Peköz: Ankara krizin merkezine oturdu

Ortadoğu uzmanı Dr. Mustafa Peköz, “Ankara daha önce krizi yönetmeye çalışırken, Soçi’den çıkan kararlardan sonra krizin merkezine oturdu” dedi.

Ortadoğu uzmanı Mustafa Peköz, Rusya’nın Soçi kentinde gerçekleşen Putin-Erdoğan arasındaki zirvenin, Ankara’nın kazanımı değil; Suriye politikasının iflasının bir göstergesi olduğunu belirtti. Zirvede alınan “tampon bölge” kararının, Rusya’nın İdlib planından vazgeçmeyeceğini bir kez daha gösterdiğine işaret eden Peköz, bu kararların Rusya’nın Ankara’yı çok daha aktif kullanacağı anlamına geldiğini söyledi. Türkiye’nin bir anda kendisini savaşın merkezinde bulabileceğine dikkat çeken Peköz, askeri çözüm yeniden gündeme geldiği takdirde ise Ankara’nın dost gördüğü, uzun yıllar desteklediği ve öne sürüldüğünün aksine, hiçbiri ılımlı olmayan İslamcı örgütlerle çatışmasının kaçınılmaz olacağını kaydetti. Erdoğan’ın Soçi’de cihatçıları değil de Kürtleri tehlike olarak göstermesini de değerlendiren Peköz, bu açıklamanın arka planında İdlib’in aşamalı olarak Esad rejimine teslim edilmesi ve buna karşılık Rojava’da Kürtlere politik bir statü verilmemesini sağlamak olduğunu belirtti. Önümüzdeki süreçte istikrarlı olan Kürt bölgelerini istikrarsızlaştırmak için bazı adımlar atılabileceğine dikkat çeken Peköz, Tahran’daki üçlü zirveden Soçi görüşmelerinde alınan kararlara, İdlib’de yaşanacaklardan Rojava’ya Ortadoğu’daki son gelişmeleri ANF’ye değerlendirdi.

ANKARA CİDDİ SORUNLA KARŞI KARŞIYA

Rusya-Türkiye-İran üçlü zirvesinin üzerinden bir hafta bile geçmeden Erdoğan ve Putin, Soçi’de tekrar görüştü. O görüşmede alınan silahsız bölge kararından kastedilen nedir, Türkiye’nin istediği bu muydu?

Erdoğan’ın devletin en önemli bakanlarını ve bürokratlarını yanına alarak yani tam kadro, Putin’i ziyaret etmesi, Ankara’nın İdlib’de oldukça sıkışmış olduğunu gösteren bir veri olarak okunabilir. Tahran zirvesinde oldukça edilgen kalan Erdoğan ve ekibi, ‘radikal İslamcı örgütlere ateşkes çağrısı’ talebinin kabul edilmediğini gördü. Ankara bu kez, radikal İslamcı örgütleri muhatap almadan İdlib şehir merkezine yakın bölgeleri kapsayacak düzeyde ‘çatışmasızlık’ bölgeleri oluşturulması önerisini sundu. Ankara’nın bu düzeyde yoğun bir çaba içinde olması, hem Rusya ile ekonomik-politik zorunlu ilişkiler, İran ile ekonomik bağlar hem de İslamcı örgütlerle olan derin ilişkilerden kaynaklanıyor. Bu durum Ankara’nın ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Toplantıdan sonra yapılan ortak açıklama, Rusya’nın İdlib planından vazgeçmeyeceğini bir kez daha gösterdi. Hatta Moskova’nın, planını uygularken, Ankara’yı çok daha aktif kullanacağı anlaşılıyor. İdlib bölgesinde çatışmasızlık denen durum, doğrudan Türkiye’nin radikal İslamcı örgütlerin silahsızlandırılması sürecinde aktif bir rol üstlenmesidir. Putin, "Türkiye Cumhurbaşkanı'nın teklifi üzerine, 10 Ekim 2018'e kadar bu bölgeden (silahsızlandırılmış bölge) ağır silahların, tankların, çoklu füze fırlatma sistemlerinin, tüm muhalif grupların çıkarılmasına karar verdik” dedi. Silahlı muhalefet ve hükümet güçleri arasındaki kesişme bölgesinde, El Nusra da dahil radikal militanların çıkarılmasıyla 15-20 kilometre genişliğinde silahsızlandırılmış bölgenin 15 Ekim'e kadar kurulması yönünde karar alındı. Bölgede kontrol, Türk birliklerinin ve Rus askeri polisinin devriyeleriyle sağlanacak. Ayrıca Federasyon Konseyi'nde Dışişleri Komitesi Başkan Yardımcısı Vladimir Cabarov’un, "Eğer teröristler tampon bölgeyi ihlal etmeye başlarsa ülkelerimiz Rusya ve Türkiye'nin onları yok etmek için elinde tüm gerekçeler olacak" açıklaması da önemle okunmalı. Burada en önemli noktalardan biri de Putin’in konuşmasında belirttiği, “Türk tarafının teklifi üzerine, Halep-Lazkiye ve Halep-Hama otoyollarını 2018 sonuna kadar yeniden ulaşıma açma kararı aldıklarını” açıklamasıdır.

