Kalkan: 1 Haziran hamlesi tarihi bir atılımdır

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Savunma Alanları’nda 1 Haziran 2004 ve 1 Haziran 2010 hamlelerini gerillalara değerlendirdi.

Duran Kalkan, ''1 Haziran 2004 hamlesi çok önemli, çok tarihidir” diyerek “Hareketi uçurumun eşiğinden çıkartılarak paradigma değişimi temelinde Önderlik çizgisi ile buluşturulup yeniden Uluslararası Komploya karşı Kürt varlığı ve özgürlüğü mücadelesini öncü düzeyde yürütür hale getirilmesini ifade ediyor” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’ın, Medya Savunma Alanları’nda gerilla güçlerine hitaben yaptığı değerlendirme şöyle:

‘’Bugün 1 Haziran Hamle günümüz. Bilindiği gibi Uluslararası Komploya karşı mücadelede, 1 Haziran’da 2004 yılı, diğeri 2010 yılı olmak üzere iki defa hamlesel bir mücadele sürece başlattık. Hala da bu temelde mücadele ediyoruz. Devrimci hamlelerimizi başta Önderliğimiz olmak üzer tüm yoldaşlara, halkımıza, dostlarımıza kutlu olmasını diliyoruz. Her iki hamlede de büyük mücadeleler yürüttük ve şehitler verdik. Tüm şehitlerimizi, yine Uluslararası Komploya karşı “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarı temelinde yürütülen fedai mücadelesinin şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz.

Uluslararası Komploya karşı mücadelede bilindiği gibi iki kez 1 Haziran’da hamlesel süreçler başlattık. Birincisi, 1 Haziran 2004 yılında bir basın toplantısıyla ilan edildi. Esas olarak 1 Eylül 1998’de ilan edilmiş olan, daha sonrada 2 Ağustos 1999’da süresiz kılınan ateşkesin sona erdirilmesini ifade ediyordu. Kuşkusuz ateşkesi sona erdirmek, yeniden çatışma ve savaş sürecinin başlaması anlamına geliyordu. Fakat bilindiği gibi bu hamlenin askeri boyutu önde ve birincil değildi, ideolojik ve örgütsel boyutu çok daha öndeydi.

Esas itibariyle ABD öncülüğünde KDP ve YNK’ye dayalı olarak 2002-2004 yılları arasında hareketimize içten dayatılan provokatif tasfiyeci eğilimin tasfiye edildiğinin, hareketin yeniden Önderlik çizgisiyle buluşturulduğunun, bütünleştirildiğinin ilanı oluyordu. Bu bakımdan ideolojik-örgütsel yanı daha öndeydi, esastı. İdeolojik-örgütsel çizgi mücadelesi boyutu daha güçlüydü. İdeolojik, siyasi ve askeri mücadeleyi bütünlüklü olarak geliştirmeyi öngörüyordu. Hamle temelinde düşük yoğunluklu bir aktif savunma savaşıyla daha yoğun bir ideolojik ve siyasi mücadele yürütülmeye çalışıldı.

Kuşkusuz mücadelenin önemli sonuçları ortaya çıktı, belli bir kazanım yarattı. Ateşkes temelinde yürütülen demokratik siyasi mücadeleyle Kürt sorununun çözümünde sonuç alınamaması koşularında demokratik siyasetin önünü silahlı devrimci eylemlerle açmayı ve bu temelde Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü gerçekleştirmeyi hedefliyordu. Bu temelde yürütülen yoğun siyasi-askeri mücadeleye, sağlanan gelişmelere, sistem üzerinde yaratılan darbeleyici etkilere rağmen bilindiği gibi süreç demokratik siyasi çözümün tamamlanması temelinde yürümedi. Tersine Tayyip Erdoğan yönetiminin faşist darbelerle sömürgeci-soykırımcı sistemi yenileme, yeniden yapılandırma ve buna dayalı olarak Kürt soykırımını tamamlama zihniyet ve siyaseti karşısında, yeni bir mücadele stratejini hareket ve halk olarak yürütmemiz gerektiği noktasında sonuçlandı. Bu temelde 1 Haziran 2010 stratejik değişim hamlesi gerçekleştirildi.

1 Haziran 2010 Hamlesinin askeri ve siyasi boyutu öndeydi. Bir stratejik değişimi ifade ediyordu. Demokratik Siyasi Mücadele Stratejisi ile Kürt sorununun çözümünü gerçekleştiremediğimiz koşullardı. Kürt sorunun demokratik özerklik çözümünü, Devrimci Halk Savaşı Stratejisiyle gerçekleştirmek üzere strateji değiştirdik. Mücadele tarihimizin üçüncü stratejik dönemi olan Demokratik Siyasi Mücadele Stratejine son verdik. Demokratik özerklik çözümünü, devrimci halk savaşı ile gerçekleştirmeyi öngören yeni bir mücadele stratejisini benimsedik. Mücadele tarihimizin dördüncü stratejik dönemini başlattık.

Biliniyor, birinci stratejik dönem partileşme dönemiydi. Esas olarak “Ajanlaşmış yapı, kurum ve kişilere karşı devrimci şiddet temelinde mücadele etmeyi” öngörüyordu. İkinci stratejik dönem; 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesine karşı “Uzun süreli devrimci halk savaşı strateji” dönemiydi. Bu dönem gerillanın başlatılması ve geliştirilmesi biçiminde sürdü. Birinci stratejik dönem mücadelesiyle partileşmeyi sağladık. İkinci stratejik dönem mücadelesiyle hem gerillalaşmayı hem de Ulusal Diriliş Devrimini gerçekleştirdik.

Mücadele tarihimizde üçüncü stratejik dönem, esas olarak 1993 Mart’ında ilk defa Önder Apo’nun ilan ettiği ateşkes süreciyle başladı. Uzun süreli Devrimci Halk Savaşını, ateşkes ilanıyla demokratik siyasi mücadele stratejine dönüştürmek, bu temelde değişiklik yaratmak istedik. Fakat bu süreç bilindiği gibi çok sancılı geçen bir süreç oldu. Yeni stratejiyi tanımlamakta, teorik formülasyona kavuşturmakta ve bu temelde hareketi, örgütü eğitip yeniden yapılandırmakta zorluk ve sıkıntı yaşadık. Topyekun özel savaş konsepti temelinde TC yönetimine hakim olan faşist çeteci güçlerin topyekun saldırıları karşısında böyle bir çalışma yürütme, değişim yapma, imkanı ve fırsatı bulmakta zorlandık.

Faşist-soykırımcı güçler, Önder Apo’nun 1993 Mart’ında ilan ettiği ateşkese kısa sürede topyekûn özel savaş saldırısıyla cevap verdiler. Ateş konumunda hareketi yakalayıp topyekûn saldırı yöntemiyle ezme, imha etme hesabı yaptılar. Bu durum söz konusu faşist-soykırımcı saldırı karşısında hareket ve halk olarak topyekûn direniş yürütmemizi zorunlu kıldı ve stratejik değişimi daha bütünlüklü, yeterli, teorik, ideolojik, örgütsel bütünlük içerisinde gerçekleştirmemiz bu temelde engellendi, zamana yayıldı, süreç uzatıldı.

Aslında yeni strateji temelinde kendini yeniden tanımlama, programlama, planlama ve örgütlemeyi gerçekleştirmeden, topyekûn saldırıyla hareketimiz ezilip tasfiye edilmek istendi. Stratejik değişimi buna karşı topyekun direniş diyebileceğimiz bir mücadele içerisinde gerçekleştirmeye çalıştık. Yeterince teorik formülasyonlara kavuşturmamız, parti kadrolarını, gerilla gücünü, halkı bu temelde eğitip örgütlendirmemiz bu çerçevede zayıf ve parçalı oldu. Böyle olunca da sürece yayıldı. Stratejik değişim ve yeni mücadele stratejisini yürütmek sıkıntılı ve sancılı oldu.

Buna ikinci saldırı hamlesi olarak, 9 Ekim 1998 yılından itibaren Uluslararası Komplo saldırısı dayatıldı. Faşist-soykırımcı güçler topyekûn imha saldırılarını dönem dönem peş peşe geliştirip yürütmekten geri durmadılar. Bu açıdan her ne kadar demokratik siyasi mücadele stratejisi temelinde mücadele yürüttüğümüz bir süreç olarak tanımlasak da 1993’ten 2010’a kadar geçen süreç çok dalgalı, parçalı oldu. Bazı dönemlerde demokratik siyaset yönünden ziyade daha çok savaş yönü öne çıktı. Düşman saldırıları her dönemde olduğundan çok daha ileri boyut kazandı. Zorunlu olarak biz de bu saldırıları gerilla direnişiyle, gerilla öncülüğündeki halk direnişiyle karşılamak, kırmak, etkisiz kılmak durumunda kaldık.

