KCK ulusal birliğe ilişkin ilkeler belgesi açıkladı

KCK Yürütme Konseyi, ulusal birliğe ilişkin, ilkeler, değerler ve yöntem konulu bir belge yayınladı.

Belgede ulusal birliğin ilkeleri değerlendirilirken, “Zira söz konusu olan sadece siyasi birlik değildir; Ulusal Birliktir. Ulusal Birlik sağlanmadan, siyasi güçler arasında sağlıklı ve uzun vadeli bir siyasi birlik gerçekleştirmek mümkün değildir” denildi.

KCK Yürütme Konseyi, ulusal birlik ilkeleri, değerler ve yöntemine ilişkin bir belge yayınladı. KNK’nin başlatmış olduğu ulusal birlik çalışmalarında birinci aşamanın tamamlandığını, ikinci aşamaya geçildiği belirtilen belgede, “Birinci aşamada esas olarak, ulusal birliğin gereği, önemi ve zorunluluğu, tarihsel ve güncel nedenleriyle tartışılmıştır. Süleymaniye’de yapılan ve dört parça Kürdistan ve Avrupa’dan çok sayıda siyasi parti temsilcisi, çeşitli kurum ve kuruluş temsilcileri ve aydın, yazar, akademisyen ve kanaat önderlerinin katıldığı ‘Şewra Yekitiya Netewi ya Kurdistan’ın’ sonuç bildirgesinde, ulusal birliğin ve ulusal kongrenin güncel ve tarihi nedenlerle Kürtler için önemli, gerekli ve zorunlu olduğu belirtilmiştir” denildi.

Çalıştaya katılan tüm siyasi ve toplumsal kesimlerin, bu konuda üzerlerine düşen görev ve sorumlulukların gereğini yerine getireceklerinin sonuç bildiresi vasıtasıyla deklare edildiğine de dikkat çekilen açıklamada şunlara yer verildi: “Sonuç bildirgesinde, ulusal birlik çalışmalarının aralıksız bir biçimde sürdürülmesi kararlaştırılarak, ikinci aşamada atılması gereken adımların kapsamlı bir çerçevesi oluşturulmuştur. Sonuç bildirgesinde, ikinci aşamada yapılması gereken ve ulusal birliğin adeta omurgasını oluşturacak çok isabetli üç karar alınmıştır. Bunlardan birincisi: Üzerinde ulusal birliğin inşa edileceği ilkeler ve değerlerle, yöntemin tartışılmasıdır. İkicisi ise: İlkeler, değerler ve yöntem tartışmalarının, sadece bir çalıştayla ve bir parçayla sınırlı tutulmaması, tartışmaların dört parça Kürdistan, Avrupa ve Kürtlerin yaşadığı diğer yerlerde de yoğun olarak yapılmasıdır. Bu tartışmaların sonuçlarının, birincisine benzer ikinci bir çalıştayla toparlanarak, üçüncü adımı atmanın koşullarının oluşturulması, yöntem açısından isabetli olmuştur. İlkeler, değerler ve yöntem tartışmalarının, sadece siyasi partilerle değil, dört parça Kürdistan ve yurtdışında aydın, yazar, sanatçı, meslek kuruluşları, kadın ve gençlik örgütleri, sendikalar, dini topluluk ve cemaatler, kısaca doğrudan toplumla yapılması, ulusal birliğin omurgasını oluşturacak üçüncü temel karar olmuştur.

İlkeler, değerler ve yöntemin tartışılma kararı son derece isabetlidir. Bu, hem Kürt uluslaşmasının yaşadığı önemli bir eksiklikten, hem de gerek duyduğu zorunlu bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Eksiklik şudur: Uluslaşma, ortak bir zihniyet ve kimlik bilincini oluşturma işidir. Ortak bir dil, kültür, tarih ve coğrafyayı paylaşmak uluslaşmanın tarihsel temelini ve maddi zeminini oluşturmakla birlikte, bunlar ilkeler, değerler ve kurumlar temelinde ortak bir bilinç ve zihniyet düzeyine kavuşturulmadıkça uluslaşma gerçekleşemez. Bu anlamda ulusal birlik sorunu, sadece bazı pratik problemlerden kaynaklanan basit bir siyasi birlik meselesi değildir. Öyle olsa çoktan çözülürdü. Ulusal Birlik sorunu, ‘Ulusun’ siyasi, sosyal ve kültürel kesimlerinden fertlerine kadar, tüm toplumsal kesim ve bireylerinin temel bazı ilke ve değerler etrafında, ortak bir zihniyet ve bilinç oluşturma sorunudur. Ulusal Birlik konusunda parçalar, siyasi partiler ve toplumsal güçler düzeyinde yaşadığımız sorunlar, sadece egemen güçlerin önümüze koyduğu engeller değildir; ulusal birlik konusunda yaşadığımız sorun ve engeller, aynı zamanda toplumsal durumumuzun yansımasıdır. Somut bir biçimde ifade edersek; eğer parçacılık, aşiretçilik, bölgecilik, dincilik, mezhepçilik ve particilik, ulustan daha öndeyse, bu anlayışlar hala Kürdistan’da kendisini yaşatıp toplumsal taban bulabiliyorsa bu, ilkeler ve değerler konusunda ulusal düzeyde bir konsensüsün bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Burada kastımız, bir parçaya, aşirete, bölgeye, dine, mezhebe veya sınıfa hitap eden siyaseti yermek değildir; kastımız, bu hitabın ulusal ilke ve değerlerle uyumlu ve bu ilke ve değerler temelinde yapılmamasıdır. Burada yaptığımız, sadece bir tespittir. Bu hususta kimseyi suçlamak durumunda değiliz. Zira önemli bir düzey yakalamış olsak da ulus olarak, henüz ulusal birliğimizin temelini oluşturacak ilke ve değerler konusunda tam bir konsensüs de sağlamış değiliz.

