Kelebek ateşe mi koşmuştu...

Alişer, Çiyager’in intikamı için düşmüştü yollara… Sur’un kucağında son nefesine kadar ölesiye çarpışanların, alnında zafer taşıyanların, diz çökmeyenlerin, yoldaşıydı. Zeryan’ın örüklerinde, Çiyager’in gözlerinde saklıydı sevdası…

O yiğidin resmini gördüğüm de gözlerimi kaçırdım, yanlış görüyorsun diye kızdım bakışlarıma. Yok hayır olmaz böyle bir şey… Olmaz, olmamalı. Böyle güzel böyle erdemli, böyle sade, böyle mütevazi, böyle sahici, böyle içten birinin yitip gitmesini nasıl çekecektik sineye… Nasıl kabullenecektik bu güzelliğin yitimini… Gülüşlerine nasıl el sallayacaktık. Gözlerinin ferisine artık bakmamayı nasıl kaldıracaktı içimiz… Oradan oraya koşan hiç durmak bilmeyen, kelebek halleri ateşe mi koşmuştu… Oysa Alişer Bozkır’da büyümüştü, bilmezdi fırtınaları… Ta ki fırtınalar koparanlara katılıncaya kadar… Kanatlandıkça kanatlandı… Her zaman ateşle oldu, ateşle yürüdü, ateşi içti… Hiç bir zaman arkasına bakmadı, hep durmadan koşmayı yeğledi. Hesapların, tereddütlerin durakların da durmadı. Öyle temiz, öyle ak sütlü yollar bellemişti ki kendine, nuru yollara ışık saçıyordu. Alevleri ateşi gürleştiriyordu. Böyle mi cennetli, böyle mi melek olunur… Böyle mi inançla yoğrulur her nefes, kutsiyetten bu kadar mı içilir. Kötülük zebanileri bu derece mi kavulur. Bu derece mi iyilik her yanı kaplar. Karıncalarla bu kadar mı arkadaş olunur. Bir gün ya bir gün insanın sesi yükselmez mi… Bu nasıl bir metanet nasıl bir ulvi duruş… Dervişler gibiydi Alişer… Bir lokma bir hırka felsefesi onda vuku bulmuştu. Topraktan değildi, sanki küldendi, öyle arınmış, öyle pak, öyle ışıl ışıl… Sanki hiç kirli sulardan geçmemişti, berraktı ve süzülmüştü. Lekesiz, şeffaf ve kanatlı…

Bir gün bile aman demedi. Hep terliydi, hep çantası sırtındaydı, hep bir yerlere ulaşmanın derdini taşırdı. Yorgunluk onun elinden ağlardı, sızlardı, kaçacak yer arardı. Onda o kadar derindi ki sahip çıkma, layık olma, güzel yapma istenci, bu kadar mı olur dedirtecek düzeyde… Başkalarına bırakma nedir bilmezdi, bilseydi de kesinlikle onun yanında bulunurdu. Böyle bir serüvenci, böyle bir maceraperesti…. Sürgün bir yüreğin telaşıyla karış karış dokundu her yerine her yanına ülkesinin. Secde etti Zağros’ların zirvelerine, yıkandı çılgınca göllerinde… Bozkır’ın kuruluğuna inat rüzgarların da saçlarını dalgalandırdı, sularından ölesiye içti, her yudumun da sürgünün öksüzlüğünü damlattı içine…

Ey! Zağros zirvelerin gördü mü bugün bir yıldızın kayışını… Bir ananın gözyaşlarını. Alişer’in sırtını dayadığı taşlar döküldünüz mü bugün… O derin vadiler ormanlar yanınızdan geçen bu yiğide yaprak salladınız mı… Ya seni o kadar seven bu kutsal mekanın halkı duyunca ne eder, acısını nasıl yener. Bunca yıl bağrına bastığı hep zirvelere çıkarken gördüğü oğlunun omuzlarda taşındığını…

Alişer, küçük büyük demez her işe girişir, her işin erbabı olurdu. Bir savaşçı, bir komutan olduğu kadar çok iyi bir eğitmen, bir o kadar da örgütleyiciydi. Yıllarca kimselerin tutunamadığı alanlarda, toplumu örgütlemek, toplumu kendi kendine yeterli hale getirmek için çalıştı, didindi. Komün, meclis kurmak için aşkla çalışarak, alın teriyle, ördü komünaliteyi…. ‘Olmaz’ denileni ‘olur’a çevirdi. İnançsızlığın yerini koca bir güvene bıraktı… Geçtiği yerlere APOCU’ların ruhunu ve aklını taşıdığı için sevildi, tutundu. Özle, sevdayla çalışanlar, kesinlikle yüreklere nakş olur, iz bırakırlar.

En son soluğu her sürgünün yüreğin de büyük bir özlem ve tutku olan Amed’de aldı. Surlar da karşılaşacaktık, hep beraber surlar da çekecektik ülkemizi içimize… Toprağını sürecektik bedenimize, hasret dolu gözyaşlarımızla ruhumuzu ıslatacaktık. Ellerimizle dokunacak, bozkırın sarısına inat yeşillendirecektik her yanımızı… Kahramanların diyarında öksüz halimize arkadaş bulacaktık… Mazlum’a Zekiye’ye, ‘bak biz de geldik’, çığlıklarınız bedenlerinizin ateşi bozkır’ı da tutuşturdu diyecektik… Kaybolan ülkelerinin yolcularıydık bizler… Köklerimizi bulmuştuk, damarlarımıza erişmiştik.

