Kurd: Suriye'de kaybeden Türkiye farklı planlar peşinde

Kuzey Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Danışmanı Bedran Çiya Kurd, Türkiye'nin Suriye'de kaybettiğini ve zayıfladığını belirtti. Kurd, “Suriye krizinin başlangıcından bu yana desteklediği grupların durumu Türkiye için son darbedir” dedi.

Kuzey Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi Danışmanı Bedran Çiya Kurd, İdlib’deki gelişmeler, Erdoğan’ın Kuzey Doğu Suriye'ye dönük işgal tehditleri ve DAİŞ’e karşı mücadele konusunda ANF’nin sorularını yanıtladı.

Yaklaşık 1 yıl önce gerçekleştirilen Soçi Anlaşması şimdiye kadar uygulanmadı. Buna rağmen 5 Ağustos'ta ABD ve Türkiye arasında sınır güvenliği tartışmalarının başlamasıyla paralel olarak, Soçi’nin uygulanmadığı gerekçesiyle İdlib’de Rusya destekli Rejim güçleri operasyona başladı. Bu durumu ve zamanlamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Herkesin de bildiği gibi ABD ile sınır güvenliği mekanizması üzerine yapılan görüşmeler, Rusya ile İran’ın İdlib konusunda Türkiye’ye baskı uygulamasına yol açtı. Şimdi burada sorulan soru doğrudur: Şimdiye kadar İdlib için Türkiye’ye neden baskı yapılmadı?

Yaklaşık bir yıl önce Soçi toplantısı oldu fakat Rusya, Türkiye’ye uzun zaman sabırlı davrandı, acele etmedi. Ancak nasıl ki Türkiye, ABD ile yeniden bir yakınlaşma ve anlaşma içine girdi ve bu durum Rusya için endişe kaynağı haline geldi, buna paralel Türkiye’ye baskı yapıldı ki ABD ile ilişkileri yeniden bozulsun.

Bu baskının ürünü olarak saldırılar yoğunlaştı ve bazı yerlerin ele geçirilmesiyle Türkiye, elindeki birçok yeri kaybetti, kartlarının çoğunu elinden kaçırdı ve zayıf bir pozisyona girdi. Öyle ki Erdoğan, sivillerin katledildiğini, göçlerin yaşandığını öne sürerek, Rusya’dan bu savaşı durdurmasını istedi.

Nihayetinde eli güçlenen Rusya oldu. Putin, son görüşmede Erdoğan üzerinde dayatmalarını daha fazla yaptı. Hatta İdlib’in bazı bölgelerini ele geçirebildi.

Putin ve Erdoğan 27 Ağustos günü Rusya’da görüştüler ve görüşmeden birkaç gün sonra Rusya-Rejim’in tek taraflı ateşkes ilanı oldu. Bu görüşmeyi ve ateşkesi nasıl ele alıyorsunuz?

İdlib konusu Rusya-Türkiye arasındaki anlaşma çerçevesine göre şekilleniyor. İki taraf arasındaki görüşmelerde İdlib’de yaşanan sorunun bir çözüme kavuşması değil de terör örgütü listelerinde yer alan bölgedeki silahlı grupların etkisizleştirilmesi konusunda uzlaşıldı. Erdoğan ve Putin’in son görüşmesinde bu gruplara karşı savaşın sürmesi kararlaştırıldı.

Suriye rejiminin başlattığı ateşkes, bölgedeki tüm silahlı grupları kapsamıyor. Cephet El Nusra gibi terör örgütleri listesindeki grupları kapsamıyor.  Fakat bölgede ilan edilen hiçbir ateşkes başarılı olmadı, bu ateşkes de yürümeyecek. Çünkü bölgede çok sayıda silahlı grup ve sorun var. Ne silahlı gruplar ne Suriye rejimi ne de bölgedeki İran güçleri ateşkese sadık kalıyor.

Rusya ve Suriye rejimi stratejik bölgelerde kontrolü ele geçirmeyi hedefliyor. Anlaşmalar ve uzlaşmalar bunun üzerinde sağlanmıştır. Şam-Halep ile Şam-Lazkiye yollarında kontrolün sağlanması ve 'silahsızlanma bölgesi'nin silahlı gruplardan temizlenmesi hedefleniyor. Bu bölgeler oldukça geniş. Bu bölgelerde kontrolün sağlanması için daha çok çatışma ve operasyonlar olacaktır. Fakat bu konuda anlaşmaya varılmıştır.