‘ULUSLAŞMANIN HANGİ TEMEL ÜZERİNDEN GERÇEKLEŞECEĞİ ÖNEMLİ’

Güncel olarak ulusal birliğin ilkelerini, değerlerini ve yöntemini ulus olarak tartışmamızı zorunlu kılan ihtiyaç ise şudur: Uluslaşma ve ulusal birlik, tüm uluslarda olduğu gibi Kürtlerde de işleyen canlı bir süreçtir. Avrupa’dan başlayarak, dünyanın birçok yerine yayılan uluslaşma süreçleri, milliyetçi, kapitalist ve ulus devletçi temelde gerçekleşti. Bu temelde gerçekleşen ‘uluslaşmalar’, kaçınılamaz bir biçimde hem şoven ve faşist hem de yayılmacı karakterde gelişti. Birinci ve ikinci dünya savaşlarıyla, birçok bölgesel ve yerel savaşın kökeninde milliyetçi, kapitalist ve ulus devletçi ‘uluslaşma’ anlayışı yatmaktadır. Ortadoğu’da, Kürtleri kıskaçlarına alan ve sistemli bir fiziki ve kültürel soykırım rejimine tabi tutan Türk, Arap ve Fars ‘uluslaşmasının’ kökeninde de milliyetçilik, kapitalizm ve ulus devlet temelli uluslaşma anlayışı yatmaktadır. Bu bakımdan uluslaşmanın, dolayısıyla da ulusal birliğin milliyetçi, kapitalist ve ulus devletçi ilkeler, değerler ve kurumlar temelinde mi, yoksa demokratik ilke, değer ve kurumlar temelinde mi gelişeceği son derece önemlidir.

Kürt uluslaşması, Türk, Fars ve Arap uluslaşmalarına göre daha geç ve baskı altında geliştiği için Kürtler, bu konuda bir ikilemi yaşamaktadırlar. İkilem, kapitalist sistem tarafından uluslaşmanın ideolojisi haline getirilen milliyetçilik ile çağımızın yükselen evrensel değerleri arasındadır. Kürtler, uluslaşma sürecine geç girdikleri için, çağımızın yükselen değerleri olan demokrasi, kolektif ve bireysel insan hakları, kadın özgürlüğü, eşitlik ve özgürlük gibi değerleri ulusal kimliklerinin ayrılmaz bir parçası olarak görmektedirler. Bu, Kürt uluslaşmasının ve ulusal birliğinin demokratik temellerde gelişmesini teşvik etmektedir. Ama yaşadıkları ağır inkar ve baskılarla, geçen yüz yıldan kalma milliyetçi ve ulus devletçi düşünceler ise, milliyetçi eğilimi beslemektedir. Şimdi Kürtler için temel mesele, Kürt uluslaşmasının ve ulusal birliğinin gerçekleşip, gerçekleşmeyeceği değildir; Temel mesele, uluslaşma ve ulusal birliğin demokratik temelde mi, yoksa milliyetçi, ulus devletçi temelde mi gelişeceğidir. Kürtlerin uluslaşması ve ulusal birliğinin milliyetçi, ulus devletçi temelde mi yoksa, demokratik ulus anlayışı temelinde mi gelişeceği, sadece Kürtlerin değil, tüm Ortadoğu halklarının kaderini belirleyecektir. Kürt uluslaşması ve ulusal birliğin milliyetçi ulus devletçi temelde gelişmesi, kaçınılmaz olarak Kürtleri hem daraltacak hem de mevcut ulus devletlerle sonu gelmez bir savaşa sürükleyecektir. Ancak demokratik ulus zihniyeti temelinde gelişecek uluslaşma ve ulusal birlik ise hem Kürt sorununun demokratik çözümüne hem de Ortadoğu’nun demokratikleşmesine yol açacaktır. Kürtlerin sosyolojik durumu, yani çok renkli bir toplum olmaları ve yakaladıkları siyasal bilinç düzeyi, uluslaşmayı da ulusal birliği de demokratik temelde geliştirmeye zorlamaktadır. Ancak milliyetçi ulus devletçi anlayış hem birliği zorlaştırmakta hem de Kürtlerin çok renkliliğini tehdit etmektedir. Zira milliyetçilik, sadece dışarıya karşı değil, içeride de her bakımdan üstünlük ve tekleşmeyi dayatmaktadır. Bu da kaçınılmaz olarak hem içeride hem de dışarıda sürekli çatışmaları doğurmaktadır. Demokratik uluslaşma ve demokratik ulusal birlik seçeneği, milliyetçiliği de bir renk olarak kendi bünyesinde barındırma esnekliğini gösterdiği için hem içeride hem de dışarıda daha çözümleyicidir.

Uluslaşma, ortak bir zihniyet ve bilinç oluşturma işi olduğu için, ilkeler, değerler ve yöntem tartışmalarının dört parça Kürdistan ve Kürtlerin yaşadığı her yerde yapılması önemlidir. Zira üzerinde konsensüs sağlanacak ilke ve değerler, dünyanın her yanında yaşayan Kürtleri birleştiren ortak payda olacaktır. Sömürgeciler, Kürtleri ne kadar coğrafi olarak parçalasalar da tarihi ve ekonomik nedenler Kürtleri ne kadar öz yurtlarından uzaklaştırsa da Kürtler, bu ilke ve değerler etrafında birleşerek uluslaşma ve ulusal birlik süreçlerini başarıyla ileriye taşıyacaklardır. Keza bu ilke ve değerler, Kürt toplumunun kültürel, sosyal ve dini-mezhebi farklılıklarını birleştiren ortak ulusal bilinç ve zihniyeti de oluşturacaktır. Bu anlamda, üzerinde konsensüs sağlanacak ilke ve değerler, adeta Kürtlerin anayasası olma rolünü oynayacaktır. Onun için bunun tartışmalarının dört parça Kürdistan ve yurtdışında yapılması, aslında Kürtlerin demokratik anayasalarını çok özlü bir biçimde ve demokratik ilke, değer, yöntem ve kurumlar temelinde oluşturması anlamına gelecektir.

‘ULUSAL BİRLİK TARTIŞMALARI KÜRT TOPLUMUNA İNDİRİLMELİ’

Ulusal Birlik tartışmalarının, sadece siyasi partilerle ve siyasi birlik gündemiyle sınırlı tutulmaması, sorunun siyasi partileri aşan bir karakterde olması ve tüm Kürt toplumunu ilgilendirmesiyle bağlantılıdır. Zira söz konusu olan sadece siyasi birlik değildir; Ulusal Birliktir. Ulusal Birlik sağlanmadan, siyasi güçler arasında sağlıklı ve uzun vadeli bir siyasi birlik gerçekleştirmek mümkün değildir. Onun için bu sürece, bireylerden, geleneksel ve modern bütün sosyal, kültürel ve siyasi kesim ve kurumlara kadar herkesin katılması önemlidir. Böyle bir katılım, hem herkesi ve toplumsal kesimi kapsadığı, hem de birey ve sosyal kesimlerin kendi düşünce, değer, hak ve taleplerini yansıttığı için demokratik olacaktır. Bu da Kürt uluslaşmasının ve ulusal birliğinin demokratik temelde gelişmesi anlamına gelecektir.