‘Bak ben de geldim, unutulursam da unutmadım. Ülkesizliğin acısını tüm hücrelerimde hissederek, koştum sana… Toprağına bastım, tıpkı cennete basar gibi.. Kurak toprak gibi çatlamış yüreğime, kahramanlarının hikayelerini damıttım. Hani tuz serpmişlerdi ya bize… Bir daha yeşermemiz, bir daha gözlerimizi açmamız için… Buradayız işte surlarının semalarında, Çiyager’in kolunda…

Alişer Çiyager’in intikamı için düşmüştü yollara… Sur’un kucağında son nefesine kadar ölesiye çarpışanların, alnında zafer taşıyanların, diz çökmeyenlerin, yoldaşıydı. Zeryan’ın örüklerinde, Çiyager’in gözlerinde saklıydı sevdası… Onun için uçtu, onun için Sur’a kondu…

Ey nice yıldızın kayışına şahitlik eden Sur… Hani koruyacaktın onu, hani bağrına basacaktın… Hani ülkesini anasına vaad etmek için kapılarını açacaktın… Hiç Kürdistan’ı görmeyen babası zafer naralarıyla sana koşacaktı. Olsun varsın, yine de başı dik mağrur bir XELİKAN’lı O… Böyle bir evladı olduğu, böyle bir yaşamın yolunda HAK’a ulaştığı için…

İçin rahat olsun Maço Amca…( Alişer’in babası) Alişer tıpkı adını aldığı Alişer gibi zeki, cesur ve atılgandı. Nasıl ki ozanlar Koçgiri’li Alişer’e: Devrim ateşinin rüzgar soluklu körüğü/Bir toprak köz gibidir yüreği/Eli yazandır/Dili ozandır/Kavgamıza sevgimize/Türkü düzendir demişlerse, Alişer de öyleydi…

Biz ikimiz aynı köydeniz. Aynı topraklara ayak basarak geçti çocukluğumuz. Ülkesinden bihaber, el toprakların da yaralarımıza tuz basarak büyüdük. Tuz gibi beyaz, tuz gibi kuru, tuz gibi damarsız ellerde… Kaybolmamız, tarihin kurak çatlaklarındaki sayfalarda unutulmamız için sürmüşlerdi bizi oraya… Ama yine de bir gün anasına kavuşacağının hayaliyle cellada inat anamızın dilini konuşur, onun kilimlerini dokur, onun elbiseleriyle egemen kimliğin buz gibi resmiyet koridorların da gezinirdik. Kopsa da kök, taştan fışkırır gibi özünü yaşatmaya yeminliydi… Bitmeyecekti, sönmeyecekti, unutulmayacaktı.

O bizim hep ağabeyimiz gibiydi. Bizi koruyan, kollayan, yol gösterendi. Anaçtı, varlığı herkese güven verirdi. Orada olmasa da gölgesi adeta şemsiye gibiydi. Kara kışa, yağmura herkesten önce o kendini siper ederdi. Şimdi yokluğu o yüzden derin bir boşluk gibi… Devrimci olmadan önce dini felsefeyle yüreğini yoğurmuştu. Gerçek bir mümine benzerdi… Bağlandığı her şeye o kadar içten sarılırdı ki, sen de hemen onun yanında olmak isterdin. Üniversiteye başladığında yurtsever gençlikle tanıştı. Dini Apocu felsenin özüyle tamlayarak, gerçek bir sosyalist militan oldu. Konya’da gençlik hareketinin en parlak, en faal, en cesur üyesiydi. Yeşil faşizmin nefes aldırmadığı üniversite de korkusuzca dergi dağıtır, eylem koyar, gençleri eğitirdi. Yobazlığın kol gezdiği mahallelerin çatı katlarında gençleri kökleriyle buluşturur, onları o derin gaflet ve uykularından uyandırırdı. Ben de onlardan biriydim. Çatı katlarında bize okuttuğu dergiler hala bilincimde, Koma Çiya’nın radikal devrimci müzikleri ise kulağımda çınlamaktadır.

Toplumun geleneksel tabularına aldırış etmeden bizleri yanına alır, eğitir, özgürlüğün adresini gösterirdi. O yüzden o hem benim öğretmenim, hem de beni bu yolculuğun yolcusu kılandı. Beraber geçirdiğimiz zaman dilimlerinde bir gün egemen yanlarını görmedim. Bir gün yanında ezildiğimi, küçümsendiğimi, zayıf olduğumu hissetmedim. O hep candandı, canandı. Erkeksi komplekslerini yenmiş bir tutam güzellikti. Sırtını dayayacağın bir ağaçtı, bir deryaydı içinde kulaç atacağın… Maviliklerinde kaybolacağın kendini bulacağın…

Bana beni öğretendi, bana kimliğimi gösterendi. Özgürlüğe koşmamı sağlayandı. Sana nasıl layık olacağım, sana nasıl sahip çıkacağım. Ne yapsam borçluyum, ne yapsam eksiğim, ne yapsam da sürgün yüreğimin acısı dinmeyecek… Dinmezsin dinmesin ki, senin erdemine erişeyim, senin güzelliğini çoğaltayım…

Tıpkı adın gibi veda ettin yaşama… Cesurca koştun üzerine ölümün… Celladın yüzüne tükürerek… Onlara bizi nereye atsanız da rüyalarınıza kabus olacağız dedirterek…

Rahat uyu güzel yoldaş, Ruhun semalar da bozkırların baharı,

yağmuru, rüzgarı, dalgası olacak

çocukların adı,

halkımın övgüsü,

anlatılacak hikayesi,

bağrına basacak,

gururla taşıyacak,

öfkesine dönüşeceksin

senin gibi olmak için

koşacağız, uçacağız,

güzel bir hayalin gerçek silueti ALİŞER

hep seveceğiz, yaşatacağız

tıpkı onun gibi olmayla

onun gibi yaşamayla

veda yok

çünkü sen yaşarken

böyleydin

o yüzden

buradasın

yanımızdasın….