Bu dönemde zaman zaman da ateşkes süreçleri yaşandı. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü için programlar, projeler oluşturuldu, ilan edildi. Bunlar temelinde diyalog düzeyinde İmralı’da ve Oslo’da görüşmeler yapıldı. Çeşitli biçimde Kürt sorunuyla ilgili çevrelerle demokratik siyasi çözümün önünü açmayı hedefleyen diyaloglar içinde görüşme ve tartışma süreçleri içerisinde olundu. Ulusal, bölgesel, küresel güçlerle böyle bir diyalog süreci yaşandı. Bunlarla Kürt sorununa demokratik siyasi çözümün önü açılamayınca, böyle bir sürece gerilemeyince, tersine tüm bu çabalar ‘zayıflık’ olarak görülüp, bunlardan soykırımı tamamlamak için fırsat kabilinden yararlanma durumu TC cephesinden öne çıktı.

Tayyip Erdoğan yönetiminin faşist-sömürgeci imha ve tasfiye saldırıları özellikle 14 Nisan 2009 tarihinden itibaren demokratik siyaseti tümden tasfiye etmeyi hedefleyen bir siyasi soykırım düzeyinde geliştirilip pratikleştirilince, artık demokratik siyasi mücadele yürütmenin, bu temelde sorunlara çözüm bulmanın imkanı ve koşulları kalmadı. Bu durumu değerlendirerek Önder Apo, 2010 Mayıs ayı sonunda artık demokratik siyasi mücadele ve çözüm koşullarının kalmadığını, dolayısıyla kendisinin yapabileceği bir şeyin bulunmadığını değerlendirerek, demokratik siyasi çözüm çabalarından geri çekildiğini ilan etti.

Bunun üzerine hareket olarak biz de 1 Haziran’dan itibaren 1993 Mart’ıyla başlayıp parçalı gelişen üçüncü stratejik döneme yani demokratik siyasi mücadele sürecine son verdiğimizi, Kürt sorununun demokratik özerklik çözümünü, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde yürütülecek mücadele ile ve esas itibariyle kendi gücümüze dayalı tek taraflı yürüttüğümüz mücadele ile gerçekleştireceğimizi değerlendirdik, kararlaştırdık ve halka, kamuoyuna duyurduk. Böylece yeni bir stratejik mücadele süreci başlatmış olduk.

Üçüncü stratejik dönem parçalı gelişen ve ancak genel itibariyle demokratik siyasi mücadele stratejisi biçiminde tanımladığımız süreç oldu. 1 Haziran 2010’dan itibaren böyle bir mücadele stratejisine son vererek Kürt sorununun demokratik özerklik çözümünü, yani demokratik ulus inşasını, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde yürüteceğimiz mücadele ile gerçekleştirmeyi hedefleyen yeni bir stratejik mücadele süreci içerisine girdik. Böyle bir strateji temelinde 8 yıldır mücadele yürütüyoruz. Bugün bu stratejik dönemin dokuzuncu yılana giriyoruz. Kuşkusuz bu 8 yıl içerisinde önemli taktik süreçler oldu. Bazen günde birkaç kez taktik değiştirmek zorunda kaldığımız yoğun mücadele dönemleri yaşandı. Genelde bu stratejik süreç birkaç temel taktik dönem olarak gerçekleşti. Başta Kuzey Kürdistan olmak üzere Rojava’da, Başur’da, Rojhilat’ta Medya Savunma Alanlarında, yurtdışında böyle bir strateji doğrultusunda hareket ve halk olarak yoğun bir direniş mücadelesini sürdürdük. Her bakımdan özgürlük mücadelemiz yaygınlaşıp derinleşerek bugün gerçek anlamda bir topyekun direniş haline geldi.

9. stratejik hamle yılına girerken yine 1 Haziran 2004 atılımımızın 14. yılını tamamlayıp 15. yılına girerken her bakımdan bir topyekûn direniş süreci içirişinde olduğumuz açıktır. 9. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi mücadele yılını bu esas üzerinde karşılıyoruz.

1 Haziran 2004 ideolojik-örgütsel atılımına esas itibariyle tasfiyeciliğe karşı mücadele içerisinde ve paradigma değişimi süreci temelinde geldik. İdeolojik-örgütsel mücadele olarak bu atılımın öne çıkmasının esas bir boyutu paradigma değişimiydi. Küresel kapitalist hegemonik güçler; yani Kürt sorununun inkar ve imha sistemi, Uluslararası Komplonun ortaya çıkardığı ideolojik-örgütsel, yönetimsel durumdan yararlanarak, yine hareketin Uluslararası Komplo gibi bir durumla karşılaşmasına yol açan ideolojik sorunlar yaşar durumda bulunmasından da faydalanarak AKP yönetiminin dinci, ümmetçi çizgisine dayanıp özellikle KDP ve YNK gibi Kürt işbirlikçiliğini aktifçe devreye koyma temelinde, içten provokatif eğilimler dayatarak özgürlük hareketimizi parçalamayı imha ve tasfiye etmeyi öngörmüştü. Gerçekten de Uluslararası Komplo gibi bir saldırıya karşı direnebilmesi için hareketin kendisini her bakımdan köklü bir biçimde gözden geçirmesi, yenilemesi, yeniden yapılandırması gerekiyordu. Her şeyden önce Uluslararası Komploya yol açan nedenleri tüm boyutlarıyla yeterince bilince çıkartıp aşma gücünü göstermesi gerekiyordu, çünkü Uluslararası Komplo saldırısı Özgürlük Hareketimizin baştan itibaren karşı karşıya kaldığı en ağır saldırıydı.

ULUSLARARASI KOMPLO KÜRT SOYKIRIMINI TAMAMLAMAYI HEDEFLİYORDU

Uluslararası Komplo, Önder Apo’nun geliştirdiği son Kürt direnişini de imha ve tasfiye etmeyi, böylece Kürt soykırımını tamamlamayı hedefliyordu. 9 Ekim 1998’de Önder Apo’nun imhası hedefiyle başlatılan süreç her ne kadar başarısız kılınmış olsa da 15 Şubat 1999 komplosu halinde gerçekleşmesinin önü alınamamış, İmralı sürecinin ortaya çıkartılması engellenememişti. Buna yol açan nedenler zihniyet, ideoloji, siyaset, örgüt, strateji ve taktikler boyutunda açığa çıkartılmak, değerlendirilip aşılmak ve bu temelde köklü bir yenilenme gerçekleştirilmek zorundaydı.

Eğer Uluslararası Komplo yenilmek, Kürt varlığı ve özgürlüğü sağlanmak, Kürt sorunu mutlaka Kürt halkının varlığı ve özgürlüğü temelinde çözümlenmek isteniyor ise bütün bunların gerçekleştirilmesi zorunluydu. Ancak böyle köklü bir değişim ve düzeltme temelinde Uluslararası Komployu doğru anlayan, çözümleyen onu her bakımdan aşma ve yenilgiye uğratma gücünü, zihniyette, ideolojik-politik çizgide, strateji ve taktiklerde gösterecek bir düzeyin ortaya çıkartılması ile bu gerçekleştirilebilirdi.

Bütün bunlar temelinde Önder Apo’nun yürüttüğü çalışmalar, sürdürdüğü yoğunlaşma, paradigma değişimi olarak tanımladığımız köklü bir değişim, hareketimizi ve Önderliğimizi yenilenme sürecine götürdü. Önder Apo buna “Üçüncü Önderliksel Doğuş” dedi. Bütün bunları paradigma değişimi olarak tanımladı. Öyle bir değişime kadar giden süreçte içine düşülen durumu, “ideolojik bunalım dönemi” olarak da ifade etti. Bir ideolojik netleşme, kesinleşme, bunu gerçekleştirecek zihniyet düzeyi ve teorik çözümleme geliştirilmeden artık PKK biçiminde yürünemeyeceğini de dolayısıyla PKK’nin isminin de değiştirilmesi gerçeğini gündemleştirdi. Parti olarak yürümeyi de durdurdu.

Sonuçta paradigma değişimi tüm bu ihtiyaçları karşılayan değişim, dönüşüm, yenilenme, düzeltme imkanını verdi. Uluslararası Komployu tarihsel ve küresel boyutlarıyla doğru ve tam anlayan, komployu yenmenin zihniyet, teori, ideolojik-politik çizgi, strateji ve taktikler bakımından düşüncede ve pratikte gücünü ortaya çıkartan bir sonucu yarattı.

Aslında 2002-2004 süreci Önderlik ve hareket düzeyinde böyle köklü bir değişim dönüşüm süreciydi. Bir yoğunlaşma ve zihniyet devrimi, değişimi dönüşümü gerçekleştirme mücadelesini her bakımdan derinliğine yürütüldüğü bir dönemdi. Önderlik düzeyi bunu paradigma değişim ile, üçüncü Önderliksel doğuş olarak başarılı bir biçimde yürüttü ve bir çözüme kavuşturdu. Önderlik çözümünün harekete ve halka yansımasını engellemek böyle bir çözümün pratikleşmesine fırsat vermeden, hareketi yaşadığı bunalımlar ortamından da yararlanarak parçalayıp imha etmek, tasfiye etmek üzere küresel, bölgesel ve yerel gerici güçler, sömürgeci-soykırımcı ve işbirlikçi güçler içten provokatif tasfiyeci saldırıları dayattılar.

