Ok: AKP’nin 20 yıllık iktidarının sonunu getirdik

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok: AKP-MHP faşist iktidarı bugüne kadar Kürt halkına yönelik her türlü saldırıyı yaptı ama gerillayı, Kürt halkını yok etmenin mümkün olmadığını onlar da biliyor. Bilakis biz AKP’nin 20 yıllık iktidarının sonunu getirdik.

Stêrk TV’de yayınlanan özel programa katılan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, gündeme ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin gün geçtikçe daha da ağırlaştığına dikkat çeken Ok, “Halkımız da dostlarımız da bilsin ki, faşist Türk devleti tecridi devam ettirecektir. Bizler de Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması için üzerimize düşen görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Çok önemli bir süreçteyiz. İmralı’da nasıl bir baskı ve zulüm olduğunu tahmin edebiliyoruz. Bu duruma karşı tepkimiz ve mücadelemiz her alanda devam edecektir” dedi.

İşgalci Türk devletinin Zap, Avaşîn ve Metîna alanlarına yönelik işgal saldırılarına karşı gerillanın muazzam bir direniş sergilediğini vurgulayan Ok, düşmanın üç haftada Medya Savunma Alanları’nı işgal etmeyi hesapladığını ama amacına ulaşamadığını belirtti. 

14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerin önemini de vurgulayan Ok, 20 yıllık AKP faşizminin tamamen yıkılması için herkesin canla başla çalışması gerektiğini ifade etti.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok’un Stêrk TV’de yayınlanan röportajı şöyle:

İmralı tecridi her geçen gün daha da ağırlaştırılarak devam ediyor. Bugüne kadar sessiz kalan AKP-MHP faşizmi, en son yaşanan tecridi ‘makul’ bir durum olarak değerlendirdi. Kürt halkı ve dostları da uluslararası alanda tecride karşı tepkilerini dile getirmeye devam ediyor ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a sahip çıkıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Rêber Apo’ya yönelik tecrit 25 yıldır devam ediyor. Kendini kandıran Türk Adalet Bakanı, aynı şekilde herkesi kandırmak istiyor. Rêber Apo’nun nasıl bir durumda olduğundan haberleri olmadığını belirtiyorlar elbette yalan söylüyorlar. Rêber Apo’ya yönelik tecridi zaten kendileri uyguluyor. Bu anlamda CPT ile de bir anlaşma halindeler. CPT kendi ahlak ve ölçülerine göre hareket ederse Türk devletine baskı kurabilir. Onlar da İmralı’da ağır bir tecrit olduğunu çok iyi biliyor. Rêber Apo’nun durumunu öğrenmek isteyen halkımız, hareketimiz, dostlarımız, demokrasi güçleri 24 saat ayakta, farklı yöntemlerle İmralı tecridine karşı tepkilerini gösteriyorlar. Bu süreç devam ediyor. Kürt halkının artık tahammülü kalmadı. Rêber Apo’nun bu şekilde esir tutulması bizim için de, halkımız için de kabul edilecek bir durum değil.

Bilindiği gibi birkaç gün önce Hamburg’da Rêber Apo’nun durumunu öğrenmek ve fiziki özgürlüğünü talep etmek amacıyla başarılı bir konferans düzenlendi. Uluslararası alanda da çok tartışıldı. Birçok yabancı siyasetçi, yazar, aydın Rêber Apo’ya yönelik bu tecridin artık kabul edilecek bir durum olmadığını ifade etti. Halkımız tecride karşı zaten 24 saat ayaktadır. Geçtiğimiz hafta Düsseldorf’ta Önderliğin fiziki özgürlüğü için bir yürüyüş düzenlediler. Yani her yerde halkımız, hareketimiz, dostlarımız Önderliksiz bir yaşamın mümkün olmadığını dile getiriyor. Bu sıradan bir söylem değil, yüzlerce yoldaşımız bunun için bedenini ateşe verdi. Halkımız yine yıllardır her şeyi göze alarak savaştı. Ama artık son noktaya gelmiş durumdayız.

