Erdoğan-Merkel ilişkisi

Brüksel-Berlin’den 2 milyar Euro daha isteyen Erdoğan, bununla da  sınırlı kalmayıp Rojava Kürdistan’ındaki etnik temizliğe destek talep ediyor, resmen “sizin paralarınızla orada kendime bağlı bir çete devleti kuracağım” diyor.

Şüphesiz Merkel-Erdoğan ikilisinin ilişkisi bir 'Pamuk Prenses' hikâyesi değil. Ancak Erdoğan ve Türk devlet yöneticileri ziyaretlerde hediye ettikleri 'anlamlı' hediyelerle tanınırlar. Bu sefer Merkel’e Topkap Sarayı’nda sergilenen Murassa Ayna’dan esinlenen, 24 ayar altın yaldız ve renkli cam baloncuklarla tasarlanan sırçalı saray aynası nasip oldu.
Merkel’in Erdoğan’ın elinde hediyesini görünce yüzünden saçtığı gülücükler ise görülmeye değerdi. Merkel şanslı, çünkü son yıllarda hiçbir Avrupalı lider onun kadar, baskıcı bir rejimle yönetilen liderlerle bu kadar yakın olmamıştı. Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar Erdoğan’ın şansölyeyi ve ülkesini kastederek sarf ettiği, “Nazi pratiği sergiliyorsunuz”, “Hans'ın ne dediğine bakarım” ve “Terör örgütlerinin destekçisiniz” gibi sözleri hatırlarsak, Merkel’in maşallahı var!
Erdoğanlı Türkiye, 2002 seçimlerinin ardından 2003’te başbakan koltuğuna oturmasıyla başlamıştı. Merkel ise o yıllarda ana muhalefet partisi olan Hıristiyan Demokratlar Birliği'nin (CDU)genel başkanıydı. 2000’de partisini sarsan ve Helmut Kohl ekibinin sonunu getiren bağış skandalının ardından genel başkanlık koltuğuna oturmuştu. Pek 'aşınmamış' yüzüyle partisini toparlamaya çalışan Merkel, sıkı bir Türkiye karşıtlığı yapıyordu.
2005’te iktidara geldiğinde Ankara’nın AB üyeliği yerine 'ayrıcalıklı ortaklık' fikrini ortaya atmış, geçen yıllar içindeyse diğer batılı liderlerle “askeri vesayeti bitireceğiz-hukuk devletini kuracağız”, “İster Kopenhag olsun, ister diğer kentlerle isimlendirdiğiniz kriterler olsun, hepsini uygulayacağız” gibi vaatlerle Erdoğan’ın tek adam rejiminin inşasına deyim yerindeyse çimento taşıdı.
Ankara’ya verilen kredilerin ve siyasi desteğin haddi hesabı yoktu. Bu süreç 2013’e kadar sürüp gitti. Gezi direnişi sırasında Erdoğan’ın birden bire Almanya ve Alman vakıflarına yönelttiği suçlamalarla kriz ve gerginlikler dönemi başladı, 2016-2017’de bu süreç zirveye çıktı. En garip gelişmeler ise 2015’te oldu.
Türkiye’nin yakın tarihinin kritik süreci olan 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasındaki zaman aralığı… Seçmenin iradesine darbe niteliğindeki erken seçim kararı alınmış; Kürt şehirlerini yakıp-yıkma, bodrumlarda vahşet hazırlığı yapılıyordu. İşte o günlerde, Eylül ayının ortalarında Türkiye Yunanistan ve Bulgaristan’la olan sınır kapılarını açtı, birkaç gün içinde bir milyondan fazla kaçak göçmen Batı Avrupa’nın kapılarına dayandı.
Ülkesinin kapılarını açmak zorunda kalan Merkel’in iktidarı sallantıdaydı. Sınır kapılarının açılması 1 Kasım öncesinde Avrupa’nın elini kolunu bağlamak, Kürdistan’da işlenecek vahşet karşısında susturmak için yapılmış bir hamleydi. Zaten daha sonra Türk sultanın sarayından sürekli “Bakın, kapıları açarız” sesi duyulacaktı.
Kapıların bir daha açılmaması için can havliyle Türkiye’ye giden Merkel, 19 Ekim 2015 günü Erdoğan’ın sarayındaki koltuklara oturdu, zayıflayan AKP iktidarına bir 'hayat öpücüğü' verdi. 2017’deki 16 Nisan referandumu öncesinde ise garip bir şekilde ikilinin arasındaki ilişkiler yeniden bozuldu. Erdoğan bu süre zarfında meydanlarda Berlin yönetimine ağır hareketlerde bulunuyor, AKP basını Merkel’e yönelik çirkin manşetler atıyor, büyükelçilikler ara sıra geri çekiliyor, Berlin-Ankara hattında sinirler hayli bir geriliyordu. Almanya ise beklenmeyen bir hamle yapmıştı; AKP’li bakan ve yöneticileri kapı dışarı ediliyordu.
Kimi gözlemcilere göre bu, 'danışıklı dövüş'tü. Kameralar önündeki gerginliklerin aksine, kapalı kapılar arasında siyasi, ekonomik ve askeri mevzularda iş birliği fevkalade işliyordu. Ancak Erdoğan referandum için 'dış mihraklar' kartına sarılmıştı. Merkel de aynı yılın Eylül ayında ülkesinde yapılacak seçimlere 'güçlü bir argüman'la giriyordu: “Erdoğan despotuna ancak biz kafa tutarız”… Tam bir yıl sonra 2018 Eylül’ünün son günlerinde Erdoğan, Berlin’de kırmızı halıyla karşılandı.
İkilinin ilişkileri soğuduğunda garip bir şekilde "kapılar açarız" tehdidi yeniden işe yaramıştı, Erdoğan istediği tavizleri alıyordu. Gerçekte ise kapılar zaten açık. Örneğin Merkel’in hem yönetmen hem de yapımcısı olduğu mülteci anlaşmasına rağmen 2018’de Türkiye’den AB’ye 48 bin, 2019’da en az 70 bin kaçak göçmek ayak bastı. Anlaşma gereği Türkiye’nin Yunanistan’dan geri aldığı mülteci sayısı ise 2 bini ancak buldu.
Tüm bu rakamlar bir yana, Brüksel-Berlin’de paraların AKP tarafından nasıl çarçur edildiği çok iyi bilinmesine rağmen Erdoğan, AB’den kopardığı 6 milyar Euro’nun dışında 2 milyar Euro daha istiyor, üstelik bununla da kalmayıp Rojava Kürdistan’ındaki etnik temizliğe destek talep ediyor, resmen “sizin paralarınızla orada kendime bağlı bir çete devleti kuracağım” diyor. Erdoğan çıtayı yüksek tutuyor, ne de olsa “işinin eri”. Merkel ise bazen yapmacık, bazen de -dün olduğu gibi- içten gülümsemelerle Erdoğan’a bakıyor.
Pamuk Prenses masalına geri dönersek, kötü kalpli üvey anneye aynası bir gün nasıl ki “Senden çok daha güzel biri var bu dünyada” demişse, belli olmaz, Merkel’in elindeki ayna da bir gün kendisine, “Bu dünyada Erdoğan’ın senden daha iyi dostu var” diyebilir…