Daha önce Ecevit hükümetiyle Avrupa demokrasisine dayanarak Önderlik gerçeğini, ideolojik-siyasi yenilgiye uğratma planlamasında başarısız kalınca AKP’nin İslam kardeşliği, ümmetçi söylemleriyle de Kürt halkını etkileme, hareketin kitle gücünü bu temelde zayıflatmayı da gözeten bir planlama dahilinde içten parçalamayı öngören provokatif tasfiyeci saldırıları dayattılar. Yoğun bir iç mücadeleyi her bakımdan PKK yaşadı. Sonuçta “Bir Halkı Savunmak” kitabıyla Önder Apo paradigma değişimini çok boyutlu kapsamlı ve içerikli olarak tanımlayıp tasfiyeciliğin dayanmak istediği bütün çarpıtıcı düşünce yaklaşımlarını mahkum ederek tasfiyeciliği deşifre etti. Tasfiyeciliğin tasfiyesini gerçekleştirdi.

1 Haziran 2004 Atılımı, bu sonucu ilan eden atılımdı. Tasfiyeciliğin paradigma değişimi temelinde Önder Apo’nun yürüttüğü mücadele ile yenildiğinin, tasfiye edildiğinin ilan edilmesi anlamına geliyordu. Nitekim tasfiyeci saldırılarını yürüten merkez ABD dışişleri bakanlığı ancak yüzde elli başarılı olabildiklerini, PKK’yi yarı düzeyde tasfiye etmeyi başardıklarını, ama tam başarıya gidemediklerini ilan etmek zorunda kaldı. Hem provokatif-tasfiyeci saldırıların nereden planlanıp yürütüldüğünü böylece ortaya koymuş sahiplenmiş oluyordu hem de tam saldırıda tam başarıl olamadıklarını kabul ediyordu. Özellikle 2003 süreci boyunca neredeyse bir yılı aşkın bir dönemde hareket, Önder Apo’nun düşüncelerinin öngördüğü biçimde yürütülmekten çıkarak aslında inkar ve imha zihniyet ve siyasetini yürüten sistemin kuyruğuna takılma, ABD tarafından yönlendirilir olma gibi bir durum yaşadı.

1 Haziran 2004 Atılımı aslında böyle bir duruma son verildiğinin, tasfiyeciliğin tasfiye edildiğinin, hareketin KDP-YNK etkisinden, ABD çizgisinden çıkartılarak yeniden paradigma değişimi temelinde kendisini yenilemiş, yeniden formüle etmiş bulunan Önderlik çizgisiyle yeni bir mücadele sürecinin başlatıldığının ilanı oluyordu. Bu anlamda zor da olsa, fakat önemli ve tarihi bir mücadelede alınan başarılı sonucu duyuruyordu. Tasfiyeciliğin bu biçimde de olsa tasfiye edilmiş olması hareket ve Önderlik açısından başarılıydı. Fakat bu mücadele sürecinde hareket yıpranmıştı, çok kan kaybetmişti. Önemli bir kadro gücü tasfiye olmuştu, yıpranmıştı. Bu bakımdan kuşkusuz 1 Haziran 2004 hamlesi çok hazırlıklı, çok güçlü ve planlı başlayan bir hamle olmadı. Siyasi ve askeri bakımdan çok güçlü eylemlerle gelişen bir hamle olarak gerçekleşmedi. Süreç içerisinde askeri ve siyasi mücadeleler gittikçe örgütlendirildi, güçlenme, gelişme gösterdi.

Tayyip Erdoğan yönetimi tersine bu zayıflıktan yararlanarak tasfiyeyi tamamlamak üzere karşı taktiklerle 1 Haziran hamlesini boşa çıkartmayı, hareketi imha ve tasfiye etmeyi hedefleyen saldırılar yürüttü. Bütün bunlara karşı duruş ile mücadele giderek 1 Haziran 2004 hamlesini siyasi, askeri, ideolojik boyutta hareketi yeniden yapılandırır, güçlendirir bir düzeye getirdi. “Bir halkı Savunma” kitabı temelinde önemli bir eğitim, bilinçlenme, zihniyet değişimi dönüşüm gerçekleştirildi. Bunu örgütlemeyi öngören örgütsel yeniden yapılanma çalışmaları özellikle 2005 yılında yoğunca sürdürüldü.

Sonuçta provokatif tasfiyeci eğilim ve hareketin imhası boşa çıkartıldı, yenilgiye uğratıldı. Ciddi zayıflama yaşamış olsa da hareket kendisini toparlayarak yeniden örgütlü ve mücadele eder konuma getirdi. Önderlik düzeyinde gerçekleştirilen paradigma değişimi temelinde oluşan yeni ideolojik-politik çizgiyi anlama, onu programa dönüştürme, örgütsel yeniden yapılanmayı bu temelde gerçekleştirme adımlarını attı. Böylece hem ideolojik-örgütsel bakımdan yenilenme, yeniden yapılanma gerçekleşti hem de önemli bir siyasi-askeri mücadele bu atılım temelinde yaşandı. Özellikle 2006 yılında Şubat başından itibaren gelişen siyasi mücadele ve onu takip eden askeri mücadele, ABD’yi PKK’den resmen ateşkes talep etme noktasına getirdi. Bu anlamda önemli sonuçları oldu. Ciddi bir değişim dönüşüm ve yeniden yapılanma sürecinin yaşanmasına, PKK’nin kendisini bir düzeyde ‘Demokratik Ekolojik Kadın Özgürlükçü Paradigma’ temelinde yenilenip yeniden yapılandırmasını sağlatmaya götürdü.

1993’ten itibaren gerçekleştiremediği bir çok değişim-dönüşümü hareket böyle bir süreçte gerçekleştirme imkanı ve fırsatı buldu. Tabii değişim-dönüşüm köklüydü, paradigmasaldı; Zihniyet, vicdan devrimini öngörüyordu. İdeolojik bakımdan güçlü bir yenilenmeyi yeni bir politik program oluşturmayı, Kürt sorununun çözümü için paradigma değişimi temelinde yeni bir çözüm programını, projesini ortaya çıkartmayı ifade ediyordu. Tüm bunları öngören bir mücadele tarzı, taktiğini, politika tarzını, hareketin geliştirmesi ve patiğe geçirmesini istiyordu. Bunlar çerçevesinde önemli bir yenilenme kuşkusuz bu süreçte yaşandı. Bunlar biliniyor. Ne kadar yeterli oldu? Olması gerekeni ne kadar verdi? Ne kadar gerekli başarıyı sağladı? Kuşkusuz bu sorular temelinde de değerlendirilmesi gereken bir süreçtir. Tasfiyeciliğin tasfiye edilmesi hareketin kendini yeniden yapılandırması Kürt sorununun demokratik özerklik temelindeki çözümünü öngören ve bu çözümü her türlü mücadele yöntemini kullanma temelinde dayatan bir hareket olarak kendini yenileyip yeniden yapılandırma konumuna getirdi.

Bunlar tarihi gelişmelerdi, önemli sonuçlardı. Hiçbir zaman bu gelişme küçümsenemez, zayıf görülemez. Bunlar öyle rahat ve kolay bir ortamda olmadı. Tersine küresel kapitalist hegemonya sisteminin günlük saldırıları, ideolojik, politik, pratik saldırıları ortamında tüm bunlar gerçekleşti. Her türlü bölgesel ve yerel gerici gücün 24 saat hareketi saldırıldığı ortamda bu yenilenme değişim, dönüşüm adımları atıldı. Bu bakımdan zorlu bir süreçti öyle kolay gerçekleşen imkanlarla, fırsatlarla dolu olan bir süreç kesinlikle değildi. Hemen hemen hiç kimsenin başarılacağına ihtimal vermediği gelişmeleri Önder Apo ortaya çıkardı.

Hareket ve halk böyle bir Önderlik gerçeğini anlamaya ve izlemeye çalıştı. Ortalama düşünce ‘artık ne yaparsa yapsın PKK’nin tarih sahnesinden silindiği’ görüşüne tümüyle kendisini kaptırmıştı. Uluslararası Komplo bu temelde örgütlendirilmiş ve harekete geçirilmişti. Komplocu güçler bu çerçevede amaçlarını gerçekleştirmek için saldırı yürütmede her düzeyde ısrarlıydılar. Bunun için topyekun faşist özel savaş konseptini yeniden devreye koymaktan, sistemin ve TC’nin tüm imkanlarını bu doğrultuda seferber etmekten de geri durmadılar. Kısaca 24 saat yoğun bir zihniyet, ideoloji, siyaset, strateji mücadelesi içerisinde bütün bunlar yaşandı. Bir de bu boyutu var. Bu açıdan mücadele süreçlerinin özelliklerini iyi bilmek gerekiyor. Ortaya çıkan sonuçlar öyle yabana atılacak basit görülecek sonuçlar değildir. Bunu da dikkate almak lazım.