İLKELER

Bu temelde Hareketimizin, Ulusal Birliğin temel ilkeleri, değerleri ve yöntemine ilişkin yaklaşımı şöyledir:

1-Demokratik Kürt Ulusu İlkesi: Uluslaşma, tarihsel olarak oluşmuş, günümüzde devam eden ve toplumları geleceğe de taşıracak olan canlı bir süreçtir. Ortak bir dil, kültür, tarihsel geçmiş ve vatana sahip olmak uluslaşmanın önemli unsurları olmakla birlikte, ulus olmanın asıl belirleyici ve taçlandırıcı unsuru, ortak bir zihniyet ve bilinci paylaşıyor olmaktır. Ulusların, kapitalizmin şafağında ortaya çıktığı iddia edilse de uluslaşma kapitalist sistemin bir icadı değildir. Aksine kapitalist sistem ve onun milliyetçi ve ulus devletçi zihniyeti, tarihte tam da ulusların ve kültürlerin mezbahanesi rolünü oynamıştır. Milliyetçi, ulus devletçi uluslaşma anlayışı sadece birçok ulusu, sömürgecilik ve asimilasyonla ortadan kaldırmakla sınırlı kalmamış, bizzat inşa ettiği ‘ulusun’ bünyesindeki birçok farklı lehçe, kültür ve inanç kimliğini de ortadan kaldırmıştır. Onun için buralarda uluslaşma adına tam bir kültürel soykırım gerçekleştirilmiştir. Türk, Fars ve Arap ulus devletlerinin kıskacına alınan ve baskı ve asimilasyon politikalarıyla yok edilmeye çalışılan Kürtler, uluslaşma süreçlerinin içerdiği zenginlik sayesinde direnebilmiş ve ayakta kalmışlardır. Kürt ulusu, sahip olduğu çok farklı sosyal, kültürel ve dini-mezhebi alt kimlikler sayesinde kendisini korumuş, maruz kaldığı tüm saldırılardan sonra adeta yeniden kendisini buradan üretmiştir. Onun için gerek kapitalist sistemin ve onun milliyetçi ve ulus devletçi ‘uluslaşma’ anlayışının tuzağına düşerek, bizzat kendi elimizle kendi kültürümüzün celladı olmamak, gerekse de toplumsal gelişimin doğal ve demokratik yollardan olmasını sağlamak açısından, Kürt Ulusunu doğru tanımlamak önemlidir. Yukarıdaki gerekçe temelinde Kürt Ulusu; Kurmanc, Soran, Bahdini, Lor, Kelhor, Lek, Hawraman, Zaza, Feyli, Şebek, Kakai, Yarsan, Êzdi, Zerdeşti Kürtler, Alevi Kürtler, Şii ve Sünni Müslüman Kürtler, Bahai, Xorasan Kürtleri ve başta Avrupa, Rusya-Kafkasya, Ortadoğu’nun değişik bölgeleri ve dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Kürtlerden oluşur. Bunlardan herhangi birisinin olmaması veya dışlanması, Kürtlüğü eksik, yaralı ve sakat bırakır.

2-Özgür, Birleşik ve Demokratik Vatan İlkesi: Kürt ulusu, Ortadoğu’nun en kadim halklarından biridir. 1639 yılında Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla Safevi ve Osmanlı İmparatorlukları, 1916 ve 1923’te de Sykes-Picot ve Lozan Antlaşmalarıyla Türkiye, İran, Suriye ve Irak ulus devletleri arasında dörde bölünen Kürdistan, Kürtlerin tarihi anayurdudur. Kürdistan, aynı zamanda bu coğrafyada yaşayan ve Kürt halkıyla ortak kaderi paylaşan halkların ortak vatanıdır.

3-Ulusal Bütünlük İlkesi: Kürt ulusu ve Kürdistan, Sykes-Picot ve Lozan antlaşmaları neticesinde Ortadoğu’nun dört egemen devleti arasında dört parçaya bölünmüştür. Bu bölünme, Kürt uluslaşmasına vurulmuş en büyük darbedir. 20. yüzyıl boyunca, Kürdistan’ın her dört parçasında peşpeşe gerçekleşen isyanlar, bir yanıyla egemen devletlerin gerçekleştirdikleri fiziki ve kültürel soykırımlara karşı başkaldırıyı ifade ederken, bir yanıyla da kesintiye uğratılan uluslaşma sürecinin tamamlanması yönünde gösterilen reflekslerdir. Sömürgeciliği Kürdistan’dan kovarak parçalanmışlığı gideremeseler de bu isyanlar Kürt ulusal bilincini sürekli olarak canlı tutmuş ve uluslaşma sürecinin, önüne dikilen sınırları aşarak devam etmesini sağlamıştır. Hiç kuşkusuz uluslararası sistemin projesi, eylemi, onayı ve himayesiyle gerçekleşen bu parçalanma, geçen yüz yıllık süre içerisinde Kürdistan’ın her parçasındaki toplumun, kendisine özgü bazı özellikler kazanmasına yol açmıştır. Kürt iradesine rağmen ve hatta Kürt iradesi tasfiye edilerek gerçekleştirilen bu durum siyasi ve sosyolojik bir gerçektir. Ama Kürt halkının, hiçbir zaman ülkesinin ve ulusunun parçalanmasını kabul etmediği de, bu yolda verdiği yüz binlerce şehidiyle ortaya koyduğu daha büyük bir gerçekliktir. Maalesef, her fırsatta Sykes-Picot ve Lozan antlaşmalarına karşı olduklarını ve bu antlaşmaları reddettiklerini ifade eden Kürt siyasi hareketlerinin bir bölümü, siyasi anlayış ve uygulamalarıyla bu parçalanmayı derinleştirmişlerdir. Çoğu zaman Kürt sorununa ulusal düzeyde değil, parça temelinde yaklaşılmıştır. Bazen bir parçanın çıkarları gerekçe gösterilerek, diğer parçalardaki mücadeleler buna feda edilmek istenmiştir. Oysa, Kürt ulusu ve sorunu bir bütündür. Sorunu bütünlüklü olarak değil de parçalı olarak ele almak, sorunun çözümüne ve ulusun birliğine hizmet etmez. Aksine sorunun çözümsüz, ulusun da parçalı kalmasına hizmet eder. Burada söz konusu olan şey, bir parçanın mücadelesinin, özgünlüğünün, hatta uluslararası siyasi sistemden kaynaklanan yasal durumunun inkarı değildir. Söz konusu olan, Kürt uluslaşmasının inkarı anlamına gelen bu sistemin asla meşru görülemeyeceği ve meşru hale getirilemeyeceğidir. Sömürgecilik ve uluslararası sistemin Kürtlere dayattığı bu parçalanmışlığı kabul etmek, Sykes-picot ve Lozan’ı meşru görmektir; Kürtlerin bir ulus, Kürdistan’ın da Kürtlerin anavatanı olduğu gerçeğini inkar etmektir. Onun için, ilkesel olarak hiçbir Kürt şahsiyeti, siyasi hareketi ve sosyal grubu, Kürt ulusuna ve ülkesine dayatılan bu parçalanmışlığı meşru görmemeli; sömürgeciliğin çizdiği siyasi, coğrafi ve hukuki sınırları, herhangi bir Kürt bireyi, siyasi hareketi veya sosyal grubunun önüne engel olarak koymamalı. Devletlerin, uluslararası sistemden kaynaklanan siyasi ve hukuki haklarını, Kürtlerin Ulus, Kürdistan’ın da bu ulusun anavatanı olmasından kaynaklanan doğal haklarından üstün tutmamalıdır.