Bu değerlendirmeler önümüzdeki süreçte Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile Türk ordu birliklerinin çatışma sürecine girme olasılığının arttığını gösteriyor. Ayrıca çatışmasızlık bölgesinin bir başka etkisi de Esad’ın ordusunun, radikal İslamcı örgütlerin saldırılarında, Türk ordu birliklerince korunacak olmasıdır. M/4 ve M/5 yollarının açılması, radikal İslamcıların hareket alanının bütünüyle kısıtlanmasıdır.

RUSYA POZİSYONUNU GÜÇLENDİRDİ

Rusya, Türkiye ile böylesi bir anlaşma yaparak neyi amaçladı?

Moskova, Ankara’nın ‘çatışmasızlık bölgesi’ önerisini kabul ederek kendi pozisyonunu güçlendirdi;

* Ankara, doğrudan ilişki halinde olduğu İslamcı örgütlerin ağır silahlarını teslim etmeleri ve silah bırakmaları için önemli bir baskı oluşturacaktır ve bu konuda Erdoğan, Putin’e çok açık bir güvence verdi. Böylelikle Esad rejiminin tanınması ve buna karşılık, buradaki ‘ılımlı’ gösterilen bazı İslamcı örgütlerin silahlarını teslim ederek müzakere sürecine dahil edilmesi amaçlanmaktadır.

* ‘HTŞ, Hurras ed-Din, Ahrar üş-Şam’ gibi El Nusra/El Kaide merkezli bazı örgütlerin ya ağır silahlarını teslim ederek fiilen Esad güçlerine teslim olmaları sağlanacak ya da İdlib’in boşaltılmasına karşılık, bu güçlerin Efrîn ve özellikle Bab bölgesine geçişlerine izin verilecek.

Bu iki durum kabul edilmediği takdirde söz konusu İslamcı örgütlere karşı Ankara aktif bir pozisyon alacak. Putin’in Erdoğan’dan çok açık olarak istediği şey; HTŞ gibi örgütlerin tasfiyesinde Ankara’nın askeri güç kullanarak sürece dahil olmasıdır. Erdoğan’ın da bunu kabul ettiği anlaşılıyor. Böylelikle Moskova, radikal İslamcı örgütlere karşı yürüteceği savaşın vekaletini Ankara’ya vermiş oldu. Bu durum Rusya için önemli avantajlar sağlayacağı gibi, Ankara ile İslamcı örgütlerin aktif düzeyde çatışma olasılığını çok daha fazla artıracaktır.

KİMYASAL SORUMLULUĞU DA ANKARA’DA

Rusya bu hamleyle uluslararası alanda nasıl bir avantaj sağladı?

