Kavgada anladım ki Kürt’sün

Pervin, beyaz tenli Tugay’ın Kürtlüğünü kavgada kabullendi. Tugay da Pervin’in onayında derinleştirdi Kürtlüğünü. Böylece Pervin ile Tugay, peş peşe Kürdistan’a; özlerine, köklerine yürüdüler.

Pervin (Berjin), 2015-2016 Bakurê Kurdistan’da fedailerin dergâhına bağrını açan Cizre Direnişi’nde yaşam umudunu daha da yaratan gençlerle aynı sofraya oturdu. Fedailerin sonsuz yürüyüşüne adım attı. Tugay ise Adana’da büyümüştü. Beyaz tenli ve Kürtçe bilmiyor olması, biraz da kadın arkadaşlarla rahat diyalog kurması, ‘sanki sen Kürt değilsin’ dedirtiyordu etraftakilere. Kürt’e kaba bakış açısı da böyle oluyor işte.

- İyi de Kürtler beyaz değildir ki Tugay heval! Hem de üstelik senin adın Tugay, îca Tugay çi yê? (Tugay da ne demek?)

- Gelmeler topraktansa ben de senle aynı topraktan geldim.

- Demek ki gitmeler aynı yere olacak. O zaman hoş geldin heval.

Bu diyaloglar 2012’de Tugay ve Pervin arkadaş arasında geçiyordu.

Bunların hemen hepsi tanıştığımız ilk hafta ortaya çıkmıştı. Tugay, bunların hemen hepsine çok sakin cevap veriyordu. Tugay, hem sakinliği hem de fırtınanın sakinliğe bürünen yüreğini beraber taşıyordu. Görebilene, çözebilene aşk olsundu. Kavgaya birlikte yürüyünce, savaşa birlikte katılınca, davaya beraber atılınca anlaşılırdı.

HASRETİ, HER ŞEYİYLE ÜLKESİYDİ

Tugay, Berjin arkadaşı çok sevdi ve her defasında kimseye söylemese de Berjin ile sohbet etmek için her defasında gidip geliyordu. Berjin, Türkiye’nin en ücra köşesinde Edirne’de büyümüştü, ancak birçok ulusal özelliğini kaybetmeden bugünlere kadar gelmişti. Hala sabahları erkenden Dengbêj Şakiro’yu açar dinler ve demli çay içerdi. Çalışmadan ne kadar yorgun dönerse dönsün akşam muhakkak bir cîda (Mardin yöresine ait bir halay türü) oynar, sonra haberlerden, Kürdistan’da olan bitenleri aktarırdı. Kürdistan’dan uzak büyüdüğü için hep hasret kalmıştı ülkesine. Bu hem hasreti hem de Türk devletinin gerçekliğine olan nefreti gittikçe büyümüştü. Belki de Tugay’ı en çok bu özellikler Berjin’e çekiyordu.

Tugay’ın ayağı eve alıştıkça gidip gelmeler artıyordu. Her defasında gelip haberleri aktarıyor, Berjin ile tartışıyor, Şakiro’yu dinlemeye başlıyor, Kürtçe öğreniyordu. Tugay’ın adını kendi aramızda ‘Bahoz’ koymuştuk. “Madem senin adını Tugay yapmışlar, biz de en güçlü gerillalarımızdan birinin adını vereceğiz” deyip ‘Bahoz’ adını vermiştik.

FARK EDİNCE ÜSTÜNE GİDERDİ

Tugay’da herkesin dikkatini çeken ilk şey çeken şey; gülüşüydü. Sürekli gülümserdi. Tebessüm; sanki takılı kalmıştı gamzelerinde. İnsanlarla çabuk diyalog kurar, haksızlığa çabuk tepki verir, bildiği, anladığı kadarını uygulardı. Hümanist bir tarzı vardı Tugay arkadaşın. Ülkücülerle girdikleri bir kavgada Berjin ile gözaltına alınmışlardı. Gece geç vakitte buluştuk. Berjin gülüyordu sürekli, Tugay ise çok sinirliydi. Tugay’ın ilk gözaltı süreci değildi, ancak daha yeni yeni fark ediyordu birçok şeyi, gözlerini daha yeni yeni açıyordu. Onun en güzel özelliklerinden biriydi; fark ettiğini çabuk pratikleştirme. Berjin, ‘inandım şimdi senin Kürt olduğuna, çünkü Kürtler kavgada belli olur’ diyordu.

KAVGAYA RENKLERİNİ VERDİLER

Zaten böyle de oldu. İkisi de özgürlük kavgasına renklerini verdi. Berjin, “Kavga daha da özgürleştirecek bizi” deyip hasret kaldığı ve hep görmek istediği Kürdistan dağlarına 2013’te yol aldı. Tugay, bunu duyunca hiç durmadı; “Ben Kürtçe bilmiyordum diye ilk tepkiyi hemen Berjin arkadaş verdi, dilimi bilmiyorum diye ilk onun yanında utandım ve özüme de ancak onun yolundan giderek kavuşacağım” deyip arkasından gitti. Televizyon, 2018’de Kato Marinos’da sonsuzluğa yol alan ülkemin en güzellerini verdiğinde, aralarında ‘Reşit Hogir’ kod adlı Tugay Çelik arkadaşın görüntüsünü fark ettim. İşte o zaman Tugay ile ilk karşılaştığımızda söylediği dizelerin devamı geldi aklıma:

Eğer ki gelmeler topraktansa

demek ki gitmeler aynı yeredir

İhanet, kahpelik zulme göreyse

sadakatle sevmek dosta göredir.