4-Ulusal Siyaset İlkesi: Ulusal kurtuluş mücadelesini verdiğini iddia edip, belli ulusal ilkeler ve hedefler temelinde ve yine ulusal düzeyde siyaset yapmamak, Kürt siyasi hareketlerinin büyük çoğunluğunun handikapıdır. Ulus olmak, ulusun fertlerinden toplumsal kesimlerine kadar, herkesin etrafında birleşeceği ilkeler, değerler ve kurumlar yaratacak bir siyaset gerektirdiği gibi, ulusal kurtuluş mücadelesini vermek ve ulusu geleceğe taşırmak da ulusun tümüne hitap eden ve herkesin içerisinde kendi geçmişini, değerlerini ve geleceğini gördüğü bir siyaseti gerektirmektedir. Bir parçanın, sınıfın veya toplumsal grubun çıkarlarını veya hedeflerini esas alarak uluslaşma gerçekleştirilemez; Ulusal kurtuluş mücadelesi başarıya kavuşturulamaz, ulus geleceğe taşırılamaz. Parçanın, sınıfın veya toplumsal grubun çıkar ve hedefleri, ancak ulusun çıkar ve hedefleriyle uyumlu olduğunda sonuca ulaşır. Onun için ilkesel olarak ulusu meydana getiren tüm coğrafi ve idari birimler, kültürel, siyasi ve sosyal kesimler, üzerinde konsensüs sağlanmış bir ulusal siyaset belgesi temelinde siyaset yapmalıdır. Uzun vadeli ve stratejik bir belge olan Ulusal Siyaset Belgesi, Ulusal Kongre gibi tüm ulusu temsil eden bir kurum tarafından hazırlanıp onaylanmalı, ihtiyaç duyulduğunda yine bu kurum tarafından tartışılarak yenilenmelidir.

5-Demokratik Siyaset İlkesi: Kürt sorunu, özü itibariyle demokrasi ve özgürlük sorunudur. Sömürgeci güçler, sürekli savaş ve şiddetle Kürt sorununu militarize etmiş, çatışma, savaş ve şiddeti, Kürtlerin iç ilişkilerinin de bir parçası haline getirmişlerdir. Kürtlerin, kendi bünyelerinde demokratik siyaset kurumunu geliştirememiş olmaları, bir yandan geniş toplumsal kesim ve bireylerin siyasete katılarak muazzam bir güç açığa çıkarmalarını engellemiş, bir yandan da Kürt gücünün gereksiz iç çekişme ve çatışmalarda tüketilerek büyük güç kayıplarının yaşanmasına yol açmıştır. Demokratik siyaset anlayışında yaşanan sorun ve yetersizlikler, Kürtlerin siyasi ve toplumsal güçlerinin parçalı olarak kalmasının, dolayısıyla da ulusal birliğin gerçekleşmemesinin de ana nedenlerinden biri olmuştur. Bu nedenlerle Kürtlerin demokratik siyaset kurumunu geliştirip işletmeleri, hem Kürt sorununun siyasi-demokratik yollarla çözümüne, hem büyük bir Kürt gücünün açığa çıkmasına, hem de Kürt uluslaşması ve ulusal birliğinin demokratik temelde gelişmesine büyük katkılar sunacaktır. Onun için ilkesel olarak Kürtler arası ilişkiler; siyasetin demokratik ilke, kural ve kurumlar temelinde yapılması ve sorunların siyasi yöntemlerle çözülmesi anlamına gelen, demokratik siyaset temelinde gelişmelidir. Toplumun tüm sosyal, kültürel ve dini-mezhebi kesimleri kendilerini özgürce demokratik siyaset alanına taşırabilmelidir. Tüm kesimler kendilerini tabandan örgütleyerek, öz yönetim ve yerel demokrasiler temelinde kendilerini yönetebilmelidir. Yerellik kadar, ulusallık da Demokratik Siyaset İlkesinin vazgeçilemezi olarak benimsenmelidir. Bu temelde Kürtlerin tüm siyasi ve toplumsal güçlerinin, kendilerini Kürdistan’ın her parçasında ve Kürtlerin yaşadığı her yerde, demokratik temellerde ifade etme ve örgütlemeleri meşru ve demokratik bir hak olarak görülmelidir. Eleştiri, demokratik siyasetin ayrılmaz bir parçası olarak görülmeli, hakaret ve karalama ahlaki bir sorun olarak ortaya konularak mahkum edilmelidir.

