Yaylalı: Biz sabah kahvaltısı, Kürtler de öğlen yemeği oldu

Vicdani retçi ve barış aktivisti olan Yannis Yaylalı, Osmanlı zamanında Pontusluların, bugün de Kürtlerin soykırımdan geçirildiğini belirterek, "Biz sabah kahvaltısı olduysak Kürtler de öğle yemeği oldu" dedi.

Geçmişte gönüllü bir asker olarak savaşmaya giden ve yaşadıklarının ardından geriye barış ve kardeşlik savunucusu olarak geri dönen Yannis Vasilis Yaylalı, cezaevi süreci ve bundan sonra mücadelesine nasıl devam edeceğine ilişkin ANF'ye değerlendirmelerde bulundu.

Yaşamının ilk 20 yılını bir Türk, sonraki 20 yılını Kürt halkıyla dayanışarak ve son 20 yılını da bir Pontuslu olarak mücadele içinde geçireceğini ifade eden Yaylalı, "Roboski katliamında devlet alenen yakalandı diyebiliriz, hani suçüstü denilir ya tam öylesi bir durum yaşandı. Roboski aileleri ve bizler ise bu katliamın üstü kapatılmasın, açık bilinen failler yargı önüne çıkarılsın diye tam 6 senedir mücadele yürütüyoruz" dedi.

'EMRİ YERİNE GETİREN YÜZBAŞI YAŞAYAN ÖLÜYE DÖNÜŞECEK'

Roboski katliamı yaşanmadan önce ordu içerisinde yerel birimlerden, yukarıya kadar her kademede sınırı geçip gelenlerin sivil olduğu bilgisinin edinildiğini ifade eden Yaylalı o günleri şöyle anlattı: "MİT Roboski'de bilerek manipülasyon yapıyor. Hatta tüm operasyon MİT’in ısrarlı bilgilendirmesine dayanıyor. Fakat Roboski katliamı sonrası tüm yaptıklarını inkar ediyor. Genelkurmay karargahı yerel kaynaklarının tüm bu değerlendirmelerini görmezden geliyor ve katliam talimatı veriyor."

O gün sınır ticareti için yollara düşen çoğu çocuk sivil köylüleri İHA ile 4,5 saat takip eden yüzbaşının üstlerinin sınırı geçenlerin sivil olduğuna dair bilgi vermesine rağmen katliamın gerçekleştiğini hatırlayan Yaylalı, "Yanılmıyorsan daha sonra gazeteden okuduğum kadarıyla bu yüzbaşının psikolojik olarak destek aldığı yazıyordu. Bu pilot artık bu katliamdan öncesi gibi yaşamını sürdürebilir mi?

Mesela bu işte hep söyledikleri kanunsuz emir dedikleri şeyin tam kendisi. Gözleri ile görüyor, saatlerce onları takip ediyor, sivil olduklarını hatta çocukları dahi görüyor. Üstlerine ısrar ile sınırda olanların sivil olduğunu söylüyor, belki kendi çocuğu bile gözünün önüne geliyor ama emire karşı gelemiyor ve çoğu çocuk 34 insanın ölümüne neden oluyor. Şimdi bence bu insan da bizim 34 canımız ile birlikte ölmüştür. Bundan sonra ölünceye kadar bu vebali taşıyacak, bu durumla yüzleşmez ise yaşadıkları şey onu yaşayan ölüye çevirecek" ifadelerini kullandı.

YÜZBAŞIYA ÇAĞRI…

"Şimdilerde Roboski dosyasını kapattık diye düşünebilirler ama insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı yoktur" diyen Yaylalı, bu günlerin geride kalacağını ve Roboski dosyası yargılamasının yeniden başlayacağına inandığını söyledi. Yüzbaşına çağrıda bulunan Yaylalı, "Bu yüzleşme için bir fırsattır, eğer yaptığı şeyin sorumluluğu kendisini yavaş yavaş çürütmesini istemiyorsa o yüzbaşıya buradan açıkça çağrıda bulunuyorum, gelsin avukatlarımızla bildiklerini paylaşsın ve suçluların yargılanması için süreç tekrar başlasın.

Eski bir savaş suçlusu olarak bu durumun nasıl insanın yiyip bitirdiğini, kabuslarla bölünen uykuları çok iyi biliyorum. Ama yaşananlar ile yüzleştikçe durumun nasıl tekrar değiştiğini iyi bilen birisi olarak yaşama dönmek istiyorsa çağrıma kulak versin ki adaletsiz mezarlarında yatan canlarımıza adalet geldikçe, kendisi de kurtulacaktır. Roboski ile ilgili bir değerlendirme yaparken yüzbaşı ve onun gibi sivil olduklarını bildikleri halde zorla bu katliama dahil edilmiş diğer askerlere de böyle de bir çağrıyı yapmış olayım" mesajını verdi.