Putin, Ankara’yı doğrudan savaşın merkezine çekerek, ABD-Fransa-İngiltere gibi küresel güçlerin ‘Esad rejimi kimyasal silah kullanacaktır’ argümanını boşa çıkartmış oldu. Bundan sonra böyle bir iddiayı kimse kabul etmez. Kimyasal silah kullanıldığı takdirde Ankara sorumlu olacaktır.

Aynı şekilde Rusya’nın operasyonu durdurmasıyla, Avrupa’yı telaşlandıran göç kaygısının da önüne geçilmiş olacaktır. Bu durum AB ile Rusya ilişkilerini pozitif etkileyecektir. Rusya’nın, şehir yıkılmadan soruna çözüm arıyoruz tezi, en azından şimdilik karşılığını buldu.

İDLİB’İN ESAD’A TESLİM EDİLMESİ

Putin’in Tahran’da yapılan görüşmede Erdoğan’ın ateşkes önerisini reddetmesine rağmen, Tampon Bölge oluşturması konusunda onay vermesi bir çelişki olarak görülebilir mi?

Ankara’nın Tahran toplantısındaki önerisi, üçlü zirveden ‘İslamcı cihatçı örgütlere ateşkes çağrısı’ çıkarmaktı. Putin, böylesi bir öneriyi bütünüyle reddetti. Soçi’deki görüşmede çıkan karar ise tampon bölge oluşturulması ve İslamcı örgütlerin ağır silahları tamamen bırakmasıdır. Görüşmeleri de Rusya değil, Türkiye yapacaktır. Radikal İslamcılar, yeni durum için Ankara ile pazarlık masasına oturacaklardır. 20 km derinlikteki bir alanın radikal İslamcı militanlardan arındırılmasında görev esasen Türk ordu güçlerine ait olacaktır. Tampon bölgenin kontrolü de Rusya ve Türkiye’de olacak ve aşamalı olarak Şam’ın denetimine bırakılacaktır. Aynı şekilde, İslamcı militanlar Esad ordusunun denetimindeki bölgelere yönelik bir saldırı yaptıklarında ilk müdahaleyi Türk ordu güçleri yapacaktır.

Bu bakımdan ‘ateşkes’ önerisinin içeriğiyle ‘tampon bölge’ önerisi bütünüyle birbirinden farklıdır. Rusya Savunma Bakanlığı, ‘tampon bölge’ önerisiyle bölgedeki bütün sorunların çözümünü Ankara’nın sırtına yıktığı için, ‘operasyonlara ara verilmesi kararı alındığını’ kamuoyuna açıkladı. Ankara’nın katkılarıyla İdlib’in Esad rejimine teslim edilmesinin bütün olanakları sağlanmış olacaktır.

İDLİB’DEKİ ÖRGÜTLER KABUL ETMEZSE…

Cihatçı gruplar ne ‘tampon bölge’ önerisini ne de ‘silahsızlanma’ şartını kabul ederlerse ne gibi sorunlar ortaya çıkar?

Önümüzdeki birkaç aylık süre içinde İslamcı örgütlerin silahsızlandırılmasında somut bir adım atılmadığı takdirde, Rusya-İran-Esad güçleri çok büyük bir operasyon yapacaklar. Şu an İdlib kuşatılmıştır ve bu durum İdlib merkezi kontrol edilene kadar devam edecektir. İdlib’de oyalama gibi taktik hareketlerin yararı olmayacağı da artık anlaşılmış durumda.

Ankara da İslamcı örgütlerin bir kısmıyla çatışmaya girmek zorunda kalabilir. Hatta Türkiye bir anda kendisini savaşın merkezinde bulabilir. Bu olasılık çok daha fazla gündeme gelecek gibi görünüyor. Rusya, Türk ordu güçlerini ileri karakollar gibi kullanarak İslamcı militanların tasfiyesini sağlamaya çalışacaktır. Bu nedenle Rusya-İran-Şam üçlüsü, askeri planlarını aksatmaksızın gerekli hazırlıkları yapıyor. Ancak sorunun askeri çözümü yeniden gündeme gelirse bunda en çok Ankara zorlanacaktır. Dost gördüğü ve uzun yıllar desteklediği İslamcı örgütlerle çatışması kaçınılmaz olur.