6-Diplomasinin Ulusal Düzeyde Örgütlendirilmesi İlkesi: Halkımızın, dört parça Kürdistan’da yürüttüğü mücadelelerle elde ettiği siyasi ve askeri kazanımlar, tüm Kürt güçlerine bölgesel ve uluslararası alanda diplomasi yapma imkanlarını ortaya çıkarmıştır. Ancak Kürt güçlerinin, ortak bir siyasi vizyon ve hedeften yoksun olarak kendi başlarına yaptıkları diplomatik faaliyetler, istenilen sonucu vermemektedir. Sömürgeci ve emperyalist güçler, çoğu zaman Kürtlerin bu parçalanmışlığından yararlanarak, Kürt güçlerini ya birbirlerine ya da başka güçlere karşı kullanmaktadırlar. Kürt siyaset ve diplomasisinin bu parçalanmışlığı, uluslararası güçlerin Kürtlerle stratejik ilişkiler kurmasını engellemekte, sömürgeci güçleri de Kürt inkarı ve imhasında ısrar etmesi yönünde cesaretlendirmektedir. Onun için ilkesel olarak Kürtler, kendi iç ilişkilerinde demokratik siyaseti esas alırken gerek sömürgeci devletlerle, gerekse de uluslararası güçlerle ilişkilerinde ulusal düzeyde bir diplomatik muhatabiyet yaratmalıdırlar. Bu anlamda Kürtler, kendi diplomatik ilişki ve kurumlarını ortaklaştırmalı, Kürt diplomasisi, Ulusal Siyaset Belgesi temelinde yapılmalıdır.

7-Kürt Sorununun Siyasi-Demokratik Yollarla Çözümü ve Meşru Savunma İlkesi: Kürt sorununun çözüm yöntemi ve sömürgeci devletlerle ilişkiler, Kürt ulusal birliğinin önündeki önemli engel ve sorunlardan biridir. Herhangi bir yerde ve zamanda, herhangi bir sömürgeci güce karşı savaşan bazı Kürt güçleri, bir siyasi hamle ya da taktik olarak yürüttükleri savaşı kutsamakta, bu savaşa katılmayan ya da destek vermeyen güçleri, adeta ulusa ihanet etmiş gibi yermektedirler. Aynı güçler, başka birileri çok zorunlu bir meşru savunma savaşı verdiklerinde, kendini savunmak sanki dünyanın en kötü şeyiymiş gibi, meşru savunma savaşını lanetlemektedirler. Aynı şey, siyasi çözüm yaklaşımları için de geçerlidir. Bu durumda çeşitli güçler birbirlerini ya teslimiyetçi ya da işbirlikçi olmakla suçlamaktadırlar. Kısaca, Kürt güçlerinin önemli bir bölümü, Kürt sorununun siyasi ve demokratik yollarla çözümüne de Kürtlerin, saldırılar karşısında kendilerini meşru savunma temelinde savunmalarına da ilkesel bir yaklaşım göstermemektedirler. Bu durum Kürtler arasında, tam da sömürgecilerin istediği gibi, birbirleriyle çatışmalı ve güvensiz bir iklimi yaratmaktadır. Bu konulara ilkesel bir yaklaşımın ortaya çıkması, hem Kürtler arası güvensizlik ve çatışma risklerini ortadan kaldıracak, hem de sömürgecilerin beslendikleri önemli bir kaynağı kurutacaktır. Onun için Kürtler, ilkesel olarak Kürt sorununun siyasi ve demokratik yollarla çözümünü, mücadelelerinin en temel yöntemi olarak görmeli ve tercih etmelidirler. Ancak muhataplarının, çözümsüzlüğü bir siyaset olarak dayatmaları veya Kürt ulusunun en temel demokratik hak ve taleplerine savaş ve şiddetle karşılık vermeleri halinde tüm Kürtler, silahlı mücadele de dahil, her yol ve yöntemle kendi özgürlüklerini savunmalarını, doğal ve uluslararası hukuktan doğan bir hak olarak görmeli ve desteklemelidiler. Kürtlerin, bütün öz savunma güçleri ortak bir savunma örgütünde birleştirilmeli, bu güçleri sevk ve idare edecek ortak bir komutanlık kurulmalıdır.

8-Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı İlkesi: İnsan, doğası gereği hem bireysel hem de kolektif bir varlıktır. Toplumundan ayrı bir insan varlığı düşünülemez. Bu nedenle insanın bu varoluşsal durumu, günümüzde bireysel ve kolektif haklar biçiminde ifade edilerek, uluslararası hukukun temel ilkeleri haline getirilmiştir. Ayrıca Kolektif haklar; bireyin mensubu bulunduğu kültürel grubun, (etnik, dini, mezhep grubu, ulus vb.) kendi varlığını koruması ve sürdürmesi için zorunlu olan ve meşruiyetini bizzat ‘insan’ varlığından alan en doğal haklardır. Bir toplumun bu hakkını nasıl kullanacağı, tamamen kendi takdir ve iradesine bağlıdır. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı, sadece devlet kurma hakkı olarak anlaşılmamalı ve yorumlanmamalıdır. Devletten daha esnek olan demokratik yönetim sistemlerinin, birey ve toplumların özgür gelişimlerine daha fazla imkanlar sunduğu unutulmamalıdır. Onun için, Ortadoğu’nun en kadim halklarından biri olan Kürt ulusunun hem doğal hukuktan, hem de uluslararası hukuktan doğan, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını kullanması, İlkesel bir haktır. Kürt ulusunun, bu hakkını nasıl kullanacağı tamamen kendi takdir ve iradesine bağlıdır. Kürtler, dört ulus devlet arasında bölündüğü ve buralarda azınlıkta kaldığı için, herhangi bir parçadaki Kürtlerin bu haklarını kullanmaları, egemen ulusların iradesine bağlanamaz. Egemen veya komşu uluslar, bu konuda ancak Kürtlere öneri ve tavsiyelerde bulunabilirler. Ancak Kürdistan’ın herhangi bir parçasının da diğer üç parçayı yok sayarak bu hakkı kullanması da, ulusun inkarı olur. Onun için, herhangi bir parçadaki halkımızın bu hakkını kullanırken, diğer parçalardaki halkımızın destek ve onayını alması hem politik bir gereklilik, hem de ulus olmanın ve ulus olarak varlığını sürdürmenin bir zorunluluğudur.