Bunlar temelinde ‘olabilecekler bu muydu!’ kuşkusuz değildi. Aslında öyle bir sürecin hedefi Kürt sorununun demokratik özerklik çözümünü, demokratik siyaset temelinde gerçekleştirmekti. Bunun gerçekleştirilmemiş olması bir defa önemli bir yetersizlikti. Her ne kadar ‘sorun bizden kaynaklanmadı, biz her türlü çözüme açık olduk, çözüm için gerekli planları projeleri ortaya çıkardık; Önderlik, hareket ve halk bütünlük halinde böyle bir çözüm çabası içerisinde olduk’ desek de, yine tüm bu süreçlerde demokratik siyasi çözümü engelleyen ana etken, TC faşist soykırımcı-sömürgeci siyasetiyle, küresel sistemin Kürt inkarı ve imhasındaki ısrarı olsa da düşman cephesini yeterince çözülmeye uğratamamak, demokratik özerklik çözümünü demokratik siyaset temelinde gerçekleştirememek bir yetersizlik olarak görülmek durumundadır. Çünkü programımızın hedefi buydu, stratejimizin amacı bu programı gerçekleştirmekti, demokratik siyaset stratejisi bunu başaramadı. Her ne kadar hareketin imha ve tasfiyesini her düzeyde önleyip hareketi yeniden yapılandıran yeni paradigma ve yeni bir çizgi temelinde özgürlük mücadelesini her boyutta yürütür hale getirdiyse de, demokratik özerklik çözüm hedefini gerçekleştiremedi. Böyle bir amacı gerçekleştirme görevini yeni bir stratejiye Devrimci Halk Savaşı stratejisine bırakmak, terk etmek durumunda kaldı. Başaramadığını başka bir stratejiyle başarmayı öngördü. Bu kuşkusuz değerlendirilmesi gereken önemli bir sonuçtur.

Buna yol açan nedenler neler oldu? Paradigmasal değişim, bu temelde ortaya çıkan Önderlik düzeyendeki zihniyet devrimi yeni felsefe, ideolojik-politik çizgi, strateji ve taktikler; yönetim, kadro, örgüt tarafından ne kadar doğru ve yeterli anlaşıldı? Ne kadar özümsendi? Bu doğrultuda her türlü tutucu, tasfiyeci eski alışkanlıkları ve anlayışları sürdürmeyi öngören tutumlara karşı mücadele etme, onları aşmada ne kadar yeterlilik ve keskinlik gösterildi? Örgütsel ve yeniden yapılanma tüm gücü yeni devrimci görevleri hayata geçirme amacıyla seferber etmede ne kadar etkili ve yeterli oldu? Özellikle bu dönemde örgüt ve yönetim düzeyinde tarz, üslup, tempo demokratik ulusu inşa etmek, demokratik konfederalizmi örgütleme, böylece demokratik özerklik çözümünün zeminini daha güçlü hale getirme yönünde ne kadar etkili yürütüldü? Bu çerçevede kuşkusuz geçen söz konusu süreç eleştirel-özeleştirel bir yaklaşımla ele alınıp değerlendirmeyi gerektiriyor.

Demokratik siyasi çözümün başarılı olmamasına yol açan tüm bu boyutlarda önemli sonuçlar vardır. Kendiliğinden söz konusu sonuç ortaya çıkmadı. Bu anlamda zorlu bir mücadele sürecinde önemli kazanımlar elde eden bir sonuç ortaya çıkmışsa da hem inkar ve imha sistemine hem de onun uzantısı olan tasfiyeciliğe karşı ideolojik-politik örgütsel mücadelede ve pratik duruşta önemli yetersizlikler yaşanmıştır. Daha derinden ve daha bütünlüklü bir anlama olabilirdi. Yönetim ve kadro düzeyi daha iddialı bütünlüklü ve iradeli süreci karşılayabilirdi. Özellikle ideolojik mücadele boyutunda tasfiyeciliğin tüm etkilerine görünümlerine karşı çok daha derinlikli, bütünlüklü, keskin bir mücadele verilebilirdi.

Bu konularda kuşkusuz mücadelesiz olunmadı. Ama bugünden geriye dönüp bakıldığında ortaya çıkan sonuçlar ve pratikte yaşananlar gösteriyor ki, tüm bu alanlarda ciddi yetersizlikler oldu, zayıflıklar oldu. Daha etkili olabilecek birçok husus gerçekleştirilemedi. Aslında demokratik siyasi çözüm gerçekleşmediyse de kuşkusuz bundan düşman cephesi birinci derecede sorumludur. Fakat bizim içerisine girdiğimiz zayıflıklarımız da sorumludur. Eğer durumu düşman ile izah etmeye kalksak zaten düşman çözümü değil, imhayı öngörüyordu. Biz mücadelemizle imhayı önledik, çözümü gerçekleştiremedik. Onlar da zayıflıklarıyla çözümü önlediler, ama imhayı gerçekleştiremediler. Daha önce hareketi Uluslararası Komployla karşı karşıya bırakın “ne zafer ne yenilgi çizgisi, pata durum” aslında bir kere daha söz konusu süreçte yaşandı. Bu gerçekliği görmemiz lazım.

Stratejik değişim süreci, bütün bunları aşabilmek görevi ve hedefi ili yüklüydü. 1 Haziran 2010’dan itibaren stratejik değişimi gündeme getirmemiz, stratejik değişim yapmamız, esas itibariyle tüm bu eksikliklerin ve zayıflıkların varlığı nedeniyleydi ve bunları gidermek bu temelde başarılamayanı başarmak amacını, hedefini güdüyordu. Düşmanla uzlaşma içirişinde müzakere yöntemiyle demokratik siyasi temelde demokratik özerklik çözümünün önü kapatılınca bunu tek yanlı kendi mücadelemizle düşmanı gerileterek, halkı eğitip örgütleyerek adım adım, ama kendi öz gücümüzle yürüttüğümüz mücadele temelinde gerçekleştirmeyi öngören bir mücadele stratejisi benimsedik. Devrimci Halk Savaşı Stratejisinin karakteri buydu. Daha önceki süreçte çözüm sadece bize bağlı değildi. Siyasi çözüm iki tarafı gerektiriyordu. İki tarafın uzlaşmasını istiyordu. İnkar ve imha sistemi zihniyet ve siyaset düzeyinde uzlaşmaya, demokratik siyasi çözüme yanaşmadı. Tersine ona karşı hep oyalama, hile, baskı, zor, tasfiye dayattı.

Özellikle 2009 yılında 29 Mart’ta gerçekleşen yerel seçimler, demokratik özerklik çözümü için son derece elverişli zemin ortaya çıkartınca demokratik siyaseti ezmek üzere devreye 14 Nisan’dan itibaren topyekûn bir siyasi soykırım saldırısı içerisinde inkar ve imha sistemi girdi. Tayyip Erdoğan yönetimi böyle bir saldırıyı çok gözü kara bir biçimde her türlü yöntemi kullanarak yürüttü. Önder Apo’ya kadar saldırının ucu gitti. 17 Kasım’da İmralı’da yaşananları Önder Apo “17 Kasım darbesi” olarak değerlendirdi. 10 Aralık’ta DTP kapatıldı. Böylelikle AKP de parti kapatan bir iktidar da oldu. Her ne kadar parti kapatmalara karşı, kapatılan partilerin bir devamı olarak geliştiğini söylese de kendisi de sonunda siyasi parti kapatan bir iktidar durumuna düşmekten kurtulamadı. 29 Mart 2009 yerel seçiminde Kürdistan’da kazanmış bütün belediye başkanlarını, Eşbaşkanlarını, parti yöneticilerini, demokratik siyasi kurum ve kuruluş temsilcilerini tutuklayan, zindana koyan ve çok yoğun bir siyasi saldırı yürüttü.

Böyle olunca gelişen, güçlenen 29 Mart seçimiyle bütün çözüm güçlerini ortaya çıkartan siyasi çözüm ortamında bunları değerlendirmek yerine, kendisi için tehlike görüp imha etmeyi öngördü. Bu da artık demokratik siyasi mücadeleyle çözüm aranamayacağını, öyle bir mücadeleye imkan, fırsat verilmediğini, demokratik siyasi güçlerin ya katledilerek ya da tutuklanıp zindana konularak etkisiz kılındığı ortaya çıkınca geriye tek çare Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde tek yanlı, kendi öz gücümüzle mücadele edip demokratik özerklik çözümünü gerçekleştirme kaldı.