KENDİ İÇLERİNDE DE ÇATIŞTIRABİLİRLER

Tampon bölge kararında, cihatçıların ağır silahları bırakması ve 20 kilometrelik alandan çekilmesi öngörülüyor. Sizce iyice sıkışan cihatçılar çekilmeyi kabul eder mi?

Cihatçıların, İdlib çevresindeki 20 km derinlikteki alandan çekilmeleri, esasen onların askeri gücünü bütünüyle kırmaya yönelik bir hamledir. Şu an denetimleri altında olan alanların yaklaşık yüzde 70’ini boşaltmaları anlamına geliyor. En önemlisi, tank, top, füze sistemleri öncelikli olmak üzere ağır silahların tamamını teslim etmeleri şartı var. Hatta İdlib merkezindeki cihatçıların da silahlarını bırakmaları tartışılıyor. 20 km derinlik içerisinde özellikle Halep-Hama’yı birbirine bağlayan M/5 otobanı ve Halep-Lazkiye’yi birbirine bağlayan M/4 otobanı bulunuyor. Bu yolların çevresinin tamamen boşaltılarak Rusya tarafından kontrol edilmesi, yıl sonuna kadar sağlanacak. Bütün bu planlama, İslamcı örgütlerin ciddi oranda silahsızlandırılarak işlevsiz kılınmasına yöneliktir. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu plan Rusya’nın ve dolayısıyla Esad’ın hakimiyet alanını artıracaktır. Silahları elinden alınmış, hareket alanı kısıtlanmış bir gücün ne diplomatik-politik masada temsiliyeti olur ne de askeri olarak muhatap alınır.

Özellikle El Nusra merkezli örgütlerin ve DAİŞ’e yakın güçlerin böylesi bir öneriyi kabul etmeleri oldukça zor görünüyor. Ankara, kendisine yakın bazı örgütleri ikna etse de İdlib’i kontrol eden esas güçlerin böylesi bir sürece dahil olmaları uzak bir ihtimal. Bunun başka bir sonucu da tampon bölgeyi kabul edenlerle etmeyenler arasında çatışma olasılığının giderek artmasıdır. Böylesi bir durum Moskova’nın özellikle istediği bir durum olacaktır.

ANKARA’NIN MOSKOVA’NIN CİDDİYETİNİ GÖRDÜ

Tahran’daki üçlü zirve sonrasında Erdoğan, bir Amerikan gazetesine yazdığı makalede, ABD’ye İdlib’e müdahale çağrısı yaptı; bunun üzerine de Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, radikal cihatçıları ılımlı olanlardan ayrıştırma görevinin Türkiye’de olduğuna işaret etti. Erdoğan yeni önerilerle gitmesi bununla bağlantılı mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Wall Street Journal dergisinde yayınlanan makalesinde, “İdlib, köprüden önceki son çıkıştır. Eğer Avrupa ve ABD şimdi harekete geçmede başarısız olursa sadece masum Suriyeliler değil, tüm dünya bedel ödemeye katlanacaktır” diyerek, esasen ABD’nin İdlib’e müdahale etmesini, dahası Rusya’nın harekat planına karşı harekete geçmesini talep etti. "Esad rejimi, müttefikleriyle birlikte, İdlib'e saldırı hazırlığını sürdürüyor" diyen Erdoğan, Rusya’yı ve İran’ı ABD’ye şikayet etmiş oldu. Moskova’nın bu durumu not aldığı ve Ankara ile ilişkilerin gözden geçirileceği tartışılmaya başlandı. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü de Erdoğan’ın makalesinden hemen sonra, hangi örgütün ‘ılımlı’ olduğunu tespit edilmesi sorumluluğunun Ankara’da olduğunu belirtti. Böylelikle Ankara’nın radikal İslamcı örgütlerle olan ilişkisi tescil edildi.

