Kürdistan’da ihanet gerçeğine dair birkaç söz

Kürtlerin yakın tarihinde dahi, Kürdistan Özgürlük mücadelelerine karşı geliştirilen komplolarda bu zümreler rol oynamışlardır. Bölünen Kürdistan sınırlarının çizilmesi ise Kürt gerçekliği üzerinde geliştirilen tarihsel bir komplo özelliğine sahiptir.

Son yıllarda Kürdistan’da yaşanan her acı, her gelişme ve direniş dört parça Kürdistan’da ulusal birliği hiç olmadığı kadar gündem yapmış iken ‘PKK’nin Güney Kürdistan’ı işgal ettiği’ yönündeki açıklama gerek PDK gerekse de herhangi bir Kürt gücü için sadece talihsiz bir açıklama değildir. Aksine Kürtlerin varlık ve irade mücadelesine karşı geliştirilen her türlü tehdide çanak tutmaktır. Çünkü Nêçirvan Barzani’ye göre Kürtler Kürdistan’ı işgal etmiştir…

Hal böyle iken, Kürtlerin halk olarak birliğini sağlayamamasının nedenleri anlaşılmadan, Kürt sorununa çözüm üretmek imkan dahilinde görünmemektedir. Kürtlerin birlik olmamasında, hatta çoğu direnişin ve mücadelenin yenilgiyle sonuçlanmasında ihanet neredeyse hep belirleyici rol oynamıştır. Enkidu’dan beri şehre, “medeniyete” yani moderniteye bulaştırmanın ve alıştırmanın bedeli-karşılığı; Kürt’e ihanet olarak dayatılmıştır. O zamandan, bu zamana kadar ihanet Kürt halkının sırtında hep bir hançer rolü oynamıştır. Bu hançer, Kürt halkının hakikatine, doğasına ve varlığına saplanmıştır. Kendisine yabancılaşma ve ihanet hep bir seçenek olarak önüne konulmuştur. Söz konusu seçeneği kabul etmeyen ve direnmeyi tercih eden Kürt’e ise inkar, imha ve soykırım politikası ile karşılık verilmiştir. Kürtlerin geliştirdiği direniş ve isyanların yenilmesinde söz konusu ihanet her daim belirleyici olmuştur. Lakin Direnen Kürt’ün imhası sağlandığında dahi, ihanet edene yaşam hakkı tanınmamıştır. İhanet seçeneği içinde olan Kürt gerçekliği; toplumsal hakikatten koparılmış, uzaklaştırılmış ve giderek bir sınıf olarak peyda edilmiştir. Bu sınıf ya da zümre, Kürt halkının özgürlüğe doğru attığı her adımda ve yürüttüğü her mücadelede karşısına çıkarılmıştır.  

Kürtlerin yakın tarihinde dahi, Kürdistan Özgürlük mücadelelerine karşı geliştirilen komplolarda bu zümreler rol oynamışlardır. Dört parçaya bölünen Kürdistan sınırlarının çizilmesi ise Kürt gerçekliği üzerinde geliştirilen tarihsel bir komplo özelliğine sahiptir. Önder APO bunu “Kürt bütünlüğüne yönelik bu komplo, yüzyıllar sonrası hesaplanarak geliştirilmiştir. Kürtler için soykırım fermanının başlangıcıdır” demektedir. Kürdistan’ın bu dönemde dört parçaya bölünmesi üzerine çok fazla değerlendirme, analiz yapılır. Hatta Kürt edebiyatı ve sanatının çoğunda da bu gerçeklik bir biçimde dile getirilir. Fakat özü itibari ile şu ana kadar yeterince yorumlanamamıştır. Kürdistan’ın emperyalist güçlerce masa başında dört parçaya bölünmesi ve Kürtlere dönük uzun vadeli geliştirilen hesaplara dair analizlerin çözüm üretme yanı zayıf kalır. Kürtlerin halk olarak kendi içinde çelişkili, çatışmalı kılınması ve birbirine karşı kullanılması politikası yeterince bilince çıkarılmamıştır. Yine emperyalist güçlerin Kürtleri, sınırları içinde bulundukları devletleri hizaya getirme aracı olarak görme ve kullanma amacı da yeterince anlatılmaz. Demek ki, Kürt halkının özgürlüğü ve birlikte yaşadıkları halklarla barış içinde yaşamalarının önü bu tarihsel komplo ile engellenmiştir. İşin özü uluslararası ve bölgesel güçler, Kürdistan’ı kendi çıkarlarına göre bir sistem ve coğrafik düzenlemeye tabi tutmuşlardır. Kürdistan’da da buna uyumlu bir sınıf yaratmayı başarmışlardır. Önder APO’nun Komplo olarak tarif ettiği bu durum sistemli bir politika olarak geliştirilmiştir.

