Mustafa Karasu: 14 Temmuz PKK'nin ruhudur!

KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu: 14 Temmuz direnişçiliği temelinde binlerce gerilla fedai ruhla savaşmaktadır. Bugün tüm gerillalar fedaidir. Bu fedailik de 14 Temmuz ruhudur. 14 Temmuz ruhu PKK'nin ölçüsüdür; bunun gerisine düşülemez.

Sizi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu kararına götüren nedenler nelerdir? Böyle bir direnişi başlatma kararına nasıl ulaştınız?

Diyarbakır zindanında direniş daha önce de vardı. 12 Eylül öncesinde de cezaevine yönelik zaman zaman saldırılar oluyordu. Ancak cezaevine yönelik saldırıların sistemli hale gelmesi 12 Eylül askeri faşist cuntanın iktidara gelmesinden sonradır. 12 Eylül askeri faşist darbe, devrimcileri, muhalif kesimleri ezmek, bastırmak isterken, bunun bir boyutu olarak da cezaevlerindeki devrimciler üzerinde baskı kurmak, teslim almak, bu temelde de cezaevlerini devrimcilerin varlığının olduğu, devrimci düşüncelerin devam ettiği, halka moral verdiği bir mekan olmaktan çıkarmak istemişlerdir. Özellikle de 12 Eylül faşizmi Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek için geliştiğinden, Kürdistan'daki saldırılar daha planlı gerçekleşmiştir.

Kuşkusuz Türkiye'deki devrimci hareketlere de saldırılmıştır. Türkiye cezaevlerinde de baskı ve zulüm politikası uygulanmıştır. Ancak Kürdistan'da ve Diyarbakır 5 Nolu zindanında uygulanan zulüm politikası, temel bir politikadan kaynaklanmaktadır. Kürtler üzerindeki soykırım politikasını sürdürmek, soykırım politikası önünde engel olan, sorun çıkaran Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezmek hedeflenmiştir. Bu yönüyle çok uzun vadeli bir amaç doğrultusunda Kürdistan'da zulüm uygulanmış, baskı düzeni kurulmuştur. Amed 5 Nolu zindanındaki baskı düzeni de bu çerçevede kapsamlı ve tüm tutsakları teslim alıp pişmanlık gösterecek, hatta topluma olumsuz örnek olacak duruma getirme politikası ve uygulamaları geliştirilmiştir. Türkiye'de ise esas olarak düzeni, otoriteyi sağlamak için devrimcilerin üzerine gidilmiştir. Cezaevlerinde de baskıyla, zorla disiplini, düzeni sağlamak amaçlanmıştır. Bu iki amaç arasında büyük farklar vardır. Diyarbakır cezaevinde Kürdistan devrimcilerini ezmek, sindirmek, hatta Kürtlüğünden vazgeçirmek amaçlanmıştır. Bu yönüyle Kürdistan'daki direnişin son noktası Türküm denilip denilmemesine bağlanmıştır. Mutlaka Türküm denilecektir; yoksa işkence ve zulüm tutsaklar öldürülene kadar devam edecektir. Böyle bir zindan gerçeği vardı.

Buna karşı PKK’li tutsaklar direniş kararı aldılar. Bu direniş kararını alırken bütün örgütlere de çağrı yaptılar. 12 Eylül faşizminin bu saldırılarına karşı direnilmesi gerektiğini vurguladılar. Özellikle Kürdistan'da örgütlenen siyasi gruplar bu direniş önerisine, çağrısına sıcak bakmamışlardır. Cuntanın geldiğini, bir darbe olduğunu, bu koşullarda direnmenin gereksiz olduğunu düşünmüşlerdir. Darbe gelmiştir, bir süre sonra gider, o güne kadar amiyane deyimle ayıya dayı denilmesi gerektiği biçiminde bir tutum koymuşlardır. O dönemde Kawacılar içinden bir kişi bireysel bir tutum koymuş, Rizgarî’den de ayrılan bir kişi direniş içinde yer alma tutumu göstermiştir. Bunun dışında Kürt gruplarından direnişe katılma olmamıştır. Türk solundaki gruplar, örgütler ise 1981’de gelişen direnişe daha olumlu ve sıcak yaklaşmışlardır. 1981’de de büyük bir direniş gerçekleşmiştir. Ocak’ın 2 ya da 3’ünde başlayan bir açlık grevi olmuştur. Direniş bu açlık greviyle tüm cezaevinde yürütülmüştür. Daha sonra bu açlık grevi 15’inci günde bırakılmış, sonra fiili olarak direniş yürütülmüştür. Direniş, 3 Mart’ta ise Kemal Pir ve Hayri’nin de içinde olduğu 15 PKK’li tutsağın ölüm orucuyla, yeni bir aşamaya vardırılmıştır. Bu ölüm orucu direnişi de 45 gün sürmüştür. Bu ölüm orucunda Pazarcıklı bir Türk arkadaş olan Ali Erek şehit düşmüştür. 45’inci günden sonra ölüm orucu direnişi cezaevi idaresinin belli sözler vermesiyle bırakılmış, ama bu sözler tutulmadığı için fiili direniş 24 Mayıs’a kadar sürmüştür. Bu yönüyle 5 ay kadar kıran kırana bir direniş devam etmiştir.

Bu anlamda 1981’de 5 aylık süren direniş de büyük ve zorlu bir direniştir. Ağır işkenceler karşısında, özellikle PKK’li tutsakların direnişi gerçekleşmiştir. Ancak tecrübe eksikliği, ilk defa bu düzeyde saldırıyla karşılaşılması, açlık grevi, ölüm orucu gibi eylemlerin ilk defa yapılması, bu direnişte belirli sorunlar ortaya çıkarmıştır. 3 Mart’ta başlayan ölüm orucu tarihi bir eylemdi. Daha o zaman İngiltere’de IRA’nın direnişi olmamıştı. Bu açıdan 45 günlük bir ölüm orucu eylemi sürdürmek Türkiye'de ilktir. Türkiye'de ilk defa bu düzeyde uzun süreli bir ölüm orucu eylemi gerçekleştirilmiştir. Hatta bu ölüm orucunun ilk beş gününde hiç su içilmemiştir. Daha sonra su içmeden ölüm orucunu sürdürmenin sıkıntıları görülünce su içilmeye başlanmıştır. Bunlar tabii ki hep tecrübesizlikler sonucudur, yine düşmanı tanıma konusunda belirli yetersizlikler olmuştur.

Kuşkusuz PKK ve Önderlik gerçeği, Türk devletinin sömürgeci karakterini, Kürt’e yaklaşımını ve uygulamalarını iyi biliyordu. Bu konuda en iyi bilince sahip olan Kürt Özgürlük Hareketi’ydi, PKK’ydi ve PKK'nin önder kadrolarıydı. Ama yine de bu düzeyde bir süreç, pratik ve mücadele içinde olunmamıştı. Bunun getirdiği belirli sorunlar da olmuştur ve beş ay süren kıran kırana bir direniş gerçekleşmiştir. İçinde 45 günlük ölüm orucunun da olduğu kıran kırana bir direniş gerçekleşmiştir.