Stratejik değişim, Devrimci Halk Savaşı Stratejisini esas alma işte bu temelde gerçekleşti. Dolayısıyla demokratik siyasi mücadeleyle başarılamayanları, Devrimci Halk Savaşı mücadelesiyle başarmaktı. Bu neydi? Kürt sorununun demokratik özerklik çözümüydü. Biz paradigma değişimi temelinde hareket olarak programımızı demokratik özerklik çözümü temelinde somutlaştırmıştık. Demokratik Konfederalizm çizgisini oluşturmuş, halk hareketimizi Demokratik Konfederalizm çizgisinde örgütleme sürecine girmiştik, dolayısıyla da özellikle yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuçlara da dayanarak demokratik öz yönetimleri geliştirme, güçlendirme temelinde bir demokratik özerklik çözümünün müzakere yöntemiyle yasal reformlarla gerçekleşebileceğini öngörmüş ve bu temelde uzun bir süre gerçekten de sabırlı bir mücadele hem Önderlik hem de hareket olarak yürütmüştük. Bütün bunlar sonuç vermeyince aynı programı bu sefer değişik mücadele yol ve yöntemiyle hayata geçirmek üzere kendimizi yeniden kararlaştırıp planladık. Dolayısıyla 1 Haziran 2010 değişimi ideolojik-politik, programsal değildi. Mücadele yol ve yöntemleriyle bağlantılıydı. 1 Haziran 2004 hamlesi daha çok paradigmasal değişime dayanıyordu, onun başarısını ve bu temelde tasfiyeciliğin tasfiye edilmesini ilan ediyordu. Yeni paradigma temelinde hareketin kendisini yenileyip yeniden yapılandırmasını hedefliyordu.

1 Haziran 2010 hamlesinin ideolojik-örgütsel boyutu önde değildi. Politik ve askeri boyutu öndedir. Esas olan yeni paradigma temelinde oluşturuluş yeni çizgiyi, Kürt sorununun demokratik özerklik çözümünü merkezine koyan, “Demokratik Ortadoğu Özgür Kürdistan” hedefi doğrultusunda Kürt sorununu gerçekleştirmeyi öngören bir mücadele tarzının, yol ve yöntemlerinin uygulanmasıydı. Değişim bunun üzerineydi. Demokratik siyasi mücadele yol ve yöntemleri söz konusu hedefi gerçekleştirmek için yeterli olmamıştı. Düşman cephesi böyle bir çözüme gelmemişti. Düşmanı çözüm önünde engel olmaktan çıkartarak adım adım gelişecek bir biçimde söz konusu çözümü Devrimci Halk Savaşı mücadelesiyle gerçekleştirmek öngörülmüştü. Dolayısıyla 1 Haziran 2010’da stratejik değişim oluyor. Mücadelenin yol ve yöntemlerinde değişim, siyasi ve askeri boyut bu anlamda önde olan bir değişim oluyor.

8 yıldır böyle bir strateji temelinde mücadele yürütüyoruz. İdeolojik, politik mücadeleler açısından belki çok bilimci olmamak lazım, ama siyasi ve askeri mücadele yürüten geçler de bilimsel davranmak zorundalar. Strateji ve taktik bilimini öngörmek buna göre kararlı, planlı, projeli olmak zorundalar. Ortak eylem yapabilmeleri, eylem de başarılı olabilmeleri için bu şarttır. Bu bakımdan kuşkusuz 1 Haziran 2004 çok önemli, çok tarihidir. Hareketi imha ve tasfiyenin eşiğinden, uçurumun eşiğinden çıkartılarak paradigma değişimi temelinde Önderlik çizgisi ile buluşturulup yeniden Uluslararası Komploya karşı Kürt varlığı ve özgürlüğü mücadelesini öncü düzeyde yürütür hale getirilmesini ifade ediyor ki, bu tarihi bir atılımdır, tarihi bir duruştur. Önemi her zaman büyük olacaktır. Hiçbir gelişme bu önemi azaltamaz.

1 Haziran 2010 stratejik değişimi de önemlidir. ‘Hiç değişimi olmamış, 1 Haziran 2010 öncesinde ne yapıyorsak sonra da benzer şeyleri yapıyoruz, süreç olduğu gibi devam ediyor’ dersek bu da yanlış olur. Stratejik değişim de çok çok önemlidir. Düşünce olarak hangi yoldan yürüneceğinin belirlenmesidir. Dolayısıyla 1 Haziran 1010’dan sonra demokratik siyaset yolundan yürümüyoruz, Devrimci Halk Savaşı yolundan yürüyoruz. Bu nedenle de ‘demokratik siyaset neden başarılı olmadı’ biçimindeki bu döneme ilişkin bütün değerlendirme ve eleştiriler yanlıştır. Devrimci Halk Savaşı ne kadar uygulandı, ne kadar başarılı oldu? Sorusu temelinde son 8 yılın değerlendirilmesi gerekiyor. Doğru değerlendirme, süreci doğru anlama bununla mümkün olur. Böyle görmezsek o zaman stratejiyle taktikleri önemsemezsek, dikkate almazsak o zaman neye göre iş yaptık, yaptıklarımız ne kadar doğru ve yanlış oldu, yeterli ve yetersiz oldu? Bunları tespit edemeyiz. Neye göre doğru ile yanlışı, hata ile doğruyu ayırt edeceğiz. Bu temelde böyle bir muğlaklaştırma gözüküyor. Bu da kendilendiciliğe yol açıyor, eğer bu önlenmez strateji ve taktik bilimine de yeteri kadar önem verilmezse giderek böyle kendiliğindenci bir hareket haline gelebiliriz. Eleştiri-özeleştiri yapamayan, doğru ve yanlışları ayıramayan, dolayısıyla da hedefli ama amaçlı çalışamayan, kendini bu temelde yenilemeyen bir hareket pozisyonuna düşebiliriz. Böyle bir duruma doğru gittikçe de Kürdistan’da örgüt kalmaz, mücadele olmaz. Kürt sorunu öyle bir sorun ki, Kürdistan öyle bir ülke ki, hiçbir biçimde muğlaklığa ve kendilendiğe yer vermiyor. Böyle bir durumu kabul etmiyor. Kesinlikle her türlü kendilendiliğin aşılmasını, muğlaklığın giderilmesini istiyor. Bilinçli, planlı, örgütlü bir çabayı ve mücadeleyi gerektiriyor. Örgüt olarak PKK’nin var olması bile buna dayanıyor. Eğer böyle olmazsak örgütsel varlığımızı bile sürdüremeyiz. Bütünlüğümüzü koruyamayız, yeni gelişmelerle örgütü büyütemeyiz. Çünkü insanları çeken, katan bir duruşumuz pozisyonumuz olmaz.

Bu nedenle 1 Haziran 2004 hamlesini daha doğru ve derinlikli anlamalıyız. Özellikle zihniyet boyutlu bakımından, ideolojik-örgütsel çizgi bakımından her türlü tasfiyeci zihniyet, tutum, anlayış, eğilime karşı mücadele bakımından anlamalıyız. Doğru partileşme, Önderlik ve şehitler çizgisinde doğru militanlaşma bakımından, içerdiği anlamının ve öneminin bilincine derinden varmalıyız. Bu temelde var olan eksikliklerimizi bulup gidermek için her zaman mücadele etmeliyiz. Bu gereklidir. Fakat 1 Haziran 2010 stratejik değişim hamlesini de, 1 Haziran 2004 ideolojik-örgütsel hamlesine bağlı olarak yeni paradigma temelinde gelişen, yeni dönem mücadelesinin yeni bir stratejik hamlesi olarak ele almalıdır. Anlamının bilincine yeterince varmalı, sonuçlarını hedef ve amaçları temelinde değerlendirmekten geri durmamalıyız. Bu da çok çok önemli ve gereklidir. Özellikle güncel bakımdan ideolojik, politik, askeri görevlerimizin doğru ve yeterli bir biçimde belirlenmesi, yaptıklarımızın doğru bir eleştirel-özeleştirel değerlendirmeye tabi tutulması, yeni dönemin doğru kararlaştırılıp planlanarak daha etkili hamlesel ve sonuç alıcı bir mücadele öncülüğüne ulaşılabilmesi açısından bu kesinlikle gerekiyor.

1 Haziran Atılımlarımızın yıldönümündeyiz, değerlendiriyoruz. O zaman 1 Haziran’ı nasıl anlayacağız, nasıl bir ders çıkartacağız? Bu soruyu yönelttiğimiz de Türkiye’de Eylül’de referandum yapılacaktı. Dolayısıyla taktik düzeyde yapılan hazırlıkların eyleme dönüştürülmesi de AKP yönetimini ciddi biçimde darbeledi. Sonuçta AKP yönetimi yeniden İmralı’ya gitmek Önderlikten ateşkes talep etmek zorunda kaldı. Bunun sonucunda da 13 Ağustos 2010’da ateşkes ilan edildi. Bu 20 Eylül’e kadar süreli bir ateşkesti. 16 Eylül’de İmralı’da kapsamlı görüşmeler oldu. 12 Haziran 2011 seçimine kadar geçecek süreçte demokratik siyasi çözüm çerçevesinde neler yapılması gerektiğinin tartışılması için bir mutabakat planlaması da ortaya çıkartılmıştı.

Bu temelde Önderlik yeniden bir siyasi çözüm arayışına yöneldi. Hareket olarak 1 Haziran ile gündemleşen stratejik değişime hazırlıklı olmadığımız gibi, 13 Ağustos 2010 ateşkesinin anlamına da yeterince vakıf olamadık, öncede ateşkesler vardı, yine ateşkes oldu, eskisi devam ediyor sandık. Oysa 13 Ağustos 2010’da gündeme getirilen ateşkes farklıydı. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi içerisinde yapılan bir ateşkesti. Öncekiler demokratik siyasi mücadele stratejisi ateşkesleriydi. Önceki ateşkesler esastı, eylemler düşük yoğunluklu savunma eylemleriydi, tıkanan siyasetin önünü açmak için ara ara gündeme geliyordu.