Ankara, Moskova ile kimi kamuoyuna açık, kimi kapalı yapılan arka plan görüşmelerde işin ciddiyetini anladı ve Tahran görüşmesinden kısa bir süre sonra Moskova’ya yeni önerilerle gitti. Erdoğan ve ekibi, Moskova’nın Suriye’deki ihtiyaçlarına yanıt verecek öneriler hazırladı. Putin ve ekibi de Ankara’nın önerilerinin Rusya’nın İdlib politikasına hizmet ettiğini ve ‘çözüm’ için bir ilerleme kaydedeceğini gördü. Böylelikle Erdoğan, The Wall Street Journal gazetesine gönderdiği makalenin olası sonuçlarını yaşamadan, durumu en azından bu dönem için telafi etti.

ANKARA’NIN TEŞVİKİYLE HTŞ KURULDU

Cihatçılar hakkında sürekli ılımlı/radikal tartışması yürütülüyor. Böyle bir ayrıştırmadan gerçekten bahsedebilir miyiz? Cihatçıların İdlib’deki güç ilişkisini nasıl değerlendirebiliriz?

Şöyle bir saptama yapabiliriz. Reqa, IŞİD’in başkentiydi. Buna karşılık İdlib de El Nusra’nın devamı olan HTŞ gibi radikal İslamcı örgütlerin başkenti olarak görüldü. IŞİD, ABD destekli Demokratik Suriye Güçleri’nin yaptığı operasyonlar sonucu Reqa’da yenildi. Sıra İdlib’e geldi. Rusya ve İran destekli Şam askeri güçleri İdlib’i kontrol ederek bir bakıma denge kurmak istiyorlar. Reqa’da hedef IŞİD oldu; İdlib’de ise hedef, bölgenin yaklaşık yüzde 60’ını kontrol eden HTŞ’dir. Bu radikal İslamcı örgüt sanıldığı gibi tek merkezli değil. Ankara’nın teşvikiyle Ocak 2017’de, Ensar ed-Din Cephesi, Ceyş el-Sunna, Liva el-Hak ve Nureddin Zengi Hareketi bir araya gelerek HTŞ adındaki, bir bakıma, çatı örgütünü kurdular. HTŞ’nin 30 bine yakın askeri gücü olduğu tahmin ediliyor. Ancak, her örgütün kontrol ettiği bölgeler bulunuyor. Çeçen kökenli radikal İslamcı militanlar ağırlıklı olarak HTŞ içerisinde yer almaktadırlar. Böylesi bir durum doğal olarak radikal İslamcı örgütler arasında bölgenin kontrol edilmesinde rekabete ve çatışmaya yol açmaktadır.

ANKARA YENİ ÇATI ÖRGÜT KURDU

Daha sonra bazı örgütler HTŞ’den ayrıldı. Ahrar üş-Şam, Nureddin Zengi Hareketi, Ceyş el-Ahrar ve Sukur el-Ez Şam bir araya gelerek, ‘Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni kurdular. Ankara’nın aktif rol aldığı bu çatı örgütün 20 bine yakın militanı olduğu belirtiliyor.

Ayrıca doğrudan El Kaide’ye bağlı olduğunu ilan eden Hurras ed-Din grubu da HTŞ’den ayrılanların kurduğu radikal İslamcı örgütlerdendir ve Çeçen kökenli militanların bir kısmının bu örgüt içerisinde yer aldıkları belirtiliyor. Aynı şekilde El Kaide ile ilişkisi olan, Çin’in Sincan bölgesindeki Uygur Türklerinin oluşturduğu ‘Türkistan İslam Partisi’ bulunuyor. İdeolojik olarak El Kaide’ye yakın olmasına rağmen İdlib’deki iç rekabette herhangi bir grup yanında yer almıyor ve çoğu zaman hakemlik görevini görebiliyor.