Bu direnişin bırakılmasının nedenleri vardır. Direnişin sonuna doğru toplam 20 civarında direnişçi kalmıştır. Giderek de tek tek direnişin bırakılması durumu yaşanmıştır. İşte bu ortamda 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nun önderi, zindan direnişinin önderi Hayri Durmuş, bu biçimde direnişi sürdürmenin yararlı olmadığını, saldırıların çok ağır olduğunu, bu ortamda önder kadrolar olarak kadro yapımızdan, yurtsever yapımızdan kopmamızın sonuçlarının ağır olacağını değerlendirmiş ve direnişin bir süre bırakılması, kadrolarla, yurtsever yapıyla ilişki içinde daha örgütlü bir direnişin yapılması değerlendirmesinde bulunmuştur. Bu değerlendirmeyi, özgürlük mücadelesin, halka, kadrolara ve yurtseverlere duyduğu sorumluluk gereği yapmıştır. Bu öneriden sonra direnişte olan arkadaşlar bu öneriyi değerlendirmiş, mevcut gerçeğin Hayri’nin dediği gibi olduğunu, direnişe ara verilerek, bırakılarak yeniden örgütlendirilmesi, daha örgütlü bir biçimde yeniden direnişe geçilmesi yaklaşımı benimsenmiştir. İşte bu çerçevede 24 Temmuz’da 5 aydır süren direniş bırakılmıştır.

Bu direniş bırakıldıktan sonra ilk bir buçuk ay direnişçilere fazla karışılmamıştır. Ancak Ağustos’la birlikte direnişçilerin bulunduğu 35. koğuşta da işkenceye, zulme, baskıya başlamışlardır. Direniş sırasında teslim olanlara ses çıkarmayan işkence ekibi, direnişçiler direnişi bıraktıktan sonra daha önce direnişi bırakanlara yönelmişler, onları ezen, susturan, sindiren ağır bir saldırı yürütmüşlerdir. Bu konuda belli bir sonuç aldıktan sonra da, direnişi en son bırakanların bulunduğu 35. koğuşa yönelmişlerdir. Giderek her hafta işkenceler daha da artmıştır. Özellikle koğuşlarda işkenceler dayanılmaz hale getirilmiştir. Diyarbakır zindanı 1981 Ağustos-Eylül aylarıyla birlikte artık işkencenin çok ağırlaştığı, dayanma gücünün sınırlarının zorlandığı sistematik bir işkence dönemi başlamıştır. Artık işkence 24 saattir; her yerde, her an ve her biçimde vardır. Birçok yol ve yöntemle sürdürülmektedir. Tutsaklara yönelik fiziki, kaba ve psikolojik işkence yapıldığı gibi her türlü yaşam ihtiyacı bir baskı, işkence aracı olarak kullanılmıştır.

İşte bu ortamda 1981 Ekim’iyle birlikte direnişi bırakan son arkadaşlar olarak tartışma başlattık. Artık bu işkencelerin kabul edilemeyeceğini, düşmanın, bu faşist yönetimin amacının farklı olduğunu, artık mevcut koşullarda önceleri düşündüğümüz gibi toplu, arkadaşları örgütleyecek bir eylem yapamayacağımızı tartıştık. Çünkü bırakalım koğuşlarla ilişki kurmayı, 35. koğuştan hücreler arası bile ilişki imkanı kaldırılmıştı. Hatta hücre içindeki insanların konuşması bile yasaklanmıştı. Hücre içinde konuşmak, hücreler arasında konuşmak bir işkence nedeniydi. Böyle ağır bir baskı ortamı, hava solumanın bile işkence olduğu bir zindan gerçeği ortaya çıkmıştı. Bu durum karşısında PKK'nin önder kadroları olan şehit Kemal, Hayri Durmuş ve Mazlum’un da içinde olduğu bir arkadaş grubu olarak bir direnişin nasıl başlatılması tartışmalarını yürüttük. Mevcut durumda direnilmediği takdirde 12 Eylül faşist cuntasının ve onun zindanda görevlendirdiği ekibin amacının farklı olduğunu, zindandaki tutsaklar şahsında sadece PKK'yi bitirme değil, halkın umudunu da ortadan kaldırmayı hedeflediklerini, dolayısıyla bu saldırıların çok uğursuz ve kabul edilemez olduğunu ortaya koyan ve bu temelde de bir direnişin gerekli olduğu tespitine varan bir tartışma süreci olmuştur. Haftalarca hem düşmanın amaçlarını ortaya koyan tartışmalar yapılmış, hem de bir direnişin zorunlu olduğu kararına varılmıştır. Ancak bu direnişin hangi yöntemle yapılması gerektiği ve zamanlaması konusunda farklı düşünceler ortaya çıkmıştır.

Bu yoğun tartışmalar sonucu eylem biçiminde belirli bir netleşme ortaya çıkmıştır. Çünkü kimseyle ilişki kurulamıyor. Ne çok geniş, kapsamlı bir açlık grevi yürütülebilir, ne de bütün zindanda isyan niteliğinde bir direniş başlatılabilir. Bu konuda direniş yol ve yöntemlerinin baskı ortamında, tutuklular arasında hiçbir ilişkinin bulunmadığı, her türlü ilişkinin yasaklandığı ortamda direniş yöntemlerindeki tercihler fazla kalmamıştır. Sonuçta tartışmalarda genelde eğilim, bir ölüm orucu biçiminde, ama etkili, 1981 2 Ocak’ında başlayan ve 24 Mayıs’ta biten biçimde değil de, gerçekten sonuna kadar giden, sonuç alan etkili bir ölüm orucu yapılması eğilimi güçlenmiştir.

