Almanya’nın 25 yıllık utancı

Dünyada Türk devletinden sonra PKK’yi yasaklayan ilk ülke olan Almanya’nın Türkiye ile kirli ittifakı İttihat ve Terakki’den beri sürüyor. NATO üyeliği sonrasında Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler artarak devam ediyor.

”Alman emperyalizmi ne diye bizi bu kadar karşısına alıyor? Çünkü hem kendi çıkarları hem de birinci dereceden sorumlu olduğu Türkiye rejimi tehlikededir de ondan. Dolayısıyla, Türk işbirlikçilerinden daha fazla Alman emperyalizminin Ortadoğu’daki çıkarları tehlikededir.”

                                                                                              (Abdullah Öcalan, Aralık, 1993, Berxwedan dergisi)

Almanya’da 26 Kasım 1993’te dönemin Kohl hükümeti tarafından ilan edilen PKK yasağı 25. yılına giriyor. Almanya için büyük bir utanç olan ve savunulabilir hiçbir yanı olmayan yasak ısrarla sürdürülmeye devam edilirken; beraberinde binlerce mağdur yarattı. Alman kamuoyunda da tepkiyle karşılanan yasak hiç kuşkusuz Almanya-Türkiye kirli ilişkilerinin eseri.

Türkiye Almanya ilişkileri Bağdat-Berlin demiryolu inşasından bugüne ekonomik ve kirli bir ağla günümüze kadar örülmeye devam ediyor. Dünyada Türk devletinden sonra PKK’yi yasaklayan ilk ülke olması hasebiyle Almanya’nın Türkiye ile kirli ittifakı İttihat ve Terakki’den bu yana sürüyor. NATO üyeliği sonrasında Türkiye ile Almanya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler artarak devam ediyor. Türkiye’nin silah tedariğinin büyük kısmını karşılayan Almanya, Türkiye’deki ağır insan hakları ihlallerine ve katliamlara ise her dönem sessiz kalmakta.

ALMANYA'NIN 12 EYLÜL'E AÇIK DESTEĞİ

1961 yılında imzalanan anlaşma ile 900 bin Türkiyelinin Almanya’ya misafir işçi olarak gelmesi sonrasında Türk devletiyle ilişkiler daha da derinleşiyor. Bu kitlenin milliyetçi bir çizgiye çekilmesi ve özellikle 12 Eylül sonrasında Türkiye’den Avrupa’ya göç eden devrimci, demokrat, sosyalistlere, Alevilere ve Kürtlere karşı bir barikat olarak kullanılmak istenmesi ise çok önceden Türkeş-MİT-Alman İstihbaratı organizasyonuyla dönüştürülmeye başlanmıştı.

12 Eylül darbesi sonrasında ise Almanya’ya birçok siyasi sürgün geldi. Resmi istatistiklere göre 1980’li yılların ortasında Almanya’da 300 bin civarında Kürt yaşıyordu. Diğer yandan Almanya ‘soğuk savaş’ yılları yüzünden NATO ve ABD’nin vazgeçilmez stratejik karargahı haline geldi. İnsan haklarını, evrensel değerleri yok sayan birçok ülkenin ilişkisini askıya aldığı 12 Eylül rejimiyle, generallerin kötü siciline rağmen en fazla içli dışlı olan ülke Almanya’ydı. Dönemin Alman Dışişleri Bakanı Genscher 1980 darbesinden sonra Türkiye’yi ilk ziyaret eden batılı dışişleri bakanı olarak tarihe geçerken, Almanya kendi iç kamuoyundan yükselen bütün seslere rağmen Ankara ile ilişkileri kesmedi.

KOHL ÇITAYI YÜKSELTTİ

5 Ekim 1981 günü “Die Welt” gazetesinde çıkan bir yorum tabloyu şöyle özetliyordu; “Nedense Federal Almanya Cumhuriyeti’nin benzeri olmayan, başka ülkelerde örneği görülmeyen şekilde Türkiye ile ilişkileri sıkı. İmparatorluğun kurduğu Weimar Cumhuriyeti ve Nazi döneminde zayıflayan Türkiye ile dostluk bu aralar çok güçlü.”