DAVALIK EDEN ANI

90’lı yıllarda Kürdistan halkına yapılan yüzlerce insanlık dışı muameleye karşı bugün bile Roboski halkının direnişinin kendisini çok etkilediğini ifade eden Yaylalı, "Roboski’de verilen hak ve adalet mücadelesinde elbette birçok şeye bizler öncülük ettik ama çağrılarımıza orada yaşayan halk cevap olmasa biz de orada hiçbir şey yapamazdık" dedi.

Yaylalı Roboski’de yaşadığı unutulmaz anılarından birini şöyle anlattı: "Roboski katliamının 500. günü ya da 1000. günü için Roboski yaylasına karanfil yürüyüşü gerçekleştirdik. Askerlerin tüm yönelimlerine karşın katliam bölgesine ulaştık, orada anmamızı gerçekleştirdik ve geri döneceğiz. Ama biz geri dönmeden zaten görüntüleri gazeteye gönderdik. Yani doğal olarak zaten orada olanları biz deşifre etmiş olduk.

Roboskili ailelere geri dönüş yolunda bir baktım herkes bulduğu otlar ile başlarını kapatmış, herkes birbirine bakarak gülüyor ve öyle asker kamerası önünden geçiyordu. Neyse ‘bunu neden yaptınız’ dedim, onlar da ‘bizi tanımasınlar’ dediler, bende onlara ben zaten resimlerini gazeteye gönderdiğimi söylediğimde hep beraber gülmeye başladık. Tabi biz gülsek de benim çekip gazeteye gönderdiğim resimlerden askerler bizleri tespit edip hepimize dava açmıştı."

'TUTUKLUK SÜRECİMİN TAMAMINI TEK KİŞİLİK HÜCREDE GEÇİRDİM'

Bir cenaze töreni için Uludere'de bulunduğu sırada polisler tarafından gözaltına alınıp tutuklanan Yaylalı, önce Şırnak T Tipi Cezaevi'ne, oradan da Elazığ 2 No'lu yüksek güvenlikli cezaevine götürüldü. "Nerede ise tutukluluk sürecimin tamamını tek kişilikli hücrede tamamladım" diyen Yaylalı, üzerlerinde tam bir izolasyon olduğunu, anne ve babasının yaşlı oldukları için ziyaretine de gelemediklerini söyledi.

Yaylalı, "Hayat arkadaşım Meral Geylani ile belediye nikahına sahip olamadığım için görüşemedim. Yani 15 ay boyunca tekli hücrede tutulduğum halde kimse ile görüşemedim. Diğer tutuklu ve hükümlü arkadaşlarla tek ortak bir araya geldiğimiz spor faaliyetleri de hakkımızda disiplin cezaları nedeni ile elimizden alınıyordu. Aslında dışarı ile tek bağlantım mektuplardı. Gazetelere gönderdiğim yazılar mahkeme kararı ile engellendi" diye konuştu.

CEZAEVİNDE ŞİİRE SALDIRI

Cezaevinde günlerce darp edildiğini söyleyen Yaylalı gördüğü işkenceleri şu sözlerle anlattı: "Bir gün Adnan Yücel’in bir şiirini avluda okuyorum ve bir gün sonra "Slogan attın savunma vereceksin" denilerek tebligat yollandı. Kelepçeli muayene dayatması yüzünden Ekim 2017 tarihinden çıkıncaya kadar göz muayenesi olamadım. Hatta en sonunda doktor ile bu yüzden tartışınca bana iki ay görüş yasağı verdiler. Şubat’ın 16’sı ile 20'si arası zorla ayakta sayım dayatması yapıldı. İnsanlık dışı olan bu uygulamayı kabul etmediğimiz için 4 gün boyunca gardiyanlarca darba edildik.

