Gerilladan Ulaş Adalı anısına...

Erdal Çayan, 22 Temmuz 2017’de şehit düşen Ulaş Adalı’yı (Gökhan Taşkan) yazdı…

22 Temmuz 2017… Ulaş Adalı’nın ardında koca bir devrim mirasını bırakarak aramızdan ayrıldığı gün. 27 Mayıs 2013’te imar izni olmadan iş makinelerinin Taksim Gezi Parkı’na girmesinin ardından, 1968 17 Temmuz’unda Amerikan emperyalizmini temsil eden 6. Filo’nun İstanbul açıklarından yanaşmasını protesto amaçlı başlayan protestolara benzer şekilde, tam kırk dört yıl sonra yine Taksim’de Türkiye ikinci defa aynı ruha şahit oldu. O ruh ki; Marx’ın deyişiyle Avrupa’da kol gezen komünizmin hayaletinin Taksim semalarında dolaşan yansımasıydı, o ruh ki 7 Ocak 1969’da ODTÜ’yü işgal eden Hüseyin İnan, Taylan Özgür, Ulaş Bardakçı, Sinan Cemgil önderliğindeki gençliğin yeniden vücut bulmasıydı, o ruh ki en güzel ilk yüz metreyi kat edenlerin ardından kırk dört yıllık maraton koşusunda bayrağın yeniden Ulaşlar şahsında taşınmasıydı. Gezide dolaşan, 68 ruhunun ta kendisiydi.

Gezi Parkı eylemleri başladığında İstanbul’a yakın bir şehirde, sosyalizmden haberdar olmayan bir lise öğrencisiydim. Gezi ile başlayan eylemler zinciri tüm Türkiye ve Kürdistan’da patlak verdiğinde yaşadığım duyguları bugün nasıl tarif edebileceğimi bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey varsa o da Gezi’nin 12 Eylül sonrası tıkanan topluma yeniden nefes aldırdığı, sosyalizmin yalnızca kelime anlamı olarak değil, hakikati yansıtan bir kavram olarak toplumcu olduğu gerçeğidir. 2013 yılında, otuz üç yıldır nefes alamayan Türk halkına mensup, sosyalizmden bihaber bir genç olan ben, Gezi Parkı ile başlayan ve Soma ile devam eden olaylar zincirinde hiç olmadığı kadar yoğun duyguları iç içe yaşamış ve üniversiteye yerleşirken siyaset bilimi bölümünü tercih etmiştim.

İstanbul’da üniversiteye yerleştikten kısa bir süre sonra, Gezi Parkı eylemleri sonrası mücadeleyi büyütmek adına dağlara çıkan Şehit Ulaş Adalı’nın önderliğini yaptığı Sosyalist Demokrasi Partisi ve gençlik örgütü Kurtuluş Yolunda Dev-Genç ile tanıştım. Bu dönemin, hayatımda en belirleyici olaylara tanıklık ettiğini söylersem abartmış olmam. Üniversiteye yerleştiğim yıl aynı zamanda Kobanê direnişiyle sembolleşen ve 6-7-8 Ekim olaylarına tanıklık eden bir dönem olmuştur. Kobanê’de gelişen muazzam direnişin, İTÜ Maçka Kampüsü’nde Dev-Genç eski genel başkanı Bülent Uluer ve Kobanê şehidi Türkiye devrimci gençliğinin öncü isimlerinden Paramaz Kızılbaş’ın babasının katıldığı seminerde nasıl adlandırıldığı halen hatırımdadır; Kızıldere’den Kobane’ye Birleşik Devrimci Direniş. Evet seminer, Kızıldere’de Mahirlerin şehit olduğu 30 Mart 1972’nin yıl dönümünde, bu sefer kırk üç yıl sonra, Önder Öcalan’ın Mahir Çayan’dan etkilendiği ve THKPC’ye sempati duymaya başladığı seminerin gerçekleştiği aynı salonda meydana gelmişti. 68’in ruhu kırk yılı aşan sessiz mücadelesinin ardından yeniden doğduğu topraklarda dolaşıyor gibiydi.

O dönemler sosyalizmle örgütlü anlamda yeni tanışan üniversite öğrencisi bir genç olarak birer efsane gibi bahsedilen iki Ulaş’ı çok iyi hatırlıyorum. Kimse onların nerede olduğundan açıkça söz etmezdi, fakat herkesin içten içe bildiği bir sır gibiydi. Ulaş Adalı ve Ulaş Bayraktar, 1971’de Nurhaklara tırmanan Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan gibiydi. Onlar, Türkiye devriminin geleceğini inşa etmeye gitmişlerdi. Heyecanlı ve çok şey yapmak isteyen bir genç için heyecan yaratan bu gizlilik ortamı ve ardında yatan gerçeklikten etkilenmemek mümkün değildi.