Cuntacı generallerle dostluk, Almanya’nın imzaladığı siyasi mültecileri koruma anlaşmalarını ihlal edecek düzeydeydi. 1983 yılında Berlin Eyalet Mahkemesi’nin “VG 19A 329.82” numaralı dosya numarasıyla verdiği bir karar, Alman Haber Alma Servisi (BND)’nin siyasi mülteciler hakkındaki bilgileri düzenli şekilde Ankara’ya ilettiğini gösteriyordu. Skandal, 12 Eylül rejiminden kaçıp Aralık 1982’de Berlin’e gelen, siyasi sığınma talebinde bulunan bir mültecinin başvurusu sırasında ortaya çıktı.

1983 yılında başlayan ve 15 yıl süren Helmut Kohl başbakanlığındaki Hıristiyan Demokrat (CDU) iktidarı döneminde ise Türkiye ilişkilerde çıta daha da yükselecekti.

OLOF PALMA SUİKASTİ

Kürdistan devriminin dünyaya açılmak için kapı araladığı 1985 yılında Türk devleti de dünyanın batılı süper güçleriyle Kürt özgürlük mücadelesini bastırmak için kolları sıvadı. Bunun için Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeliğinin bütün nimetlerinden yararlanması için düğmeye basıldı.

İsveç Başbakanı Olof Palme’nin 28 Şubat 1986 günü öldürülmesi ve hala birçok yönü karanlık olan suikastin PKK’ye mal edilmeye çalışılması, uluslararası güçlerin Kürt özgürlük mücadelesine karşı başlattığı ‘yok etme konsepti’nin başlama fişeği oldu. Zaten cinayet sonrasındaki günlerde Almanya’ya biçilen rol kendisini ele verecekti. Palme cinayeti sonrasında Avrupa medyasında PKK’ye karşı bir linç kampanyası başlatılırken, Almanya’da üstüne düşeni yapacaktı. ERNK’nin birinci yıldönümünün kutlanacağı Duisburg’daki merkezi Newroz gecesi öncesinde Almanya’da PKK’ye karşı anti-propagandanın dozajı artırılmış ve başını Kemal Burkay’ın çektiği bazı isimler, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın da bu geceye katılacağını iddia etmişti. Bu gerekçeyle Newroz gecesi yasaklanmış, yüzlerce polisin katılımıyla birçok şehirde operasyon başlatılmıştı.

ALMANYA ÜZERİNE DÜŞENİ YAPTI

Aynı yılın Ağustos ayında, 15 Ağustos’un ikinci yıldönümünde ise ‘PKK’nin Hamburg’daki Türk konsolosluğuna karşı bombalı saldırı eylemi son anda önlendi’ haberi basına servis edildi. Daha sonraki yıllarda MİT’in tezgahladığı ortaya çıkacak senaryoda; bir PKK’linin Hamburg’ta patlayıcı maddelerin ve silahın bulunduğu tren istasyonundaki emanet dolabını açmaya çalışırken yakalandığı iddia edildi. Fakat PKK Avrupa Temsilciği yayınladığı bildiriyle yakalanan kişinin örgütleriyle uzaktan yakından herhangi bir ilişkilerinin olmadığını açıkladı.

Alman polisi bu senaryonun da boşa düşürülmesi sonrasında bu defa Hamburg-Altona’daki Kürt derneğine yaptığı baskında ‘çok önemli belgeler’ ele geçirildiği haberini servis etti. 21 Ağustos 1986 günkü Milliyet gazetesi ‘PKK’nin yeni eylem planları ele geçirildi’ başlıklı haberinde şöyle diyordu: “Polis, yakalanan belgeler içinde PKK’nin Hamburg Konsolosluğu dışında, Almanya’daki Türk diplomat ve temsilciliklerine karşı düzenlemek istediği eylem planlarının bulunduğunu dile getirdi. Federal Alman yetkililer, bu ülkede PKK’nin legal uzantısı olarak faaliyette bulunan dernek ve kuruluşların kapatılması için harekete geçtiler.”

DÜSSELDORF DAVASI

Bu saldırı zemini sonrasında başlatılan soruşturmalar ve tutuklama emirleriyle, ”Düsseldorf Davası” olarak bilinen, Kürtlere yönelik ilk büyük dava başlatıldı. 5 Şubat 1988 tarihinde Almanya’nın birçok kentinde ”Kürdistan Komite” başta olmak üzere birçok kurum ve ev basılarak çok sayıda Kürdistanlı gözaltına alındı. Aralarında Ali Haydar Kaytan, Duran Kalkan ve Hüseyin Çelebi’nin de olduğu çok sayıda Kürdistanlının tutuklandığı ”Düsseldorf Davası” PKK’nin yasaklanması hedefiyle başlatıldı.