Öte yandan bu tartışmalar yürütülürken, zulüm ve baskı ortamında itirafçılar çıkarılmıştır. Hemen hemen bütün davalarda itirafçılar çıkarılmıştır. O dönemde PKK davası olarak birçok duruşma gerçekleştirilmektedir. Diyarbakır, Batman, Amed ve Urfa biçiminde dört davadan oluşan ana dava vardır. Ana davanın dışında ayrıca Ergani, Viranşehir, Suruç ve Elazığ grubu vardır. Ana dava dışında bunun gibi birkaç dava daha vardır. Soykırımcı faşist cunta zindandaki PKK tutsakları şahsında hem PKK'yi zindanın betonlarına gömme, hem de bu tutsaklar şahsında halkın umudunu kırmayı, iradesini tümden bitirmeyi hedeflemiştir. Çünkü Apocular-PKK büyük iddia sahibidir. Bütün örgütlerden daha fazla bir militan söylemle, iddiayla mücadeleyi yürütmüşlerdir. İşte böyle bir partiyi, hareketi etkisizleştirerek, bir hareket içinde itirafçılar çıkararak, teslim alarak bunlar şahsında PKK ve Kürt halkının özgürlük umudu bitirilmek istenmiştir. İşte bu amaçla yapılan baskılar sonucu itirafçı olanlar gün gün artmaktadır. Bu ortamda kesinlikle bir direnişin yapılması gerektiği kararına varılmıştır. Bu direnişin de ölüm orucu biçiminde olması netleşmiştir. Ancak zamanlama ve kaç kişiyle yapılacağı tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar sürecinde Mazlum Doğan yoldaş hiç beklemeden hemen direnişin gerçekleşmesi gerektiğini söylemiştir. Kemal Pir ise direnişin gerekli, doğru olduğunu, yapılması gerektiğini, ama 1981’deki direnişte kendisinin öncülük yaptığını, bu direniş 45’inci gününde bırakılarak amacına ulaşmadığını ifade ederek, artık kendisinin bu direnişin başlatıcısı olmayacağını, zamanlaması konusunda ise bir şey belirtmeyeceğini, arkadaşların başladığı an kim başlarsa başlasın kendisinin her zaman ikinci sırada olacağı vurgusunu yapmıştır. Tartışmalar sonucunda Hayri’nin düşüncesi ağır basmıştır. Hayri, mahkemelerin çok önemli olduğunu, mahkemelerde siyasi savunma yapmak gerektiğini, savunma aşaması yaklaştığında direnişe başlanması gerektiğini ve bu direnişle hem yapılan zulme karşı, hem de mahkemeler açısından savunma hakkının elde edilmesi için direnişe geçilmesi gerektiği değerlendirmesinde bulunulmuştur. Bu değerlendirme kabul görmüştür. Bu açıdan eylemin ölüm orucu biçiminde olması gerektiği ve savunma aşamasına geçilmeden önce ölüm orucunun başlaması gerektiği kararı, 1981 yılının son aylarında karar altına alınmıştır. Bu yönüyle bir direniş başlatma iradesi ortaya çıkmıştır. Bu arada bazı olaylar olmuş, Kemal, Hayri, Mazlum, diğer bazı arkadaşlar hücrelerinden çıkarılıp götürülmüştür. Bu götürülme durumu sırasında arkadaşlar “eğer yoğun bir baskı olursa, bizi de itirafçılaştırma gibi bir dayatma içine girilirse derhal eylemin başlatılması gerekir” demiş ve böyle bir kararlaşmaya da gidilmiştir. 1981 yılının sonunda bir fotoğraf çekimi için hücrelerin dışına götürüldüklerinde böyle bir karar alınmıştı. Ama arkadaşlar götürüldüğünde sadece bir yerde fotoğraflar çekildiği için alınan direniş kararının başlatılmasına gerek duyulmamıştır. Bunu şunun için belirtiyorum; direniş iradesi, kararlılığı vardır. Zamanlama olarak savunma aşaması öncesi tespit edilmiştir, ama zorunluluk ortaya çıktığında da önceden de ölüm orucuna başlanması konusunda bir prensip kararına varılmıştır.

Bu süreçte itirafçılar çoğalınca, baskılar artınca Mazlum arkadaş bizim direniş kararımızın geç olduğu düşüncesiyle bireysel bir direniş içinde olmuştur. 1982 Newroz’unda düşman uygulamalarını protesto ederek bir direniş kıvılcımı çakmıştır. Bu direniş kıvılcımını 1982 Newroz’unda gerçekleştirerek bizlere artık bu baskıların kabul edilmeyeceğini, direnişe geçme zamanının geldiğini ortaya koymuştur. Bir nevi nasıl ki Demirci Kawa Dehaq’ın sarayını basarak, Dehaq’ı öldürüp sarayda ateş yakma kıvılcımı yakmışsa ve bu kıvılcımı yakarak herkese harekete, direnişe geçme çağrısında bulunmuşsa, Mazlum Doğan yoldaş da 1982 Newroz’unda direniş kıvılcımı çakarak, bize direnişin geliştirilmesi mesajını vermiştir.

Mazlum Doğan’ın şehadeti tartışmalarımızı yeniden başlatmış, kesinlikle eyleme geçmenin zamanı geldiğini, ancak bireysel değil de bir daha eylem olacaksa mutlaka toplu yapılması gerektiği kararına varılmıştır. Bu yönüyle 1981 yılının sonunda alınan direniş kararı Mazlum’un şehadetiyle, Mazlum’un direniş kıvılcımını çakmasıyla daha da kararlı olmuş ve netleşmiştir. Artık bütün arkadaşlar da direnişin gecikmemesi, zamanının geldiği biçiminde hemfikirdir. Ama savunmalar aşaması da yakınlaştığı düşünülerek bir-iki ay daha beklenilmesi yaklaşımı benimsenmiştir. Ancak bu süreçte 17 Mayıs’ta dört arkadaşın kendilerini yakıp meşale ederek direniş ortaya koymaları, düşmanın bütün saldırılarını, uygulamalarını protesto eden böyle bir eylem biçimi otaya koymaları kuşkusuz sarsıcı olmuştur. Bu durum direnişin artık kaçınılmaz olduğunu göstermiştir. Öte yandan bir türlü duruşmalar bitmemekte, savunma aşamasına gelinmemektedir. Gecikmenin nedeni de budur. Aslında bizler Türkiye'deki diğer cezaevlerindeki yargılamalara bakarak, duruşmalara bakarak, bu duruşmaların sonucunda birçok Türkiyeli devrimcinin idam edilmesi gerçeğine bakarak bizim davaların daha erken sonuçlanacağı biçiminde bir değerlendirme yapmıştık.