Bahsedilen ateşkes yerine getirilmeyecektir. Bu sadece Erdoğan’ı razı etmek ve biraz itibarını kurtarmak için yapılmış bir ateşkestir ki Erdoğan, “Biz anlaştık, her şey yolunda gidiyor” diyebilsin. Erdoğan, Rusya ve rejim saldırılarını yumuşatmak ve bölgedeki göç dalgasının Türkiye’ye akmasını engellemek için böyle bir yönteme başvurdu. Türk devleti bölgeye yönelik büyük bir göç dalgasından dolayı oldukça korkuyor. Bu Türk devleti için ciddi bir sorun oluşturuyor.

Muhalif olduğunu iddia eden Türkiye’ye bağlı gruplar ve Türkiye ,bölgede geri adım atıyor. Bugün İdlib’de yaşananlar Türkiye, muhalefet ve onlara bağlı silahlı grupların kaybettiğini gösteriyor. Silahlı gruplar yok edilmeye doğru gidiyor.

İki gün önce Türkiye-İdlib sınırında BAB El Hewa sınır kapısı önünde büyük bir gösteri oldu ve “Hain Türkiye” sloganı attılar. Bu İdlib için bir ilkti. Bu tabloyu nasıl okudunuz?

Kendini “garantör” olarak tanımlayan Türk devleti uzun süredir bölgedeki silahlı gruplar ve sivillere bölgeye yönelik saldırıları engelleyecekleri ve onları koruyacaklarının sözünü veriyordu.

Fakat bölgedeki saldırılar Türk devletinin onayıyla gerçekleşiyor. Türkiye sesini çıkaramıyor. Bunun için Türkiye ve muhalifin bölgede kalması tartışma konusu olmuştur. Halk ayaklandı ve sesini yükseltiyor. Açıkça Türk devleti ve ordusunun kendileri kandırdıklarını belirterek Türk ordusunun bölgeden çıkmasını istiyorlar. Türk devleti artık hiçbir şeyi saklayamayacak durumu gelmiştir.

Türk devleti, muhalif ve silahlı gruplar arasında İdlib konusunda gün geçtikçe görüşmeler ve tartışmalar olacaktır. Halk içerisindeki tepkilerde çok farklı olacaktır. Türk devletinin fayda gören siyasi, askeri ve yöneticiler belki fazla tepki ve tutum içerisinde olmayacaktır.  Fakat halk ve alt kademedeki siyasi ve askeri güçlerin tepkileri gün geçtikçe daha fazla ortaya çıkacaktır. Son dönemde de Türk devletine karşı böyle bir tutumu görebiliyoruz.

Türk devleti şimdiye kadar bütün hesaplarını İdlib üzerinden yapıyordu ve İdlib üzerinden Suriye ve bölgedeki silahlı gruplara yönelik siyaset yürütüyordu. İdlib’in kriz ve kaos ortamından faydalanıyordu. Ama şimdi Rusya, Suriye rejimi ve ittifakları İdlib’de askeri açıdan gelişiyor. İnisiyatifi ele geçirdiler. Bir yere kadar bu tarzla ilerleyebilirler. Bölgede kaybeden Türk devleti oluyor ve ittifaklarının gün geçtikçe yerleri daralıyor. Coğrafyayı ve elindeki halk tabanını kaybediyor. Türk devletine karşı farklı farklı tepkiler ortaya çıkıyor. Suriye krizinin başlangıcından bu yana desteklediği grupların durumu Türkiye için son darbedir.

Türkiye içinde ekonomik, askeri ve siyasi kriz yaşayan Türk devleti yine dış politikada da aynı durumu yaşıyor. Suriye üzerindeki etkisinin gün geçtikçe azaldığını görüyoruz. Kendini bu kriz ortamından kurtarmak için farklı planlar yapacaktır. Daha sert bir üslup kullanacak ve kendini bu şekilde güçlü göstermeye çalışıp her şeyi yapabileceği mesajını verecektir.