ALMANYA TARİHİNDE İLK

Düsseldorf Davası, Almanya tarihinde yabancı bir örgüte karşı açılmış ilk dava olarak tarihe geçti. Daha öncesinde buna benzer bir yargılama söz konusu değildi. Tutuklamalara girişmek, ardından dava açmak ve sonuçta PKK’nin bir ‘terör örgütü’ olduğu yargısına ulaşmak bir NATO kararıydı. Ancak mahkeme sürecinde ortaya konulan duruş ve tutum bu planın fiilen işlemesini hükümsüz kıldı ve bu plan boşa düşürüldü. Duran Kalkan geçtiğimiz aylarda, o dönem mahkeme heyetinin cezaevinde kendileriyle görüştüğünü ve suçlamaları kabul etmelerini istediğini açıkladı. Mahkeme heyetinin bu teklifi reddedilince PKK’yi yasaklama kararı alındı.

NAZİ ÜYESİ SAVCININ PKK DÜŞMANLIĞI 

PKK’ye karşı en üst düzeyde harekete geçirilen isim Federal Başsavcı Kurt Rebmann’dı. 1977 yılında RAF militanlarının öldürdüğü Siegfried Bubacks’ın koltuğuna oturan Rebmann, sol ve muhalif gruplara karşı acımasızlığıyla tanınıyordu. Eylemleriyle 1970’lerin Almanya’yı sarsan Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) için “Onları sadece görevimden dolayı sevmiyorum, aynı zamanda bu benim kişisel davam da” diyordu.

12 Eylül rejiminin paşalarıyla yakın dostluğu olan Rebmann, PKK’yi ise ‘iç güvenliğin en büyük düşmanı’ ilan etmişti. Uluslararası düzeyde Kürt hareketine ‘terörist’ etiketi yapıştıran isimlerin başında gelen Rebmann’ın özel talimatıyla 1987 yılının Ağustosunun ilk günlerinde 11 şehirde 43 Kürt’ün evi basıldı. Bu operasyonlarda polis, Kürtlerin 700 bin Mark parasına el koydu.

Kürtlerden ‘hıncını alamayan’ Federal Başsavcı Rebmann aynı yıl bir adım daha ileri gitti ve “Artık Kürt mültecilerini kabul etmemeliyiz, buraya gelip başımıza bela oluyorlar” dedi. Rebmann’a göre Kürdistan’daki bütün savaş mağdurları PKK’li olarak Almanya’ya geliyordu.

Düsseldorf Davasının mimarı Rebmann eski bir Nazi askeriydi. Ancak PKK’nin direnişiyle dava amacına ulaşamadı. PKK’nin Nazi zulmüne karşı direnişi de Düsseldorf Davası’yla gerçeklemiş olacaktı.

Dava Almanya’ya 8,5 Milyon Mark’a patladı. Kurt Rebmann’ın RAF, PKK ve diğer sosyalist hareketlere beslediği öfkenin nedeni yıllar sonra anlaşıldı. “Stern” dergisi 2011 yılında, 2005’te 81 yaşındayken ölen Rebmann’ın Nazi rejimi döneminde Hitler’in NSDAP partisine üye olduğunu belgeleriyle ortaya çıkardı. 17 yaşındayken gönüllü olarak Nazilerin gençlik kollarına yazılan Rebmann hakkında 2. Dünya Savaşı’nın ardından, 1946 yılında bir soruşturmanın açıldığı, fakat kısa süre sonra dosyanın rafa kaldırıldığı ortaya çıktı.

KENAN EVREN'İN BONN ZİYARETİ

Ekim 1988’de Batı Almanya’nın başkenti Bonn’a giden 12 Eylül rejiminin lideri Kenan Evren’e ülkenin yabancı devlet adamlarına verdiği en büyük nişan olan yüksek liyakat nişanı verildi. Ancak kendi kamuoyunun tepkisinden korkan Almanya bunu basından gizledi.

Kenan Evren’in Bonn’da nişanla karşılandığı yıllarda cuntanın istihbaratı Almanya’da genişbir ağ kurmuştu. Devlet televizyonu ARD’de 3 Nisan 1990 günü yayınlanan “Panaroma” isimli haber programında Türkiye’nin Almanya’daki 13 konsolosluk ve Bonn büyükelçiliği bünyesinde diplomat statüsüyle 30 MİT ajanını çalıştırdığını belgeledi.