Türk devleti de, Adalet Bakanı da bilsin ki, Kürt halkını kandıramazlar, hareketimizi kandıramazlar. Vicdan sahibi, hukuka, kanunlara bağlı insanları yalanlarıyla kandıramazlar. İmralı’da nasıl bir baskı ve zulüm olduğunu tahmin edebiliyoruz. Bu duruma karşı tepkimiz ve mücadelemiz siyasi, hukuki, toplumsal her alanda devam edecektir. 2 yıldır Rêber Apo’dan hiçbir şekilde haber alınamıyor. Halkımız da, dostlarımız da bilsin ki faşist Türk devleti tecridi devam ettirecektir. Bizler de Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması için üzerimize düşen görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Çok önemli bir süreçteyiz. 25 yıldır süren bir tecrit var, bir ömür demek 25 yıl. Tecridi normalleştiren hükümetin ne yapmaya çalıştığını çok iyi biliyoruz. Bu duruma karşı tutumumuz ve tepkimiz her zamankinden daha büyük olmalıdır. Çünkü gerçekten Rêber Apo’suz yaşam olmaz.

Uluslararası alanda da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı büyük bir sahiplenme var. Abdullah Öcalan’ın paradigması yaşanan krizler karşısında çözüm ürettiği için mi halklar tarafından bu kadar sahipleniliyor?

Rêber Apo’nun sıradan bir insan olmadığı için uluslararası komploya maruz kaldı. Rêber Apo 100 yıldır yaşanan sorunların çözümüne ilişkin bir alternatif yarattı. Rêber Apo kapitalist moderniteye karşı yeni bir paradigma yarattı. Başta kadınlar, ezilen toplumlar, özgürlükten yana olan halklar, siyasetçiler, aydınlar tabii ki bu durumdan etkilendi. Eğer hareket ve kadrolar olarak en başta Rêber Apo’nun paradigmasını, savunmalarını, insanlığa, dünyaya daha iyi anlatabilseydik o zaman Rêber Apo’yu sahiplenme çok daha üst bir boyutta olacaktı. Bu bizim eksikliğimizdir. Bu konu üzerinde daha fazla durmamız çok önemlidir.

Zap, Avaşîn ve Metîna alanlarına yönelik işgal saldırıları üzerinden 1 yıl geçti. İşgalci düşman 3 haftada amacına ulaşmak istiyordu ama evdeki hesapları çarşıya uymadı. İşgalciler ne hesaplıyordu ve nasıl bir durum yaşandı? Gerillanın direnişi neyi ortaya çıkardı?

İşgalci Türk devleti karşısında silahlı mücadelemiz 30 yıldan fazla bir süredir devam ediyor. 15 Ağustos Atılımı gerçekleştiğinden bu yana "PKK’nin sonu geldi, 24 saatlik, 48 saatlik ömürleri var" açıklamaları yapıyorlardı. Yani ömrümüzü saatler olarak hesaplıyorlardı. Bizi yok edeceklerini söylüyorlardı. Onlarca yıl geçti, hala aynı şeyleri söylüyorlar. Kendi yalanlarına kendileri inanıyor ve herkesin inanmasını istiyorlar. Tabii ki özel savaşın bir ayağı da psikolojik savaştır. Türk devleti de bu konuda uzmandır. Yalanlar üzerine kurulmuş bir devlet bu yüzden birçok şeyi ters yüz edip kamuoyuna sunuyor. Tabii ki Zap, Avaşîn ve Metîna başta olmak üzere Medya Savunma Alanları’nda yaşanan savaşa ilişkin yalan söylüyorlar. 2008 yılında da aynı yalanları söylediler ama Zap’ta çok büyük bir darbe yediler ve geri döndüler. Bu sefer gerillaya karşı stratejik hazırlıklar yapmışlar. 8 yıldır aralıksız bir şekilde tüm insanlık dışı yöntemleri kullanarak gerillaya saldırıyorlar.

Kayıplarımız oldu, doğru ama 8 yıl boyunca bu kadar büyük saldırılar karşısında ayakta kalmak başlı başına bir başarıdır. Şüphesiz rehavete kapılmayacağız ama işgalci Türk devletinin tarihinde aralıksız 8 yıl süren bir direniş görülmemiştir. Halkımız NATO’nun en güçlü ordularından birine karşı gerillanın nasıl bir direniş gösterdiğini iyi bilmelidir. Gerillanın direnişi hala devam ediyor. Kimse Türk devletinin yalanlarına kanmasın. Savaş da sürüyor. Zap’ın bir tarihi var. Zap dediğimizde aklımıza ilk olarak heval Fazıl geliyor. Çünkü onun Zap’ta yaptığı mevziler bugün hala kullanılıyor. Bu vesileyle ölümsüz komutan heval Fazıl’ı saygıyla anıyorum. Binlerce Kurdistan gerillası tereddütsüz bir şekilde, fedai bir ruhla heval Fazıl’ın izinden gidiyor ve Kurdistan’ın her alanında direniyor.