İdlib’de sona yaklaşan ve belirttiğiniz gibi Suriye üzerindeki etkisi giderek azalan Türk devletinin, ABD ile 'Güvenli Bölge' tartışmalarında bir uzlaşmaya rağmen, birkaç gündür yeniden Fırat’ın doğusunu tehdit ediyor olması bununla mı bağlantılı?

Evet, bu doğrultuda Fırat’ın doğusuna tehditler savurarak, 3 hafta içinde bölgede 'Güvenli Bölge' oluşturulmaması durumunda bölgeye saldıracağını belirtiyor. Bu konuda ABD-Türkiye arasında görüşme ve diyalog sürecindedir. Biz de doğrudan olmasa da bu görüşmelere dahiliz. Ama her zamanki gibi siyasetiyle bölgeye dönük tehdit oluşturuyor. Türk devleti bu mevcut tarzıyla barışçıl, çözüm ve istikrar faktörü değil, bölgede istikrarı bozma faktörü oluyor.  Kendini güçlü göstermek için bölgemizi tehdit ediyor. Türk devleti bu zihniyetini sürdürdükçe Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik tehditlerini devam ettirecektir. Ama Türk rejimi bu tarzıyla esas Türkiye’yi ve Türkiye toplumunu yıkıma sürüklüyor.

Biz sorunların çözümü için diyalog önerisi yapıyoruz. Bu diyalogların başarıya ulaşması için elimizden geleni yapacağız. Türk devleti saldırmakta ısrarcı olursa, halkımızı ve toprağımızı savunmak zorundayız. Bu konuda hiçbir tereddüdümüz yoktur. Her türlü saldırıya karşı direniş kararlılığımız, irademiz var, saldırılar karşısında onurlu bir direnişi geliştiririz. Örgütümüzü ve her şeyi bu duruma göre hazırlıyoruz.

Uluslararası Koalisyona bağlı ABD hava kuvvetleri de İdlib’e Hurras El Din ve Ensar Tevhid isimli El Kaide gruplarının karargahlarını vurdu. ABD “ben de buradayım” mı diyor?

İdlib içerisinde bulunduğu krizden ötürü bölge onlarca radikal cihatçı silahlı grubun merkezi haline gelmiştir. Bölgedeki bu gruplar tasfiye edilmelidir. DAİŞ’in bölge coğrafyasından bitirilmesinin ardından dünya tarafından İdlib’in terör merkezi olduğu belirtiliyor. Bu tanım çok önemlidir. İdlib terör merkezi olarak tanımlanırsa tüm dünyadaki stratejik planların İdlib üzerine geliştirileceği anlaşılıyor. Bölgedeki özellikle 3 grubu (Türkistan İslam Partisi, Hurras el Din ve Cebhet El Nusra) hedef alarak yok etmeyi amaçlıyorlar.

Bu nedenle Koalisyon’un bölgeye ilişkin planları gelişiyor. Bu ikinci kezdir bölgedeki merkezlerini bombalıyorlar. Bölgeyi kendi alanı ve teröre karşı mücadele merkezi olarak görüyor. İlerleyen süreçte farklı yöntemlerle Türkiye’yi de bu mekanizmasına dahil edebilir. Türkiye’yi bu mekanizmaya aktif bir şekilde dahil etme planlanıyor. Çünkü Türkiye dahil olmazsa şüphe oluşacaktır.

İdlib’de son yaşanan gelişmeler, "çözüme doğru gidiliyor” şeklinde yorumlanabilir mi?

Bize göre İdlib büyük bir meseledir. Suriye’nin bütün sorunları İdlib’de kördüğüm haline gelmiştir. Büyük güçlerin çatışmalarının merkezi haline dönmüştür. Sizin de bildiğiniz gibi kendilerini muhalifler olarak adlandıran bütün güçler orada toplanmıştır. 30 binden fazla silahlı kişi bulunmaktadır. Türkiye, Rusya, İran bu sahada bulunmakta. Bu da herkesin hesaplarını İdlib’de yerine getirmeye çalıştığı anlamına geliyor.