Türkiye'de devrimciler idam ediliyorsa, faşistler, hatta siviller idam ediliyorsa bizim duruşmaların hızlandırılacağını, daha erken idam sehpalarının kurulacağını düşünmüştük. Bu yönüyle bütün arkadaşlar idama da hazırdı, bütün arkadaşlar idam sehpasına giderken idam sehpasını kendileri tekmeleyecekti. Böyle bir kararlılık vardı. Ancak düşünemediğimiz bir durum vardı; o da bizim duruşmaların uzaması durumuydu. Gerçekten bu kadar uzamasını beklemiyorduk. Çünkü mücadeleyse en sert mücadeleyi biz vermişiz, askerle, polisle çatışmışız, Kürdistan'daki sömürgeciliğin ayakları gerici kesimlerle, işbirlikçi ve hain kesimlerle çatışmışız, bu çatışmalarda birçok ölüm ortaya çıkmış; bu durum karşısında herkesten önce bizlerin yargılanması, bizler hakkında karar verilmesi gerekiyordu. Kaldı ki 12 Eylül askeri cuntası darbe yapmasının esas gerekçesi olarak da Kürdistan özgürlük mücadelesinin gelişmesini göstermişti. Darbenin en temel nedeni buydu. Bu durum bizde davalarımızın erken biteceği yargısını ortaya çıkarmıştı. Ama şunu düşünememiştik; tarih içinde tüm idamlar, direnişler ve isyanlar bastırıldıktan sonra, o hareketler ezildikten sonra, o hareketlerin, direnişlerin, isyanların bastırılma sembolü olarak idamlar gerçekleştirilmiştir. Türk devletinin idamları gerçekleştirdiği siyasi ortam hep bu çerçevede olmuştur. Ancak askeri faşist cunta gelmiş, belki PKK'ye de darbe vurmuş, ama PKK'yi tasfiye edememiştir. PKK'nin hem Önderliği, hem önder kadrolarının önemli bir bölümü yurtdışına çıkmış, PKK örgütlü gücünü korumuş ve yeniden mücadeleye hazırlanmaktaydı. İşte PKK'nin tasfiye edilememesi nedeniyle de idamlar yapılmamıştır, duruşmalar çabuk bitirilmemiştir. Öte yandan Kürt devrimcileri, bizleri idam edip öldürerek ortadan kaldırmayı değil de, pişmanlık göstererek, ittirafçılaştırarak, Kürtlüğümüzden, davamızdan vazgeçirerek böyle bir öldürme politikası izlemişlerdir. Bu da duruşmaların gecikmesine yol açmıştır.

Dörtlerin eyleminden sonra ve duruşmaların geciktiği de görülerek artık eylem yapma zamanının geldiği kafalarda daha da netleşmiştir. Bu çerçevede 31 Mayıs’ta Amed duruşmaları başladığında Kemal ve Hayri’yle yapılan konuşmalar sonucu ölüm orucu başlatılması kararı alınmıştır. Aslında ölüm orucunun başlatılması Diyarbakır duruşmaları sırasında düşünülmüştür. Ancak Hayri Durmuş Urfa duruşmalarının çok çok önemli olduğunu, burada daha fazla arkadaş olduğunu, daha fazla ailelerin ve avukatların duruşmalara geldiğini; en fazla bu duruşmaların izlendiğini, öte yandan Urfa-Hilvan-Siverek duruşmalarında çok önemli olayların tartışılacağını, bu açıdan son duruşmalarda sömürgeciliğin, mahkemenin, hakimlerin, savcıların yapacağı suçlamalara karşı partiyi savunmak, arkadaşları savunmanın daha doğru olacağını, arkadaşların sahipsiz bırakılmaması gerektiğini, öte yandan da burada yapılacak bir ölüm orucu açıklamasının daha fazla toplum ve kamuoyu tarafından duyulacağını; yine koğuşlarda daha fazla etkili olacağı düşünülerek, ölüm orucunun Urfa duruşmalarında başlatılması kararına varılmıştır. Ölüm orucunun Urfa duruşmalarında başlatılması kararı, 31 Mayıs’ta başlayan Diyarbakır duruşmaları sırasında alınmıştır.

Bu kararı aldıktan sonra da özellikle de ana dava gruplarından güvenilir birkaç arkadaşa yakında ölüm orucunun başlatılacağını ve hazırlanmaları gerektiğinin söylenmesi kararı da alındı. Bu çerçevede bazı arkadaşlara böyle bir eylemin yakında başlatılacağı da iletilmiştir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 14 Temmuz’u ölümden özgür yaşama geçiş için köprü kurmak olarak değerlendirdi. 14 Temmuz’u nasıl tanımlarsınız, 14 Temmuz çizgisi nedir?

14 Temmuz öncesi durum Apocu hareketin kuruluşu öncesi duruma benzemektedir. Nasıl ki 1970’lere gelindiğinde Kürtler geleceğe umutsuz bakıyor, bir yılgınlık, inanç kırılması, kaderine razı edilmiş bir teslimiyet yaklaşımı vardıysa, 14 Temmuz direnişi öncesi de zindanda bir umutsuzluk ve yılgınlık vardı. Nasıl ki Önder Apo Kürt’ün yok oluşa götürüldüğü 1960’ların sonu ’70’lerin başında tarih sahnesine çıkarak Kürt’ün o yaşamını kabul etmediyse, ölüme yatırılmış Kürt’ün duruşunu reddederek, Kürt’ü yeniden yaşama kavuşturacak bir direniş, mücadele iradesi ortaya koyduysa ve bu temelde Apocu grubun tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte Kürt’ün kaderi değiştiyse, 14 Temmuz da hem Kürt halkı açısından, hem zindan tutsakları açısından yok oluşun dayatıldığı bir süreçte gerçekleştirildi. 12 Eylül askeri faşist cuntası bir kök kazıma harekatı başlattı. Kürt Özgürlük Hareketi'nin kökünü kazıyacak ve bu temelde de Kürt’ün özgür yaşam iradesini bir daha dirilmemecesine toprağa gömecekti. 12 Eylül faşist cuntasının Kürdistan'da uyguladığı zulüm, Diyarbakır zindanında, 5 Nolu zindanında uyguladığı zulüm bu amaçlıydı. Bu açıdan yok oluş, ölüm, inkar, bitiş dayatılıyordu. Zindandaki tutsaklar şahsında sadece PKK değil, Kürt halkının varlığı ortadan kaldırılmak isteniyordu. Zindandaki tutsaklar şahsında PKK 5 Nolu zindanın betonlarına gömülmek isteniyordu.