1 Haziran 2010 ile birlikte başlayan süreç, Devrimci Halk Savaşı süreciydi. Ateşkesle öyle bir süreçte demokratik siyasi çözüm önü açılacak mı, Devrimci Halk Savaşının bir görevi de odur. Böyle bir konuma gelinecek mi, gelinmeyecek mi, onu yoklamak için gündeme gelen ateşkeslerdi. O bakımdan ateşkeslerin niteliği, anlamı ve görevleri de aslında değişmişti. Tabii biz onun da ayırdına fazla varamadık. Alışkanlıklarla hareket ettiğimiz için çok bilimsel yaklaşmadığımız için, bilinen alışılanın farklı dönemlerde gündeme gelen hususları hep birbirinin tekrarı gibi sandık. Aynı özellikte, ölçüde yaklaşım gösterdik. Özellikle 2013-14 döneminde bu konuda en büyük hata yaşandı. Neredeyse tekrar 99’daki gibi süresiz bir ateşkes ilan edildi vahametine kapıldık, oysa Önderlik “benim için Haziran 2013’te süreç bitmişti” dedi. biz ise süreci 2015 Temmuz ayı sonuna kadar sürdürdük. Düşman saldırdı, aman vermedi yoksa biz daha da sürdürecektik. Eğer düşman cephesi saldırıp var olan durumu değiştirmeseydi bizdeki yaklaşım aynı durumun daha da devam etmesiydi. Şimdi genel yaklaşım baştan itibaren böyledir. Baştan stratejik değişime dördüncü stratejik döneme, Devrimci Halk Savaşı Stratejisine hazırlıklı değildik. Çok böyle tahlil eden, anlayan, özümseyen, kendini onun gereklerine göre konumlandıran ve yürüten konumda olmadık.

13 Ağustos 2010’dan sonraki ateşkes süreci bu açıdan iyi bir fırsat oluşturdu. 2011 Temmuz’una kadar geçen ateşkes süreci içerisinde bu durumu değerlendirmeye çalıştık. Devrimci Halk savaşı nedir, ne değildir? Hedefleri görevleri neler, taktikleri, tarzı, komutası, güçleri nasıl örgütlendirilir? Bunlar konusunda çok yönlü tartışmalar yaptık. Yazılı sözlü oldu. Belgeler hazırladık, kongreler ve konferanslar yapıp bu durumları karara bağladık. Hem askeri hem siyasi örgütlenmeler çerçevesinde bunları yapmaya çalıştık. Baştaki eksikliklerimizi gidermek için bir fırsattı. Böyle de anlayıp değerlendirmeye de çalıştık. Önemli bir düşünce aydınlığı kararlaşma ortaya çıktı.

12 Haziran 2011 seçiminden sonra gündeme gelen savaş süreci için hazırlıklıydık. Süreci düşman başlattı, İran ile de ittifak yapmıştı. İran üzerinden Kandil’e de saldırıyla bu süreci başlattılar. Topyekûn savaşta onlar da ellerindeki bütün imkanları değerlendiriyorlardı. Fakat ateşkes sürecindeki tüm hazırlıklara rağmen bazı provokasyonlar olunca açığa çıktığı ki, stratejik süreci anlama, planlama, kendimizi ona göre konumlandırmada zayıfız. Örgütsel yeniden yapılandırma değişmemiştir. Savaşa göre değil, bir kaç provokatif girişim olunca yönetemedik.

2011-12 etkili bir savaş dönemiydi, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelindeki ikinci taktik dönemdi, biz bunu iyi yönetemedik. Gerçekleştirilen provokasyonlar oldu, sabote etti onu telefi edemedik, hemen devreye girip yürütemedik. İran savaşı da başlayınca Bakur’daki savaşa yeterince yönelemedik. Daha sonra 2011-12 savaşının sonuçlarını 2012-13 yılarında değerlendirdik.

2011-12 savaşında stratejinin amaçlarına girilemedi. Yani demokratik özerklik mücadelesi yürütülemedi. Eskinin gerilla savaşına ağırlıklı olarak girdik; işte Şemzinan’da biraz stratejinin gereğine göre taktik arayışlar vardı. Böylelikle Şemzinan mücadelesi öne çıktı. Reşit arkadaşları saygıyla anıyoruz, arayışları vardı. Savaş gerçeğine göre hareket etme temelinde yeterince strateji ve taktiğin bilincinde olmasa bile, savaş sürecinin gereklerinin bilincindeydi ve onu yerine getirmek için 24 saat büyük bir fedakarlıkla, cesaretle çaba içerisine girdiler. O, biraz örnek gibi oldu, ama diğer bakımlardan aslında stratejik sürecin gerektirdiği bir savaşa giremedik. Benimsememe, dolayısıyla hazırlıksızlık pratiğin de yeni stratejiye göre yürütülmesini getirmedi. Eski alışkanlıkların tekrarını getirdi.

Daha sonraki taktik süreç 2013-14 süreci oldu. 2013 Baharından itibaren yeni bir ateşkes ve çözüm süreci devreye girdi. Düşman Paris katliamını gerçekleştirmişti; ona rağmen savaşla AKP’nin zorlandığını görünce Önderlik “stratejik değişiklik olabilir mi, demokratik siyasi çözümün önü açılabilir mi!” diye bir kere daha şans vermek istedi. Yazılı protokoller temelinde İmralı görüşmelerinde mutabakatlar oldu. Hareket olarak biz bunlara evet dedik. Yani 2013 sürecine de ezbere girilmedi. AKP de 2011 Kışında anlaşma imzaladı, çözüm projeleri ortaya çıktı. 2013 Baharında benzer şeyler, üç bölüm halinde yazılı hale getirilmiş çözüm projeleri olarak gündeme geldi. Fakat hiçbir sonuç çıkmadı, düşman cephesi bunu bir oyalama olarak değerlendirdi. Dolayısıyla bazı belgeli süreçler geliştirilmiş olsa da AKP hileli yaklaştı. Ateşkese ihtiyacı vardı, ona uydu. Onun dışında söylediklerinin, yazdıklarının hiç birisine uymadı, hep oyaladı, içini boşalttı. Bizde süreci uzattıkça uzattık.

Süreç 2015 Temmuzuna kadar uzadı. Burada, böyle bir süreçte durumu kurtaran gelişmeler Rojava’da ve Başur’da oldu. 19 Temmuz 2012 Rojava Devrimi bu sürecin önemli bir hamlesiydi; gelişimi ve kazanımı olarak ortaya çıktı. Çok da öngörülen bir alanda değildi, fakat mücadelemizle bağlantılıydı da, biraz da konjonktüre dayandı. Süreci güçlendiren, Kuzey’de yapmak istediğimizi yapmak için elverişli fırsat ve imkanların Rojava’da oluşmasını sağlayan büyük bir Devrim Atılımıydı. Bunu bu sürecin tarihi önemli bir kazanımı olarak öngörmeliyiz.

2014 Haziranından itibaren Musul’dan başlayan DAİŞ saldırıları Ağustos başından itibaren Kürdistan’a yönelik bir saldırıya dönüştü. Önce 3 Ağustos’ta Şengal’e, sonra 15 Eylül’de Kobanê’ye dönük DAİŞ saldırıları başladı ki bu bize Başur ve Rojava’da faşist DAİŞ çetelerine karşı mücadele ederek süreçte yaşadığımız tıkanıklıkları, stratejik duruşa ters pratik konumlanışımızı aşma imkanı ve fırsatı verdi. Bunları Hareket olarak değerlendirdik, geri durmadık, anlamaz bir tutum göstermedik. Şengal’e dönük soykırımı önleme girişimi, Kerkük’e ve Maxmur’a kadar da yayıldı. Askeri olarak da, siyasi olarak da önemli kazanımlar ortaya çıkardı. Dahası 15 Eylül’den itibaren Kobanê’ye dönük DAİŞ saldırıları karşısındaki direniş giderek Kürdistan’ın tümünü içine aldığı gibi, bölgeyi ve dünyayı içine alan bir mücadeleye dönüştü. Böyle bir mücadeledeki öncülüğümüz Hareket olarak da, halk olarak da bizi dünya düzeyinde etkili hale getirdi. Buradan da Êzîdî Kürt soykırımını önlemek kadar Rojava Devrimini savunma, bunu Suriye Demokratik Devrimi olarak yaymada önemli bir açılım sağlandı. Hem 19 Temmuz Devrimi korundu hem de aslında daha da genişletilip yayıldı. Bu gelişmeler önemli gelişmeler oldu. Yani süreci kurtaran, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde ortaya çıkan gelişmelerdi.