İşgalci Türk devleti ile aramızda nefes nefese bir savaş yaşanıyor. Kürt, devrimci, sosyalist siyasetçiler, haksızlığa, faşizme karşı olan tüm güçler, başta da halkımız unutmasın ki, gerilla Suriye, Irak, Libya başta olmak üzere her yeri işgal eden ve kimsenin, "Dur yapma, buna hakkın yok, sen ne yapıyorsun" demediği faşist Türk devletine karşı büyük bir direniş sergiliyor. Kendi askerini ateşe verip yakan bir güç, Kürt halkına ve gerillaya neler yapmaz? Böyle barbar bir güce karşı mücadele ettiğimiz bilinsin. İnsanlıktan ve ahlaktan yoksun böyle bir düşmana karşı elbette biz de hazırlıklarımızı yapmıştık. Bundan dolayı sonuç alamadılar. 8 yıldır Rêber Apo’nun ve şehitlerin çizgisinde devam eden direniş kazanacaktır.

Savaşın bir diğer ayağı da propagandadır. Bizim için savaşın da bir ahlakı vardır. Komutanlarımız da, hareketimiz de uluslararası savaş ahlakını göz önünde bulunduruyor. Doğru olan da budur. Bu şekilde savaşıyor ve propagandamızı yapıyoruz. Fakat Türk devleti böyle değil, ahlaksız, savaş hukuku tanımayan bir devlettir. Her gün "gerillanın sonunu getirdik" açıklaması yapıyorlar ama HPG ve YJA Star son olarak yaptıkları yıllık olağan toplantıyla düşmana en büyük cevabı verdi. Böyle soluk soluğa süren bir savaş içerisinde tüm komuta düzeyimizin katıldığı bir toplantının yapılması bile başlı başına bir başarıdır.

Şüphesiz çok zorlu bir yıl geçirdik. PKK, HPG ve YJA Star’ın fedai gerillaları olmasaydı ne akıl, ne irade böyle vahşi bir düşman karşısında direnebilirdi. Bundan dolayı toplantı da tarihidir. Çünkü Süleyman Soylu her gün bir araya gelemiyorlar, sığınaklarından çıkamıyorlar, nefes almalarına izin vermiyoruz diyordu ama buna karşı arkadaşlar, Komuta Konseyi böyle bir toplantı gerçekleştirdi. Gerekli kararları aldı. Arkadaşlara teşekkür ediyor ve başarılar diliyoruz. Aynı zamanda işgalci Türk devletinin yalanlarına da cevap verilmiş oldu.

Türkiye’de şu an bir ekonomik kriz var. İktidar dahi herkes ekonomik krizi dile getiriyor ama kimse bu krizin kaynağından bahsetmiyor. Krizin nedeni Kürt halkına karşı kullanılan savaş bütçesi olmasına rağmen neden farklı sebeplerden bahsediliyor? Kimse neden asıl sebebi konuşmuyor?

AKP-MHP faşist iktidarına karşı kim bu gerçeği dile getirebilir ya da eleştirebilir ki? Her gün nasıl bir baskı olduğuna şahit oluyoruz, insanları tutukluyorlar, işkence ediyorlar. Yani tartışma ve eleştirilerin önünü kapatıyorlar. Türkiye toplumunda konuşanlar, tartışanlar da bedelini göze alıp konuşuyorlar. Tabii ki AKP’nin savaş politikalarını tartışanlar, konuşanlar da var onlar önemli bir şey yapıyorlar. Türkiye’nin ekonomisi sadece bugün değil geçmişten bu yana bir kriz halinde. Bunun sebebi de Kürt halkına ve gerillaya karşı yürütülen savaştır. Savaşa ayırdıkları bütçeyi gerçek anlamda hiçbir zaman halka söylemiyorlar. Bir defa Erdoğan, yanlışlıkla "Bir merminin fiyatının ne kadar olduğunu biliyor musunuz" dedi. Ama yaşanan krizin, açlığın gerçek sebebini söylemiyorlar. Çünkü bir kişinin bile neden savaşıyoruz demesini istemiyorlar. Bunun önünü alıyorlar. Zaten özel bir savaş yürütüyorlar. Bütün kaynaklarını bu savaşa kullanıyorlar. Herkese borçlandılar. Sadece Zap’ta günlük kullandıkları bombalar, uçaklar, mermiler dünya kadar masraf. Bu savaşın Türkiye ekonomisine etkisinin olmaması mümkün değil.