14 Temmuz direnişi hem zindanda, hem Kürdistan'da dayatılan yok oluşa karşı var olma direnişidir. Tabii ki bu var olma da özgür var olma direnişi olarak tarihe geçmiştir. Kemal Pir’in söylediği “yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorum” dediği yaşam özgür yaşamdır. Özgür yaşamı gerçekleştirmek için bu büyük direniş gerçekleştirilmiştir. Bu açıdan Önder Apo'nun 14 Temmuz’u ölümden özgür yaşama geçiş için bir köprü olarak değerlendirmesi, bu direnişin gerçek tanımlamasıdır, gerçek karakteridir. Bu direnişle birlikte artık Kürt için eski yaşam kabul edilemez. Kürt insanı için eski yaşam artık ölümdür. Bu yönüyle de 14 Temmuz direnişi Kürt için zulmü, baskıyı reddeden, eski yaşamı ve umutsuzluğu reddeden, koşullar ne kadar zor olursa olsun direnip başarmayı gerçekleştiren iradeyi ortaya çıkarmıştır. Bu yönüyle 14 Temmuz’la birlikte artık koşulların zorluğu diye hiçbir gerekçe yoktur. Önder Apo ilk çıkışından itibaren koşullar ne kadar zor olursa olsun, bir halk kararlı olursa, irade gösterirse mutlaka kazanır demiştir. Kendi şahsında bu iradeyi ortaya çıkarmış, bunu arkadaşlarına, örgüte ve halka yaymaya çalışmıştır. İşte Önder Apo'nun bu özgürlük, zor koşullarda direnme ve başarma iradesi, 14 Temmuz direnişçileri tarafından zindanda somutlaştırılmıştır. Zindanda somutlaştırılan, Kürdistan devriminin tarzıdır. Yani zorun zoru koşullarda direnip başarmanın tarzıdır. Bu açıdan 14 Temmuz direnişçiliği için zorluk yoktur; zorluk ne olursa olsun başarma vardır. Zorluk ne olursa olsun başarma iradesi vardır. Zorluk ne olursa olsun özgür yaşama kavuşma iradesi vardır. Bu açıdan da 14 Temmuz direnişçiliği ölüm felsefesini, teslimiyeti, geri yaşamı tümden yıkan, reddeden, özgür yaşam dışında başka bir tercih ortaya koymayan bir direniş olarak gerçekleşmiştir. Bu direnişin felsefesi ya özgür yaşam ya özgür yaşamdır. Bunun için Kemal Pir “Yaşamı uğruna ölünecek kadar seviyorum” demiştir. Yani uğruna ölünecek bir yaşam için mücadeleyi Kürt halkının, gençlerinin ve herkesin önüne koymuştur. 14 Temmuz’un bizlerin önüne koyduğu hedef, uğruna ölünecek bir yaşamı yaratma hedefidir. Kemal Pir, uğruna ölünecek bir yaşamı yaratmak için ölüm orucu direnişine girmiştir ve yaşamını ortaya koymuştur. Bu bir her türlü ölüm felsefesini, teslimiyeti yerle bir eden bir yaşam ve direniş felsefesidir. Önder Apo’nun ilk çıkışında ortaya koyduğu yaşam ve direniş felsefesinin, Kürdistan devriminin tarzının 14 Temmuz direnişçileri şahsında somutlaştırılmasıdır. Bu yönüyle 14 Temmuz’u kesinlikle Kürdistan devriminin tarzı olarak tanımlamak gerekir.

14 Temmuzu, en zor koşullarda özgür yaşamı yaratma çizgisi, özgür yaşamı yaratma direnişi olarak görmek gerekiyor. 14 Temmuz için zorluk ve sıkıntı yoktur. 14 Temmuz gerçeğinde yaşamını ortaya koyarak coşkuyla direnme vardır. Özgür yaşam için direnmek en büyük yaşama sevincidir, yaşama coşkusudur. Bu açıdan Kemal de, Hayri de, Akif de, Ali de şehadete giderken en moralli anlarını yaşamışlardır. En iradeli ve kararlı anlarını yaşamışlardır. Gözlerini mutlulukla kapatmışlardır. Son nefeslerini mutlulukla, özgürlük tutkusu ve özgürlük iradesiyle vermişlerdir. Çünkü 14 Temmuz direnişi başarının, Kürdistan devriminin, zor koşullarda direnip başarmanın çizgisidir. Bu nedenle onlar şehadete giderken başarının mutluluğuyla gitmişlerdir ve başarmışlardır. Zor koşullarda direnip başarmanın mutluluğunu yaşamışlardır. Bu açıdan Önder Apo 14 Temmuz ruhunu PKK'nin ruhu olarak tanımlamıştır. 14 Temmuz’un çizgisini Kürdistan devriminin tarzı ve çizgisi olarak tanımlamıştır. Çünkü Kürdistan'da zor koşullara katlanmadan, zor koşullarda direnme iradesi göstermeden hiçbir başarıyı elde etmek mümkün değildir. Kürdistan devrimi, zor koşullarda direnilerek başarılacaktır. İşte 14 Temmuz direnişçileri zor koşullarda direnerek başarmanın tarzını Kürdistan halkına, gençliğine, kadınına, militanlarına armağan etmiştir. 14 Temmuz’un direniş tarzı, tüm Kürdistan halkı için başarının şifresidir, başarının kanunudur, başarının iksiridir. Nasıl ki eskiden bir zanaata sahip olanların adeta bir altın bileziğe sahip oldukları söyleniyorduysa, bunların yaşamda hep başarılı olacağına inanılmışsa, aslında Kürdistan devriminin ve halkının altın bileziği de 14 Temmuz direnişçiliğinin ortaya çıkardığı Kürdistan devriminin tarzıdır. Kürdistan devriminin tarzına sahip olmuş Kürt Özgürlük Hareketi'ni, Kürt halkını, gençlerini, militanlarını, kadınlarını yenmek mümkün değildir. Zor koşullarda direnip başarmanın tarzı olan Kürdistan devriminin tarzına sahip olanlar mutlaka kazanacaklardır. Saldırılar ne kadar ağır olursa olsun, koşullar ne kadar zor olursa olsun, bu tarzda direnenler Yılmaz Güney’in haykırdığı gibi mutlaka kazanacaklardır. Mutlaka kazanacağız!

Nitekim 14 Temmuz’la birlikte zindandaki umutsuzluk yerle bir olmuş, zindandaki tüm tutsaklarda direniş ruhu, mücadele ruhu güçlenmiş ve harekete geçmiştir. 14 Temmuz direnişiyle birlikte halkta da umutsuzluk kırılmış, Kürt halkının özgür yaşama inancı pekişmiştir. Kürt halkı “zindanda, dört duvar arasında Apocular, PKK’liler direniyor ve büyük başarılar kazanıyorsa, direnerek 12 Eylül faşizmini yenilgiye uğratıyorlarsa, biz dışarıda haydi haydi örgütlenerek, direnerek soykırımcı sömürgeciliği yenilgiye uğratabiliriz” demiştir. 14 Temmuz direniş gerçeği Kürt halkında da böyle bir duygu ve düşüncenin gelişmesine yol açmıştır. Bu açıdan 14 Temmuz’un ruhu ve çizgisi Kürdistan'da her zaman ihtiyaç duyulacak, en zor koşullarda halka, militanlara yol gösterecek bir başarı çizgisidir, bir direnme çizgisidir.

Bugün İmralı zindanında Önder Abdullah Öcalan direnişiyle 14 Temmuz direnişi arasında nasıl bir paralellik vardır?