Bakur’da ise Devrimci Halk Savaşı’nda değil de, onun siyasi sonuçları olarak 7 Haziran 2015 seçimlerinde önemli bir siyasi sonuç ortaya çıktı. 29 Mart 2009 yerel seçimi gibi 7 Haziran 2015 genel seçimi de demokratik siyasetin Kürdistan’da, Türkiye’de çok önemli bir gelişme sağlamasına yol açtı. Kuşkusuz savaşla bağlıydı, süreçle bağlıydı, düşman cephesini eğer siyasi çözüm düşüncesi varsa oraya sokmayı sağlayacak gelişmeydi. Fakat buna 2009’dakine benzer biçimde 2015’te de topyekûn faşist özel savaşı tırmandırarak sömürgeci-soykırımcı cephe cevap verdi. AKP yönetimi, bir yandan içte MHP faşizmiyle uzlaşarak, dışta ise ABD’yle anlaşarak 24 Temmuz 2015 topyekun faşist-soykırımcı özel savaş saldırısını gündemleştirdi. Rojava’da DAİŞ eliyle Kobanê ve Şengal saldırılarıyla başaramadığını Bakur’da 24 Temmuz’da başlattığı saldırıyla bizzat kendisi başarmak istedi.

Böylece 2013-2014 süreci 2012’de Rojava’da gelişen Devrimci Hamle, Suriye’de yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı’nın çatışmalı durumuna bağlı olarak ortaya çıkan gelişmeler kapsamında önemli politik-askeri olaylara ve gelişmelere dönüştü. Bakur’da pratikleşemesek de Rojava ve Başur’daki pratikleşmeler Hareketi hem rahatlattı, mücadeleci kıldı hem de önemli kazanımlar elde etmesine yol açtı. Bunların sonucu 7 Haziran 2015 seçiminde Bakur’da ve Türkiye’de önemli bir siyasi başarıyı ortaya çıkardı. Bu sonuçlar siyaseten hızlı ve doğru değerlendirilemeyince, AKP yönetiminin hızla yenilgi psikolojisinden kendisini çıkarıp MHP ve ABD’yle uzlaşma temelinde 24 Temmuz saldırısını başlatmasına yol açtı. Yeni bir taktik süreç, o zamandan bu yana devam eden bir savaş süreci Bakur’da yaşanıyor. Üçüncü yılı tamamlanıyor bu savaşın. Üç yıldır aynı taktik süreç devam ediyor.

5 Nisan 2015’te Önder Apo’yla son görüşme oldu. Önder Apo tutum koydu: “Eğer böyle davranılırsa biz de çekiliriz” dedi, yumruğunu masaya vurdu. Çekildi ve Devrimci Halk Savaşı’nın önünü açtı. Düşman da bu temelde seçimden de yenik çıkınca önceden başlattığı saldırı sürecini can havliyle her türlü yol-yöntemi ve aracı kullanma temelinde devreye koydu. Üç yıldır Bakur’da Topyekun faşist-soykırımcı özel savaş çerçevesinde saldırıyor. Efrîn saldırısıyla saldırılarını Rojava’ya da dönüştürdü. Başur’a saldırıyor, Şengal’e hava saldırısı yaptı ve hep de tehdit ediyor. Başur’un birçok alanında üsleri var. En son Bradost, Xakurke saldırısıyla Rojava’ya dönük işgalci tehditlerini Başur’a dönük tehdit olarak da sürdürüyor. Osmanlı Kürdistan’ını Misak-ı Milli sınırları içinde sayıyor ve kendi toprakları biçiminde değerlendiriyor. Şu haliyle AKP-MHP ittifakının değerlendirme düzeyi böyle. Bu temelde çok vahşi bir saldırı da yürüttüler. Ayrıntılarına girmeye gerek yok.

Bakur’da bu üç yıl kesintisiz bir biçimde faşist topyekun saldırı ve ona karşı topyekun direniş süreci oldu. Cizre ve Sur’dan başlayan direnme süreci dağda, şehirde, ovada her yerde bütün halkın gerilla öncülüğündeki bir direnişi olarak gerçekleşti. Düşman cephesini önemli ölçüde zorladı da. Nitekim 24 Haziran’da yeniden erken seçimi kararlaştırdılar. Gerekçe olarak gösterdikleri, 2019 Kasımına kadar bu biçimde sistemlerinin devam edemeyeceği, çökeceği değerlendirmesidir. Bu önemli bir durum. Çöküş konumundalar. Oradan kurtulmak için erken seçimle kendilerini toparlamak istiyorlar. Tabi seçim yıkımı da getirebilir. Her türlü hile ve baskıyla seçimden istedikleri sonucu elde etmek istiyorlar, ama tersini de içinde tutuyor. Bu anlamda son üç yılın direnişi AKP-MHP faşist diktatörlüğünü bir çöküş sürecine, yıkımın eşiğine getirmiş bulunuyor. Bu bir gerçek. Fakat yıkabilmiş de değildir. Yıkımın eşiğine getirmek yetmiyor. Faşizmin yıkılması da gerekiyor. Devrimci Halk Savaşı temelinde eğer Demokratik Özerklik Çözümünü geliştireceksek önce faşist diktatörlüğü yıkmamız lazım. Kürdistan’daki etkisini zayıflatmamız, sınırlandırmamız gerekli. Bu yönlü daha planlı, örgütlü, daha hedefli bir mücadeleye ihtiyaç var. Mevcut haliyle herkes her düzeyde katılmasa da, söz konusu mücadeleye içten içe karşı çıkanlar, tepki duyanlar, isteksiz yaklaşanlar olsa da yine de Hareket böyle bir mücadele içerisine girebilmiş durumda. Bu mücadelenin öngördüğü, istediği cesaret ve fedakarlığı gösteriyor, bedeli ödüyor. Halk bu konuda duyarlı, her şeyi yapıyor.

Önderlik duruşu süreci yönlendiriyor. Aslında çoğu zaman kafamız karışıyor, dikkat edilirse bazı şeyler gündeme getirmek, tartışmak istiyoruz kendi kendimize fakat tartışmalara girdik mi Önderlik karşımıza çıkıyor. Düşündüklerimiz bir yana gidiyor, mücadeleyi yürütmek zorunda olduğumuzu görüyoruz, hissediyoruz; ondan sonra mücadeleye yöneliyoruz. Ama bu stratejiyi doğru ve tam anlama, onu başarıya götürecek yaratıcı tarz, taktikler geliştirme, eylemler planlama, düşmana can evinden öldürücü darbeler vuracak hamleler yapma düzeyine götürmüyor bizi. Saldıran faşist-soykırımcı rejim oluyor, biz daha çok direniyoruz, direnme konumundayız. Direnerek onun imha ve tasfiye amaçlarını boşa çıkartıyoruz. Ama faşizmi yıkabilmek için de öldürücü-yıkıcı darbeler vurabilmemiz lazım. Özellikle taktik düzeyde hamleci olabilmemiz gerekli. Fakat biz o konuda zayıf kalıyoruz. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nin gerektirdiği taktik hamleciliği gösteremiyoruz. Taktik saldırı içine giremiyoruz. Bizde savunma duruşu, tarz ve taktikte çok ileri düzeydedir. Her şeyi savunma esasına göre ele alıyoruz. Evet, bir direnme, savunma konumundayız Hareket ve Halk olarak. Tarihsel duruş bu. İdeolojik-siyasi pozisyonumuz böyle; ama bu stratejik ve taktik olarak da hep böyle olacak değildir. Devrimci Halk Savaşı, Meşru Savunma Stratejisi’nde aktif topyekun direnme savaşıdır. Bunun taktikleri saldırıdır, savunma değildir. Dolayısıyla ne siyasette, ne ideolojide, ne de askerlikte böyle bir stratejinin gerektirdiği taktik saldırı konumuna geçemiyoruz. Yaratıcı, sonuç alıcı mücadele tarzlarını geliştiremiyoruz.

O açıdan da süreç uzadı. Sekiz yıl az değildir, dokuzuncu yıla giriyoruz Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nde kesinlikle az bir süreç değildir. Böyle bir zaman diliminde doğru mücadele yürütülseydi söz konusu stratejiyle öngörülen amaçlar başarılabilirdi. Yani, bu doğrultuda faşizm darbelendi, çöküşün eşiğine getirildi, Rojava Devrimi önemli bir kazanım olarak gelişti, DAİŞ’e karşı yürütülen mücadele Şengal’de, Kerkük’teki mücadele, Başur’da uluslararası kamuoyunda Hareketimizi ve Halkımızı etkin kıldı. Bunlar önemli gelişmeler. Bu stratejik dönemde yürütülen mücadeleyle elde edilen kazanımlar önemlidirler, tarihidirler, küçük görmemek lazım. Ama stratejimizin amacı da özellikle Bakur’da Kürt sorununun Demokratik Özerklik Çözümünü geliştirmekti. Bunu eskisi gibi Kürdistan’ı kurtarma biçiminde değil, ama Kürdistan’ın değişik yerlerinde, değişik düzeyde devlet iktidarına karşı demokratik özerklik yönetimini, demokratik öz yönetimleri çeşitli düzeylerde geliştirerek ikili bir yönetimi Kürdistan’ın her tarafında daha etkili kılan, faşist saldırıya karşı Devrimci Halk Savaşı’nı gerilla ve halk direnişi biçiminde yerelde örgütlenmiş olarak etkili bir biçimde geliştiren bir düzeye ulaşmamız lazımdı. Bu konularda geriyiz.