Çok kez diğer tutsaklarla beraber darp edilerek odadan avluya atıldık. Bu konu ile ilgili suç duyurusunda bulundum, ama saldırıya maruz bırakılmış tutsaklar gibi bende bir sonuç alamadım. O hapishanede birçok hasta tutsak bulunmakta ve birçoğu sağlık hakkından doğru dürüst yararlanamıyor. Bence sivil toplum örgütleri ve muhalif partiler bu konuda mecliste acil şekilde komisyon oluşturup bu hapishaneleri inceleme altına almaları gerekiyor. Bu hapishaneler tamamen hücre sistemine dayalı ve gerçekten müthiş tecrit içeriyor, OHAL’in gölgesinde sessiz sedasız hayata geçirildi. Şu an sayıları az olsa da bu hücre sistemine dayalı hapishanelere tepki verilmezse yaygınlaştıracaklarına hiç şüpheniz olmasın. Hiçbir tutsağın can güvenliği bu hapishanelerde yok."

‘ASKER VE KORUCULAR BİZİ KÖYDEN ÇIKARMAK İÇİN SEFERBER OLDULAR’

Cezaevinde gardiyanların sık sık ismini dalga konusu haline getirdiklerini ifade eden Yaylalı, “Özellikle birisi vardı ki birkaç defa nazik şekilde uyarmama rağmen beni provoke etmek için sık sık ismimle dalga geçerdi. Hapishane sürecimin başından itibaren hep yabancı etiketi yedim. Her gelen ‘Türkiye vatandaşı mısın yoksa yabancı mı?’ diye soruyordu. Bazıları ise "Kürtlerle ne işin var, nasıl onlarla anlaşıyorsun" diyerek taciz ediyorlardı" dedi.

Cezaevinden çıktıktan sonra eşi Meral Geylani ile Antalya’ya yerleşen Yaylalı, bu kararı almalarında da yine devlet güçlerinin baskılarının neden olduğunu söyledi. Yaylalı, "Asker ve korucular dört koldan bizi köyden çıkarmak için seferber olmuşlardı. Bu yüzden günden güne köylülerimize yönelime başlamışlardı. Zaten birçok şey yüzünden yönelime maruz kalıyorlar, bir de bizim yüzümüzden böyle bir şeye maruz kalmalarını istemedik. Barış aktivisti olarak bu döneme kadar yaşadıklarımı kaleme almak istiyorum. Bu süreci böyle bir fırsata çevirmeyi düşünüyorum. Roboski'deki mücadele bizim çocuğumuz gibi, nereye gidersek gidelim, nerede olursak olalım onu bulunduğumuz her yere götüreceğiz" dedi.

'KENDİ TOPRAKLARIMIZDA KİMSESİZ KALDIK'

Osmanlı döneminde Pontuslular nasıl bir soykırımdan geçtiyse bugün de Kürtlerin aynı şekilde soykırıma maruz kaldığını ifade eden Yaylalı, "Biz sabah kahvaltısı olduysak Osmanlı ve sonrasında gelenler için, Kürt halkı da öğle yemeği oldu. Önce Gayri Müslüman olan halklardan başlanarak, Türk olmayan Müslüman halklara kadar bu coğrafyanın egemenleri tekleştirme politikaları izledi. Bunun için her türlü yol mubah görüldü.

Asimilasyon, devşirme, zorla yer değiştirme, katliam ve soykırımlar. Biz de tüm bu yapılan yönelimlere kuzu kuzu teslim olmadık, soykırıma varan uygulamalara karşı elimizden geldiğince kendimizi savunmuşuz ama bu yeterli olmayınca nerede ise kendi topraklarımızda kimsesiz kalmışız. Şimdi dilimiz, kültürümüz, folklorumuz, bizi var eden her şeyi kaybetmek ile karşı karşıyayız" şeklinde konuştu.

KÜRT HALKINA YÖNELİMLERE ORTAK TAVIR GELİŞTİRİLMELİ

"Geçmişte halklar birbirine sahip çıkabilseydi belki bugün bu durumları yaşıyor olmayacaktık" diyen Yaylalı konuşmasını şu sözlerle tamamladı: "Şimdi ise tekçi politikaların son halkası PKK ile mücadele adı altında Kürt halkına benzer bir politika uygulanıyor. Geçmişte yapamadığımız şeyi her şeyi kaybetmeden önce bugün yapabilmeliyiz. Bunun için Kürt halkına yönelimlere karşı orta tavır geliştirilmelidir.

Kürt halkına bu anlamı ile verilen her destek, kendi varlığınıza verdiğimiz destek anlamına gelmektedir unutmamak gerekir. Halklar zincirinin son halkası, son mevziisi de düşerse kaybeden halklar olurken, tek tipçiler büyük ülkülerine kavuşmuş olacak. O zaman bu coğrafyadaki varlığımız için son umut da bitmiş olacak."