Şu açıktır; 1982 direnişi bu arkadaşların zindana düşmesinden iki buçuk, üç yıl sonra gerçekleşmiştir. Önder Apo ise 19 yıla yakındır zindandadır. Ağır psikolojik baskı altındadır. Önder Apo üzerinde uygulanan psikolojik baskı daha ağırdır. Önder Apo bir halkın önderliği olduğu için sadece zindandaki baskıların değil, Kürt halkı üzerinde yaşanan bütün baskıların, bütün zulmün acısını beyninde ve yüreğinde hissetmektedir. Bugün Kürdistan'da yapılan bütün zulüm ve baskılar Önder Apo'ya da yapılmaktadır. Bu yönüyle Önder Apo üzerinde büyük bir zulüm ve baskı vardır. Nasıl ki 12 Eylül sonrası zindanlar şahsında PKK bitirilmek, Kürt halkının umudu bitirilmek istenmişse, Önder Apo da 19 yıldır tek kişilik hücrede ağır psikolojik baskı ortamında, sürekli bir işkence ortamında tutularak iradesi kırılmak istenmektedir. Bugün nasıl dışarıda Kürt halkının, siyasetçilerin, devrimcilerin iradesine yönelik saldırı varsa, aynı saldırı Önder Apo’ya da vardır. Daha doğrusu Kürt halkına, siyasetçilere ve hareketimize yönelik ağır saldırılar, Önder Apo'ya yönelik ağır saldırılarla başlatılmıştır. Ağır saldırıların başlangıcı 5 Nisan’dır. 5 Nisan’la birlikte Kürt halkına, Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yeni bir savaş dönemi başlatılmıştır. Bu yönüyle İmralı’da tarihte görülmedik büyük bir irade savaşı ve irade mücadelesi vardır. Bunu ancak birkaç yıl hücrede tek başına yaşayanlar anlayabilir. Bizler anlıyoruz. Ben kendim üç yıl tek başıma bir hücrede kaldım. Bizler iki-üç yıl dayanamazken, Önder Apo gibi toplumsallığı en yüksek düzeyde olan bir Önderlik açısından tabii ki bu süre çok uzundur, çok ağırdır. Üç yıl tek başımıza hücrede kaldığımızda dayanılacak gibi değildi. Neredeyse giderek duvarlarla konuşacak, kendi kendimizle konuşacak hale geldik. İnsanın yanında hiç kimsenin olmaması, hiç kimseyle konuşmaması, sosyal bir varlık olan insan için, hele Önder Apo gibi halkıyla, yoldaşlarıyla, dostlarla sürekli ilişki içinde olan, yaşamının bütün alanını insanla geçirmiş, insanla ilişkilenmiş, insandan almış, insana vermiş böyle bir Önderlik için tek kişilik bir hücrede 19 yıl kalmak kadar ağır bir işkence olamaz. Bundan daha büyük bir psikolojik savaş ve fiziki baskı olamaz.

Bu yönüyle Önderliğin direnişi tarihseldir. Önderliğin 19 yıldır bir hücrede tek başına yaşaması çok ağır bir durumdur. Bu yönüyle Önder Apo’nun direnişi 14 Temmuz direnişinin yeni koşullarda sürdürülmesidir. Önder Apo, zorun zoru koşullarda zindanda bulunmaktadır. Bir adada, tek kişilik cezaevinde yaşamını hiç kimseyle ilişkilenmeden gerçekleştirmek kadar ağır bir durum olabilir mi? Son yıllarda 2-3 arkadaş cezaevindedir, bunlarla da her zaman görüşmemektedir. Görüşmeleri de sınırlıdır. Görüşmeler yapıldığı zaman o da haftada bir saat ya da iki saattir. Bunun dışındaki bütün yaşam tek kişilik hücrede geçmektedir.

Nasıl ki 14 Temmuz direnişi Kürt halkı, gençleri ve kadınları için dün olduğu gibi bugün de mücadeleye bir çağrıysa, en zor koşullarda mücadeleyi geliştirme çağrısıysa, Önder Apo’nun bugün İmralı’daki duruşu da bir mücadele çağrısıdır; mücadeleyi yükseltme çağrısıdır. Kaldı ki Önder Apo esaret altında olduğu müddetçe bir halk özgür olamaz, bir halk da esaret altında olur. Bu bakımdan Önder Apo’nun zindandaki duruşu, mücadelesi, Önder Apo şahsında Kürdistan'ı özgürleştirme mücadelesini geliştirme çağrısıdır. Nasıl ki 14 Temmuz direnişi ve çağrısı her türlü pasifizme, teslimiyete, ihanete darbe vurma çağrısı, duruşu olmuşsa, Önder Apo’nun İmralı’daki duruşu da her türlü teslimiyete, pasifizme, ihanete ve işbirlikçiliğe karşı mücadele ve direnişi yükseltme çağrısıdır. Önder Apo’nun İmralı’daki duruşundan başka bir anlam çıkarmak, Önderlik gerçeğini, Önderliğin yaşam ve mücadele felsefesini anlamamak demektir. Önderliğin yaşam ve mücadele felsefesi sürekli mücadeledir; özgür ve demokratik yaşam için mücadeleyi süreklileştirmektir. Koşullar ne kadar zor olursa olsun mücadeleyi geliştirmektir. Nitekim Önder Apo tırnağıyla kazıyarak gelişme yaratmıştır. En küçük bir imkandan büyük gelişmeler yaratmıştır. Ya da imkansızlıklar ortamında mücadele imkanını kendisi yaratmıştır. Her koşulu mücadeleyi geliştirme koşulu haline getirmiştir. Önder Apo açısından mücadeleyi geliştirmenin koşulu ve mekanı yoktur. Her mekan Önder Apo için mücadeleyi geliştirme mekanıdır, zeminidir. Önder Apo her mekanda, her zeminde yol ve yöntem geliştirerek, mutlaka mücadeleyi yükseltir ve geliştirir.

Önder Apo’da durmak yoktur. Önder Apo çocukluğundan beri kendisinin tanımladığı gibi cıva gibidir. Düşüncesi, yoğunlaşması dinamiktir. Sürekli düşünen, yoğunlaşan bir Önderlik gerçeği vardır. Düşünüp yoğunlaşarak kendini yenileyen, güçlendiren, yenilmez irade kılan bir Önderlik gerçeği ardır.

Şunu söyleyebiliriz, Önder Apo kadar dünya tarihinde düşüncede yoğunlaşmış, her anını bir amaca kilitlemiş başka bir insan bulmak mümkün değildir. Bu yönüyle her saniyesini Kürt halkının, Ortadoğu halklarının özgürlüğünü, tüm insanların özgür ve demokratik yaşamı, toplumcu değerler ve yaşam için harcamıştır. Özcesi 14 Temmuz direnişi ve mücadeleyi yükseltme çağrısı olduğu gibi, Önder Apo’nun İmralı’daki direnişi de özgürlük mücadelesini yükseltme çağrısıdır. 14 Temmuz direnişçiliğiyle Önder Apo direnişçiliği arasındaki en temel paralellik, benzerlik bu konudadır.

14 Temmuz direniş ruhu PKK'nin daha sonraki mücadele anlayışına nasıl yansıdı? Günümüzde bu ruh mücadelede nasıl yaşatılıyor?