9-Kadınların, Toplumsal Alanın Tüm Faaliyetlerine Eşit Katılımının Hedeflenmesi İlkesi: Kadınlar, Kürt kültürünün ve uluslaşmasının ana oluşturucularıdırlar. Kürt ulusunun, 20. yüzyılın başından itibaren Ortadoğu’da inşa edilen dört ulus devletin fiziki ve kültürel soykırım sistemine tabi tutulması, Kürt dili, kültürü, inançları ve diğer maddi ve manevi değerlerinde büyük tahribatlara yol açmıştır. Kürt kadını, bu amansız baskı ve asimilasyon koşullarında başta dil ve kültür olmak üzere toplumsal değerlerimizi, bir nakkaş gibi kendi benliğine nakşetmiş ve kuşaktan kuşağa aktararak yaşatmıştır. Yakın tarihte Xanzadî Mîrî Soran, Qedemxêr, Hepsexanî Naqîp, Adîle Xanî Caf, Zarife, Besê, Meyan Xatun ve Leyla Qasım’ların şahsında toplumsal mücadelenin önemli simaları olan kadınlar, günümüzde başta kadın ordulaşmaları olmak üzere, toplumsal sahanın her yerinde öncülük eder duruma gelmişlerdir. Kürt kadını bugün Zilan, Sema, Sakine, Arin, Viyan ve Şirin Elemhuli şahsında uluslararası kadın hareketine öncülük etmekte, ortaya çıkardığı mücadele ve irade düzeyiyle tüm dünyada hayranlıkla izlenmektedir. Kürt kadınının ulaştığı bu irade ve özgürleşme düzeyi aynı zamanda Kürt uluslaşması, ulusal birliği ve özgürleşmesinin de düzeyidir. Bu düzeyin daha da yükselmesi için, Kürt kadınının toplumsal alanın tüm faaliyetlerine eşit katılımı ilkesel olarak benimsenmelidir. Kadının toplumsal alanın tüm faaliyetlerine eşit katılımına paralel olarak, demokratikleşme, eşitlik, adalet, barış ve özgürleşmenin yüksek düzeylerde gerçekleşeceği görülmelidir.

10-Kürtler Arası Savaşın Yasaklanması İlkesi: Kürtler arası savaş, ulusumuzun yaşadığı en büyük trajedilerden biridir. Bu, kısmen sömürgeci ve egemen güçlerin kurguladıkları, komplo ve kışkırtmalardan kaynaklansa de, esas olarak ulusal bilinç zayıflığı ve demokratik kültürün yetersizliğinden doğmaktadır. Bu durum uluslaşma sürecimize ve ulusal birliğimize büyük zararlar verdiği gibi, bizi büyük kazanımlar elde etmekten de alıkoymaktadır. Onun için Kürtler arası savaş, hiçbir gerekçe ve bahane ile kabul edilmemeli ve ilkesel olarak yasaklanmalıdır. Kürtler arası savaş, ulusa yapılmış bir ihanet olarak görülmeli, sorumlularının soruşturularak cezalandırılacağı kurumsal mekanizmalar oluşturulmalıdır. Kürtler arası savaşı tamamen ortadan kaldırmak hedefiyle, demokratik uluslaşma ve demokratik siyaseti geliştirme süreçleri hızlandırılmalıdır.

11-Kürdistan’ın Dışındaki Kürtlerin Hak, Talep ve Mücadelelerinin Desteklenmesi İlkesi: Başta, Türkiye, İran, Irak ve Suriye metropolleri, Xorasan, Avrupa, Rusya-Kafkasya ve Lübnan Kürtleri olmak üzere, Dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Kürtler, Kürt ulusunun ayrılmaz bir parçasıdırlar. Kürdistan’ın dışında yaşayan Kürtler, her zaman ülkeye duydukları sevgi ve özlemle Anavatanın mücadelesine katılmış ve desteklemişlerdir. Buralarda yaşayan halkımız, her zaman özgürlüklerini, Kürdistan’ın özgürlüğünde görmüşlerdir. Onun için, Kürdistan coğrafyası dışında yaşayan Kürtlerin ulusal-demokratik hak ve özgürlük talepleriyle mücadeleleri, Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir. Buralarda yaşayan halkımızın, en temel bireysel ve kolektif haklarını kazanmak için yürüttükleri mücadelelerine destek verilmesi ilkesel bir sorumluluk olarak görülmelidir.

12-Kürdistan’da Yaşayan Kardeş Halklarla Ortak Yaşam İlkesi: Kürdistan coğrafyası, Kürtlerin tarihsel olarak sürekli ve yoğun yaşadıkları bir coğrafya olması itibariyle, Kürdistan adıyla isimlendirilmiştir. Ancak tarihin her döneminde bu coğrafyada, başta Asuri-Süryani, Keldani, Ermeni, Mahellemi, Azeri halkları olmak üzere Türk, Arap, Fars, Çerkez, Çeçen halkları gibi birçok halk yaşamış ve Kürdistan’ın bir ülke ve vatan olarak inşa edilmesine maddi ve manevi kültürleriyle katkı sunmuşlardır. Onun için ilkesel bakımdan Kürdistan, tarihsel olarak bu coğrafyada yaşayan tüm halkların ortak vatanı olarak kabul edilmelidir. Kürdistan’da yaşayan halklar da tıpkı Kürtler gibi tüm bireysel ve kolektif haklara sahip olmalıdır. Ülkenin siyasi, kültürel ve ekonomik yaşamı başta olmak üzere, tüm toplumsal yaşam bu halklarla birlikte inşa edilmelidir.

DEĞERLER

Değerler, üzerine toplumsallaşmaların inşa edildiği sütunlardır. Sürekli olarak değer üretmeyen veya değerlerine sahip çıkmayan hiçbir toplumun uzun süre yaşama şansı yoktur. Bireyler değerlerini yitirerek başka toplumsallıklar içerisinde kendilerine yabancılaşmış olarak varlıklarını sürdürebilirler. Ama toplumlar, değersiz yok olurlar. Toplumsallık düzeyinin sürekli olarak karmaşıklaşarak yükselmesi, değerlerde yaşanan birikim ve zenginlikle bağlantılıdır. Klandan ulusa kadar, her toplumsallık düzeyinin gerektirdiği maddi ve manevi değerler vardır. Bunlar oluşturulmadan, ya da sahiplenilmeden ne klan olunabilir ne de ulus. Kürtler, Ortadoğu’nun en kadim halklarından biri olduğu için, çok derin ve zengin bir maddi ve manevi değerler birikimine sahiptirler. Bütün asimilasyon ve kültürel soykırım uygulamalarına rağmen Kürtlerin, bir ulus olarak varlıklarını sürdürmeleri ve uluslaşma süreçlerini devam ettirmeleri, sahip oldukları birikimin büyüklüğüyle bağlantılıdır. Bu bakımdan, değerlerimizin değerini bilmemiz son derece önemlidir.