Dikkat edilirse cesaret ve fedakarlıkta bir zayıflık yok, tersine gelişme var. Kahramanca mücadele ediliyor, ağır bedeller ödüyoruz. Fakat tarz ve taktikte yaratıcı değiliz, zengin değiliz, stratejinin gereklerine göre taktik geliştirme, tarz oluşturmada zayıfız, uzağız ondan. Cesaret ve fedakarlıkla yaptıklarımız faşizme darbe vuruyor, ama Demokratik Özerklik Çözümünü de geliştirmiyor. Demokratik öz yönetimleri kurmuyor, gerilla ve halk mücadelesini birleştirmiyor. Dikkat edilirse parçalı duruşumuz, bu parçalı halde eyleme kalkışımız istediğimiz sonucu vermediği gibi faşist saldırılarla karşılaşıyor, ağır darbeler yiyoruz, ağır bedel ödüyoruz. Evet, mücadele ediyoruz, topyekun direniş halindeyiz, özgürlük ve zafer amaçlarımızdan vazgeçmiş değiliz ama tarzımız, taktiklerimiz, yöntemlerimiz yaratıcı, çok yönlü değildir. Çok başarılı ve sonuç alıcı değildir. Tersine ağır bedeller ödetiyor bize, düşmanın imha ve tasfiye amacını ağır bedel ödeyen bir savaşla önlüyoruz, durduruyoruz. Bu da açık bir gerçek.

Şimdi artık bu durumu dokuzuncu yılda değiştirmek istiyoruz. Stratejiyi tam anlamayan, benimsemeyen, ona doğru katılmayan duruştan kendimizi çıkartmak istiyoruz. Bunun da pratik göstergesi tarz ve taktikte stratejiyi başarıya götürecek zenginliğe ve yaratıcılığa ulaşmaktır. Bunun gerektirdiği bütünlüğü, derinliği, açılımları sağlamaktır. Mevcut parçalı duruşu aşmaktır. Bunun için 24 Haziran seçimleri faşizmi yıkma mücadelesinde yeni bir şans olarak ortaya çıkmış durumda. Etkili biçimde değerlendirilebilir, ama çok hayalci olmamak lazım. Mevcut AKP-MHP faşizminin öyle seçimle yıkılması, sandıkta yenilgi alınca bırakması mümkün değil. Öyle olsaydı 7 Haziran 2015’te yenilmişti. Tayyip Erdoğan bırakmak yerine tersini yaptı. Darbelerle savaşı tırmandırarak yönetimi tekrar ele geçirdi. Şimdi de benzer durumu sürdürecek. Ama seçim, faşizme karşı onu yıkma mücadelesinde bir yöntem, öyle kullanılabilirse ve seçim temelinde halk faşizme karşı harekete geçirilir, kadın, gençlik öncülüğü etkili geliştirilir, gerilla bütün bunları koruyacak ve önünü açacak bir etkinliği dağda, ovada, şehirde gösterirse sandıkta olmasa da genel halk hareketiyle ve direnişiyle bu 2018 yazında-güzünde AKP-MHP faşizmini çökertmek, yıkmak kesinlikle mümkündür. Artık bu hedefe ulaşmalıyız.

Demokratik öz yönetimlerin geliştirileceği, demokratik özerklik çözümünün Kürdistan’ın değişik yerlerinde ortaya çıkartılacağı sonuçlara ulaşmak için öncelikle AKP-MHP faşizminin, Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün yıkılması gerekiyor. O diktatörlük yıkılmadan Kürdistan’da öngörülen politik amaçları geliştirmek, yani demokratik öz yönetimleri inşa etmek, korumak, geliştirmek kesinlikle mümkün değil. Bu nedenle topyekun direnişimizin hedefi Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün yıkma temelindedir. Topyekun savaşı buraya yöneltiyoruz. Bu hedefi öncelikle gerçekleştirmemiz gerekiyor. Rojava ve Başur’daki kazanımları büyütebilmek, geliştirip, derinleştirip ilerletebilmek için de Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün yıkılması lazım. Dolayısıyla tüm Hareket olarak Bakur, Başur ve Rojava Kürdistan’daki Özgürlük Mücadelesi olarak temel hedefimiz bu 1 Haziran 4. Stratejik Hamlesinin dokuzuncu yılına girerken AKP-MHP faşist diktatörlüğünü yıkmak oluyor. Ortak hedef budur. Bütün çalışmaları buraya yöneltiyoruz. Koşullar var, fırsatlar ve imkanlar fazlasıyla bizden yana. Faşist diktatörlük içte ve dışta tecrit olmuş durumda. Yine, işbirlikçileri zayıflamış pozisyondalar. Eğer öncülük görevlerini yerine iyi getirirsek, mevcut imkan ve fırsatlar doğru değerlendirilirse dokuzuncu yılda Devrimci Halk Savaşı faşist diktatörlüğü yıkarak Demokratik Özerklik Çözümünün önünü açabilir. Bu mümkün, imkan dahilindedir. Bütün veriler bunu gösteriyor. Biz de Hareket ve Halk olarak bu sonuca kilitlenmiş bulunuyoruz. Dokuzuncu yıl hedefimiz böyledir.

Yine, 1 Haziran 2004’ü esas alırsak 15. Atılım Yılı hedefimiz kesinlikle bu çerçevededir. Bunu görmemiz, bilmemiz lazım. Bunun için de geçen sekiz ve on dört yıllık mücadele süreçlerinin derslerini ideolojik, felsefi, örgütsel, siyasi, askeri bakımdan yeterince çıkarıp, kendimizi bu temelde eğitip donatarak bu adımları atabiliriz. 4. Stratejik Hamleyi bu dokuzuncu yılda zafere götürebiliriz. Bunun gerisindeki bir duruş, çözüm de kesinlikle doğru değildir. Mevcut veriler, imkan ve fırsatlar bunu gösteriyor. Önderlik duruşunun emri bu temelde, Şehitler bizden bunu istiyor, özellikle de 1 Haziran Atılımının 14 yıllık Şehitleri -ki tarihimizin en büyük Şehitlerini bu dönemde verdik-, daha 2004’ten Dersim’de, Botan’da bugüne kadar en son Delal, Doğan, Kemal Arkadaşlara kadar gelen büyük bir direnme ve şehit verme süreci yaşandı. Bunların emri bu çerçevede. Halk bizden bunu bekliyor bütün cesaret ve fedakarlığıyla böyle bir öncülük istiyor. Aslında demokratik güçler ve halklar da bekliyor, dünyanın gözü bizde. Küresel kapitalist modernite sistemi tedirgin, oyun üzerine oyun geliştiriyor. Bizden yana ortaya çıkacak gelişmelerden duyduğu korkuyla bunları önlemeye çalışıyor. Avrupa’da, diğer kıtalarda kadınlar, gençler, emekçiler Kürdistan’daki gelişmeleri her zamankinden daha fazla görüyorlar. Kürdistan’daki mücadeleden daha çok heyecan duyuyor, coşku alıyorlar. Daha çok umutludurlar. Zafer bekliyorlar, başarı bekliyorlar. Yeni bir devrim ocağının başarılı adımlar temelinde bu insanlığın ilk toplumsallaştığı sahada ortaya çıkmasını istiyorlar. Egemen güçler dışında kimse buna karşı değildir. Dikkat edilirse bütün halklar, ezilenler buna açık, bunu kabul ediyorlar. Şengal Direnişi’ne, Kobanê Direnişi’ne, Efrîn Direnişi’ne, Bakur Direnişi’ne destek verirken tutumları kesinlikle böyledir.

O halde bizim de bütün bu gerçekleri görerek bu emirlerin, isteklerin, beklentilerin gereğini dokuzuncu yılda başarıyla yerine getirecek bir kararlılık, irade, tutum, yaratıcılık göstermemiz lazım. 1 Haziran Hamlesinin yıldönümünü biz böyle bir tutumla, kararlılıkla karşılıyoruz. Gerçekleri her zamankinden daha çok görebilecek durumdayız ve görevlerimizin bilincindeyiz. Başarının nasıl olacağını da her zamandan daha fazla açığa çıkartıyoruz, gerisi bu konuda kararlaşmak, yaratıcı davranmak, örgütlü hareket etmek ve hamlesel bir pratiği ortaya çıkarabilmektir. Stratejik Hamleden söz ediyoruz, o halde bütün mücadele adımlarımızı gerçekten de devrimci hamleler olarak, zafer hamleleri olarak atabilmeliyiz. Bu temelde yeni hamle yılını karşılıyoruz; bütün Direnişçileri selamlıyoruz, Direniş Şehitlerimizi saygıyla anıyoruz, diyoruz: “Yaşasın 1 Haziran Hamlemiz!”.