Ortadoğu bölgesinde yeni bir özgürlük çağı geliştirmek istiyor. O açıdan Önder APO’nun özgürlüğü Kürt halkının ve hatta tüm halkların özgürlüğü anlamına gelmektedir. Hem halkımız ve hem de halklarımızın dostları Önder APO’nun özgürlüğü için daha fazla mücadele etmeli, eylemlerini daha da büyütmeli ve bu şekilde işgalcilerin tüm tuzak ve oyunlarını gözler önüne sermeli ve boşa çıkarmalıdır.

PKK’NİN 41. YILI HERKESE KUTLU OLSUN

Halkımızın mücadelesi bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Biz bir halkız. Onların dediği gibi terör falan da değiliz. Teröre ve tüm haksızlıklara karşı tavır ve tutum sahibiyiz. Biz tarihsel toplumsal bir hakikatiz. Bu hakikati ne kadar haykırırsak o kadar sonuç alacaktır. Bunun için yeni bir döneme girmek üzereyiz, bu yeni süreçte daha da umutluyuz. Çünkü imkan ve koşulları kazanmamız için fazlasıyla elverişlidir, güçlüdür. Siyasi, diplomatik, toplumsal ve askeri olarak her açıdan imkanlarımız buna el vermektedir. Bu hususta kazanmanın altyapısı, zemini ve imkanları vardır; ve PKK’nin 41’inci yılını büyük kazanımların yılı haline getirmek istiyoruz. Bu temelde ve bu inançla tüm halkımıza ve yurtseverlere bir kez daha bu yeni PKK yılında başarılar diliyoruz.