İdlib’in tamamı Rusya’nın, rejimin ve İran’ın eline geçmeyecektir. Çünkü uluslararası koalisyonun, NATO’nun bu duruma tavrı olacaktır. Birçok defa gördük ki NATO ve Koalisyon, İdlib’in tamamının Rusya ve ortaklarının eline geçmesini istemedi. Yani Suriye’deki siyasi ve askeri inisiyatifin Rusya ve ortaklarının eline geçmesine karşı.

‘KRİZİN ÇÖZÜMÜ YAKIN GÖRÜNMÜYOR’

Bize göre İdlib meselesi kısa bir sürede çözülebilecek, kolay bir mesele değildir. İdlib sorunu ancak Suriye’ye müdahil güçlerin ortak bir anlaşması sağlaması durumunda ancak çözülebilir bir meseledir. Yani Rusya, ABD, İran, Türkiye ortak bir paydada buluşabilirse İdlib sorunu çözüme kavuşabilir. İdlib sorunu çözülürse eğer büyük ihtimalle Suriye sorununda da görüşler birbirine yakın bir hale gelir ve Suriye’de siyasi bir çözümün ihtimali oluşur.

Ama İdlib krizi de Suriye krizi de kısa sürede çözülecek gibi görünmüyor. Krizin çözülmesi için zamana ihtiyaç olduğu görülüyor. Sorunla ilgili tüm ülkelerin görüşleri ve projeleri birbirinden farklı… Rusya, İran ve Suriye rejiminin farklı çözüm projeleri var, Avrupa, ABD ve Batılı ülkelerin farklı çözüm projeleri var. Türkiye vb. ülkelerinde farklı çözüm projeleri var. Farklı görüşler krizin derinleşmesine neden oluyor.  Özellikle büyük ülkeler olmak üzere ortak bir görüş ortaya çıkmazsa krizin kısa süre içerisinde çözülmesi zahmettir.

‘DEMOKRATİK ÖZERK YÖNETİM MODEL OLABİLİR’

Şüphesiz Suriye krizinin çözümü için görüşlerimizi net bir şekilde belirttik. Başta bütün halk bileşenlerinin haklarını ve kültürlerini savunacak ve içerisinde barındıracak bir demokratik anayasa önerisi yaptık. Adem-i merkeziyetçi bir sistem inşa edilmelidir. Kürtlerin ve diğer tüm halkların hakları belirginleşmelidir ve Özerk Yönetim çatısı altında haklarını savunabilmelidir. Bu tarz yöntemlerle Suriye krizinin çözümü gerçekleşebilir. Çünkü Suriye krizinin bir sebebi de tek merkezden yönetilen bir sistemin oluşuydu. Halkları ve kültürlerini uzakta tutan bir sistem sebebiyle ciddi sorunlar ortaya çıktı ve krizin temeli oldu.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim örneği gibi bir sistemle sorunların çözüleceğine inanıyoruz. Özerk Yönetim, Suriye’nin tamamında örnek bir model olabilir. Bu model bütün bölgelerde geliştirilebilir. Batılı ve Uluslararası Koalisyonda yer alan ülkelerin sorunun çözümü için pratik adımlar attığı görülmüyor. İlgili tarafların ikna edilmesi için zaman lazım. Herkes siyasi çözüm içerisinde kendini görmelidir. Bu hem diyalog ve ilişkilerde hem de oluşturulacak yeni anayasa çalışmaları için olmalıdır.

‘BİZİM OLMADIĞIMIZ BİR ANAYASA TARTIŞMASI SONUÇ ALMAZ’

Şimdi anayasanın oluşturulması için bir komitenin oluşturulduğu söyleniyor. Suriye rejimi, muhalifler ve siviller arasında bu komite oluşturulmuş. Biz bu komitede yer almadığımız için komisyonu benimsemiyoruz, bu komisyonun alacağı hiçbir karar bizi ilgilendirmez. Çünkü bu komite içerisinde bizim temsilcimiz bulunmuyor. Bu konunun tekrardan gözden geçirilmesi gerekiyor. Bu sorun çözülmezse kriz daha fazla derinleşir, parçalanmaya ve halklar arasında düşmanlığa yol açar.