Bu savaşın faturasını Türkiye toplumuna ödetiyorlar. Türkiye toplumu bu kadar yoksulluğun, açlığın, ekonomik krizin sebebinin bu savaş olduğunu bilmelidir. Toplumun bu savaşta hiçbir çıkarı yok ama faturası topluma kesiliyor. Türk devleti bizimle yürüttüğü savaşa yüz milyon dolarlar harcıyor. Birkaç kez de kendileri söyledi; eğer bu savaş olmasaydı Türkiye ekonomisi bugünden 50 kat daha iyi olurdu. Sadece ekonomik kaynak da değil mesele, nerede fakir biri varsa, askere neden gittiğini bilmeyen bilinçsiz, gariban biri varsa savaşa sürüklüyor.

HPG’nin verdiği bilançolara göre; geçtiğimiz sene yaklaşık 2 bin askerleri öldü. Bunlar da sadece bilinenler. Fakat dikkat edin, kimse neden bu kadar insanımız öldü diye sormuyor. Cesaret edemiyorlar. Canları için, hakları için, ekonomik durumları için ses çıkarmayanlar Türkiye’nin ekonomisi batmış mı, çıkmış mı sorgulayamazlar. Tabii AKP-MHP iktidarı sürekli, "vatan için, millet için, ülke parçalanmasın diye her şeyimizi seferber ediyoruz" diyor ama ne Erdoğan’ın oğlu ne de çevresindekilerden biri askerde ölmüş ya da gelip Kurdistan dağlarında askerlik yapmış. Ama Türkiye toplumunu ölüme gönderiyorlar.

Diğer yandan Erdoğan ilk hükümete geldiğinde onun ve ailesinin ekonomik durumu nasıldı, şimdi nasıl? Herkes arada dünya kadar fark olduğunu söylüyor. Çevresi ile bir şirket, holding gibiler, bu yüzden birbirlerinden ayrılmıyorlar. Kimse konuşamıyor çünkü hepsinin bu hırsızlıkta parmağı var. O yüzden ne iktidar ne de çevresi Türkiye’nin ekonomisi ile ilgileniyor. Herkes bilsin ki bize karşı yürüttükleri savaştan dolayı Türkiye’nin ekonomisi öyle bir batmış ki, öyle derin bir krizde ki bundan çıkması mümkün değil.

24 Nisan Ermeni Soykırımı’nın yıldönümü. Bu topraklarda birçok halk yüzyıllarca birlikte yaşadı ama faşist İttihat Teraki zihniyeti yüzünden Ermeni halkı soykırımdan geçirildi. Bugün de o faşist zihniyetin devamı olan AKP-MHP, Kürt halkına karşı kültürel ve siyasi bir soykırım yürütüyor. Ermeni Soykırımı’nın yıl dönümü vesilesiyle nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Öncelikle Ermeni toplumuna yönelik bu soykırımı kınıyorum. Türk devletinin tarihi soykırım tarihidir. Onlara köle olmayan, Kürt, Alevi, Ermeni, Rum her kim olursa olsun katliamdan geçirmişler. Ve bunun üzerinden kuruldu Cumhuriyet. Sadece 20. yüzyılda Maraş, Adıyaman bölgesinden 600 bin kişi hastalıktan yaşamını yitirdi, kalanlar soykırımdan geçirildi, hayatını kurtaranlar da kaçmak zorunda kaldı. Böyle zalim bir devlettir. Aynı zihniyet bugün de devam ediyor. "Ermeni toplumunu zaten katlettik, Kürt toplumu kaldı" diyorlar. Mahkemelerden tutun, orduyu, emniyeti; yani devlet adına ne varsa ele geçiren Erdoğan-Bahçeli, bütün bunları PKK ve Kürt halkının iradesini kırmak, Ermeni toplumuna ne yapmışlarsa Kürt toplumuna da aynısını yaşatmak için çalışıyor.