Haber iki ülke arasındaki ilişkileri gererken Alman makamları MİT ajanı olduğu kanıtlanan 15 Türk görevlinin ülkelerine geri dönmeleri için baskı yaptı. Fakat Türkiye sadece 4 istihbarat elemanını geri çekti. Türk istihbaratının 80’lerin sonunda kurduğu ağ sadece MİT görevlilerinden oluşmuyordu, ayrıca bunlara bağlı Federal Almanya çapında 200 ajanın aktif çalıştığı belirtiliyordu. Stuttgart ve Hamburg’daki eyalet başsavcıları kimlikleri tespit edilen 15 kişi hakkında soruşturma açtı, davalar yıllarca sürdü.

ALMANYA'DA EĞİTİLDİ, BEKAA'YA GİTTİ

MİT’in Almanya’daki faaliyetlerinin hedefinde ise şüphesiz PKK ve Türkiyeli sol örgütler vardı. 1989 yılında suikast amaçlı Bekaa Vadisi’ndeki Mahsum Korkmaz Akademisi’ne giden Dursun Çınar isimli Türk ordusunda görevli bir binbaşı gerillalar tarafında yakalandı. Almanca ve İngilizceyi iyi derecede bilen Çınar şu itiraflarda bulundu: “1985 yılında tecrübelerimden dolayı Milli İstihbarat Dairesi Anti Terör ve Uluslararası Terörizmle Mücadele Bölümü’ne alındım. İstanbul’da Balmumcu denen bir eğitim merkezinde insanlarla ilişki kurma, geliştirme, bilgi alma konularında bir süre eğitildim. Bizim ekip özel bir büroya bağlıydı. Bu büro direkt Ankara Milli İstihbarat Dairesi’ne bağlı. Milli istihbarat elamanıyım. Bu görevi binbaşı rütbesiyle sürdürüyorum. Almanya’nın Köln ve Stuttgart konsolosluklarına bağlı olarak kurulan Türk derneklerinde MİT ajanları yetiştiriyorduk. 100’ye yakın ajan buradan yetiştirilerek değişik yerlere yollandı. Binbaşı rütbesine terfi ettikten sonra Ermeni terörüne karşı mücadele amacıyla Avusturya, Fransa ve Hollanda’ya görevli gittim. Ermeni terörü durunca, PKK’ye karşı mücadele faaliyeti yürütüyoruz.”

EĞİTİM MASRAFLARI ALMANYA'DAN

1989-1990 yılları arasında Almanya Türk subay ve polislerinin eğitimi için 3 milyon marklık bir harcama yaptı. Bu resmi olarak bilinen miktardır. 1989-1991 yılları arasında NATO savunma yardımı olarak ise Türkiye’ye 260 milyon mark, 1992-1995 dönemi için de 212 milyon dolar para verildi. Ayrıca Doğu Almanya ordusuna ait Türk ordusuna hibe edilen onlarca tank, askeri araç ve onbinlerce tüfek de cabasıydı.

İHALELERİN VAZGEÇİLMEZ KARTI

1990’lı yılların başında Kürdistan’daki savaş bir yana, Avrupa’da yaşayan Kürtler de artık Türkiye ile ihalelerin vazgeçilmez kartı haline geldi. 1992’de Almanya ve Fransa’nın çok istemesine rağmen iki milyar dolarlık helikopter ihalesini Amerikan Skorsky firması kazandı. Avrupalı silah tüccarlarını kızdıran olayın perde arkasında ise her iki ülkede Kürtlere karşı Ankara’nın istediği düzeyde uygulamaların olmaması yatıyordu.