Suriye’de bütün bu gelişmeler yaşanırken DAİŞ’le cephe savaşını kazanmış olsanız da alanlarınızda DAİŞ’le mücadele sürüyor. DAİŞ şu anda kendisini nasıl örgütlüyor ve buna karşı nasıl bir mücadele yürütülüyor?

Baxoz hamlesiyle birlikte DAİŞ’in toprak üzerindeki hakimiyeti bitirildi fakat çok sayıda DAİŞ'li kendini bölge toplumu arasında gizledi. Irak, Suriye ve Rejim taraflarında kendini gizledi.

DAİŞ yeniden örgütlenme fırsatı bulmak için bölgede kriz ve kaos ortamının oluşmasını hedefliyor. Türk devletinin bölgeye yönelik tehditleri DAİŞ’e bu konuda umut veriyor. DAİŞ bu doğrultuda saldırıları ve örgütlülüğü sürdürüyor. Kendini yeni duruma göre örgütlüyor ve planlarını bu temelde yapıyor. Fırsatları değerlendirmek istiyor.

DAİŞ şu anda kendini gizli hücreler şeklinde örgütlüyor ve saldırılarını bu doğrultuda gerçekleştiriyor. Bu hücrelerle son dönemlerde bombalama ve suikast saldırılarını sürdürdü. QSD ve Uluslararası Koalisyonun teröre karşı mücadelesi devam ediyor. DAİŞ çetelerinden kurtarılan bölgelerde DAİŞ’e karşı operasyonlar aralıksız devam ediyor.

‘YARGILANMALARIN GECİKMESİ BÜYÜK TEHLİKE’

Bir diğer konu da Özerk Yönetim hapishanelerinde tutuklu bulunan DAİŞ'liler ve kamplardaki DAİŞ'li kadın ve çocukların durumu. Tabii bu durum ciddi bir sorundur. Özerk Yönetim bu DAİŞ’lilerin lojistik ve her türlü ihtiyacını karşılamak zorunda kalıyor. Uluslararası ülkelere Özerk Yönetimin desteklenmesi için çağrı yaptık. DAİŞ'lilerin yargılanması için Rojava’da uluslararası bir mahkemenin kurulması gerekiyor.

DAİŞ'lilerin yargılanması için çalışmalar yürütülüyor. Kuzey ve Doğu Suriye’de yargılanmaları için devletler ve kurumlar ile görüşüyoruz. DAİŞ'lilerin yargılanması sadece bizim sorumluluğumuz değil, tüm dünyanın sorumluluğudur. Uluslararası Koalisyonla nasıl ortak bir şekilde DAİŞ’i toprak bütünlüğünde bitirebildiysek, 12 bin tutuklu DAİŞ’linin de ortak bir çalışma sonucu yargılanması gerekiyor.

Bu konuda kimin üzerine ne düşüyorsa yerine getirmelidir. Yargılama, hapishanelerin hazırlanması, güvenlik önlemlerinin alınması, lojistik ve teknik gibi bu süreçte gerekli her şey dünya sorumluluğu ile sağlanmalıdır. Aksi takdirde bu yargılanmalar zamanında yapılmaz, bu insanların rehabilite edilmesi üzerinde durulmazsa, kamplar ve zindanlar DAİŞ için yeniden bir örgütlenme zeminine dönüşebilir. Bu hem güncel olarak hem de uzun vadede tüm dünya için büyük tehlikedir.

Bu konudaki projelerimizle çalışmalara devam ediyoruz. Uluslararası ülkelerle de bu konu hakkında bazı çalışmalar yürütüyoruz. Bu konuda diyaloglarımız devam ediyor. Ama şimdiye kadar somut pratik bir adımın atıldığını söyleyemeyiz. Bu konuda gelişmelerin olacağından umutluyuz.

Bir diğer konu bölge için hizmet ve yeniden yapılanmada başlıca esas konulardandır. Yeni özgürleştiren bölgeler ile uzun bir süredir kuşatma altında olan Rojava bölgelerine insani, hizmet ve her konuda destek sağlanmalı ve iyi çalışmalar yürütülmelidir. İleri süreç için terörist ve radikal grupların önünün kesilmesi için hizmet ve ekonomi planları geliştirilmelidir. Bu konuda ilgili taraflarla gerekli konular tartışılmalıdır.