O dönem, Önder Öcalan’ın ‘’Nasıl yaşamalı?’’ kitabının elime geçtiğini hatırlıyorum. Devrime adanmış bir yaşam üzerine yoğunlaşmalarım giderek derinleşirken reel sosyalizm ve devlet üzerine çelişkilerim de artış gösterdi. Daha sonra Önder Öcalan’ın savunmalarını da okumamla yönümü PKK’ye doğru çevirdim. 7 Haziran 2015’ten sonra AKP’nin tek başına iktidar olamamasının toplum üzerinde yarattığı etki çok barizdi. Fakat hemen ardından gelişen saldırılar karşısında örgütlü cevap olunmaması Türkiye’yi yeniden faşizmin pençesine bırakan olaylar silsilesini tetikledi. Önce, 20 Temmuz 2015’te Kobane’nin inşasına katılmak için Suruç’ta toplanan Türkiye devrimci gençliğinden otuz üç SDGF’li yoldaşın katledildiği saldırı gerçekleşti. Hemen ardından da 24 Temmuz’da Medya Savunma Alanlarına dönük kapsamlı hava harekatları. O zamana değin devam eden çözüm süreci algısı bir anda bütünüyle ortadan kalkmıştı. Kürdistan’da yurtsever devrimci gençliğin buna refleksi çok güçlü oldu ve Özyönetim Direnişleri dediğimiz süreç başladı. Artık Türkiye ve Kürdistan’da devrimci-demokratik gençlik için iki seçenek vardı ya tam anlamıyla mücadeleye katılırdınız ya da pasifize olurdunuz.

Tahir Elçi’nin katledildiği dönemde Türkiyeli bir genç olarak Kürdistan’a ilk defa ayak bastım. Kürdistan’da gördüklerim yukarıda dile getirdiğim iki yol arasında ilkinden doğru kararlaşmamda etki sahibi oldu ve Özgürlük Hareketi’nin saflarına katıldım. Benim gibi Türkiye solundan pek çok genç bu dönemde ya özyönetim direnişleri temelinde fiili olarak ortak mücadeleye katılmıştır ya da doğrudan Özgürlük Hareketi’nin saflarına. Çünkü Kürdistan merkezli inşa edilmiş sistem ve Ortadoğu’da buna dayalı dengelerin ancak Kürdistan’da yürütülecek mücadelenin başarısıyla yıkılacağını doğrudan görmüş, Kürdistan’daki mücadelenin diğer bölge halklarının ortak mücadelesi olduğunu anlamışlardır. Tıpkı, Türkiye’de kıra dayalı şehir gerillacılığını başlatmak için yönünü Nurhaklara veren Denizler, Antep sokakları kanıyla kızıllaşan Hakiler, Amed Zindanı’nda yaşamı uğruna ölecek kadar seven Kemaller gibi.

İşte tam bu dönemde Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin ilanına şahit olduk. Divanın karşıdan baktığında en sağında kumral saçlarıyla oturan Ulaş yoldaştı. Şehit Delal ve Abbas arkadaşla birlikte temsil ettikleri divandan HBDH’ın açıklama metnini okudular. Zamanlama itibariyle Halkların Birleşik Devrim Hareketi işte böylesi kritik ve önemli bir dönemece tekabül ediyordu. Ulaş yoldaşı, yıllar öncesinin gizem perdesini yırtarcasına birleşik mücadele saflarında, ona yaraşır bir militan ve yoldaş olma imkanıyla görmek, onunla bu şekilde yüz yüze gelmek tarifi zor bir duyguydu. Önder Öcalan’ın dediği gibi eşitler arasında emek mücadelesi olan yoldaşlık ilişkilerinde Ulaş yoldaş en önde koşanlardandı. Onunla bu şekilde eşit koşullarda olmak, Partimin, mücadelenin bu fırsatı sunuyor olması onun gibi yoldaşların yanında insanın kendini layık görmediği bir durumdur.

22 Temmuz 2017’de Ulaş yoldaş şehit olduktan sonra yaşadığım duygu, bu eşitler arası mücadelede bayrağı onun bıraktığı yerden nasıl kaldırabileceğim konusunda hissettiklerim olmuştur. Şimdi, şehadetinin ikinci yıl dönümünde Ulaş yoldaşı bir kez daha saygıyla anıyor, mücadelesine layık olma sözümü yineliyorum.