Çok zengin dilimiz, kültürümüz, gelenekleriniz, inançlarımız, mimarimiz, üretim biçimlerimiz, şiirlerimiz, stranlarımız ve daha onlarcasını sayabileceğimiz birikimlerimiz, üzerine ulusal kimliğimizi inşa ettiğimiz değerlerimizdir. Çağımızın yükselen değerleri olarak öne çıkan ve insanlığa mal olan, demokrasi, insan hakları, kadın özgürlüğü ve ekoloji gibi değerler, kökenleri tarihimizde bulunan ve günümüzde yeniden özümseyerek katkılar sunduğumuz ve birikimlerimize kattığımız değerlerdir. Hiç kuşkusuz tüm bu değerler, mevcut uluslaşma düzeyimizin temelinde bulunmakta ve tüm ulusumuz tarafından sahiplenilmektedir. Onun için bunlar üzerinde değerlendirme yapmaya gerek yoktur. Ancak ulusumuzun çeşitli unsurlarının toplum doğası gereği yeni değerler ürettiği ve artık bunların ihtilaf konusu olmaktan çıkarılarak tüm ulusumuza mal etmenin zamanı da geldiği bir gerçektir. Bu değerler, ulusumuzun son yüz yılda, ama özellikle son elli yılda sömürgecilerin en vahşi saldırılarına karşı direnerek canları pahasına ürettikleridir.

Hiç şüphesiz bu değerlerin başında Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan gelmektedir. Sayın Öcalan’ın konumuzla bağlantılı iki büyük özelliği bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; yürüttüğü mücadeleyle, üzeri küllenmiş, sönmeye yüz tutmuş Kürt değerlerini yeniden diriltmesi ve canlandırmasıdır. Kürtlerin dili, kültürü, müziği, inançları ve daha onlarca değeri onunla yeniden vücut buldu; uluslaştı, uluslararasılaştı. İkinci olarak da sayın Öcalan, başta kadın özgürlüğü olmak üzere, Ortadoğu ve Dünya’ya hitap eden düşünceleriyle büyük bir değer olan yeni bir zihniyet dünyası oluşturdu. Bu zihniyet dünyasının adeta sütunu olan demokratik ulus çözümleme ve kavramlaştırması, sadece sosyoloji ve siyaset bilimlerinde çığır açıcı bir çözümleme ve kavramlaştırma değildir; Demokratik ulus, özelde Ortadoğu birey ve toplumlarının, genelde de insanlığın yaşadığı kimlik kargaşası, bunalım ve çatışmaların da çözüm formülüdür. Sayın Öcalan’ın oluşturduğu yeni paradigma, sadece Kürt sorununun çözümü için değil, uygarlık sisteminin yaşadığı krize getirdiği açıklama ve çözüm önerileriyle insanlığın zihniyetinde büyük bir dönüşüm başlattığı gibi, siyasi ve toplumsal sorunların da çözüm modeli oldu. Giderek bir insanlık değeri haline gelen sayın Öcalan’ın, Kürt ulusu tarafından daha güçlü sahiplenilmesi, Kürt olanın evrenselleşmesine, evrensel olanın da Kürtlere mal olarak Kürt kültür ve değerlerinin zenginleşmesine yol açacaktır. Onun için sayın Abdullah Öcalan, düşünceleri, siyasi görüşü, inancı ve cinsiyeti ne olursa olsun, tüm ulusumuz tarafından Ulusal bir değer olarak görülmeli. Mücadelesine ve yarattığı değerlere sahip çıkılmalı, düşünceleri sürekli özümsenerek geliştirilmelidir.

Berxwedan ve Raperin, ulus olarak özümsememiz ve sahip çıkmamız gereken ikinci büyük değerdir. Direnmenin, başkaldırının ve bedel vermenin ne anlama geldiğinin bilinmemesi, bir toplum açısından büyük bir gaflet ve baş aşağıya gitmenin başlangıcıdır. İnsanların, bugün demokrasi ve özgürlükler anlamında aldıkları nefesin, Fransız devriminde, Paris komününde ya da Ortadoğu’nun herhangi bir yerinde gösterilen direnişin, verilen bedelin sayesinde mümkün olduğunun bilincinde olunmaması büyük bir yüzeyselliktir. Hatta bazı insanların Berxwedan ve Raperinleri yermesi, gereksiz görmesi tam bir kendini bilmezlik ve kendi yaşam kaynağına ihanettir. Hele hele olaylara sığ bir bakışla bakıp, en görkemli Raperin ve Berxwedanları yenilgi ile yaftalamaları en hafif tabirle cahilliktir. Acaba, Şêx Sait, Seyit Rıza ve Qazi Muhammed yenildi mi? Bu kesinlikle meseleye nereden ve hangi perspektifle bakıldığıyla ilgilidir. Tarihsel olarak olaylara baktığımızda dün, hasımlarımız ve belki de bizim tarafımızdan yüzeysel bir bakışla ‘yenilgi’ olarak değerlendirilen ayaklanma ve direnişler, aslında bizim bugün var olmamızın kökeninde yatan zaferlerdir. Hiç kuşku duyulmasın ki, onlar olmasaydı bugün bizler de var olamazdık. Bizim varlığımız, direnişçi insanların zaferlerinin kanıtıdır. Şêx Sait, Seyit Rıza, Qazi Muhammed ve Berzenci’lerin direnişleri nasıl ki bugün var oluşumuzun temelinde yatan zaferlerse, başta Sur, Cizre, Nusaybin, Kobanê ve Şengal direnişleri olmak üzere Kürdistan’ın dört bir yanında yapılan direnişler de yakın zamanda kazanacağımız özgürlüklerimizin, üzerinde inşa edildiği zaferlerimiz olarak görülmelidir. Bu direnişlere sahip çıkmadan var olacağını ve özgürleşeceğini düşünmek büyük bir gaflettir. Onun için toplum olarak var olmak ve özgürleşmek istiyorsak mutlaka Berxwedan ve Raperin kültürünü güçlü bir biçimde sahiplenmeli ve yaşatmalıyız. Berxwedan ve Raperine ne kadar sahip çıkıyorsak, İhanet ve işbirlikçiliği de o kadar mahkum etmeliyiz.