İDLİB’DE ILIMLI GRUP YOKTUR

Kısaca özetlediğim bu İslamcı örgütlerin arasında, ‘ılımlı’ diye tanımlanabilecek bir örgütten bahsetmek pek mümkün değil. Rusya, İdlib’de bulunan örgütlerin hiçbirinin ‘ılımlı’ bir politik çizgiye sahip olmadığını bildiği için bunu tespit etme yetkisini Ankara’ya verdi. Uluslararası alanda ‘ılımlı’ muhalefeti temsil edecek ve ciddiye alınabilecek bir İslamcı gücün çıkabileceğini pek sanmıyorum. Söz konusu edilen Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ise temsiliyet gücü ve yetkisi olmayan toplama bir örgüt olup Şam ile masaya oturacak potansiyele sahip değildir.

TAHRAN MEMNUN, ŞAM İKNE EDİLDİ

Türkiye ve Rusya tarafından tampon bölge oluşturulması kararını İran ve Suriye rejimi açısından nasıl değerlendirebiliriz?

İran, özellikle ABD’nin ekonomik, politik ve askeri baskısı altında. ABD, Rusya’ya ileri sürdüğü şartların başında, İran’ın Suriye’de jeo-politik bir güç olmasını engellemeyi hedefliyor. İran’ın özellikle İdlib savaşına dahil olmasına karşı çıkıyor. Ankara-Moskova hattındaki İdlib anlaşmasının, İran için açık bir avantaj olduğunu söylemek gerekir. Hem İran’a yönelik Suriye merkezli operasyonlar boşa çıkmış oldu, hem de Şam ile ilişkilerini sürdürmede önemli bir avantaj elde etti. Ancak, İran’ın olası bir İdlib savaşına da hazırlandığını ve kara operasyonlarında önemli rol üstleneceğini belirtmek gerekir.

Esad rejimi için şunu söyleyebiliriz; Suriye’de savaşı Rusya ve İran yürütüyor. Bu iki gücün kabul ettiği koşullar, Şam tarafından kabul edilecektir. Başka bir alternatif bulunmuyor. Suriye Dışişleri Bakanlığı’nca yapılan açıklamaya dikkat edilirse hem Rusya’nın denetiminde ‘tampon bölge oluşturma kararının’ desteklendiği hem de İdlib eyaletinin tamamen kontrol altına alınması için savaşın devam edeceği’ belirtildi. Moskova-Şam arasında sürdürülen görüşmelerde Şam’ın küçük kaygılara rağmen ikna edildiği anlaşılıyor.

ANKARA’NIN PLAN VE HAMLELERİ BOŞA ÇIKTI

Türkiye’nin İdlib ısrarının arkasında ne var?

Ankara’nın Suriye politikasında İdlib planı oldukça önemliydi. Bölgenin radikal İslamcı örgütlerin denetiminde kalması; orta vadede burada fiili özerk bir alanın oluşturulması; uluslararası dengelerin değişmesine ve Suriye’nin iç politik krizinin derinleşmesine bağlı olarak, ‘Hatay’ benzeri bir modelle burasının Türkiye’ye dahil edilmesi gibi derin bir plan söz konusuydu. Bab ve Efrîn işgalinin arka planında da bu durum vardı. Ancak Ankara, uluslararası dengelerin hiçbir şekilde buna izin vermeyeceğini anlamadı. Rusya’nın Suriye stratejisinde bunun mümkün olmayacağını göremedi. Ankara, Suriye’nin diğer bölgelerindeki radikal İslamcı örgütlerin İdlib’e toplanmasına doğrudan ön ayak oldu ve güvence verdi. İdlib mevcut statüsünü koruyacak ve Esad rejimiyle masaya oturup yapılacak pazarlıkta en azından bu bölge için özel statülü bir yapı oluşturulacaktı. Bunun için Rusya’yla uyumlu bir çizgi izledi. Rusya ise bölgede bulunan askeri üslerinin güvenliği için İdlib’in mutlak olarak boşaltılmasını istiyor ve bunu kesinlikle gerçekleştirecek. Böylelikle kendi kendine kurduğu İdlib planı otomatikman başarısız olan Ankara, planını revize ederek yeniden uygulayabilmek için çok yönlü taktikler geliştirmek istiyor. Ancak yaptığı bütün planlar ve hamleler boşa çıktı. Soçi’deki durum aslında Ankara’nın Suriye politikasının iflasının bir göstergesidir. Daha önce krizi yönetmeye çalışırken, Soçi’den çıkan kararlardan sonra krizin merkezine oturdu.

