Saddam’ın işkence hanesi: Kızıl Emniyet

Kentin gerçek yüzü ise Emne Sureke olarak bilinen Baas rejiminin işkence, katliam, insan kaybetme merkezinde gizli...

Silêmanî; Baban, Erdelan, Berzincî ve daha nice Kürt isyanına merkezlik yaptı. Irak Baas rejimine karşı boyun eğmeyen bir kent. İsyankâr olduğu kadar aydını, şairi, edebiyatçısı ile bir derya.

İngilizlere nefret kokan şiirleri ile Şeyh Rıza Talabani, Faik Bêkes, Şerko Bêkes, Pîremêrd, Doğu Kürdistanlı şair Mamostayê Hemin, Hejar, Nali, Mewlevi ve Bahtiyari gibi edebiyatçıların, aydınların yaşadığı bir kültür merkezi.

Aynı zamanda da Şeyh Mehmûd Berzincî’nin mekanı, direniş kalesi.

Şeyh Said Pirani, Qazi Mihammed, Salim, Bahtiyari, Mewlevi, Dr. Qasimlo ve daha birçok Kürt değerinin isimlerini görürsünüz Silêmanî’de.

Nali Parkı, Cemal İrfan Kütüphanesi, Ahmet Kaya Parkı, Yılmaz Güney Merkezi, Zekiye Alkan heykeli ve lisesi ile Kürt değerlerini yaşayan ve yaşatan bir kent…

Silêmanî (Süleymaniye) Büyük Pazarı’nın kapısının üzerine Qazi Mihammed’in dev bir posterini, Ber Dergey Sara’daki Şeyh Mehmûd Berzincî’nin tablolarını hemen görürsünüz.

Ve İbrahim Ehmed… Bu büyük Kürt değerinin mezarının olduğu tepeye ise ismi verilmiş.

Caddeleri, sokakları, parkları ve kültür merkezleriyle dört parça Kürdistan mücadelesinin tüm izleri burada…

KIZIL EMNİYET

Yüksek binalar, geniş caddeler, büyük alışveriş mağazaları, modern cafeler, fosforlu ışıklarla süslü, modern giyimli insanlar… Bu yüzü ile Silêmanî’ye hiç acı çekmemiş, soykırım yaşamamış bir kent gibi görünüyor. Oysa öyle olmadığını biliyoruz.

Kentin gerçek yüzü ise Emne Sureke olarak bilinen Baas rejiminin işkence, katliam, insan kaybetme merkezinde gizli.

Buraya ‘Kızıl Emniyet’ deniliyormuş. Saddam Hüseyin tarafından Silêmanî’nin Aşti Mahallesi’nde 1980 yılında yapılmış. Burası, insanların işkenceden geçirildiği, katledildiği bir yer. Giren bir daha çıkamazmış buradan.

Emne Sureke, yaklaşık 1 km karelik bir alan üzerine kurulmuş, 10’a yakın binadan oluşan bir kompleks aslında.

Emne Sureke, Raperîn başladığı zamana kadar binlerce Kürde zindan oldu. 5 Mart 1991’de Ranya’da Raperîn (ayaklanma) başladıktan iki gün sonra 7 Mart’ta Silêmanî halkı tarafından kuşatmaya alınır. Halk önce Akari ve Aşti mahalleleri ile ordu, emniyet, polis merkezlerine yönelir.

Şehir içindeki kurumlar rejiminden alınınca, bu kurumlardaki görevli subayların tamamı Emne Sureke’ye sığınır.

İki günlük kuşatmanın ardından 846 Baas subayının öldürülmesi sonucu Emne Sureke Saddam rejiminden alınır. İşkence altında bulunan yüzlerce kişi kurtarılır. İşkenceci subaylar öldürülür, sağ yakalanan askerler ise ailelerine teslim edilir.

O gün Emne Sureke’den sağ kurtulanların büyük çoğunluğu hala yaşıyor. Ve hiçbiri Emne Sureke’nin önünden geçmez, oraya bir daha adım atmaz.