En kötü ihtimal Kürt halkına köleliği kabul ettirmek gibi hedefler koydular. Ama PKK’yi, gerillayı, Kürt halkını yok etmenin mümkün olmadığını onlar da biliyor. Bilakis, biz AKP’nin 20 yıllık iktidarının sonunu getirdik. Asıl onların sonu geldi. Bu kadar vahşice saldırmalarının sebeplerinden biri de budur. Yani ne yaparlarsa da iktidarda kalamazlar artık. Argümanları kalmamış. İstedikleri kadar "ekonomiyi düzelteceğiz, demokrasi getireceğiz" desinler. Mümkün değil. Ağızlarına sakız yaptıkları tek argümanları var o da; ‘PKK’yi bitireceğiz, yok edeceğiz.’ Toplumda böyle bir psikoloji yaratmak, uluslararası alanda kendilerini böyle kabul ettirmek ve uluslararası fırsatları kullanmak istiyorlar. Halkları soykırıma uğratmada, kimlikleri yok etmede uzmanlar ama inanıyorum ki artık sonları geldi.

Türkiye ve Bakur’da 14 Mayıs’ta gerçekleşecek seçimlerin gündeminde Kürt sorunu ve diğer sorunların çözümüne ilişkin tartışmalar var. Seçimlere ilişkin bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Herkes bu seçimin farklı olduğunu, geçmiş seçimlere benzemediğini söylüyor. Hatta belki 100 yıllık Türkiye Cumhuriyetinin en önemli seçimi deniliyor. Böyle önemli bir seçim. Bu seçimin bu kadar önemli olmasının nedeni nedir? AKP-MHP faşizmi onlar dışında herkesi etkiliyor. Bundan dolayı AKP-MHP’li olmayan herkes, onlara karşı. Dikkat ederseniz 2. Dünya Savaşında da durum buydu. Sovyetler, Amerika ve Avrupa bile Hitler, Mussolini, Franko faşizmine karşı demokratik direniş cephesini kurdu. Halbuki her biri farklı bir cepheydi. Aynı şey şu an Türkiye için de geçerli. Erdoğan-Bahçeli çıkarları dışında olan her şeye ve herkese karşılar. Bazen diyorlar, PKK, İYİ Parti aynı yerde. Biz faşizme karşıyız. Onlar da şu an karşıyız diyorlar. Eğer böyle katıksız faşist olmasaydılar herkes böyle bir tutum sergilemezdi. AKP-MHP faşizmi bu düzeydedir.

Şu an seçimlerin konusu demokratik bir şekilde bu iktidarın sonunu getirebilecekler mi, getiremeyecekler mi? Demokratik siyasetin, siyasetçilerin ve diğer partiler seçimde sonuç almak, bu faşizmin sonunu getirip tekrar parlamenter sisteme geri dönmek istiyorlar. Bunu da belirmeliyim ki parlamenter sistem de tamamen demokratik bir sistem anlamına gelmiyor. İçeriği önemli ama şu an mühim olan bu faşizmin yıkılmasıdır. Bundan dolayı seçimlerde Millet İttifakı ile Emek ve Demokrasi İttifakı kuruldu. Gerçek olan şu ki, 20 yıllık AKP faşizmi yıkılacaktır. AKP-MHP faşizminin yıkılması, Türkiye ve Kurdistan’da yeni bir süreç başlatacaktır. Neden? Çünkü birçok şey denendi. Zulümle, ahlaksızca, insanlık dışı her türlü yöntemle Kürt halkına, PKK’ye, demokratik güçlere, kurumlara saldırdılar. Ama sonuç olarak faşizm yenildi. Yani iktidara gelecek olanlar aynı şeyleri tekrarlamamalı. Faşizme karşı toplumun, siyasetin demokratikleşmesi için, sorunların çözülmesi için uygun bir atmosfer var. Eğer bu seçimlerde AKP-MHP faşizmi yıkılırsa, o zaman herkes için bir milat olacaktır. Seçimden öncesi ve sonrası olacak insanlar için. Bundan dolayı bu seçimler çok büyük önem taşıyor.