Yalçın Doğan 4 Ekim 1992 tarihli Milliyet gazetesindeki köşesinde Paris’teki Kürt gösterilerinin son anda yasaklandığı için Fransa’nın uydu ihalesi aldığını yazdı. Doğan iki yıl boyunca Paris-Bonn-Ankara hattında süren helikopter ihalesi krizini ise şöyle açıklıyordu: ”Skorsky helikopterinin alımı kararına gelinceye dek, Ankara, Paris, Bonn, Londra ve Washington’da bazen aba altından sobayla, bazen sıcak kucaklaşmayla diplomasinin her türlü örneği sergileniyor. Siyasetin çarkında helikopter kararı, uluslararası masada pingpong topu gibi bir ülkeden diğerine gidip geliyor, düşüyor, kalkıyor…”

KÜRTLERİN ÖRGÜTLÜLÜĞÜ BÜYÜYOR

Diğer yandan Avrupa’da yaşayan Kürtlerin gösteri, protesto ve eylemleri ise yayılarak artıyordu. Ana tema batının, özellikle de Almanya ve Fransa’nın Kürdistan’daki ihlaller, köy yakmalar ve katliamlara rağmen hala Türkiye’ye silah satmaya devam etmeleriydi. Ancak hala Alman Genelkurmay Başkanı Klaus Naumann gibi üst düzey isimler “Türk ordusunun PKK’ye karşı mücadelesi tamamen meşru” diyordu.

1992’de Kürdistan’daki savaşın doruğa çıktığı yıl, Avrupa’daki Kürt örgütlenmesinin zirveye yaptığı yıl olarak da tarihe geçti. 1 Ağustos günü Bochum’daki spor stadyumu 1. Uluslararası Kürdistan Festivali’ne gelen Kürdistanlılar ve dostlarıyla tıka basa doluydu. Kürt hareketi Avrupa’da ilk kez yüz bin insanı buluşturmuştu.

ÇİLLER'İN GEZİSİ

Ancak Tansu Çiller’in Haziran 1993’de başbakan olmasıyla hem Kürdistan’daki savaş ve hem de Avrupa, özellikle de Almanya’daki Kürtleri yeni bir dönem bekliyordu. İlk gezisini Rusya’ya yapan Çiller’in sırada Almanya’ya geleceği ve PKK’yi bu ülkede yasaklatmak, ‘terörist’ ilan ettirmek ve Kürt derneklerinin kapısına kilit vurulmasını sağlamak için elindeki bütün kozları devreye sokacağı konuşuluyordu.

O günlerde Ertuğrul Özkök Hürriyet’teki köşesinde Çiller’e hitaben şunları yazıyordu: “Türkiye bir daha bu fırsatı yakalayamaz. Uluslararası dengeler ancak bu kadar PKK aleyhine olabilir. Bundan sonra dengeler PKK lehine gelişecektir. Dolayısıyla elimizi çabuk tutup bu fırsatı kaçırmayalım.”

Ankara’da hazırlıkları yapılan Kürt karşıtı diplomasi baskısına Bonn hazırlıksız yakalanacaktı. Başbakan Kohl şöyle diyordu: “Almanya federal bir sistemdir. Her eyaletin ayrı yasaları vardır. Dolayısıyla PKK’yi yasaklamak mümkün değildir.” Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel ise “Ben eski bir adalet bakanı olarak PKK’ye terörist demekte temkinli davranırım” çıkışını yaptı.

Ancak Çiller’in gezisinden sonra herşey değişti. Almanya ziyaretini 20 Eylül 1993 günü yapan Çiller ardından ABD Devlet Başkanı Clinton’un davetlisi olarak 12 Ekim 1993 günü ABD’ye gitti. Çiller’in iktidara gelir gelmez çizdiği Moskova-Bonn-Washington güzergahın şifrelerini anlamak hiç de zor değildi. En önemli gayesi Kürdistan’daki savaşın dozajını yükseltmek için uluslararası desteği artırmaktı.

LİCE'NİN YAKILMASI

Çiller’in Washington’dan dönüşünden yaklaşık bir hafta sonra 22 Ekim 1993 günü Amed’in Lice ilçesi Türk ordusunun ateşi altına girdi. Günlerce kimsenin giremediği Lice birkaç gün boyunca her akşam Alman televizyon kanallarının ana haber bülteninin de konusuydu. Hatta Lice için “Küçük Beyrut” deyimini kullanan Der Spiegel dergisi kurşunlanan evlerin fotoğraflarını sayfalarına taşıdı.

Lice’deki vahşet Avrupa’daki Kürtleri harekete geçirdi. 4 Kasım 1993’te Almanya’nın 30’dan fazla kentinde Lice protestoları gerçekleşti. Çıkan olaylarda Wiesbaden’deki bir lokalde çıkan yangında bir kişi hayatını kaybederken, Kürtlere karşı gözaltı furyası başladı. İlk işaret Dışişleri Bakanı Kinkel’den geldi: “PKK derhal yasaklanmalı.”