Emne Sureke’nin alındığı gün…

Silêmanî, Helebce, Kelar, Kifri, Çemçemal, Seyidsadıq, Bazyan, Ranya, Kaladize’den çok sayıda insan o gün Silêmanî’ye akar. Çocuğunu, amcasını, babasını, kardeşini, yeğenini arayan aileler Emne Sureke’nin önünde toplanır.

O gün oraya gidenlerden biri olan ve şimdi Silêmanî’de taksicilik yapan Abdulvahap Mihemmed şunları söylüyor:

“Bir kardeşim ve bir amca oğlum Saddam askerlerince yakalanıp Emne Sureke’ye götürüldü. Kardeşim orada katledildi. Ama Emne Sureke alınınca amca oğlum sağ kurtarılmıştı. O gün Emne Sureke çevresinde iğne atsan yere düşmez deniliyor ya öyle bir durum vardı. Gelenlerin çoğu akrabalarını arıyordu. Herkes orada acısından bir parça arıyordu. Hepimiz bayramlık kıyafetlerimizi giyip gitmiştik. Çünkü o gün bizim için bayramdı. Baas rejiminin işkence, katliam, zulüm merkezi olan bir yerden yakınlarımızı, akrabalarımızı çıkarmıştık. Acılarımıza rağmen bayram yapıyorduk. Acı ve sevincimizi iç içe yaşıyorduk. O günü hiç unutamam.”

6 ÇOCUĞUN HAZİN ÖYKÜSÜ

Emne Sureke, Silêmanî halkı tarafından 9 Mart 1991’de Saddam rejiminden alındıktan sonra etrafı tel örgülerle çevrilip olduğu gibi bırakılır. Hiçbir şeye dokunulmaz. Duvarlardaki mermi izleri, yıkılan nöbetçi kulübeleri olduğu gibi korunmuş. Sonra etrafındaki tel örgüler kaldırılarak duvar örülür. İçindeki tank, top, havan, askeri araçlarla olduğu gibi korunmaya alınan Emne Sureke YNK tarafından 1996 yılında müzeye dönüştürülür. Şimdi her gün ziyaretçilere açık.

Müzenin kapısından içeri girer girmez Baas rejimine ait askeri araçları görüyoruz. Tank, panzer, havan, top ve piyade askerleri taşıyan cemseler…

Askeri araçların tam karşısındaki duvara ise kabartma biçimde yapılmış bir heykel var. Bahçenin tam orta yerinde. Heykelin korkutucu bir görüntüsü var. Bir kafa ve kafanın boğazını sıkacak şekilde ona uzanan minik eller…

Rehbere heykeli anlatmasını istediğimde tüyler ürpertici gerçekle karşılaşıyorum: “Heykel, 1986 ya da 87 yılında yaşanan acı bir olayı anlatıyor. Heykelde korkutucu kafa şoven bir Arap öğretmeni sembolize ediyor. Alttan boğazını sıkacak şekilde uzanan eller ise 6 ilkokul öğrencisine ait. Öğretmen altı öğrenciyi sınıfta Kürtçe konuşuyor diye ihbar ediyor. Emne Sureke’de görevli cellatlar çocukları yakalıyor. İşkence merkezine götürülen çocuklar heykelin yapıldığı yerde öldürülüyor. Emne Sureke alındıktan sonra çocuklarımızı ölümsüzleştirmek, Kürtlerin bu çocuk katliamını unutmaması için bu heykel yapılıyor.”

Altı küçücük çocuğun katledilmesini sembolize eden heykelin hikayesini dinledikten sonra, rehberimizle birlikte koca demir kapılardan geçerek labirent gibi bir yere giriyoruz.

Labirentin duvarına yapıştırılmış küçük ayna parçaları var. Koridorun sağında ve soluna ise ampuller yapıştırılmış. Rehber, labirente, öldürülen, kaybedilen 182 bin kişi için bir ayna parçası, yakılan 4 bin köy için ise 4 bin küçük lambanın olduğunu söylüyor.