Emek ve Demokrasi İttifakı’nın çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Seçimler için eksik. Çünkü her saat, her saniye çok önemli. Hiç kimse rehavete kapılmasın. Devletin imkanları çok fazla ve şu an AKP-MHP devlettir. Türk devletinde oyun çok, her şeyi yapabilirler. Zaten bir takım oyunlar oynayarak durumu değiştirip kesin kazanacaklarına inanıyorlar. Bu mesele basite alınmayacak kadar ciddi bir meseledir. Fakat bundan daha ciddi olanı ise çok daha fazla çalışmak. Örneğin televizyonlarda takip ediyoruz, Emek ve Demokrasi İttifakı’na büyük bir ilgi var, her yerde coşkuyla karşılanıyorlar. Ki bu toplum 8 yıldır büyük bir baskı altında, kimsenin nefes almasına dahi müsaade etmiyorlar. Bundan dolayı seçim sürecinde sokak sokak, mahalle mahalle, ev ev, kapı kapı dolaşılmalıdır. Ama sadece sloganlarla, halaylarla büro açılışların ardından dağılmaları, bu çalışmayı yürüttük demeleri büyük bir tehlikedir. Bilakis 24 saat çalışma içerisinde olmalılar. Örneğin kadınlar, bugün kaç ev, kaç köy, kaç mahalle gezdik, demelidir. Yine gençler 24 saat köylere, kasabalara, şehirlerle akmalı. Yani sadece büro açılışlarıyla olmaz.

Tabii inanç, motivasyon, kendine güvenme var; bu önemli ve iyi bir şeydir. Ama sınırlı kalıyor. AKP’ye ilişkin zaten konuşulacak iyi bir şey yok. Her şeyi söyleyebilirler. Ama gerçekliği de dile getirebilirler. Bunun için güçlü bir propaganda ve ajitasyon için zemin de var. Yine toplumda herkese ulaşmalılar. Aşiretler olur, farklı inançtan insanlar olur ulaşamadıkları kimse kalmamalı. AKP-MHP’nin yaptığı kötülükleri insan olan birine anlattığınız zaman o insanın etkilenmemesi mümkün değil. Ama dediğim gibi bunun için çalışma yürütülmelidir. Bu bizim önerimizdir. Tabii Emek ve Demokrasi İttifakı da bunları tartışıyordur. Dikkat ettiyseniz bu seçimlerde AKP’de bir heyecan yok. Erdoğan öyle eskisi gibi değil. Bunu iyi kullanmak gerekir. Dediğim gibi Emek ve Demokrasi İttifakı daha aktif olmalıdır.

Bir hafta sonra 1 Mayıs İşçi Bayramı. Bu yıl 1 Mayıs’ın Türkiye ve Bakur için önemi nedir? 1 Mayıs mesajınız nedir?

Mayıs ayı, 1 Mayıs’tan dolayı dünya için önemli ama partimiz içinde özel bir yeri var. Şehitler ayıdır. Haki Karer, Halil Çavgun şahsında Mayıs Ayı Şehitlerini anıyoruz.

1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı’dır. Bugün çalışmalarla, mücadeleyle, bedellerle kazanılmış bir gündür. Onurlu bir gündür. Şimdiden herkesin 1 Mayıs’ını kutluyorum, Mayıs şehitlerini de saygıyla anıyorum. Yine 1978 yılında İstanbul’da 1 Mayıs kutlamalarında katledilen şehitleri de minnetle anıyorum, işgalci Türk devletini kınıyorum. Dediğim gibi Mayıs bizim için şehitler ayıdır. 1 Mayıs şehitleri, 6 Mayıs’ta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan idam edildi, yine 6 Mayıs 1996 yılında Önderliğe yönelik suikast düzenlendi. Bilindiği gibi heval Zîlan komploya karşı hareketimizin tarihinde ilk fedai eylemi gerçekleştirdi. Yani her anlamda Mayıs ayı önemli bir aydır. 1 Mayıs direniştir, bedel verilerek elde edilmiştir. Haksızlığa, emek sömürüsüne, zulme karşı dünyadaki tüm işçilerin tutum sergilediği, geleceğine birlikte karar verdiği bir gündür.

Bu yıl 1 Mayıs’ın Türkiye ve Bakurê Kurdistan için anlamı daha farklı. İçinde bulunduğumuz süreçle bağlantılıdır. Kısa bir süre sonra zaten seçim olacak. Seçimler ne kadar önemliyse bu yılki 1 Mayıs da o kadar önemli. 1 Mayıs’ın Türkiye siyaseti üzerinde de, seçim üzerinde de etkisi var. Bütün işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, demokrasi güçleri 1 Mayıs’ı direniş günü olarak anlamlandırmalı ve her yerde kitlesel bir şekilde kutlamalıdır. Faşizmden en fazla etkilenenler emekçilerdir. Çünkü onların emekleri çalınıyor. Bundan dolayı tüm emekçiler, gençler kararlı ve moralli bir şekilde Denizlerin ruhuyla 1 Mayıs’ı kutlamalıdır.