ORTAK PAYDALARI KÜRT DÜŞMANLIĞI

Üçlü zirvenin hemen ardından Irak, Rojava ve İran’da Kürtlere eşzamanlı saldırılar düzenlendi. Sizce bu tesadüf mü, kamuoyuna yansımayan arka planda Kürtlerin statüsü üzerine bir tartışma yürütüldü mü?

Tahran-Ankara-Şam üçlüsünün ortak buluşma noktası, Kürtlerin bölgedeki gelişmesi ve politik-toplumsal bir güç haline gelmeleridir. Bu durum, üç devletin stratejik yönelimlerini ciddi oranda tehdit etmektedir. Bu nedenle aralarında rekabet ve çatışma olsa da Kürt sorunu buluşma noktaları oluyor. Tahran’daki üçlü zirveden sonra İran ve Rojava’da Kürt askeri ve politik güçlerine yönelik bir kısım saldırıların olması, elbette bir tesadüf değildir. Astana görüşmelerinde en önemli konu, ‘Kürtlerin politik statüsünün ne olacağı’ sorusuydu. Rusya, Kürtleri yok sayamaz. Bu pek mümkün görünmüyor. ABD, bölgesel çıkarları için Kürtlerle birlikte hareket etmeyi tercih etti ve bu ittifak ilişkisi devam edecek. Özellikle Ankara, Suriye’de Kürt sorununun politik çözüm eksenine alınmasını istemiyor ve ciddi oranda rahatsız olduğunu her platform ve görüşmede dile getiriyor.

QSD BÖLGELERİNİ İSTİKRARSIZLAŞTIRMA

Soçi’de dikkat çeken önemli bir nokta, Erdoğan’ın İdlib’de cihatçıların varlığını değil de Kürtleri tehlikeli olarak lanse etmesi nasıl okunmalı?

Erdoğan’ın Soçi görüşmesinde, esas tehlikenin İdlib değil, Fırat’ın doğusundaki Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) kontrolündeki bölgeler olduğunu belirtmesi, Ankara’nın Rojava bölgesine yönelik olası planları hakkında bize bir fikir veriyor. Ankara’nın İdlib konusunda doğrudan Rusya’nın ihtiyaçlarına yanıt veren önerileri sunmasının politik arka planı, QSD’nin kontrol ettiği alanın giderek resmiyet kazanması ve diplomatik masada kabul edilme olasılığının giderek artmasıdır. Bu durumu engellemenin yollarından biri de İdlib’in aşamalı olarak Esad rejimine teslim edilmesi ve buna karşılık, Rojava’da Kürtlere politik bir statü verilmemesini sağlamaktır. Hatta önümüzdeki süreçte, şu anda istikrarlı olan Kürt bölgelerini istikrarsızlaştırmak için bazı adımlar atılması olasılığı çok daha fazla ön plana çıkıyor. Soçi’de bu sorunun kapalı kapılar arkasında konuşulması yüksek bir olasılıktır. Şam-Ankara hattının ortak sorunu olan bu durum, önümüzdeki süreçte çok daha güncel bir sorun haline gelecektir.