Ayna şehitleri ve geleceği anlatan aydınlık; lambalar ise yakılan köylerdeki yaşamı ve ateşin sönmediğini sembolize ediyor.

Katledilenler, kaybedilenler, işkence görenler için yapılan labirenti geçtikten sonra yüz metre uzunluğunda, yirmi beş metre genişliğinde bir salona geçiyoruz. Salonun ortasında beş metre genişliğinde koridor bırakılmış, koridorun sağı ve solunda kalan iki bölüm ise demir parmaklıklarla kapatılmış.

Yerlerde o günlerden kalma battaniye parçaları, kemer, yırtık gömlek ve çorap vardı. Rehberimiz şu bilgileri veriyor: “Bu görünen küçük alanda yüzlerce kişi kalıyormuş. Tutuklu sayısı o kadar çokmuş ki insanlar sıra ile yatıyormuş. Bazıları yatarken, bazıları da demir çubukların önünde ayakta duruyormuş. Beş saat uyuyanlar kaldırılarak, yerine ayakta kalanlar uyuyormuş.”

DUVARLAR MERMİ İZLERİ İLE DOLU…

Büyük, demir parmaklıklı iki koğuşun ortasındaki koridordan geçip, dolambaçlı, başka bir binaya çıkıyoruz. Duvarları yine mermi izleri ile dolu iki katlı bir bina. Binadaki odaların tümü işkence merkezleri…

Binanın girişi ve soldaki ilk odada çocukların tutulmuyormuş. Paçavraya dönmüş battaniye parçaları, çocuklardan kalan eşyalar var. Odanın duvarlarında ise kargacık, kuş, çiçek resimleri çizilmiş. El yazılarıyla yazılmış notlar var.

Duvar yazılarından birinde adı Rênas olan bir çocuk şunları yazmış: “Neden buraya getirildiğimi bilmiyorum. Ne kadar zamandır burada olduğumu da unuttum. Çünkü ilk birkaç günden sonra artık gün saymayı da unutuyorsun. Ne zaman gece ne zaman gündüz olduğunu bilmiyorum. Ama bazen dışarıdan gelen seslerden gündüz olduğunu tahmin ediyorum. Bir de yemek saatlerinden gündüz ya da gece olduğunu anlıyorum. Yemek getirilirken, ‘yüzümüzü duvara dönüp gözlerinizi kapatın’ diye bağırıyorlar. Duvara yüzümü dönüp gözlerimi kapatıyorum. Kapı açılıyor, içeriye bir şey bırakıldıktan sonra yeniden kapı kapanıyor. ‘Gözlerinizi açın ve yemeğinizi yiyin’ diye bir ses. Üç gündür su içmedim. Yemek, ekmek yememek çok değil, ama su içmemek çok kötü. Annemi ve kız kardeşim Şehlayı çok özledim…”

Duvara bu notu yazan çocuğun oradan sağ çıkıp çıkmadığını bilen yok. Öldürüldü mü, yaşıyor mu? Bilinmiyor…

Çocuk koğuşunda çocuklara ait çok sayıda duvar grafiti var. Emne Sureke müze yapıldıktan sonra bu el yazılarının çevresi kırmızı kalemle çizilmiş, orijinalinin korunması için üstü jelatinle kaplanmış.

Çocuklara işkence yapılan odalara ilişkin anlatılan ve insanın yüreğini acıtan onlarca hikaye var.

FALAKA, FİLİSTİN VE KASAP ASKISI

Çocukların yaşının büyütülüp idam edildiği, ağır işkencelerden geçirildiği o odadan çıktıktan sonra falaka merkezine geçiyoruz.

Falaka odasında Silêmanîli sanatçılar tarafından falakaya yatırılan insanların ve falakacıların heykelleri yapılmış. Sonra ‘Filistin askısı’ ve ‘Kasap askısı’ denilen işkence odasına geçiyoruz. Askıya alınan bir heykel yapılmış. Yanında ise iki cellat heykeli. Küçük bir masa, o günlerden kalma bir tahta sandalye ve masanın üzerine manyeto bırakılmış. Başına ise askıya alınarak işkence edilenlere elektrik vermek için oturan bir cellat.