14 Temmuz direnişi, 12 Eylül askeri faşist cuntanın hakim olduğu, PKK’nin de Ortadoğu'ya çekilerek mücadeleyi hazırladığı dönemde gerçekleşti. Bu dönem gerçekten mücadelenin zor dönemleridir. PKK de 12 Eylül askeri faşist darbesinden ağır darbe yemiştir. Kadrolarının önemli bir bölümü yakalandığı gibi, kalanları da yurtdışına çekilmiştir. Faşist cuntanın hakim olduğu ortamda mücadele ruhunu ayakta tutmak gerçekten kolay değildir. Önder Apo büyük bir çabayla örgütü toparlamak, kadroyu örgütleyerek yeniden mücadeleye sevk etme çabası içindedir. Ama 12 Eylül cuntasının faşist koşullarında PKK kadrolarında da etkileri olmuştur. Bazı kadrolar mücadelenin kısa sürede geliştirilemeyeceğini, kısa sürede ülkeye dönülemeyeceğini iddia ederek mücadeleyi geriye çeken tasfiyeci anlayışları dayatmaktaydı. Türkiye'deki diğer örgütler, Kürdistan'daki gruplar etkisiz hale geldiği, tasfiye olduğu gibi, PKK içindeki bazı eğilimler de PKK'yi geriye çeken, mücadeleden alıkoyan mülteci bir örgüt haline gelmesini dayatan yaklaşımlar içindeydi. 14 Temmuz direnişinin gerçekleşmesiyle birlikte artık PKK içinde ülkeye dönüşü engelleyen, mücadele edilemez diyen tasfiyeci eğilimler geriletilmiştir. Tasfiyeci eğilimlerin etkisizleşmesi, tasfiyesi 14 Temmuz direniş ruhuyla gerçekleşmiştir. Bu dönemde Önder Apo'nun mücadeleyi geliştirme çabalarına en büyük desteği 14 Temmuz direnişi vermiştir. 14 Temmuz direnişi ülkeye dön çağrısı olarak mücadeleyi geriye çeken tasfiyeci provokatif eğilimleri geriletmiştir. Bu yönüyle de ülkeye dönüş hazırlıklarının, gerilla mücadelesinin geliştirilmesini hızlandırmıştır. Önder Apo’nun 2. Kongre’de mücadeleyi geliştirme çağrısına, bu yönlü alınan kararlara en büyük desteği 14 Temmuz direnişçileri vermiştir. Önder Apo, “Onlar mücadeleyi en iyi anlayanlar, beni iyi anlayanlar, mücadeleye en zor dönemde en büyük desteği verenlerdir” değerlendirmesi yapmıştır.

14 Temmuz direnişçiliği, gerilla mücadelesinin gelişmesinde büyük bir moral değer olmuştur, ideolojik güç olmuştur. 14 Temmuz direnişi, 12 Eylül faşizmini zindanda ideolojik yenilgiye uğratmıştır. 12 Eylül faşizminin ideolojik yenilgiye uğratılması tabii ki PKK kadrolarını, sempatizanlarını ve halkı da çok olumlu etkilemiştir. 14 Temmuz direnişiyle birlikte 12 Eylül’ün, soykırımcı sömürgeciliğin yenileceği, mücadelenin ilerletileceği gelişmiştir. Önder Apo’nun Apocu grubu geliştirme çabasında yaratmak istediği fedai ruh, adanmışlık ruhu 14 Temmuz’da somut bir gerçeklik haline gelmiştir. Önder Apo’nun yaratmak istediği militan ruh 14 Temmuz direnişiyle ete kemiğe bürünmüştür. Bu yönüyle 14 Temmuz direnişiyle birlikte PKK gerçek anlamda militan bir hareket ve örgüt haline gelmiştir. Önder Apo ilk sözüyle Apoculuğu, PKK'yi militan bir olarak örgüt yaratma çabası yürütmüştür. Bu konuda da çok önemli gelişmeler sağlamıştır. 1980 öncesi de Apocular, PKK kadroları militan ruh, fedai ruh içindeydiler. 12 Eylül askeri faşist darbesi bir de bu ruhu ezmek için gerçekleşmiştir. Halka, örgüte ve kadrolara bu nedenle ağır bir saldırı yapmıştı. Bu yönüyle PKK'nin Kürdistan'da attığı fedaice özgürlük tohumları, militanlık gerçeğinin kökü kazınmak istenmiştir. 14 Temmuz ruhu, PKK'nin kökünü kazıma, bu militan ruhu ortadan kaldırma saldırısına karşı, militan ve fedai ruhu daha da güçlendirerek, en yüksek düzeye çıkararak PKK'nin mücadele gücünü daha da arttırmıştır. PKK kadrolarının, taraftarlarının, sempatizanlarının mücadele gücünü en yüksek düzeye çıkarmıştır. Halka bağlılığı, değerlere bağlılığı en yüksek düzeye çıkarmıştır. Önder Apo'ya, partiye bağlılığı en yüksek düzeye çıkarmıştır. Bu da PKK'nin gerilla savaşını başarıyla başlatması, geliştirmesi, güçlü serhildanları ortaya çıkarmasını beraberinde getirmiştir. 14 Temmuz direniş ruhunun daha sonraki gerilla mücadelesinde, serhildanın ortaya çıkmasında, PKK'nin sadece Bakur’da değil, Rojava’da, Avrupa’da, Başurê Kurdîstan’da her yerde gelişmesinde 14 Temmuz direniş ruhu çok etkili olmuştur. Bu gerçeğin iyi görülmesi gerekmektedir.

14 Temmuz ruhu, PKK direniş ruhunu, geliştirdiği militanların mücadele azmini, karakterini güçlendirdiği, enerjilerini daha da arttırdığı gibi halkın PKK'ye, mücadeleye bağlılığını da çok yükseltmiştir. Halkın PKK'ye, mücadeleye bağlılığının gelişmesi, PKK'nin mücadelesini de doğrudan daha da güçlendirmesine, geliştirmesine; militanların özgürlük, demokrasi, sosyalizm inancının daha da pekişmesine yol açmıştır. Bu anlamda 14 Temmuz direniş ruhunun hem PKK'nin mücadele gerçekliğini, hem de Kürt halkının mücadele karakterine yaptığı katkılar muazzam olmuştur. Nitekim o dönemin en temel propaganda zemini 14 Temmuz direniş ruhu olmuştur. 14 Temmuz direnişçiliği, zindan direnişçiliği anlatılarak, propaganda edilerek, 14 Temmuz direnişçilerinde, zindan direnişçilerinde bulunan özellikler, direnişin yarattığı sonuçlar halka anlatılarak, PKK'nin halk içindeki örgütlenmesi gelişmiş, katılımlar artmış ve PKK'nin her alanda büyümesini sağlamıştır.