KANTHER'İN 53 SAYFALIK BÜLTENİ

22 Kasım’da başlayan 16 eyaletin içişleri bakanları yapılan toplantıya Federal İçişleri Bakanı Kanther PKK’yi yasaklayacak 53 sayfalık bültenin taslağıyla gitti. Toplantıda Kanther kararnameyi olduğu gibi kabul ettirirken, 25 Kasım günü yasağı ilk açıklayan NRW Eyaleti’nin İçişleri Bakanı Schnoor “Bunu Kanther istedi” dedi. Hamburg’un İçişleri Senatörü Wrocklage ise “Yasağı Kanther’e sorun” diyordu.

Kürdistan’daki savaşa, şiddetin nedenlerine, Türk ordusunun köy yakmaları ve katliamlarına ilişkin tek kelimenin geçmediği Kanther’in yasak bülteni özetle şöyleydi: “PKK/ERNK halkların uyumlu şekilde beraber yaşamasını engelliyor. PKK’nin taraftar ve sempatizanlarınca Almanya ve Türkiye’de, Türkiye’nin bir bölümünü kurulacak Kürt devletine dahil etmek için suçlar bunu yeterince kanıtlıyor. Almanya’nın çıkarları tehdit altında. Şiddet eylemleri Türkiye ile olan ilişkilerimizi önemli ölçüde zedelemektedir. PKK faaliyetlerine Almanya’da daha fazla müsaade etmek, Alman dış politikasının güvenirliliğini tartışır hale getirir ve değer biçtiğimiz çok önemli bir ortağın güvenini sarsar.”

TÜRKİYE'NİN TALEBİYLE KAPATILDI

Berxwedan Yayınları, Kurd-Ha haber ajansı, Kürdistan komiteleri, Kürdistanlı Yurtsever İşçi ve Kültür Dernekleri Federasyonu (FEYKA-Kürdistan) ve ona bağlı 29 Kürt derneğinin kapatılmasını isteyen kararnamedeki bu ifadeler aslında yasağın Türkiye’nin talebiyle gerçekleştiğinin şifrelerini veriyordu.

KAPATILAN DERNEKLER

Almanya’nın Aachen, Berlin, Bielefeld, Bonn, Bremen, Bremerhaven, Celle, Dortmund, Duisburg, Düren, Frankfurt/Main, Freiburg, Hagen, Hamburg, Hannover, Heilbronn, Ingolstadt, Kassel, Koblenz, Köln, Leverkusen, Mannheim, Münih, Nürnberg, Rendsburg, Saarbrücken, Siegen, Stuttgart, Ulm ve Köln kentlerinde var olan dernekler kapatıldı. Ancak Kürt halkı derneklerine yönelik yasağa karşı bir sonraki gün birçok derneğin mührünü sökerek, derneklere girdi.

'DANKE HERR KOHL'

Bundan olacak ki Hürriyet gazetesi ertesi gün “Danke Herr Kohl” (Teşekkürler sayın Kohl) manşetiyle çıkıyordu. Yasağın duyurulduğu 25 Kasım günü televizyon kanalı ARD’nin akşam haberlerine çıkan Kanther ise şöyle diyordu: “Almanya’nın bir savaş ve isyan ülkesi olmasına izin veremem. Almanya teröristlerin dinlenme yeri değil. Bazı yabancı grupların ülkelerindeki sorunları ülkemize taşımalarına izin vermeyeceğiz. Yasak, bu derneklere zorla üye olanların kendilerini PKK’nin tehditlerinden korumalarını sağlayacak.”

PKK’nin kuruluş yıldönümü olan 27 Kasım’da yapılacak kutlamaların arifesine getirilen yasak çerçevesinde kapısına kilit vurulmak istenen derneklerde Kürtler oturma eylemine geçerken, Alman basını Kohl hükümetine ateş püskürtüyordu. Frankfurter Rundschau gazetesinin 27 Kasım tarihli sayısında çıkan bir yorum şöyleydi: “Federal hükümet Türkiye’nin dümen suyuna girdi ve Kürtlerin ezilmesine destek verdi. Bonn, MGK’nin metotlarını kopya ediyor ve Kürtlere karşı Ankara ile ittifak ediyor.” DEVAM EDECEK

Kaynak: Yeni Özgür Politika