İşkence odaları arasındaki 10 metre kadar mesafeye ise tek kişilik hücreler yapılmış. Hücrelerin bazılarının içinde eliyle duvara zincirlenmiş, bazılarının içinde duvara yapıştırılmış tasmalara boyunları geçirilmiş heykeller yapılmış. Bazı hücrelerde ise bir köşeye büzülmüş çıplak insan heykelleri.

İşkence odalarından çıkıyoruz. Bu kez yukarıya, işkence merkezinin diğer bölmelerine gidiyoruz. Yırtılmış elbiseler, onlarca ayakkabının olduğu iki koğuştan geçiyoruz. Duvarlarda yine yazılar vardı. Yazıların birinde beş kişilik bir ailenin işkence altında olduğu yazılıyordu. Koğuşlardan geçip işkencehaneden çıkıp bir başka bölüme geçerken binanın üstüne çıkan merdivenlerin başına geldik. Merdiven korkuluklarına zincirle bağlanmış heykellerle karşılaşıyoruz. Müze görevlisi, bazı insanların o korkuluklara aylarca bağlı kaldığını söylüyor.

KADIN KOĞUŞU

İşkence odalarının olduğu binadan girdiğimiz kapıdan değil de arka taraftan, yani kuzeyde olan bir başka kapıdan çıktık. Karşımızdaki binanın idare binalarından biri olduğunu söyleniyor. Tam karşısında ise yan yana yapılmış iki koğuş var. Bu iki koğuşta ise kadınlar tutuluyormuş. Müze görevlisi koğuşlardan birinde kadınların tecavüz edilmek için kullanıldığını söylüyor. Hamile bırakılan kadınlar burada doğum yapmış. O yüzden koğuşta çocuklu, başı öne eğik kadın heykellerinin sayısı çoğunluktaydı.

Kadınlara tecavüz edilen koğuş Emne Sureke alındığı günden beri kapalı. Görevliler dışında hiç kimse oraya girememiş.

İşkence, zülüm, katliam merkezinden sonra rütbelilerin ofis, idare, işleri yürütme merkezi ile ev olarak kullandıkları bölüme geçtik. Burası müze yapıldıktan sonra bu bölüm Halepçe Katliamına ayrılmış. Duvarlara Halepçe’de katledilenlerin fotoğrafları asılmış. İsimleri tespit edilenlerin isimleri yazılmış. Katliam ve göç sırasında yollara dökülen insanlardan geriye kalan malzemeler cam vitrin içine yerleştirilmiş. Yırtık elbiseler, ayakkabılar, kefiyeler, şûtiklar, kaşık, bıçak, çaydanlıklar…

DENİZ, NUJİYAN, MUSTAFA, MAZLUM BAGOK

2014’ten sonra müzeye DAİŞ ile mücadelede şehit düşenlerin isim ve fotoğraflarından oluşturulan bir bölüm daha ekleniyor.

Bu bölümde DAİŞ ile mücadelede şehit düşen YPG, YPJ savaşçıları ile şehit peşmergelerin fotoğrafları ve bazılarının isimleri yazılmış.

Yine direniş kalesi Kobanê’ye de özel bir yer ayrılmış. Küçük bir alanda bir YPG ve YPJ savaşçısının heykeli yapılmış. Arkalarına da Kobanê’nin büyük bir tablosu yerleştirilmiş.

Savaşta şehit düşen gazetecilere de bir bölüm ayrılmış. Bu bölüme girerken Deniz Fırat, Nujiyan Erhan, Mustafa Muhammed, Mazlum Bagok ve Güneyli gazetecilerin fotoğraflarını görünce hüzünleniyorum.

Gazetecilere ayrılan bölümü de gezdikten sonra Emne Sureke ziyaretimi tamamladım. Emne Sureke’nin her parçasında, her yerinde yüz yıllık bir acı vardı. Aslında Silêmanî’nin gerçek yüzü ve tarihi burada saklıydı.