14 Temmuz direnişçiliğinden sonra artık PKK’liler için zorluk, imkansızlık yoktur. Artık her koşulda direnilebilir. Her koşulda örgütlenilebilir ve yaşanılabilir. Bu çok önemlidir. Kürdistan devriminin tarzı olan zor koşullarda direnme tarzının yaratılması, PKK'nin geliştirdiği gerilla mücadelesinin en zor koşullarda, en ağır saldırılar altında var olmasını, ayakta kalmasını ve gelişmesini beraberinde getirmiştir. 14 Temmuz ruhuyla gerilla, Kürdistan'ın bütün dağlarına üslenmiştir. İmkanların az, ilişkilerin zayıf olmasına, düşman saldırılarının ağırlığına bakmadan gerilla her yere üslenmiştir. PKK her yerde gelişmiştir. Bu da 14 Temmuz direnişçilerinin en zor koşullarda direnmesiyle, yaşamlarını ortaya koymalarıyla olmuştur. Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz demeleri ve en zor koşullarda direnip başarmalarına yol açmıştır. Bu karakter, mücadelenin temel karakteri olmuştur. Onun için Önder Apo 14 Temmuz ruhunu PKK'nin ruhu olarak tanımlamıştır. Evet, PKK'nin militanlık ruhu hala 14 Temmuz ruhudur. Önder Apo tasfiyecilik PKK'yi tasfiye etmek isterken, PKK'yi mücadele edemez duruma düşürmek isterken, Önder Apo tasfiyeciliğin karşısına Kemal Pir direnişini, 14 Temmuz direnişçiliğini koymuştur. Bu direnişler ortadayken kimsenin tasfiyeciliği, mücadeleden kaçkınlığı savunamayacağını, mücadele etmekten başka bir şey düşünemeyeceğini söylemiştir. Kemal Pir militanlığını örnek göstermesi bu anlama gelmektedir.

14 Temmuz ruhuyla binlerce şehit verdik. Şehitler 14 Temmuz direnişçiliğinin pratikleşmesidir; 14 Temmuz ruhuna bağlılıktır. Kürdistan devriminin tarzına bağlılık temelinde şehit düşmüşlerdir. En zor koşullarda direnmişler, yaşamlarını vermişler ve mücadeleyi geliştirmişlerdir. Bu bakımdan 14 Temmuz ruhu PKK'nin ruhu, PKK'nin militan ruhu haline gelmiştir. Eğer bugün Kürt Özgürlük Hareketi en ağır baskılara rağmen yaşıyorsa, ayaktaysa bunu sağlatan 14 Temmuz ruhudur. Bugün de 14 Temmuz ruhu gerilla direnişinde, halkın mücadelesinde yaşamaktadır. Dağda, ovada, zindanda bu ruh yaşatılmaktadır. Çünkü 14 Temmuz ruhu binlerce şehidin pratiğinde somutlaştığı, PKK'nin, Kürt halkının karakteri haline geldiği gibi, bugün de hala militanlık ölçüsü 14 Temmuz direnişçiliğidir. 14 Temmuz direnişçiliği temelinde binlerce gerilla fedai ruhla savaşmaktadır. Bugün tüm gerillalar fedaidir. Bu fedailik de 14 Temmuz ruhudur. 14 Temmuz ruhu artık PKK'nin ölçüsüdür; bunun gerisine düşülemez. 14 Temmuz, ölçüleri ortaya koymuştur. Bu ölçüler bugün gerillada bütün direniş alanlarında yaşamaktadır.

2015-2016 kışında özyönetim direnişlerindeki fedailik de 14 Temmuz ruhuyla gerçekleşmiştir. 14 Temmuz direniş ölçüleri Sur’da pratikleşmiştir. Zorun zoru koşullarda özyönetim direnişçileri direnmiştir. Direnerek 14 Temmuz direniş ölçülerini daha da yükseltmişlerdir. 2015-2016 kışındaki direnişte kazanan, Türk devleti değil, direnişçiler olmuştur. Böyle direnişçiler olduğu müddetçe Kürt halkı mutlaka kazanacaktır. Böyle direnişçilerin olduğu Kürdistan'da soykırımcı sömürgeciliğin kazanması mümkün değildir. Ölçüleri bu kadar yüksek olan bir direniş, fedai gerçeğini yenilgiye uğratmak mümkün değildir. Önemli olan, bir halk, örgüt ve hareket için ölçülerin yüksekliğidir; fedai ölçülerin, mücadele ölçülerinin yüksekliğidir. Eğer bunlar sağlanmışsa başarı kazanılmış demektir. Başarıyı kazandıran para, silah, destek, şu bu güç değildir; başarıyı kazandıran mücadele ölçülerinin, direnme ölçülerinin yüksekliğidir. Kazanma azmi ve kararlılığıdır. En zor koşullarda direnip başarma kararlılığıdır. İşte bugün bu, PKK ve halk gerçekliği haline gelmiştir. Mücadelemiz bütün baskılara, saldırılara rağmen ayaktaysa, bu 14 Temmuz ruhunun yaşatılması nedeniyledir. Bugün Rojava’da büyük başarılar elde edilmişse, Kobanê’de büyük direnilmişse, Rojava’da direniliyorsa bu ruh sayesindedir. Bu direniş ruhunu yaratan 14 Temmuz direnişçiliğidir. 14 Temmuz direnişçiliğinin ortaya çıkardığı Kürdistan devriminin tarzıdır; yani zor koşullarda mücadele edip başarmanın tarzıdır. Bu tarzı binlerce gerilla kendinde somutlaştırmış ve şehit düşmüştür. 14 Temmuz ruhunun, 14 Temmuz ruhu temelinde şehitlerimizin yarattığı ölçüler, direnme ölçüleri, bugün Rojava’da her türlü saldırıya karşı direnmektedir. Rojava Devrimi başarılı oluyorsa, bunu yaratan kesinlikle 14 Temmuz ruhudur. Binlerce şehidimizin 14 Temmuz ruhuyla bu direniş gerçeğini güçlendirmesi, ölçüleri yükseltmesi ve ölçüleri ayakta tutmasıdır. Bu yönüyle bu ruh bugün mücadelede yaşatılmaktadır. Dağda, ovada direnen gerillalarımız yaşatmaktadır, halkımız yaşatmaktadır, Rojava’da, Şengal’de, Kerkük’te, Maxmur’da, Zagroslardaki direnişlerde yaşatılmaktadır. 14 Temmuz ruhu olduğu müddetçe Özgürlük Hareketi'ni hiç kimsenin yenilgiye uğratması mümkün değildir. 14 Temmuz ruhu ayakta tutulduğu müddetçe saldırılar ne olursa olsun kazanan Kürdistan halkı ve Özgürlük Hareketimiz olacaktır.

 

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA-TİJDA YAĞMUR