Bu durum, Ortadoğu’nun tüm halklarının kültürel bütünlüğünün kaybedilmesinde önemli bir etkendir. Bu politikaya gelme tam bir gaflet, tarihten ders çıkarmama ve komploya bel bağlama, alet olma demektir. Ulus-devletçi, faşist ve soykırımcı iktidar oyunun bir parçası haline gelerek, kendini kullandırtma hiçbir Kürt’e kazandırmaz. Ancak bir dönem için kullanılacak bir alet rolü oynatılabilir. Sonrasında ise artık kullanılmak için araç olma vasfını da yitirirler. Eğer ki, halkının özgürlüğü için mücadele edenler yenilgiye uğratılırlarsa, sıra kendilerine gelmiş olur. Bugün PKK’yi Güney Kürdistan’da, yani Kürtlerin vatanında işgalci görüp, sömürgeci ve soykırımcı güçleri de destekler konumda olursanız, en hafif haliyle büyük gafilsinizdir. Tabi söylem ve içine girilen pratik gafletten öte bir duruma işaret etmektedir. Bir parça iktidar ve ekmek kırıntısı için ülke, halk, özgürlük ve onurdan vazgeçmenin vebali büyük olur. Halkının katledilmesine yol açacak suçun ortağı haline getirir sizi. Utanılacak kişi ve siyasi güç haline gelirsiniz. Direnenlerden ise her zaman gururla söz edilir.  

Önder APO’nun şu uzun alıntısı ile bitirmek olanların doğru anlaşılması açısından önemlidir. “Kürt ulus-devletçiği hep potansiyel halde yedekte tutulmakta, ha kuruldu ha kurulacak denilerek hem bölge ulus-devletleri kontrol ve terbiye edilmekte hem de Kürtler kendilerine değil, dış hegemonik güçlerden kaynaklı olası bir oluşumun umuduna kilitlenerek varlıklarını koruma ve özgürlüklerini geliştirme hareketleri felç edilmektedir. Özgüvenden yoksun kılınmakta, hep dış güçlere bağlanma zorunda bırakılmakta; böylece sanki her an katliamlara tabi tutulabilecek bir statüye mahkûm edilerek efendilerinin sadık kulları, bendeleri haline getirilmektedir. Onların şahsında tüm Kürtlere aynı oyun oynanmaktadır. Bu oyunu bozmaya çalışan gerçek yurtsever, ulusal, demokratik, devrimci hareketler kolayca tecrit edilerek Kürtleri tehlikeye atmakla, diplomasiyi bilmemekle, Kürtleri bölmekle ve dünya dengesini hesaba katmamakla suçlanırlar. Kürt halkının kendi başına hiçbir şey yapamayacağının sürekli teori ve pratiğini yaparak demokratik, özgür ve eşitlikçi bir toplumun inşa edilmesini imkânsız göstermeye çalışırlar. Belki de çağın en devrimci halklarından biri olabilecek Kürtler, dünyanın en dipte kalmış, soykırım eşiğinde tutulmuş köle halkına, bu hegemonik zihniyetle dönüştürülür. Kürtlere avukatsız halk denilerek hep bir sahte avukatın peşinde koşturulmaya çalışılır. Kaldı ki doğru olan bir halkın kendi kendinin avukatı olabilmesidir.

Demek ki, Kürtlerin ulusal toplum haline gelememesi, sakat ve sürekli yaralı bırakılması açısından üzerinde önemle durulmayı, bunun sorumlusunu ortaya çıkarmayı gerektirir. Kürt ulusal bütünlüğü deyince bundan ulus-devleti anlamamak, tersine demokratik ulusal toplumu çıkarsamak gerekir. Bunun için yeni ulus-devletçiklerin sınırlarına gerek yoktur. İç içe yaşayan tüm toplumsal kültürlerin, özellikle komşu halkların demokratik özerk yapılanmalarına dayanan çözümlere hayati ihtiyaç vardır.’