Semboller ve simgeler de ulusumuzun önemli değerlerindendir. Semboller, simgeler ve kavramlar, toplumların ürettiği değerlerin veya hedeflediği ütopyaların şekli veya sözlerle yapılan en özlü ifadeleridir. Bunların bir kısmı, zamanla yerlerini yenilerine bıraktıkları gibi, bir kısmı da yeni anlamlar yüklenerek varlıklarını sürdürürler. Bir toplumda sembol ve simgelerin çokluğu, toplum olmanın gereğidir. Zira toplum, çok farklı sosyal ve kültürel gruplardan oluşur ve bu grupların her birinin kendisini bir veya daha fazla sembol ve simgeyle ifade etmesinden daha doğal bir şey yoktur. Hiç kuşkusuz, toplumların alt birimlerini ifade eden farklı sembol ve simgeler olduğu gibi, tüm toplumu veya ulusu ifade eden semboller de vardır. Bunlar ya tarihsel süreç içerisinde oluşurlar ya da bir konsensüsle oluşturulurlar. Onun için toplum ve ulusumuzun mücadele ve emekleriyle ortaya çıkardığı bütün sembol ve simgeler, toplum ve ulusumuza ait değerlerdir. Bunların her biri toplumumuzun veya ulusumuzun bir kesimini temsil ve sembolize etmektedir. Onun için bu sembol ve simgelerin tümüne saygı gösterilmelidir. Hiçbir sembol ve simge ulusun bir bölümüne veya tümüne dayatmayla kabul ettirilmeye çalışılmamalıdır.

Ulusal değerlerimizin en büyüklerinden biri olan, hatta tümünün kökeninde yatan bir değerlerimiz de şehitlerimizdir. Onlar, Halk ve ulus olma tarihimizde, canları pahasına ulusal varlığımızı bugüne taşıdıkları kadar, bugün özgürlüğümüzü ve geleceğimizi de güvenceye alanlardır. Hiç kuşkusuz, hangi toplumsal kesimden, siyasi görüşten, inanç grubundan ve parçadan olurlarsa olsunlar, şehitlerimizin hiç birisi canlarını sadece sosyal grupları, siyasi partileri, inanç kimlikleri veya parçaları uğruna vermemişlerdir. Şehitlerimiz, Kürt ulusu, Kürdistan ve hatta insanlık için canlarını feda etmişlerdir. Onlar ulus ve ülkeye nasıl bakmışlarsa, bizler de onlara öyle bakmak zorundayız. Onun için ayrım yapmadan tüm şehitlerimize sahip çıkmalıyız. Onları, ulusal değerlerimizin baş köşesine oturtmalıyız.

YÖNETİME İLİŞKİN:

Ulusal Birlik sorunu, halkımızın çok eskiden beri acısını çektiği bir sorun olduğu kadar, her zaman gerçekleştirmek istediği bir ütopya ve hedefi de olmuştur. Bu konuda her dönemde çok sayıda girişimde bulunulup, emek ve çaba sarf edilse de istenilen sonuçlara ulaşılamamıştır. Bu durum, son yıllarda yapılan girişim ve çalışmalara kadar devam etmiştir. Çalışmaların şimdiye kadar istenilen sonuçları vermemesinin birçok tarihi, siyasi ve konjönktürel nedeni bulunsa da bunda yöntem sorununun da önemli bir rolü olduğunu tespit etmemiz gerekiyor. Her şeyden önce bugüne kadar, Ulusal Birlik sorununa, hep siyasi parti veya güçlerin birlik sorunu olarak bakılmış ve sorunun çözümü için de belli başlı siyasi güçlerin uzlaşması istenmiştir. Siyasi parti ve güçler arasında ‘birlik’ sağlama çalışmaları bile çoğu zaman kamuoyuna kapalı bir biçimde yapılmış, toplum çoğu zaman gelişmelerin dışında tutulmuştur. Oysa Ulusal Birlik sorunu, sadece siyasi partilerin birlik sorunu ya da siyasi birlik sorunu değildir. Ulusal birlik sorunu, bir ulusu meydana getiren tüm farklı sosyal, kültürel, dini-mezhebi grupların, siyasi güçlerin ve bireylerinin ortak ilkeler, değerler ve kurumlar etrafında bir araya gelerek, ortak bir zihniyet ve bilinç oluşturma sorunudur. Başka bir ifadeyle, tüm ulus ortak bir zihniyet ve bilinç temelinde bir araya gelmeden ulusal birlik gerçekleşemez. Ulusal birliği oluşturmak, yani ortak bir zihniyet ve bilinci geliştirmek, ulusun farklı siyasi, sosyal, kültürel ve dini-mezhebi kesimlerinin üzerinde hareket edecekleri zemini belirler. Ortak bir zemin üzerinde olmak da siyasi birliği kolaylaştırır. Mevcut durumda bu ortak zemin bulunmadığı için, Kürt siyasetinin önemli bir bölümü adeta saha dışında top koşturmaktadır. Onun için öncelikle yapılması gereken şey, ulusun tüm sosyal, kültürel, dini, mezhebi ve siyasi kesimleriyle fertlerinin bu sürece katılmasını sağlamaktır.

Ulusal birlik sorununu, partilerin siyasal birlik sorunu olarak ele almak şimdiye kadar birlik çalışmalarının sonuca ulaşmamasına yol açan dar ve yetersiz bir yaklaşım olmuştur. Zira ulusal birliği, ulusu oluşturan tüm sosyal, kültürel, dini-mezhebi ve siyasi kesimlerle fertlerin ortak bir noktada buluşma sorunu olarak ele almak, hem ulusal birlik sorununu siyasi partilerle sınırlı bir sorun olarak gören anlayıştan kurtaracak, hem de gerçek anlamda bir birliğin ortaya çıkmasını sağlayarak siyasi partileri birlik olmaya mecbur kılacaktır. Kısaca ulusun tümü ortak ilkeler, değerler ve kurumlar temelinde çerçevesi çizilmiş bir zemine geldiklerinde, bu zemine gelmeyen bir veya birkaç siyasi parti, şimdiye kadar üzerinde hareket ettikleri toplumsal zemini kaybederek saha dışında kalmış olurlar. Bu da ortak zeminde gerçekleşen ulusal birliğin, ulusun tüm bileşenlerine kazandırdıkları yanında büyük bir kayıp sayılamaz.”