TÜRKİYE’NİN MERKEZDE OLDUĞU BÜYÜK ÇATIŞMA KAPIDA

Son olarak Soçi’de alınan kararların ardından İdlib’de neler yaşanacağını öngörüyorsunuz?

Ankara-Moskova anlaşması sonrasında, Rusya Savunma Bakanlığı hava operasyonlarını durdurdu. Bölgede tahminen, ağır silahlarla donatılmış 60 bine yakın İslamcı militan var. Bunların etkisizleştirilmesi görevi Ankara’ya verildi. 15 Ekim’e kadar gerekli ön hazırlıkların yapılıp somut adımların atılması gerekir. Moskova-Tahran-Şam bu süreci bekleyecek ve izleyecek. Tampon bölgelerin kurulması ve İslamcı militanların ağır silahlarından arındırılması tahmin edilenden çok daha zordur. Bu görevi üstlenen Ankara’nın, belirlenen tarihe kadar ciddiye alınabilir adımlar atması gerekir. Atmadığı takdirde Moskova-Tahran-Şam üçlüsünün yapacağı çok kapsamlı saldırılar meşruiyet kazanır. Aynı şekilde Ankara’nın İslamcı örgütlerin bazılarıyla çatışması da kaçınılmaz hale gelir ki, böylesi bir olasılık savaşın Hatay çevresine taşınmasına zemin hazırlayacaktır.

Sorunun diplomatik-politik ilişkiler içerisinde çözülmesi elbette tercih edilen bir durumdur. Ancak hem bunun hem de tampon bölgeler oluşturulmasının son derece zor olduğu açıktır. Bu nedenle Türkiye’nin merkezde olduğu büyük bir çatışma olasılığının gündemde olacağı da görülmelidir.

Esad’ın mevcut gücüyle toplu bir saldırı yapmakta zorlanması olasılığı var. Bunun için özellikle İran’ın daha fazla devrim muhafızını savaşa dahil etmesi ve Irak merkezli Haşdi Şabi güçlerinin Suriye’nin gönüllü milisleri olarak sürece katılması için hazırlıklar yapılıyor.

Üçüncüsü, Moskova’nın Ankara’ya vereceği görevle ilişkilidir. Burada öncelikli olarak, ikna edilecek bazı İslamcı örgütlerin silahlarını bırakıp rejimle görüşmelerini sağlamak amaçlanıyor. Diğer bir nokta da Esad ile görüşmeyi kabul etmeyenlere karşı yapılacak operasyona Ankara’yı dahil etmektir.

Dördüncüsü, İdlib, Reqa’dan farklı olarak uluslararası hassasiyetin arttığı bir bölge olarak ön plana çıktı. Bu nedenle Rusya, radikal İslamcı militanların veya örgütlerin tasfiyesini sağlarken, daha dikkatle olmaya özen gösterecektir. Özellikle göç dalgasını kıracak bir askeri harekat planı devreye koymaya çalışacaktır.

İdlib savaşı boyutları farklı olsa da devam edecek ve bir bakıma Suriye savaşının askeri boyutundan politik müzakere sürecine geçilecektir.

Bundan sonraki aktörler esasen Kürtler ve Esad olacaktır. Buradaki denklemi de ABD-Rusya görüşmeleri belirleyecektir. Her iki güç, Suriye’deki etki alanını kaybetmek istemeyecektir. ABD, Rusya’nın Kırım bölgesini işgal ederek Ukrayna’yı bölmesinin bir benzerini, Suriye’de Rusya’ya karşı yapabilir. En azından Minbic dahil Fırat’ın doğusunun, Demokratik Suriye Güçleri tarafından kontrol edileceği bir iç ve bölgesel hukuksal düzenlemeye gitmek için adımlar atılacaktır. Bütün bu olası senaryolar, İdlib savaşının doğuracağı askeri ve politik sonuçları belirleyecektir.